@syildiz_koc
|
Medya: Sana Güvenmiyorum (Aleyna Tilki & Dedublüman)
Belleğimi yıkıp geçen tüm gerçekleri kalbimden, ruhumdan ve beni Güney'den uzaklaştıran her şeyden saklıyordum. Yanımdaydı. Eşsiz bir düğünün ardından hayatımı anlamlandıracak bir geleceğin hayaliyle yola çıkmıştık. Bu gün uzun zaman sonra yeniden korkularımla yüzleşecek ve onu bedenime kabul edecektim. Neler hissettiğini bilmiyordum. Olayların bu şekilde gerçekleşmesi duygularını anlamamı zorlaştırıyordu. Güney baba olmayı gerçekten istiyor muydu? Yoksa beni yanında tutmak için mi bu kararı vermişti bilmiyordum. Gerçeklerden kaçmak daha kolay geldiği için bu işi kurcalamıyordum. Yolun sonunda kendime duyduğum saygıyı kaybetme ihtimalim vardı. Bunu kaldıramazdım. Sıcak dudaklarını ensemde hissettim. Soluğu ürpertili ve kesik kesikti. Başımı geriye doğru bıraktım. Ona kapılmamak öyle zordu ki aramıza işlenen duygu geçişlerinden etkilenmeden edemiyordum. Parmak uçlarını boynumda hissettim. Sanırım yüz görümlülüğü olarak ismimizin yazılı olduğu pırlanta bir kolye almıştı. Öyle heyecanlıydım ki ona bakmayı aklımın ucundan bile geçirememiştim. Yarın onu incelemek için fazlasıyla zamanım olacaktı. Bu gün tam da bu anda böyle bir şeyin hiç lüzumu yoktu. "Beğendin mi?" Hiç düşünmeden "Evet!" Dedim. Külliyen yalandı. O kadar heyecanlıydım ki kolyeye bakmak aklıma bile gelmemişti. Gövdemi zarif bir şekilde kendisine çevirdi. Yüzüne bakamıyordum. Sadece korkuyordum. Eğilip alnıma zarif bir öpücük bıraktı. Dudakları benden biraz olsun uzaklaşınca gözlerimi yeniden açtım. Odada loş bir ışık vardı. Etrafımdaki çiçeklerin enfes kokusu duygularıma her ulaştığında tüm bu çabanın bizim için olduğunu biliyordum. Yüzünde dikkate değer bir endişe vardı. Sanki bana her dokunmak istediğinde aramıza büyük bir ateş düşüyor ve ikimizi birden küle çeviriyordu. Sağ yanağımı kavrayıp sevgiyle dokundu. Ona yakınlık göstermek istediğim halde yapamıyordum. Yeni bir krizin eşiğine düşmekten korkuyordum. Yapacağı ilk şeyin üzerimdeki gelinliği çıkarmak olacağını düşünüyordum. Öyle bir girişimde bulunmamıştı. Sanki aramızda geçebilecek anları erteliyormuş gibiydi. Hiç değilse ceketini çıkarsaydı diye düşünmeden edemedim. Bu şekilde nasıl bir araya gelecektik ben de bilmiyordum. Elleri davetkar bir şekilde beni kavrayıp bedenine yasladı. Parmak uçlarımın titrediğini bacaklarımdaki dermanın bedenimden çekilip gittiğini hissettim. Karşısında put gibi kaskatı kesilmek şu an asla isteyeceğim bir şey değildi ama bundan fazlasını yapamıyordum. Alınlarımız buluşmuştu. Onu durduran şeyin geçmişte yaşadıklarım olduğunu biliyordum ama bunun için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Onun benle ilgili tüm bu detayları bilmesini istemezdim. Kader ağlarını öyle bir örmüştü ki bana sadece susup rıza göstermek kalmıştı. Dudakları dudaklarımın üzerine kapandı tim bedenimi sarsacak kadar sürtündü. Sıcak bir arzunun içini kavrulduğumu hissettim. Gömleğinin altından hissettiğim ten bir lav kütlesi gibi tenimin hemen üzerindeydi. Kararsızlık yaşadığını biliyordum! Neden bu kadar durgunlaşmıştı? Ona bana dokunması konusunda izin vermiştim işte! Hal böyleyken bu tereddüt de neyin nesiydi? Dudakları dudaklarımın üzerinde dolaşıp küçük baskılar yaptığında nihayet kararını verdiğini düşündüm. Bu anların ne kadar önemli olduğunu biliyor ve ona göre davranıyordu. Elleri belimi kavradı. Ve yavaşça yatağa uzanmamı sağladı. Bedeninin ağırlığını üzerimde hissediyordum fakat yaşadığımız şeyi gerçek bir ilişki ismini vermek zordu. Sanki sınırlarımı aşıp aşmayacağıma ölçmeye çalışıyordu. Çok ileri gitmeden bu an hazır olup olmadığımı duyumsama derdinde olduğunu hissediyordum. Kaskatı kesilen bedenimin titrediğini, yaklaşık 25°C olan odaya ve ondan çok daha sıcak olan o güzel bedene temas ettiğim halde sanki iliklerime kadar buz kesmiştim. Tam da şu anda ona karşılık vermem gerektiğini düşünüyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Yine aynı şeyin olduğunu, zihnimin tüm çabalarına rağmen o geceye o korkunç anlara gittiğini hissettim. Bana böyle hissettiren şey gerdanımda oluşan sıcak soluklar ve nemdi. Bacaklarımda ürkekçe dolaşan eller korkumu daha da perçinledi. Farkına bile varmadan tırnaklarım kollarına geçirmiş beni yaşayacaklarımıza hazırlamaya çalışan Güney'i durmaya mecbur bırakmıştım. Bedenlerimiz giysilerle birbirine kapanmışken her geçen saniye artan bir yakınlık arzusu ikimizi de sarıp sarmalamışken bunu yapmam çok yanlıştı. Elimde değildi. Kulaklarıma hücum eden o metal ses yine beni olmaması gereken yerde bulmuştu. Bedenimin benden bağımsız hareket ettiğini düşünüyor kollarında titreyip sarsılmaktan kurtulamıyordum. Mavi gözleri telaşlıydı ve belki de pişman. Bunun olabileceğini biliyordu en başından beri belli ki ve bu sebeple bana temkinli yaklaşmayı tercih etmişti. Bunu isteyen bendim ve onu suclamak aklımın ucundan bile geçmiyordu oysa. Ne yazık ki Güney bu kadarcık sarsılmayı bile taşıyabilecek bir adam değildi. Üzerimden kalkıp kendini benden uzaklaştırmaya çalıştı. Bunu yaparken ne kadar zorlandığını ve bocaladığını görebiliyordum. Hayal kırıklığı yaşamıştı ve bunu ona yaşatan kişi aşık olduğu kadının ta kendisiydi. Kendi kendime tokatlamak istiyordum. Aptaldım ben aptal! Biraz dişimi sıkabilseydim, geçmişin beni ele geçirmesine en azından bu gece izin vermeseydim belki de her şey çok farklı olacaktı. Güney'i seviyordum ve mutlu olabileceğim tek insan da oydu. Buna rağmen bir korkak gibi ona kendini kötü hissettirmeyi başarmıştım. "Güney hayır!" dedim o benden uzaklaşmaya çalışırken. Kolunu yakalamış gitmesini istemediğimi ona yalvaran bakışlarımla hissettirmiştim. Yeniden bana gelip gelmeme konusunda bocaladı. Bedeni ile aklı, arzuları ile karakteri birbirine savaş açmış davranışlarını kontrol etme gayesiyle itişip kakışıyordu. Bana her baktığında kontrolünü sağlamakta zorlandığını görebiliyordum. Yüzünü aklındaki düşüncelerden korktuğunu hissettirecek şekilde sertçe sıvazladı. Burada daha fazla kalmak istemediğini anlamıştım. Yataktan kalkar kalkmaz kapıya yönelmesine izin vermeden peşine düşmüştüm. Kapının kulpunu çevirmeye yeltendiğinde önünde durdum ve aralığın sertçe kapanmasını sağladım. Biraz öncekinin aksine karşısında yırtıcı bir kartal gibi dikilmiştim. Gömleğinin düğmeleri açılmış, saçları dağılmıştı. Kendisine yönelttiğim cevap bekleyen bakışlarımı fark ettiğinde bana sırtını döndü. Gözlerime uzun süre bakmaya dayanamamıştı. Tek derdi bir an önce buradan çekip gitmekti. Ve