Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. BÖLÜM: YILDIZLARIN MELODİSİ 2 DÖNENCE 🌟 TÖKEZLEYEN HİSLER

@syildiz_koc

Medya : Kafam Leyla (Afra)

 

 

Boğuluyordum. Ciğerlerimdeki tüm nefes kimliğini kaybeden benden anbean ömür alıyor, o tükendikçe tükenmekten fazlasını beceremeyen ahir ömrümde derin bir mezar daha kazıyordum. Son zamanlarda iyi hissetmek ne demek unutmuştum. Sevdiğim herkesin bir şekilde beni üzmesi ve ihanetlerine her geçen gün bir yenisini eklemesi beni olmadığım birine dönüştürmüştü. Empati duygumu kaybetmiş gibiydim. Kimsenin halinden anlamıyor kimseye derdimi anlatamıyordum. Ben hayatımın enkazının altında boğuluyordum ve yardım çığlıklarımı kimse duymuyordu. Belki duyuyorlardı ama ben becerip bana uzattıkları elleri tutamıyor, onlarla nefeslenemiyordum.

Yıllar sonra bildiğim her şeyin yanlış olduğunu öğrendim. Babamla bize verilen ikinci şansı o şantiyede yeniden kaybedeceğimi bilmiyordum. İçimde bir yan vardı. Onun kollarında küçültmek, yıllarca babasız yaşamanın acısını bir kalemde silip atmak kalbine yerleşmek istiyordu. Ben o yana düşman olmuş ve kendi hayatımı asla geri adım atamayacağım bir girdaba düşürmüştüm. Bir hastane koridorunda kendimle yüzleştiğim o tuhaf anlardan birini yaşıyordum. Aslında babam haklıydı. Bir nefes kadar önce yaşıyorken şimdi belki de benden çok uzaklara gitmek için hazırlanıyordu. Beni neyin beklediğini bile bilmiyordum. Ona geç kalmışlığım canını yakıyordu. Her şey silinmişti. Bana yaşattığı tüm acılar bile şu an gözlerime değmeyecek kadar değersiz bir hürriyete bürünmüştür. Yerlere göklere sığdıramadığım tüm o itilmişlikler aklımın ucuna bile gelmiyordu. Düşündüğüm tek bir şey vardı: Yaşaması... İkimiz için bir şans daha istiyordum ama bazı şeyler için geç kaldığımı bilmek dilimdeki yarayı bana yeniden hatırlatıyordu.

Başına düşen kalas bir travma yaşamasına sebep olmuştu. Gözlerini yeniden açabilecek miydi açtığında biz eskisi gibi olabilecek miydik bilmiyordum. Sare Hanım'ın çığlıklarını duyduğumda bir nebze de olsa boğulduğum düşlerden uzaklaştım. Doktorların yakasını tutup makyaj bile yapmadan gelen o kadın üvey annem miydi? Peki ya yanındaki Ahuzar Hanım. Şu an bana nefretle bakarken kim bilir aklından neler geçiyordu?

Üzerindeki siyah elbiselerle çoktan yasa hazırlanmış gibi bir hali vardı. Beni görünce önce gözleri iri iri açıldı ardından da dudakları birbirine baskı yapıp yüzünde bir yaratık görmüş gibi korkunç bir ifade belirmesine sebep oldu. "Sen!" Üzerime yürüyüp beni sertçe duvara ittiğinde bedenim kaskatı kesilmiş bir şekilde tir tir titriyordum. "Her şey senin yüzünden oldu!" Daha toparlanmama fırsat dahi vermeden suratıma sert bir tokat atıp beni duvara çarptı. Ona direnmiyor karşılık dahi vermiyordum.