bu konudaki iradesinin önündeki tek engel de bendim. Benim isteklerim... "Böyle çekip gidecek misin? Bu bizim düğün gecemiz ve..." Söylemek istediklerim kasılan çenemle birlikte dudaklarıma hapsoldu. Yetiştiğim ortamda böyle şeyler kadınlardan gelmezdi. Bana evlendiğim o gece başka türlü olmam gerektiği söylenmişti. Demir'in annesi oğlu odama geldiğinde sadece teslim olmam gerektiğini tembihlemiş ve ona bir kez daha beni öldürmesi için fırsat tanımamı istemişti. Şimdi ise resmen benden uzaklaşan adamı çekip gitmemesi için uyarıyordum. Beni deliler gibi sevdiğini söylemişti. Beni istediğini biliyordum. Bunu o bana her baktığında görebilecek kadar akıllıydım. Ne olmuştu da vazgeçip kendisine ne kadar ihtiyacım olduğunu bildiği halde beni kendi kaderime terk etmeye karar vermişti? "Hazır değilsin Efsun!"dedi sayıklar gibi. "Sana bu kötülüğü yapamam! O kabus geceyi bir kez daha benimle yaşamanı istemiyorum. Acıların, utançların olmak istemiyorum." Yutkundum. Beni kendince sınamıştı. Bu geceyi geçmişten ruhumu söküp alarak mutlu bir şekilde atlatıp atlatamayacağımı anlamak istemişti. Bu yüzden fazla ileri gitmemiş, kontrolünü kaybedeceğini hisseder hissetmez yangından hem kendini hem de beni çekip çıkarmaya çalışmıştı. Kapıyı açmak ve çekip gitmek istedi. Ne yazık ki ben bu kadar çabuk pes edecek biri değildim. "Ben geçmişi geride bıraktım. Kendi hislerimden çoktan vazgeçtim Güney! Oğlumun bana ihtiyacı var." Bizi bir araya getiren gerçek sebebi bilmek canını yakıyordu. Yiğit'i çok sevdiğini biliyordum. Onu kurtarmak için her şeyi yapmıştı fakat benimle bir mecburiyetin ürün olarak bir şeyler yaşamak istemiyordu. Gerçek bir ilişki istediğinin farkındaydım. Buna kavuşması ise zaman alacaktı. "Neler hissettiğini anlıyorum ama sana bir kez daha aynı kötülüğü yaşatmak istemiyorum. Bunu yapmak benim için de çok zor! Şu an kendimle ne kadar mücadele ettiğimi anlayamazsın. Sende korkunç bir travma daha bırakmak istemiyorum. Ben..." Söylemek istediği her şeyi ölçüp tartıyor ve beni kırmamak için düşünerek konuşuyordu. Ne yazık ki bu çabasının bir sonuç verdiğini söylemek zordu. Kendisine en ihtiyacım olduğu zamanda beni bırakıp gitmesini kaldıramıyordum. İyi niyeti şu durumda yeterli değildi. Bana yaklaştı elimi tutup kalbimin üzerine bastırdı. Nemli gözleri duymak istediğim şeyleri söylemiyordu. "İçindeki acı hâlâ yerli yerinde. İyileştiğini sanıyorsun ama bu bir teselliden ibaret! Sağlıklı bir ilişki yaşayabilmemiz için yardım alman gerekiyor. Aksi taktirde aramızda yaşanılan şey ikinci bir istismardan öteye gitmeyecek. Tek farkı..." Gözlerini kapatıp kalbini acıtan bir soluğu ciğerlerine hapsetti. "Sen Yiğit'i kurtarmak için bunu gönüllü kabul ediyorsun. Oyuncular değişse de sahne aynı..." Ayakta durmaya dahi gücünün olmadığını biliyordum. Bunun olacağını ikimiz de biliyorduk fakat daha iyiye gidecek bir şeylerin hayalini kurmuş ve öyle olacağını düşünerek bir yola girmiştik. Nemli bakışlarında hüzünlü bir tebessüm açtı. Ona bunu yaşattığım için çok üzgündüm ama insanın kaderinin önüne geçmesi mümkün olmuyordu. "Geçmişte olanları hatırla Efsun! Seni zorla klibimde oynattığımda neler hissettiğini hatırla. Benden nefret etmiştin! Hazır olmadığını bilmiyordum. Sahnedeki basit bir yakınlaşma bile kriz geçirmen için yetmişti. Korkunç bir hata yapmıştım. O gece kriz anında kendine zarar verebilirdin! Sokaklarda üzerindeki kostümle koşarken birileri seni incitebilirdi. Kaza yapabilirdin!" Başını eğip gözlerini sımsıkı yumdu. Şimdi sesi ilkinden çok daha yorgun geliyordu. "Bunun tek sorumlusu ben olacaktım. Rol icabı seni öpmeme bile dayanamazken şimdi beni bedenine kabul ediyorsun! Bu gecenin sabahına mahvolacağını bilerek senden böyle faydalanmam ne kadar ahlaki söylesene! Üstelik seni böyle çok severken... Kendi heveslerim için kabus dolu gecelerine bir yenisini eklemem ne kadar doğru?" Kafam allak bullak olmuştu. Güney'in hislerini anlıyordum. Kendisinden nefret etmemden korkuyordu. Psikolojik olarak daha kötüye gitmem bu gidişatın tek sorumlusu olarak kendisini görmesi gerçeğini kaldıramıyordu. Ama benim derdim bundan çok daha büyüktü. Hislerimi bir kenara bırakmış ve sadece oğlumu düşünüyordum. Bu gecenin sabahında kendimi tımarhanede bile bulsam yine de bunu denediğim için pişmanlık duymayacaktım. Çünkü bu artık benim için bir tercih değil bir zaruretti. "Beni anlamıyorsun!" Dedim ölür gibi. "Yiğit ölebilir Güney! Sence benim kendimi düşünecek halim mi var? Oğlumun hayatta kalması için belki de son şansım bu! Yeni bir bebek... Yiğit'in gözümün önünde mahvoluyor. Mevsimi geçen gül goncası gibi her geçen gün biraz daha solup sararıyor. Harun Bey'de binlerce banknot var ama hiçbiri bir işe yaramıyor." Son cümlemi bağırmaktan hallice bir tonla söylemiştim ve sesimin perdesi her geçen saniye biraz daha artıyordu. "Yiğit çok uzun zamandır bu halde! Artık dayanacak gücü kalmadı! Yemiyor, içmiyor, diğer çocuklar gibi koşup oyun oynayamıyor. Sırada insanların yaptıkları pek çok davranış onun için aşılması güç bir dağ gibi... Çocukluğunu yaşayamadı. Daha ne kadar bu şekilde devam edebileceğini sanıyorsun!" Tüm bunları bağırarak büyük bir öfkeyle söylemiştim. Belki şartlar başka türlü gelişmeseydi Güney'e hak verebilirdim ama şu an kendimi zerre kadar düşünmüyordum ve üzgünüm ne yazıkki Güney'in duygusal durumu da düşündüklerim arasına girmiyordu. Bizden daha önemli olan bir şey varsa o da Yiğit'in hayatıydı. Yanıma gelip başımı sıcak gövdesine bastırdı. Bunu yaparken ne kadar dikkatli davrandığını görebiliyordum. Bana hastalıklı muamelesi yapması canımı sıksa da kendimi iyi hissettiğimi kimse söyleyemezdi. " Seni aklının alamayacağı kadar çok seviyorum. Tam da bu yüzden yeni yaralar açmamaya çalışıyorum. Tek derdim daha iyi olman Efsun. Senin iyi olman demek oğlumuzun da iyi olması demek!" Tırnaklarımı bileklerine mıhlayıp onu kendimden uzaklaştırdım. Aslında en büyük kötülüğü kendime yapıyordum. Bu kadar çok severken ve deliler gibi isterken onu kendime kendimi de ona haram ediyordum. Kendi kendini sokan bir akrepten hiçbir farkım yoktu. "İyi olmak umrumda değil! Benim iyi olabilmem için Yiğit'in önce şu korkunç hastalıktan kurtulması lazım! Allah kahretsin ki tek görebildiğim çareyi tüm korkularımla yüzleşip rahminde taşımak zorundayım. Anlayamıyorsun! Bunu yapmadığım için oğlumu kaybedersem asıl o zaman öleceğim!" Sözlerim tehdit yüklüydü. Gözyaşlarımı biraz önceki ılık meltemimin aksine sertçe sildim. Bakışlarımdaki öfke sevgiyi gözbebeklerimin ardına sinmeye mecbur etmişti. "Ona bir şey olursa peşinden gitmekten çekinmeyeceğim." Gözlerindeki korkuyu tarif edecek bir kelime yoktu. Sanki hemen burada beni kaybetmişti. Sanki yer ayaklarının altından kaymış, dünya paramparça olup avuçlarına dökülmüştü. Sözlerimle ölen ruhunun külleri ciğerlerime dolmuş gibi nefessiz kaldım. Bana yaklaşmak istediğinde yüzümü ondan çevirip "Git!"dedim. "Eğer onu sevmiş olsaydın ve beni kaybetmek canını biraz olsun yakabilseydi böyle davranmazdın!" Gözlerinin derinliklerine bakıp ondan çok benim canımı yakan sözleri fısıldadım. "Artık istesen de senin olmayacağım!" Gözlerini sımsıkı yumdu ve bana sırtını dönerken başını duvara yasladı. Güney'i geride bırakıp çıkması için kapıyla arasından çekildim. Adımları kapının önüne geldiğinde kısa bir süre duraksadı. Verdiği karardan pişman olmadığını bilmiyordum. Açıkçası kendi kararımdan da bir pişmanlık duymuyordum. Bu gece aramıza yüksek dağlar inşa etmişti. Kapıyı çekip gittiğinde bizim için hazırlanan odayı savaş alanına çevirdim. Elime geçen her şeyi kırıp döküyor, bağırıp çağırarak yatağı yerle bir ediyordum. Beni duyup duymamasını umursamıyordum. Farkında değildi belki ama bana çok büyük bir acı vermişti. Oğlum için bir kadın olarak gururumu ayaklar altına almış ve onu dilemiştim. O ise kendisine en ihtiyacım olduğu zamanda beni yüzüstü bırakmıştı. Düşüncelerinin iyi veya kötü niyetli olması umrumda değildi. Netice ortadaydı. Kırılan bibloların ve cam parçalarının ortasında öylece oturmuş haykıra haykıra ağlıyordum. Dizlerimi karnıma çekip seslerimi boğmak istesem de çabalarım yetersizdi. Bıraktığı enkazdan mutlu olmalıydı. En başından beri beni hiç anlamamıştı. Madem yüzüstü bırakacaktı neden bu evliliği kabul etmişti sanki? Ben yalanlarını ve sakladıklarını bile görmezden gelmiş hiçbir şey olmamış gibi onun sahiplenmiştim. O ise bu son davranışıyla bana hayatımın en büyük vurgununu yaşatmıştı. Daha fazla dayanamayıp ayaklarıma batan camları umursamadan kendimi duş kabinine bıraktım. Yağmurluk başımdan aşağıya ılık suları bırakıyor ve beni biraz olsun sakinleştirmeye çalışıyordu. Gözyaşlarıma karışan damlalar keşke içime akıp ruhundaki o yangını da söndürebilseydi. Çok fazla şeyden korkuyordum aslında. Keşke daha cesur bir kadın olabilseydim. Yapamıyordum. Sığamadığım bu dünyada kendi kafesimi korkularımla örmüştüm. Sabun bezini elime alıp bol miktarda köpükle vücudumda dolaştırdım. Köpüklerin içerisinde ten rengimi yitirmiş bir şekilde duygusuz ve ölü bakışlarla öylece kaskatı duruyordum. Saçlarım sırtıma yapışmış ıslak telleriyle yüzümün hatırı sayılır bir kısmını işgal etmişti. Gözlerimden akan makyaj göz altlarımın simsiyah kesmesine sebep olmuştu. Sağ elimin ters yüzeyini dudaklarımda sertçe dolaştırıp tüm ruju sildim. İşini beceremeyen bir palyaçodan hiçbir farkım yoktu. Sarsılan omuzlarım dökülen gözyaşlarımın tek şahidi gibiydi. Ağladığımın bile farkında değildim. Bedenimdeki tüm izleri silip atmak istiyordum. Eskiden sadece Demir'den kalan izleri dert ederdim. Artık biraz önce bana yaşattıkları için Güney'e de ruhumdaki izlerine de öfke doluydum. Dokunuşlarını bedenimden silip atmak istiyordum. Ve hatta zihnimden sökülüp gitmesini... Başka türlü yanı başındayken ondan uzak durarak bir yalanı yaşayamazdım. Nihayet duştan çıktığımda derim ihtiyar bir kadının derisi gibi buruş buruş olmuştu. Yüzümdeki makyajın büyük bir kısmı ayaklarımın dibindeki su birikintisine karışsa da hâlâ bedenimde emarelerini taşıyordum. Üzerimde pembe bornozla yeniden darmadağın ettiğim yatak odasına geçtim. Bakışlarım ikimizden kalan ölü duygularla herhalde olmuş o yatağı taradı. Ardından da pencerenin ardındaki beyaz aracı yokladı. Güney hâlâ evdeydi. Çekip gitmemiş beni bu evde yapayalnız bırakmamıştı. Bana kızgın ya da kırgın olup olmadığını düşünmüyordum. Farkında değildi ama aramızda çok büyük bir uçurum bırakmıştı. Gün şafağa hasretti. Uykusuz gözlerle kanepenin bir kenarına sinmiş sıcak şöminenin yanında uyuklayan zavallı bir kedi yavrusu gibi ruhsuzca oturuyordum. Üzerimde hâlâ bornozum vardı. Kapı yeniden açıldığında tepki vermeyip huzursuz duruşumu korudum. Gelenin kim olduğunu kokusundan tanımıştım. Ve yaşananlardan sonra istediğim tek şey o kokuyu unutmak zihnimden söküp atmaktı. Hemen yanı başıma gidip diz çöktü. Gözlerime baktığında bu kadar büyük bir yara alacağımı tahmin etmemiş gibi yutkundu. Yarısı açıkta kalan çıplak bacağıma başını bıraktı. Benden daha iyi görünmediğinin farkındaydım. Üzerindeki damatlığı çıkaracak vakti bile bulamamıştı. " Senin için randevu aldım. Bugün Deniz Hanım'la seansın var. Profesyonel bir yardım almamızın zamanı çoktan geldi." Yorgun gözlerine oğuşturup şakaklarına bastırdı. Başının ne kadar ağrıdığını görebiliyordum. Dünkü sözlerimden sonra hiçbir şey olmamış gibi yanıma gelmesi akıl alır gibi değildi. Aşk insanın gurursuzlaştırıyordu. Eğer öyle olmasaydı benden hayatının en büyük sırrını saklayan adamı yanımdayken bile özlemezdim. Hiçbir şey söylemedim. Fakat ısrarla konuşmaya devam etti. Yüzünü dizlerime sürüp sevimli bir kedi yavrusu gibi şefkat bekledi ne yazıkki bulduğu ruhsuz ve tepkisiz bir kadından fazlası olamayacaktı. " Geç bile kaldık! Bunu aslında uzun zamandır düşünüyordum." Gözleri tepkimi ölçmek ister gibi gözlerime mıhlandı. Orada kendisini onaylayan birkaç pırıltı bulmak istemişti fakat benim kendime bir hayrım yoktu. "Beni yanlış anlamandan korktum Efsun! Bu krizlerin ikimize zarar vereceğini biliyordum. Keşke daha net olabilseydim!" Yıkanmaktan mora çalan elimi tutup ince, güzel dudaklarına sevgiyle götürdü. "İyi hissetmeni istiyorum. Çok güçlü bir kadınsın biliyorum! Mücadelen hiçbir zaman bitmeyecek farkındayım! Ama tek başına yapamazsın! Profesyonel birinin elinden tutmasına, sana rehberlik etmesine ihtiyacın var! Bu sana hiçbir şey kaybettirmeyecek." Elimi elinden kurtarıp başımı yorgun bir şekilde kanepenin yastığına bıraktım. "Ben deli değilim! Bana akıl hastası muamelesi yapmaktan vazgeç!" " Psikoloğa gitmek için deli olmaya gerek yok! Sadece rehberlik edecek! Başaracak olan sensin! Hep başardığın gibi... Bunu oğlun için yapmaz mısın?" Oğlum için yapamayacağın hiçbir şeyin olmadığını biliyordu. Ve beni kendi canımdan vuruyordu. Ayağa kalkıp hazırlanmak için gardroba yöneldim. Koyu renk bir kot pantolon ve üzerine ekru tonlarında bir kazak seçtim. Omzumun üzerinden dün geceden sonra ilk defa onun gözlerine baktım. Hâlâ benden bir cevap bekliyordu. "Tamam! Onunla görüşeceğim!" Kıyafetleri toparlayıp kapıdan çıkarken başımı eşiğe yaslayıp öfke dolu bakışlarımı son kez yüzünde gezdirdim. "Dünkü söylediklerimden sonra benden hiçbir beklentin kalmasın! O psikoloğa senin için değil Yiğit için gidiyorum. Artık senden olacak bir çocuğu da istemiyorum." 