Sağ elim yanağımda alev alan o bölgede ürkekçe dolaştı. Sürekli tokat yiyen biri değildim. Kerim Bey'in yanında olduğum o zamanlarda da amcamın evine emaneten düştüğüm o yıllarda da tokat yememiş istenmediğim halde sözlü davranışların dışında itilip kakılmamıştım. Ahuzar Hanım bana tatmadığım utançları yaşatmaya çoktan başlamıştı. Babamın yokluğu onu cesaretlendiren belki de tek şeydi. "Ailemize felaketler getirdin! Hayatımızı altüst ettin! Sen de annen gibi lanetlisin!" Diye ihtiyar sesiyle bağırdığında Sare hanım hıçkırıklarının arasında bana öfke dolu bir bakış attı.

"Annem hakkında söylediklerinize dikkat edin Ahuzar Hanım! Onun adını anmak bile sizin haddiniz değil!" O yumruklarını sıkarak indirirken yüzümdeki nefret ifadesi daha da iğrenir bir hale dönüştü. "Ben bir şey yapmadım! Bana ve aileme yaptığınız kötülükler sizi bu hale getirdi!"

Kolumu sertçe çekip yaptığı baskı ile yüzümü yüzüne yaklaştırdı. İlk defa bu kadar yakınındaydım ve ilk defa gözlerinin nefreti bu kadar derinlerden içime işlemişti. "Oğlum seni kurtarmaya çalışırken bu hale geldi. Eğer sen olmasaydın bunların hiçbiri yaşanmayacaktı." Bir şey söyleyemezdim. Harun Bey bana gelmek üzere olan o kalas darbesine beni kurtarmaya çalışırken maruz kalmıştı. Belki orada olmasaydım Harun bey daha fazla o bölgede durmayacak ve şu anki kritik durumuna da düşmeyecekti. Her şeyi yine ben mahvetmiştim. İstemeden de olsa sevdiğim herkese zarar veriyordum.

"Keşke!" Dedi dişlerinin arasından. "Keşke bu odada onun yerine sen yatıyor olsaydın. Zerre kadar sevmediğin bu adamın değil senin başını bekliyor olsaydık." Bazen bunu ben de o kadar çok diliyordum ki. Keşke hiç var olmasaydım demediğim anlar sınırlıydı. Bana öldürücü bir bakış atıp doktorlara yöneldiğinde daha fazla onunla konuşmak zorunda kalmayacağım için kendimi şanslı saydım. Konumlarımız tartışmaya bile uygun değildi. Sare Hanım bana bulaşmadan hemen yanı başımdaki koltuklara yerleşti. Tek derdinin acısını yaşamak olduğunu görüyor ve babama olan bağlılığından ötürü onu kıskanıyordum. Ben Harun Bey'in hep uzağında kalmıştım. O ise bir nefes kadar yakınındaydı. Aynı yatağı paylaşmış onunla bir aile kurabilmemişti. Ben o ailenin hiçbir zaman içinde olamamış aidiyet duygusunun ne olduğunu tadamamıştım. Sahip olabildiğim tek şey oğlumdu. Onu da bana bırakmamış ve ilk fırsatta hayatımdan çekip almışlardı. Şimdi bıraktıkları o cehennemde çaresizce dostumu düşmanım ayırmaya çalışarak bir divane gibi dolaşıp duruyordum.

Doktorlar her geldiğinde yakasını tutuyor ve bize mantıklı düzgün bir açıklama yapmalarını bekliyorduk. İstediğim tek şey babamın iyi olacağını duymaktı ve ne yazık ki bu pek mümkün görünmüyordu. Aklım oğlumdaydı. Sare Hanım buraya geldiği için şimdi evde Şermin'le ve diğer yardımcılarımızla kalmıştı. Onun durumunda biri için bu yalnızlık iyi olmayacaktı. Yanına gitmek istedim fakat yüreğimin burada kalacağını bildiğimden adımlarım birkaç santim bile seğirmedi. Babamın bana ihtiyacı vardı. Benim için hayatını ortaya koymuş ve o kalasın önüne atlamıştı. Onun iyi olduğunu öğrenmeden asla yanından ayrılamazdım. Dakikalar saatleri saatler geceleri kovaladı. Üst iste iki ameliyata girdiği halde hâlâ bize bir cevap verilmemişti.