🌟🌟🌟 Bana getirilen çaydan isteksiz birkaç yudum alıp kaçırdığım bakışlarımı doktorumun gözlerine mıhladım. Deniz... Kırmızı dudaklarıyla bana gülümseyen bir kadının hayalini kurmuştum ama karşımda esmer, uzun boylu genç bir adamı bulmuştu. Büyük siyah deri koltukların olduğu buna rağmen ferah bir lavanta kokusuyla harmanlanmış aydınlık bir odadaydım. Rahatsızca ayakkabımın uçlarına bakıyor ve yerdeki uzun tüylü somon rengi halıyı izliyordum. Deniz Bey yanında rahat edemediğimi düşünmüş olacak ki sohbete dahil etmek için çok uğraşmıştı. Ne yazık ki ben onun kadar istekli değildim. Kime ne anlatacaktım ki? Yargılanmak zordu. İnsanların ne düşündüğünü önemsemiyordum artık ama yaşadıklarımdan sonra benden geride kalanlar dağılmış bir evden kalan molozlar gibiydi. Güney'in bana yaşattığı şey öfkemi her geçen an biraz daha arttırıyordu. Belki doğru olanı yaptığına inanıyordu ama onun doğruları ne yazıkki benim sorunlarımı çözmeye yetmiyordu. "Gözleriniz çok hüzünlü bakıyor! İçinizdeki acının bu kadar yoğun olduğunu düşünmemiştim!" Acıklı bir tebessüm dudaklarımı araladı. Hiç değilse karşımdakinin bir kadın olmasını tercih ederdim. İşinde muhteşem biri olduğunu söylemişlerdi ama benim halimden anlayacak son kişi bir erkek olurdu. "Ne anlatacağımı bilmiyorum. Zamanımızdan çalıyorum farkındayım ama bazı şeyleri dile getirmek gerçekten çok zor!" "Haklısınız! Dışarıdan bakıldığında sıradan organizmalara benzese de her insan kendi içinde bir dünyadır. Duyguları, korkuları, geçmişi ve geleceğe dair olan beklentileri onu bir arada tutup inşaa eder. Kimi insan şanslı kabul eder hayatta kendini kimisi ise şanssız. Gördüğüm kadarıyla şansız olduğunu düşünenlerdensiniz!" Bir damla yaş göz pınarlarından süzülürken başımı titretir gibi salladım ve çayımdan bir yudum daha aldım. Bu konuşmamak için ağzıma oyalama şeklimdi ve doktor bunu anlayamayacak kadar tecrübesiz değildi. "Güzel konuşuyorsunuz, ama ne yazık ki bu sohbetlerin bana çok fazla bir fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Aslında benim kendi içimde bir şeyleri halletmem gerekiyor. Bunun için diğerlerinin pek bir faydası dokunmaz. Sanırım zayıf biriyim!" Kendimi kabullenmiş gibi omuzlarımı sildim. Çökmüş omuzlarımın geldiğim dakikalardan itibaren yaptığı tek şey buydu. Güney'in bana dokunmamayı tercih etmesi gururumu incitmiş ve beni daha da küçültmüştü. Şimdi biraz daha sararıp solduğumu hissediyordum. Doktor iç çekti. Kolay bir hasta olduğumu kimse söylememişti ama bu kadar da burnundan geleceğini zannetmiyordum. "Ne kadar güçlü olursak olalım her şeyi kendi içimizde halledemeyebiliriz. Bazen dışardan birinin kendimizi keşfetmemize tahmin ettiğimizden çok daha fazla yararı dokunur. Ben sizin acılarınızı dinleyip gözyaşlarınıza ortak olmak için burada değilim Efsun Hanım. Siz bunlarla baş edebilecek güçtesiniz zaten. Ben sadece sizin kendinizi ve duygularınızı keşfetmenizi istiyorum. Bunları dışa vurmak içinizdeki bazı kördüğümlerin çözülmesini sağlayacak. Aslında annem bu konuda hep başarılı olduğumu düşünürdü ama sanırım siz aynı fikirde değilsiniz!" Özgüvensizliğimi ona bulaştırdığım için kendimi kötü hissetmiştim. Kekeleyerek, "Ha-hayır!" Diye düzeltmeye çabaladım. Korkunç bir seans olma yolunda istikrarla ilerliyorduk. Of! Derdimi bile anlatamıyordum. " lütfen durumundan kendinizi sorumlu tutmayın! Anneniz haklı! Siz iyi bir doktorsunuz ama ben iyi bir hasta değilim!" Sıcak tebessümünü benden esirgemedi. "Bence iyi bir hastasınız! Fakat mesafe kat etmeden önce karşınızdaki insana güven duymak istiyorsunuz. Genellikle çocukluğunda başlayarak anlatır hastalarım kendini. Bunu bir başlangıç sayabilirsiniz! Bana kendinizden bahsedin! Sizi birlikte keşfedelim!" Elimdeki bardağı masanın üzerine bırakıp önüme gelen tutamları geriye çektim. Zihnim o günlere gittiğinde gözlerim buğulandı. Kendimi bambaşka bir yerde hayal ediyordu. " Aslında başlarda güzel bir çocukluk geçirmiştim. Beni seven bir babam vardı. Tüm soğukluğuna rağmen annemle de kötü bir iletişimimiz yoktu. İyi hissediyordum. Tahmin ettiğimden çok daha iyi!" İç çektim. Ellerim yeni doğan bir bebek gibi sıkıca yumuldu. "Ne yazıkki her şey tek bir günde altüst oldu. Ondan sonra aslında hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu olmadım. Mutluymuş gibi rol yaptım. İnsanlarla dalga geçtim, şakalaştım! Sanki hayatımda çözmem gereken çok fazla derdim yokmuş gibi gülüp eğlendim. Neden bilmiyorum artık bunu yapmakta çok zorlanıyorum. Sahte gülüşlerim hiçbir şeyi örtmeye yetmiyor." Yüzünde sade bir tebessümle pürdikkat beni dinliyordu. Çimen yeşili gözleri bana her dediğinde çekingenlik hissediyordum. "Bunun için kendinizi kötü hissetmelisiniz. İnsanlarda farkında olmasalar da savunma mekanizmaları bulunur. Sigmund Freud bu mekanizmaların kaynağı olarak egoyu gösterir. Ona göre insanın bilinç altını yöneten üç şeyi vardır: İd, ego ve süper ego... İd bizim ilkel yönümüzdür. Süper ego, küçük bir çocuk gibi isteklerini dizginleyemeyen idi ahlak, kurallar ve vicdan gibi normlarla denetlemeye çalışan, radar vazifesi gören önemli bir yöndür. Ego ise bu iki yön arasında uyum ve arabuluculuk rollerini üstlenir. Bunu yaparken de savunma mekanizmalarını öne çıkartır. İnsan ego sayesinde acı ve utanç veren durumla bazen dalga geçer, bazen mantığa bürür bazen de inkar eder. Savunma mekanizmasını öne çıkartarak kendi bilinçaltımızda söz konusu durumla baş etmemizi kolaylaştırır. Hâl böyleyken bu rol yapmaları zayıflık olarak algılamanız sizce de kendinize karşı biraz insafsız davranmanız anlamına gelmez mi?" Söylediklerinde haklı olduğunu biliyordum. Bunu yapan tek kişi değildim fakat bir tek kendi yaptıklarım gözüme çarpıyordu. " Haklısınız! Sahte bir yüzle dolaştığımı düşünmem belki de yersiz!" "Aslında hepimiz maskelerle dolaşıyoruz. Hayatımızda pek çok farklı rol var bu yüzden kendi içimizde yaşadıklarımızı her ortamda yansıtmamız bizi sıkıntıya sokabilir. Bu sebeple taşıdığımız yükleri insanlara belli etmememiz ve maskelere sarılmamız oldukça insani bir durumdur." Bilgili bir insanın karşısında ne kadar çok eksiğim olduğunu anlamıştım. Hep üniversite okumak istemiştim ama yaşananlar buna engel olmuştu. İnsanlar para için eğitim almak fikrini benimsese de aslında eğitim kendimize yaptığımız büyük bir yatırımdı ve değeri para ile ölçülmezdi. "Hayatınızı altüst eden olay neydi? Eğer bir sakıncası yoksa bunu benimle paylaşır mısınız?" Hızlı girişi sersemlememe sebep oldu. "Benim... Nasıl söylenir bilemiyorum. Annem, babam olduğunu düşündüğüm insanı öldürdü. Sevgilisiyle kaçma planı yapıyor ve beni de ortak hayallerine dahil etmeye çalışıyorlardı. Buna ne ben ne de babam razı olduk. Direnişlerimiz babamın hayatımdan ölerek hayatımdan yitmesiyle son buldu. Artık annem katil, babam ise onun kurbanıydı. Yıllarca annemin suçlarını siyah bir kefen gibi üzerime giydim. Amcamın yanında annemin günahının bir meyvesi gibi istenmeden büyüdüm. Ve sonunda istedikleri şansı hayat onlara verdi ve benden tamamen kurtuldular." "Ne oldu?" Beni boğan o nefesi dudaklarımdan uzaklaştırdım. " Mahalledeki bir sapık tarafından istismar edildim." Duydukları yüzünün rengini atmasına sebep oldu. Elindeki kalemle kalınca olan defterine birkaç küçük not alıp sorgular bir şekilde bakışlarını yeniden üzerime dikti. "Anlıyorum. Sizi yıpratan şeyin tam olarak ne olduğunu şimdi çok daha net görebiliyorum. Bunun için kendinizi mi suçladınız?" Başımı eğip onu onaylar bir şekilde salladım. "Aslında uzun zamandır bazı şeylerin farkındaydım. Demir sorunlu biriydi ve bu sorunlu davranışları çocukluğundan itibaren fark ediliyordu. 18-19 yaşlarına geldiğinde beni rahatsız etmeye başladı. Davranışlarına aşk demek imkansızdı. O sadece bedenî bir arzunun eline düşmüştü. Beni elde etmek istiyordu." "Ne yaptınız? Yani bunu fark ettiğinizde herhangi bir adım atma çabasına düştünüz mü?" Şakalarımı ovup sırtımı biraz daha geriye yasladım. Ses tonum çok daha kırılgan bir hâl almıştı. "Aslında bir şeyler yapmaya çalıştım. Davranışlarından duyduğum rahatsızlığı ailesine bildirdim. Önce inkar etmeye çalıştılar sonra da 'genç delikanlı kanı kaynıyor işte' dediler örtbas ettiler." Dudaklarım alayla yukarı doğru kıvrıldı. "İnsanlar çok tuhaf! Şu davranışları televizyonda görseler sapık deyip her türlü lafı sarf ederler. Ama kendi çocukları yaptığında onu koruyup kolluyor ve mağdur olan insanı da susturmak için çareler arıyorlar." "Beni başıyla onaylayıp sabırlı bir şekilde ellerini masanın üzerine bıraktı. Bu ince bir çizgiydi. Ve doktorum dikkatli konuşması gerektiğini biliyordu. " Amcanız ne tepki verdi bu duruma?" Yüzümde kırık bir tebessüm belirdi. Bakışlarımı önündeki çay bardağının üzerine çevirdim. Görebildiğim tek şey parmaklarımı bıraktığı izlerdi. "Demir'in babası onun yakın bir arkadaşıydı. Bu durumu arkadaşıyla görüşüp duyduğum rahatsızlığı söyledi. Çıkan kararın ne olduğunu biliyor musunuz?" Başını olumsuz anlamda sallayıp boğaz ayıkladı. Büyük bir alayla daha güçlü ve öfkeli bir ses tonu kullanarak devam ettim. "Oğlu bana aşıkmış sözde! İnsan aşkın önünde duramazmış! En kısa zamanda okul biter bitmez ikimizin başını bağlamak lazımmış! Kötü bir niyeti yokmuş ve daha bir sürü saçmalık." içimde biriktirdiğim tüm öfkeyi doktorumun gözlerine yerleştirdim. "Ne kadar da zekice konuşmuş ama değil mi! Benim bu çocuğu isteyip istememem onlar için bir sorun değil. Ben kimim ki sonuçta? Basit bir besleme... Yüz kızartıcı bir suçtan hüküm giymiş bir annenin zavallı yanaşma kızı! Beni lütfedip oğullarına aldıklarına şükretmeliymişim!" Tırnaklarım sandalyenin ahşap kısmına birkaç tıkırtılı ses bıraktı. Gerilmiştim. O sözleri zihnime taşımak öfkeden delirmeme sebep oluyordu. Kendimi çok zor dizginliyordum. Yutkunup "Affedesiniz!"dedim. Bir bardak su içimdeki öfke ateşini biraz olsun dindirirdi. "Aslında onlar da istemiyorlardı beni! Layık bulmuyorlardı ailelerine! Ama olaylar öyle bir gelişti ki oğullarını bir sapık olarak hapse göndermek beni gelin olarak almaktan daha kötü göründüğünden başta sorun ettikleri hiçbir şeyi öne çıkaramadılar." "Hiç şikayetçi olmayı düşündünüz mü?" O gözlerini kısıp yanıtımı beklerken başımı sallayıp, "Şikayetçi oldum!" Diye karşılık verdim. "Bu olayın duyulması her şeyi daha da berbat bir hale getirdi. Elimde onu suçlayabileceğim herhangi bir delil yoktu. Söz konusu eylem henüz gerçekleşmemişti. Dışardan bakıldığında gençler arasında yaşanan basit bir platonik ilişki gibi görünüyordu. Kimse o pisliğin böyle bir şey yapacağına ihtimal vermemişti. Şikayette bulunduğumda onun bana yaklaşmaması yönünde karar alındı. Okuluma ve evime uzaklaştırma kararı neticesinde bir süre yaklaşamadı. Ailesiyle boğaz boğaza gelmiştik. Karara rağmen etrafında dolaşmaya devam etti. Onu görmesem de peşinde olduğunu biliyordum. Okula dahi gitmek istemiyordum. Okulda yoktu. Bana yakın olmak için kantinde çalışmaya başlamıştı ama bu karardan sonra oraya da gidemez oldu. O korkunç gece..." Sustum. Hıçkırıklar bana rağmen dudaklarımdan kaçmak istiyordu. Gözyaşlarım duygusuz yüz mimiklerime rağmen tek tek döküldü. Bana mendil uzattı. Dakikalarca sakinleşmesini beklemişti ve nihayet zehrimi akıtacak kadar güç depolayabilmiştim. "O gece aynı evin içinde büyüdüğüm insanın bana bu kadar büyük bir kötülük yapacağından habersizdim." "Kimdi o? Size bu kadar büyük bir acıyı yaşatan kişi kimdi?" O geceyi hatırladığında istemdışı ellerim başımı buldu. Beynimi paralamak ister gibi ellerimi başımın etrafına sarıp kollarımla kendimi küçültmeye çabaladım. Titremeler yeniden zapt edilemez bir boyuta ulaşmıştı. Bunları dile getirmek benim için imkansızdı. "Burcu... Kuzenim..." Doktorun yüzünde belirgin bir öfke peyda olmuştu. Elindeki defteri parçalar gibi bu ismi önce hafızasına ardından da kağıtlara işledi. Devam etmek istiyordum. Biliyordum yaranın en hassas noktasına gelmiştik ama daha fazla susmayı kaldıramayacaktım. "Burcu çocukluğumuzdan itibaren beni hep kıskandı. Hiçbir zaman hayatına, ailesine dahil etmek istemedi. Demir'in bana olan ilgisinin farkındaydı. Bu durumu fırsata çevirmek ve beni olabilecek en zor durumlara çekmek istedi. Onu bana karşı cesaretlendirdi. Öyle ki Demir tüm engellemelerime rağmen okuduğum lisede çalışmaya başladı. Onun yüzünden kantine girmek bile istemiyordum. Okulumu değiştirmeyi düşünmüştüm fakat son seneydi ve bu değişiklik bana zarar verebilirdi. Açıkçası bu kadar ileri gidebileceğini düşünmüyordum. Sonra öğrendim ki meğer bu aklı ona veren Burcu'nun ta kendisiymiş." Deniz bey, bulunduğu yerden kalkıp karşımdaki koltuğa oturdu. Ne kadar hassas bir durumda olduğumu tahmin ediyordu. Aslında karşılıklı daha büyük olan koltuğa geçebilir ve yüz yüze konuşabilirdik. Fakat bundan rahatsız olabileceğimi düşünmüş ve kendisini