Telefonumu aklıma getirmiş ve aramaları nihayet kontrol edebilmiştim. Güney'in üst üste beni defalarca aradığını gördüm. Onun varlığı içimdeki tüm buzları kırıp atmış ve ruhumun kış güneşi gören sıcak bir yaprak gibi ısınmasını sağlamıştı. Nihayet gururumun balçıkla sıvadığı cesaretimi toparlayıp onu aramaya karar verdim. İlk çalışta sesini duymak kalbimin tüm ritmini alt üst etmişti. "Güney!"

"Nerelerdesin Efsun? Biraz daha cevap vermeseydin aklımı kaybedecektim." Sesi vücudumun titremesine sebep oldu. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp giderken sesimi olabildiğince güçlü çıkarmaya gayret etmiştim. Güney benim yüzümden uzun zamandır işlerini aksatıyor ve başarısını gölgelendiriyordu. Daha fazla benimle ve sorunlarımla uğraşmasını istemiyordum. "Hastanedeyiz Güney! Babam... O... O..." Daha fazla devam edemedim. Bir hıçkırık tüm direnlerime rağmen dudaklarımdan firar edip içimdeki hasret denizinde gururumu boğdu.

"Şşşş! Her şeyden haberim var! Korkma! Daha önce göremediğim için üzgünüm. Konserden vazgeçip uçakla yeniden İstanbul'a döneceğim. Lütfen sakin ve sabırlı olmaya çalış! Yiğit'in ve babanın sana ihtiyacı var. Sana güveneceğimi biliyorum! Birkaç saat içinde orada olacağım." Duymak istediğim sözleri söylese de benim yüzümden işlerini aksamasına kabullenemiyordum.

Parmaklarımla gözyaşlarımı silip sırtımı soğuk duvara bıraktım. Gözlerimi tüm yaşadıklarımı reddeder gibi sımsıkı yumdum. "Gelme Güney! Burada yapabileceğin hiçbir şey yok! Benim yüzümden işlerin mahvoluyor. Lütfen!"

"Hayır hiçbir şey söyleme! Senin yüzünden hiçbir şeyin mahvolduğu falan yok! Amcam bu haldeyken sahnede şarkı söyleyemem. Bunu biliyorsun! En başından beri gitmek istemedim. Haberleri gördün mü?" Evet görmüştüm. Zahir basın açıklaması yapmış ve kendisine atfedilen suçları işlemediğini küstahça dile getirmişti. Beni ailenin servetine konmak için kendisini ekart etmeye çalışan bir mirasyedi olarak gösteriyordu. Kamuoyunun önünde masum olduğunu haykırır gibi söylemiş ve beni hedef haline getirmişti. Yeniden işlerin başına geçeceğini ve babamın yerine Taşpınar Holdingi yönetmekten çekilmeyeceğini bildirmişti. Kalbimin üzerine binen ağırlık her geçen gün sözlerinin altında ezilip un ufak olmama sebep oluyordu.

"Her şey çok kötü Güney! O adam eşyalarını eve göndermiş! Oğluma ve bana yakın olmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Kendimi düşünmüyorum ama ya oğluma bir zarar verirse! Bunu kaldıramam!" Telefondaki kararlı ses tonu kaybettiğim yaşam enerjimi yeniden yükseltti. "Ne sana ne de oğlumuza zarar vermesine müsaade etmem Efsun! Siz benim ailemsiniz! Eve gelmesini izin verme! Gerekirse Ahuzer Hanım'ı saf dışı bırakmaktan çekinme! Orası Harun Cemal Taşpınar'ın evi ve hayattaki tek çocuğu da sensin! Ona ait olan her şeyi senin Efsun! O malikane, holding ve tüm mal varlığı..." Söyledikleri başımı sertçe duvara vurmama sebep olmuştu. Ben bu mal varlığını istemiyordum. İstediğim tek şey babam ve oğlumdu.