bir tehdit olarak algılamayacağım o mesafeyi aramıza işlemişti. " Demir okuldayken seni herhangi bir şeye zorladı mı?" Dudaklarımı kıvırıp sıkmaktan bitap düşen çene kaslarımı rahat bıraktım. Sesli bir yutkunuşun ardından, "Aslında fiili olarak pek bir şey yapabildiğini söyleyemem. Yani istismar gibi... Ama bakışları hep üzerimdeydi. O zamanlar Hakan isminde biriyle arkadaşlık ediyordum. Sevgili sayılmazdık ama herkes birbirimizden hoşlandığımızı bilirdi. Demir'in Hakan'ı birkaç kez tartakladığına şahit oldum. Hatta bir keresinde onları ayırmaya çalışırken Demir'den gelen o şiddete ben de maruz kalmıştım. İtiş kakışın arasında dizlerimin üzerine yere düşmüş ve yaralanmıştım. Burcu bununla da kalmamış ve beni kandırıp Demir'le bir depoya kitlemişti. Neyse ki çığlıklarım nöbetçi öğrenciler tarafından fark edilince zarar görmeden kurtulabilmiştim. O gün bana yönelik herhangi fiziksel bir harekette bulunmadı. Nefret ettiğim o gözlerini üzerime dikip sadece rahatsız olacağım şekilde bana bakmakla yetindi. Hissediyordum. Bu işin sonu iyi değildi." Notlarını gözden geçirip dudaklarını birbirine bastırdı. "Yaşadıklarınız gerçekten çok ağır! Bunun psikolojinizde bu kadar olumsuz yer edinmesi normal! Ne yazık ki yüzyıllardır pek çok kadın bu tarz davranışlara maruz kalmaktan kurtulamıyor." "Haklısınız! Kötü bir insanla karşılaştığınızda güvenlik tedbirleri de yeterli olmayabiliyor. Uzaklaşma kararından sonra okuldaki işine son verildi. Ailesi de defalarca kapımızı çalmış ve şikayetimizi geri çekmemiz konusunda yalvarıp yakarmıştı. Demir'in gidecek bir yeri yoktu ve sokaklarda sürünmek onu bana karşı daha da öfkelendirmişti. Arkamda kimsem olmadığını biliyordu. Yanında büyüdüğüm insanlar beni korumak bir yana başlarından atmak için fırsat kolluyordu. Oğuz abi Demir'i defalarca hırpalamış ne yazık ki bu çabaları sonuç vermemişti. O beni çok fazla sevmese de iyi bir insandı." "Neler hissettiniz? Okula gidip gelirken, yatağınızda uyurken bu durumun hayatınızı ele geçirmesini tahammül edebildiniz mi?" İçimdeki acıyı akıtmamı istiyordu ve ben onun tahmin ettiğinden çok daha fazla bu duruma istekliydi. Parmaklarımla alnıma birkaç küçük baskı yapıp uykusuz geçirdiğim o gecelerin ağırlığını üzerimden atmaya çalıştım. "Benim günüm ve gecem birbirine karışmıştı. Korkuyordum! Biber gazı, bıçak ve daha aklımıza gelebilecek pek çok şeyin hazırlığını yapmıştım. Güvende olmadığımın farkındaydım. Yatağımda uyumak bile lüks olmuştu. Kabuslarımda sadece o vardı. Ve o korkunç gece her şey nihayete erdi." Bakışları üzerimde merakla dolaştı. Bana bir şey sormak istemiyordu. Bu çözülüş sadece benim tercihim ve irademle gerçekleşecek bir şeydi. Beklediğinden daha bile hızlı açılmıştım. "Liseden sonunda mezun olabilmiştim. Başka bir şehre gittiğimde hayatımın biraz olsun düzeleceğini düşünüyordum. Mezuniyet töreninden sonra bir balo düzenlendi. Şehrin dışında, açık havada, güzel bir mekan seçilmişti. Arkadaşlarımın isteğiyle beyaz kuyruklu bir elbise giyip o baloya katıldım. Nefes kesici görünüyordum. Tüm gece insanların iltifatlarından sıkılmış ve bir an önce eve dönmek için dakikaları sayar olmuştum. Demir'in etrafımda olmaması dünyanın en güzel şeyiydi. Oraya sadece davetliler girebiliyordu ve Demir'in o mekana girmesi mümkün değildi. Burcu'nun nefret dolu bakışları etrafımda dolaşsa da o gün arkadaşlarımla mutlu geçirdiğim son gündü." Parmak boğumlarıyla oynaması doktorumun da gerildiğini gösteriyordu. Nasıl bir vurgun yediğim bir yabancının bile merak konusu olmuştu. Bir bardak suyu doldurup dudaklarıma yaklaştırdım ve bir nefeste tamamını içip bitirdim. "Çıkışta hep birlikte gelecektik. Oğuz abi ikimizi de alıp arabasıyla eve getirecekti. Ayrılma zamanı geldiğinde ona ulaşamadım. Burcu'ya sordum. Arabasının arızalandığını ve bizi alacak kişinin Oğuz abinin arkadaşı olacağını söyledi. Bu kadarını tahmin etmemiştim. Hiçbir kadının bir başka kadına böylesi bir acı vereceğini düşünemezdim. Burcu hayatımın en büyük oyununu oynamıştı. Kendisinin arkadaşlarıyla birlikte başka bir yere geçeceğini söylemişti. Arkadaşlarına katılmama izin vermeyeceğini biliyordum ve eve gitmek söz konusu korkularım düşününce en mantıklı yol gibi gelmişti. Beni gri bir araç alacaktı. Demir uzun süredir ortalarda görünmüyordu. Polisin işe yaradığını düşündüm. Dakikalarca yolun karşısında beklemiş ve beni almak için gelen aracın açılan kapısına düşüncesizce binmiştim. Şoför koltuğunda olan kişinin Demir olabileceğini düşünememiştim. İnsanlar dağılıp gittiği için sesimi kimseye duyuramıyordum. Beni engellemeye çalışmasına bile gerek yoktu. O tenha yol bana hayatımın en büyük acılarını yaşatacağının garantisini çoktan vermişti. Arabayı durdurduğunda elinden kaçıp yardım almak için koşturdum. Yolda o saatte kimsenin dolaşmayacağını biliyordum ama yine de şansımı denemek istemiştim. En azından saklanabilmek için harabeye koştum. Peşimden geliyor, akıl almaz iğrenç sözleriyle beni daha fazla korkutmaya çalışıyordu. Eline geçirdiği metal bir sopayla defalarca duvarlara, sütunlara vurdu. Üzerinden yıllar geçtiği halde hâlâ bu sesi unutamıyorum. Ne zaman bir metal çınlaması duysam bir korkunun beni kirpik uçlarıma kadar titrettiğini hissediyorum. Bana çınlamaların arasında seslenişi hâlâ kulaklarımda. "Bu sesi her duyduğunda beni hatırlayacaksın!" Haklıydı. Yüzünü silip atmıştım ama ben de bıraktığı o sesi asla unutamamıştım." Doktor başını eğip anlattıklarımın ruhundaki izleri sinmesine izin verdi. Bir erkek olarak bu durumdan utandığını bir şey söylemese de anlamıştım. "Ne üzücü! Eğer bu kadar korkunç şeyler yapmasaydı hayat ikiniz için bambaşka olabilirdi!" Bambaşka... Bunu hayal etmek bile öyle zordu ki! "Belki..." Bu sözün içine sığdırabileceklerim hayallerimin çok ötesindeydi. Çayından bir yudum alıp bendeki değişiklikleri gözlemledi. İlk dakikalardaki kadar tutuk değildim. "Oradan kurtulduğunda Burcu'nun yaptıklarından amcanlara bahsettin mi?" Başımı salladım. "Bahsettim elbette! Kendi kızlarının ateşe düşmesi en son isteyecekleri şeydi. Konuyu örtbas edip beni alelacele evlendirmeye kalktılar. Düşünebiliyor musunuz?" Dedim dalga geçer gibi. Yine o hüzünlü tebessüm dudaklarıma yerleşmişti. "Beni her istediğinde istismar edebilsin diye Demir'le nikahladılar. Burcu'nun böyle bir kötülüğü neden yaptığını hâlâ anlayamıyorum. Hakan'a aşık olduğunu ve onu benden kıskandığını düğünden hemen önce öğrenmiştim. Bu kadar ağır bir bedeli ödemeyi hak etmemiştim. Sonrası malum! Hapis hayatı... Aşağılamalar... Ahlak bekçiliği yapanlar... Oğlumu dünyaya getirişim ve onun benden koparışı... Film gibi yaşadım ama bu film bana mutluluk vermedi." Saatin dolduğunu biliyordum. Doktor beni dinlemeye hevesli olsa da bir başkasının hakkına girmek gibi bir derdim yoktu. Bu kadarını anlatmak bile ağır gelmişti. Daha fazla devam etmek istediğimi sanmıyordum. Yaklaşık iki hafta sonra ikinci seansımızın olacağını sekreterimden öğrendim. Çözülmek iyi gelmişti. Bunların hiç kimseye anlatmamıştım. Bazen bir dostla konuşmaktansa bir yabancıya dert anlatmak çok daha kolay geliyordu. Doktor önce hikayeyi dinleyecek ardından da bu hikayedeki açık yaraları tespit edip çözmem konusunda bana yardımcı olacaktı. Beni tanımadan ve yaşadıklarımı bilmeden bunu yapmanın imkansız olduğunu anlıyordu. Onunla vedalaşıp klinikten uzaklaştım. Güney beni alması için şoförünü göndermişti. Yiğit'in önceki güne kıyasla bugün daha iyi olduğunu öğrenmiştim. Eve gidip üzerimi değiştirmek ve ona uğramak istiyordum. Güney'in bana verdiği anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. Üzerimde siyah, uzun çizgili İspanyol paça bir pantolon ve onun üzerinde siyah-beyaz detayları olan bir gömlek vardı. Saçlarımı at kuyruğu yapmıştım. Geldiğimi fark etmemişlerdi. Zaten onlarla herhangi bir şey konuşmak gibi bir derdim yoktu. Kıvanç Güney'e tahmin ettiğim bazı serzenişler de bulunuyordu. Güney son günlerde bizimle çok fazla zaman geçirmiş ve işlerini ihmal etmişti. Albüm çalışması gecikmiş ve planladıkları konserlere katılamamıştı. Bu durum gitgide kariyerinde düşüşe geçmesine sebep oluyordu. Kıvanç Güney'i toparlanması yönünde şikayetlerine devam ederken, "Haklı!" Diye öne atıldım. "Çok fazla ihmal ettin! Bence o son iki konseri kaçırmamalısın!" Güney hemen toparlanıp başını benden tarafa çevirdi. Soğuk, duygusuz yüz ifadem ve mesafeli konuşma tarzım yüzündeki huzursuzluğu perçinlemişti. "Burada kalmak istiyorum! Sizi yalnız bırakamam. Nereye gidersem gideyim aklım ve kalbim burada kalacak biliyorum." Anahtarı meraklı bakışlarının arasında vestiyerdeki kahverengi kasenin içine bıraktım. "Sana ihtiyacımız olmadığını söyledim. Bence kendi işine bakmalısın! Ben oğlumla ilgilenirim. Hem yalandan da olsa onun bir babası daha var. Harun Bey gereken her şeyi yapıyor. Senden sonra ben de Taşpınar malikanesine geçeceğim. Burada daha fazla kalmama gerek yok!" Gözlerindeki hayal kırıklığı canımı yakıyordu. " Efsun yalvarırım bunu yapma!" Ona sırtımı dönüp merdivenlere yöneldim. Kıvanç'ın yanında bunları konuşmak canımı sıkıyordu. Bugün çekip gitmeliydi. Ondan gelecek hiçbir yardımı istemiyordum. Bu evliliği gerçek kılmak için çabalamıştım. Tamam bencilceydi, bunu itiraf edebilirim ama yerimde hangi anne olsa aynı şeyi yapardı. Hatta bundan çok daha fazlasını... Kıvanç gitmesi gerektiğini anlamış gibi veda edip dış kapıya yöneldi. Kapının arkasından çekildiğini bildiğim için biraz daha rahat konuşabilirdim. Güney'in adımları tüm umursamazlığıma rağmen bana yaklaştı ve ürkütmeyecek şekilde kolumu tutup yüzümü kendine çevirdi. Gözlerimde gördükleri sıkıntılı bir nefes vermesi sebep olmuştu. "Beni anlamıyorsun! Neler hissettiğini biliyorum! Seni düşünmek zorundayım. Bu kadar geç kaldığım için üzgünüm ben..." Kolumu çekip aynı duygusuz tonla devam ettim. " Konu kapandı bay Güney Tunç Atasoy! Oğlum için her taşın altına bakacağım ve uygun donörü bulmadan gerekirse uyku bile uyumayacağım. Altı aylık bir evlilik ve sonrasında herkese özgür! Sanırım en başından beri bunu planlıyorduk! Merak etmeyin kariyeriniz doğmasını planladığımız o bebek yüzünden mahvolmayacak." Gözlerindeki hayal kırıklığı canımı yaksa da birkaç basamak çıkıp omzumun üzerinden ona baktım. "Ha!" Dedim aşağılayıcı bir tonda. Kaşları havalanıp alın çizgilerini belirginleştirmişti. "Ceyda'ya söylersiniz! Düğünde ve öncesinde yaptıkları işe yaradı! Altı ay sonra o muhteşem ilişkinize kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Ben hayatınızda gölge etmeyeceğim. Hem..." Dudaklarımı samimiyetsiz bir gülüşle birbirine yasladım. Sağ kaşımı kaldırıp biraz daha imalı bir şekilde mimiklerimi oynattım. "Zaten seni sevmediğime inandığını söylemiştin! İyi bir ilişkimiz olmayacağını en başından beri biliyordun. Bu senin için bir sürpriz değil! Hatta büyük bir şans..." Basamakları hızlı bir şekilde çıkıp onu geride bırakmaya çalışıyordum fakat tahmin ettiğimden çok daha inatçıydı. Beni en dikkatsiz anımda yakalayıp sertçe bedenine bastırdı. Ne olduğunu bile anlayamadan dudaklarıma kapanan dudaklarının soluğumu kestiğini hissettim. Daha öncekilerden daha sert ve güçlü bir öpücük beni esir almıştı. Kimse bunu istemediğimi söyleyemezdi fakat ilk on saniyeden sonra gerçeklerle yüzleşip karşılık vermeyi bırakmıştım. Bedenin onu zayıf bir şekilde omuzlarından yakalayıp itmek istese de iki duygu arasında dolaşan zihnim kararsızlık sebebiyle bir şey yapamıyordu. Aramızda kör dövüşünden hallice bir şeyler yaşanıyordu. Ne hissedeceğimi bile bilmiyordum. Geriye doğru çekildiğimde ardımdaki kapı sırtımı iteklemesi ile duvara çarptı. Tokmağındaki metal sesin duvarla buluşması ellerimin benden bağımsız bir şekilde onu sertçe itmesine sebep oldu. O kızaran yüzünü ve bakışlarını gözlerime sunarken ellerime baktım. Sanki biraz önceki hareketi ben yapmamıştım. Yüzünde histerik bir tebessüm meydana geldi. "İşte bundan bahsediyordum! Benden ne yapmamı istiyorsun! Sonunun bu olacağını bile bile sana yaklaşmalı mıyım? Yaralarına bir yenisini daha mı eklemeliyim? Bazı şeyleri çözüme kavuşturmamız gerektiğini neden anlamak istemiyorsun!" O ayakta dikilirken hissiz görünmeye çalışarak yatağa oturdum ve yükselen omuzlarımın arasında başımı biraz daha gizlemeye zorladım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. " Ceyda umurumda bile değil! Bunu sana yüzlerce kez söyledim ama yine söylüyorum. Ceyda'ya sadece işimin bir gereği olarak tahammül ediyorum. Onun hayatımda hiçbir zaman bir yeri olmadı olmayacak. Sevdiğim tek kadınsın! Ve ne yazık ki iyileştirmeyi beceremediğim bir kadının sevdasını arzuluyorum. Benim için bu evlilik gerçek Efsun! Seni hiçbir şeye zorlayamam ama umut etmekten de vazgeçemiyorum." İki büklüm bir şekilde eğilip parmaklarımı bir kafes gibi yüzümün etrafına çevreledim. " Bence biraz mesafe ikimize de iyi gelecek! Git! O Ceyda denen..." Sustum. Devamında iyi bir şeyler söylemeyeceğim ortadaydı ve kalitemi düşürmek istemiyordum. "Bunu gerçekten istiyor musun?" İstemiyordum. Ceyda ile aynı havayı soluması bile beni