"Ben gelene kadar dikkatli ol! Efsun... O pislik, amcamı saf dışı bırakmak için herhangi bir girişimde bulunabilir. Gözünü dört aç! Odasından kuş uçmasına izin verme!" Kesik solukları alıp kendimi güç bela yeniden mavi kumaşlı sıra sıra dizilmiş koltuklardan birine bıraktım. Güney benden uzaktayken kendimi asla iyi hissedemiyordum. Her şey o kadar hızla gelişmişti ki ne yaşadığının farkına bile varamamıştım. 'Bana geri dön Güney! Sensiz hiçbir şey yolunda değil!' Diye bağırmak istedim. Varlığına hava gibi, su gibi muhtaçtım. Böyle olmak istemiyordum ama duygularım tam olarak buydu. Neden onun kadar güçlü olamıyordum? Neden ilk rüzgârda savrulup paramparça oluyordum?

" Efsun beni duyuyor musun?" Kendimi toparlayıp ses tonumu biraz olsun güçlü çıkarmaya çalışmıştım. "E-evet! Duyuyorum! Merak etme. Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım."

"Üstesinden gelebileceğini biliyorum! Kendini keşfedeceksin! Çok zor zamanlar geçirdin. Bazı şeyleri sindirmekte zorlanıyorsun. Ama bunlar seni eskisinden çok daha güçlü, çok daha olgun yapacak biliyorum." Sıcacık sesi yüzümde belli belirsiz bir tebessüme dönüştü. O tebessüm her geçen saniye daha da canlanıp gözyaşlarıma oradan da yüreğime sirayet etti. 'Seni seviyorum Güney!' Demek istedim. 'Seni her şeye rağmen çok seviyorum ama buzlarımı kırıp sana yaklaşamıyorum. Bana yardım et!' Söyleyemiyordum. Bunları söylemek artık çok daha zordu. Yaşadığımız o kötü geceden sonra mesafelerin açılmasına istesem de engel olamamıştım.

"Teşekkür ederim! Her şey için..."

"Ne yaptım ki?" İç çekti. Burada olmadığı için ne kadar yorgun ve efkarlı olduğunu biliyordum. Onu daha fazla kendimle uğraşmaya mecbur edemezdim. Veda edip telefonu kapattığımda omuzlarıdaki yük nefes almama bile engel oluyordu. Telefonu çevirip Şermin'i aramış ve Yiğit'in iyi olduğuna dair bilgi almıştım. Bu biraz olsun içimi rahatlamasını sağlamıştı. Telefonu yeniden elime aldığımda bu sefer biraz önceki zayıf duygularımın yerine koyu bir öfke almıştı. Korumalara Harun Cemal Taşpınar'ın onu evden kovduğunu bildirmiştim. İznim olmadan asla eve girmesine müsaade edilmeyecekti. İkinci adımım kahyayı arayıp koruma sayısını arttırması yönünde oldu. Artık çok daha dikkatli olmak zorundaydım.

Yoğun bakım ünitesindeki adama yüreğimden taşan binlerce hasret sözünü akıtıp gözyaşları içinde baktım. Buradaydı, bir adım yakınımda ama dokunamıyordum. Bir zamanlar sesini duymamak için kulaklarımı tıkadığım adamdan bir çift söz duyabilmek için canımı verecek kadar hasret doluydu ama o dudaklardan tek bir cümle bile dökülmüyordu. Elleri saçlarıma değsin diye daha ne kadar Allah'a yalvaracaktım bilmiyordum. İçimi kanatanlarla değil mücadele etmek onları görmeye bile dayanamıyordum. Tüm suç bende miydi bilmiyordum.

Hemşirenin getirdiği sterilize kıyafetleri giyip maskemi taktım. Onunla birkaç dakika da olsa karşı karşıya gelmek istiyordum. Bunun son görüşmemiz olabileceğinin farkındaydım. Saçlarımı boneyle kapatıp yatağının hemen yanı başına diz çöktüm. Babama dokunmam, kokusunu almam bile yasaktı. Bir zamanlar tahammül edemediğim her şeye özlem duyuyordum.