delirtmeye yeterdi. Ama başarısız olmasını, işinde kötüye gidip emeklerini mahvetmesini de istemiyordum. Bu yüzden bu duruma tahammül etmek ve bu kadının aramızdaki varlığına sabretmek zorundaydım. "Gitmen en iyisi! Daha fazla benimle zaman harcama!" "Efsun!" Uyarır tarzdaki tonu canımı sıksa da geri adım atmadım. "Sözlerimde ciddiyim!" Hemen yanı başıma oturup "Sadece üç gün!" diye sayıkladı. "Üç gün sonra yine başına bela olmak için yanındayım." Dudaklarım yorgun bir şekilde aralandı. Fakat tebessüm edemeyecek kadar kırıktım. Cevap bile vermeden başımı sallamakla yetindim. Yaklaşık yarım saat sonra hazırlıklarını tamamlamış ve kırık bir veda ile evden ayrılmıştı. Bana kalan ise alnımda bıraktığı küçük bir nemden ibaretti. Uzaktan aracına binişini ve son kez pencerenin ardında kendisini izleyen bana bakışını gördüm. Gitme demek istedim. "Gitme! Sensiz hayat eskisinden çok daha zor! Yokluğunla baş edemiyorum!" Arkasından ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Kendi derdime yanacak durumda değildim. Yiğit o haldeyken ben asla kendi acılarıma ağlayamazdım. Üzerime yeni bir şeyler geçirip yüzüme güneş kremi sürmekle yetindim. Saçlarıma gevşek bir topuz yerleştirip çantama gerekli olabilecek birkaç eşyayı iliştirdim. Komodinin üzerindeki kadife mücevher kutusuyla neye uğradığımı şaşırmıştım. İçindeki gerdanlığı görür görmez beynimdeki tüm damarların aynı anda isyan ettiğini ve parçalandığını hissettim. Bu Ahuzar Hanım'ın bana düğün günü takmak istediği gerdanlıktı. Sinirden elimin ayağımın boşaldığını ve saç diplerime kadar titrediğimi hissettim. Kutunun içinde küçük beyaz bir kağıtta not bulunuyordu. Sevgili kızım. Bu ailemiz için önemli olan bir gerdanlık ve benim için senden daha değerli hiçbir şey yok! Biliyorum ilişkimiz için daha fazla çabaya ihtiyacımız var ama lütfen bunu bir başlangıç say. Yaşadığımız bu kusurlu hayata rağmen seni seven baban... Harun Cemal Taşpınar Not elimden düşüp uzun tüyleri olan halının üzerine bir kuş cesedi gibi kondu. Birkaç dakika sinirden öylece kalakaldım. Hemen ardından delirmiş gibi bir öfkeyle koşarak evden çıktım ve beni bekleyen şoföre Taşpınar şantiyesinin adresini verdim. Bugün günlerden çarşambaydı ve Harun Bey sıklıkla şantiyede olurdu. Onu orada bulacağımı biliyordum ve hesaplaşmamızı daha fazla geciktirmezdim. Şoföre daha hızlı gitmesini söyleyip oturduğum eve 20 dakika mesafede olan şantiyeye nihayet ayak basabildim. Topuzum kısmen bozulmuş üzerimdeki rehavet titreyen ellerime ve alev saçan gözlerime karışmıştı. İnsanların yoğun bir tempoda çalıştığını görüyordum. Güvenlik tedbirleri alınmış pek çok kişi iskelelerle Harun Bey'in ve ustalaşının talimatlarını uyguluyordu. Toz toprak yüzünden göz gözü görmüyordu. Daha ilk dakikalarda ciğerlerimin nefes almak konusunda dumura uğradığını anlamıştım. Ayağımdaki topuklu ayakkabı yüzünden yalpalayan adımlarla hayatımı mahveden adama doğru yürümeye başladım. Ustabaşı elindeki dosyaya Harun Bey'den gelen talimatları yazıyordu. Sırtı dönük bir şekilde çalışan Harun Bey beni görmese de o çoktan ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. "Harun Bey!" Diye gür bir sesle bağırdım. Bakışlarım ona meydan okuyor, duygularım bu kalabalık ortamda bile ejderha gibi ateş püskürüyordu. Bana yüzünü dönüp yanındakine gitmesi için bir işaret yaptı. "Sonra görüşelim!" Adam onaylayıp hemen yanımızdan uzaklaştı. "Efsun!" Çantamdan çıkardığım kutuyu bileğini kavrayıp zoraki avucuna bıraktı. "Bu zımbırtıyı bende unutmuşsun!" Aile yadigarını bu şekilde isimlendirmem yüzünün asılmasına sebep oldu. "Unutmadım!" Dedi kararlılıkla. "Sana bıraktım. Düğün hediyesi olarak..." "Yeter!" Diye yükseldim. "Düğün hediyesi falan istemiyorum. Sizden kalan hiçbir şeyi istemiyorum. Bu konuyu karara bağladığımızı sanıyordum!" "Bağlamadık!"dedim gözlerindeki şefkati yüreğime bulaştırırken. "Ben kararımı çok uzun zaman önce verdim. Kızımı, yavrumu istiyorum. Kalan ömrümü onunla geçirmek hayatımda yer vermek istiyorum." Elleri yüzüme dokunmak istese de buna asla izin vermedim. "Ben istemiyorum. Bana yaşattıklarını unutamıyorum. Bizden ne köy olur ne de kasaba! Şu olanları hiç düşündün mü? Tesadüf olduğunu mu sanıyorsun? Bak halimize! Allah bile kavuşup bir araya gelmemizi istemiyor. Zorlama artık!" Arkamı dönüp gitmeye yeltendiğimde kolumu tutup beni kendine yaklaştırdı "Sen neden zorluyorsun?" Kaşlarımı çattım. Yeni oyunu bu muydu? "Neden bahsediyorsun?" "Neden Doruk'tan vazgeçmiyorsun? Bak Allah oğlunla yollarını yıllar önce ayırdı. Ama vazgeçmeyip peşine düştün! Hâlâ onu kazanmak için mücadele ediyorsun! Yıllar sonra bulsaydın da durum değişmeyecekti. Değil mi?" "Aynı şey değil!"dedim telaşla. Sözümü tamamlamama bile izin vermedi. "Aynı şey! İlk taşı günahsız olan atsın! Hatasız bir kul var mı şu dünyada? Daha kaç yılımızı geçmişin kiniyle heder edeceksin? Daha ne kadar hasret kalacağız birbirimize?" Bana yaklaşmış ve kalp çarpıntısını duyacağım kadar sesini kısmıştı. "Kavuşmayı mahşere mi saklıyorsun Efsun? Bu kadar ömrümüz var mı gerçekten?" Bakışlarımı kaçırıp yutkundum. Artık neyin doğru neyin iyi olduğunu hesap edemiyordum! "Annesin! Biliyorsun! İnsan ne olursa olsun evladını silip atamıyor! Ben seni unutamadım. Bırak ömrümüzün kalan kısmını birlikte bir aile olarak geçirelim!" Ona cevap vermeye hazırlanıyordum ki birkaç çığlık tüm dikkatimi dağıttı. "Kalaaaaaas! Başınızı koruyun!" O an korkuyla titredim. Ne olduğunu bile anlamadan beni itip uzaklaştırdı. Dizlerimin üzerine sürtünerek kapanmıştım. Talaşlar kanayan yarama yapışmıştı. Canım yanıyordu. Başımı çevirdiğimde Harun Bey'in yerde boylu boyunca yattığını gördüm. Bir haykırış dudaklarımdan kurtulup tozlu inşaat alanına yayıldı. "Babaaaa!"
Merhaba biricik okurlarım. ☺️❤️ Sonunda kavuştuk. Aslında daha erken atmayı planlamıştım ama ailece hasta olmamız planlarımı biraz aksattı. 3. Kitabı yazıp yazmamakta kararsızım ama sanırım yazacağım. Sayfa sayısı yeterli olursa önümüzdeki günlerde sezon finali yapabiliriz. Bu arada ben de kendimi dinlerim. Çok uzatmak istemiyorum ama üstünkörü geçmek de bana uymuyor. Bakalım. Bizi sürprizler karşılayabilir. Artemisin Gözyaşlarının 5. Bölümünü Pazar günü atmayı düşünüyorum. Beni heyecanlandıran bir kurgu oldu. Artık hikaye Türkiye'de devam edecek. 🥰🤭 Desteklerinizi bekliyorum. YM'ye gelecek okursak. Sizce Güney doğru olanı mı yaptı? Efsun tepkisinde haklı mı? Düşünceleriniz gerçekten merak ediyorum. ☺️🥰
Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız
|
0% |