"Baba..." Dilime yabancı olan bu sözden başka söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum. Belki de ilk defa sözün gerçek sahibine yöneliyor ve yüreğimi dökmek istiyordum. "Baba..." dedim bir daha içli içli gözyaşlarıyla. İç çekişleri kördüğüm olan dudaklarıma eşlik etti. "Ne kadar yabancıyım değil mi bu kelimeye? Asla yan yana kullanılamayan iki ifade gibiyiz. Çarpışmaktan yorgun düşüp elindeki hançerle uyuyakalan iki azılı düşman..." Nemli gözlerim solgun yüzünde dolaştı. Parmak uçlarım kırlaşmış kısa sakallarına dokunmak, onları yüreğimden akan binlerce ahla sevmek istedi. Yasaktı... Son pişmanlık fayda etmiyordu. Gözleri iç savaşta kapısını tüm tehlikelere kapatan bir ev sahibi gibi ıssızdı. Ağzından burnundan sarkan hortumlar ve odayı dolduran o ritim sesi kalbimdeki yangını harlamaktan öteye gitmiyor.

"O gün sanki yaşayacaklarımızı hissetmiş gibi ne çok şey söyledin değil mi? Kalan ömrünü benimle geçirmek istediğini, yaşanmış hiçbir şeyin aramızdaki bu bağı öldürmeyeceğini de ciltler dolusu ne de güzel ifade ettin aslında." Hassas camdan bir mücevheri avuçlarımın arasına alır gibi dikkatli bir şekilde ellerini tuttum. Üşümüşlerdi. Yapmamam gerektiğini bile bile her halinden nazik olduğunu görebildiğim o elleri nefesime, dudaklarıma yaklaştırdım.

"Baba... Çok canım yanıyor! Ben..." Sözcükler dilimden yuvarlandı, hislerim kalbimde yara aldıkça daha da hassaslaştı. "Aslında bu duygunun yabancısı değilim. Sensizken çok fazla acıya göğüs gerdiğimin farkındayım. Eskiden çok zor gelmezdi. yüYokluğunda bir şeyleri sırtlanmaya alışmıştım." Dudaklarımı ısırıp ağlama isteğimi öldürmeye çalıştım. "Artık zor geliyor! Hem de çok zor baba!" Gözlerimi sımsıkı yumup bakışlarımın arasından birkaç damlanın süzülmesine ve görüş açımın netleştirilmesine izin verdim.

"Yanımda olduğun o günleri düşününce, sahipsiz kalmadığımı, bir babam olduğunu hissedince yalnızlık tahammül edilemez bir şeye dönüştü benim için. Artık her düştüğümde yaralarımı sarmanı bekleyecek kadar çocuğum... Oysa her şeyi geride bıraktığımızı sanıyordum. Bir daha eski günlere dönemeyeceğimizi... Dizlerinde küçük bir kız çocuğu olamayacağımı... Oluyormuş! Meğer can çıkmadıktan sonra umut kesilmezmiş." Soğuk ellerini yanaklarımla buluşturup birkaç kez öptüm. Bu anların bir veda olması kalbimin kaldıramayacağı kadar zordu. İyileşmek zorundaydı.

"Seni çok kırdım değil mi? Çok üzdüm! Allah ikimize bir şans vermişti. Onu da kendi ellerimle hiç ettim. Kıymetini bilemediğim anları kendi aptallığım yüzünden tamamen kaybettim. Oysa olması gereken sıcak bir kucaklaşmadan, bir çift güzel sözden fazlası değildi." İç çektim. "Aramıza inşaa ettiğim duvarları yıkmak sandığım kadar zor değilmiş baba! Affetmek kaybetmekten daha ağır değilmiş! İnsan kırgın da yaşarmış ama yoksun yaşayamazmış işte! Bunları neden bu kadar geç fark ettim! Deli inadım!" Elini bırakıp alnıma serçe bir şaplak patlattım. Gözlerimdeki hüzün yerini öfkeye bırakmış sesim biraz önceki zayıf titrek tınısından kurtulup cephede muharebe yapan bir düşman askerine dönmüştü.

"Hepsi benim yüzümden! Hepsi..." Sonundaki harfleri uzatarak acınası, ağlak bir sesle söylemiştim ve hemen akabinde sert şaplaklar yeniden alnımı bulmuştu. "Aptalsın sen Efsun! Aptal aptal aptal..." Bu sözcüğü her söylediğimde kendi canımı yakmaktan çekinmiyordum. İş işten geçtikten sonra akıllanmak gibi huylarım vardı ve ne yazık ki kendi kendimin kurdu olmaktan öteye gidemiyordum.

Ve nihayet yorulduğumda kıpkırmızı olan bir alnıma aldırış etmeden yüzümü yatağının çarşafına bıraktım. Gözyaşlarım o çarşafı su içinde bırakmıştı. Dakikalarca hıçkırdıktan sonra soluk alışverişlerimde kalp ritmim gibi düzene girdi. "Ne olur gitme baba! Sana ihtiyacım var! Acılarımdan kurtulup yeniden kollarında bir kız çocuğu olmaya ihtiyacım var." Ayağa kalkıp ona içimde kalan son cesaret kırıntılarını ısmarladı. "Söz veriyorum! Bu sefer on saniyeden çok daha uzun olacak!"

***

Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup yeniden kendimi camın tam karşısına attım. Babamı görmek istiyordum. Monitördeki o çizgiler çok daha fazlasını ifade ediyordu benim için. Sanki gözlerimi onun üzerinden bir an bile ayırsam benden çekip gidecekti. Sanki ben bırakmasam da benden vazgeçmeyecekti. Omuzumun üzerinde ince birkaç parmak hissettim. Bakışların o ela gözlerle buluştuğunda yüreğimdeki ü korkularıyla yaşamaya alışmış bedenime rağmen benden uzaklaşıp siyah bir kafesin içinde yer buldu.

"Melis..." Dudaklarım mahcup bir şekilde yukarı doğru kıvrılmıştı. Bakışlarındaki nem dikkatimden kaçmamıştı. Ne yaptığımı bir an bile ölçüp tartmadan kendimi boynuna sımsıkı sarılmış bir halde buldum. Omuzlarına dökülen siyah saçları dudaklarıma, burnuma, yanaklarıma değiyor ve ben de eksik kalan tüm noktaları tamamlıyordu.

"B-ben başta gelemem sanıyordum ama... Daha fazla uzağında kalamadım." Dedi titrek bir sesle. Ne kadar çok düşündüğünü, bana gelirken ruhundaki kelepçeleri birer birer nasıl açtığını düşünmeden edemiyordum. "İyi ki geldin! İyi ki yanımdasın!" Beni sımsıkı sarmış ayrı geçirdiğimiz günlerin acısını çıkarır gibi kalbinin üzerine bastırmıştı.

"Çok üzgünüm Efsun!" dedi bedeni nihayet bedenimden ayrılırken. "Olanları haberlerde görünce çok şaşırdım. Büyük bir kaza... Tam da o anda tüm bunların olması çok üzücü." Üzücü kelimesi içimde kopan fırtınaların yanında o kadar hafif ve değersiz kalmıştı ki açıklamak kalbime bile çok yorucuydu. Hem oğlumu hem de babamı bulmuşken kaybetme korkusuna düşmüştüm. Bir anım ölümken diğeri hasretti.

"Benim aptallığım yüzünden."dedim acıklı bir fısıltıyla. "Ben sevdiklerini elinde tutmayı beceremeyen bir akıl hastasıyım. Çevremdeki kimseyi mutlu edemiyorum. Güney'i, seni, babamı..." Yüzümde acı dolu bir tebessüm açtı. İçimde tuttuklarım boğazımı sıktıkça nefes almak benim için güç bir hale gelmişti. "Sanki Allah bile benim Yiğit için iyi bir anne olamayacağımı bilmiş ve en başından ona zarar vermeden yollarımızı ayırmış. Oğlum benden boşuna kopmamış." Elimi sımsıkı tutup bedenimi sertçe kendine çevirdi.

"Saçmalama Efsun. O zebaniler gibi konuşup beni delirtme. Sen iyi bir annesin. Olayların bu şekilde gelişmesi senin suçun değildi. Biraz sabretmen gerekiyor." Keşke böyle olduğuna inanabilseydim. Bakışlarım ondan ayrılıp babamın yattığı yoğun bakım odasına yöneldi. Perdelerin kapalı olması dikkatimden kaçmamıştı. Buraya geldiğimiz andan itibaren o perdeler hiçbir zaman kapanmamıştı. Peki ya şimdi? Daha fazla duramayıp içimdeki korkuya yenildim ve teklifsizce kapıyı açtım. Gördüklerim gözlerimin hayretle açılmasına kalbimin deli gibi kan pompalamasına sebep oldu.

"Babaaaa!" Bir çığlık feryadıma karıştı. Karşımda gördüğüm adam yastıkla onu boğmak üzereydi . Korkunç bakışlarla soluğumu tutmuş ayakta deli gibi titriyordum. Daha fazla durmadan üzerine atılıp onu yakasından serçe ittim. Beni kolumdan yakalamış ve serumun bağlı olduğu askılığa doğru itip ikimizin de yere düşmesine sebep olmuştu. Hasta bakıcı kılığındaki bu adamı tanımıyordum fakat kimden emir aldığını ve neden burada olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Beni sert bir el darbesiyle zemine mıhladı. Başım yere çarpmış bir vaziyette zonklayan beynimi düşünmemeye çalışıyordum. Kalkıp dışarıya kaçmaya yeltendiğinde Melis önünde durup onu itmeye çalıştı. Bu konuda başarılı olsa da ne yazıkki tam anlamıyla bir sonuç alamamış ve kaçışını engelleyememiştik. Ayağa kalkıp peşinden çılgınlar gibi koşmaya başladım. Bizi gören insanlar olan biteni anlamıyor ve benim "durdurun onu!" haykırışlarıma tuhaf tuhaf bakarak kayıtsız kalıyorlardı.

Merdivenleri başımdaki sızıyı düşünmemeye çalışarak inmeye başladım. Haykırışlarım burada da son bulmayacaktı. Nihayet karşımdaki siyah saçlı, beyaz tenli bir delikanlı suikastçiyi bir yumruk darbesiyle durdurup yere serdi. Suikastçi kolunu tutup afallamış yüz ifadesiyle kendisine hayatının şokunu yaşatan adama baktı. Ardından gözlerimin önünde bir bıçak çıkarıp hızla üzerine doğru savurmaya başladı. "Dikkat et! Bıçağı var!" Ne yazık ki geç kalmıştım. Delikanlı aradaki mesafeyi açıp kendini savunmaya çalışsa da koluna aldığı bir kesikten kurtulamamıştı.

Suikastçi daha öldürücü bir darbe için kolları sıvadığında güvenlik imdadımıza yetişti. Dermansız bacaklarım sonunda onlara yetişmiş ve bana hayatı dar etmek için yemin etmiş gibi kötü kötü bakan suikastçiye ulaşmıştı. Güvenliğin gözlerinin önünde suratına tükürüp, " Allahın belası!" diye haykırdım. Daha fazlasını yapmak istesem de ne güvenlik ne de yanımdaki delikanlı buna izin verecek gibi durmuyordu.

Bakışların genç adama yöneldi. Üzerindeki beyaz gömleğin kol kısmındaki kan izi kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu. Burada ölebilirdi ve ne yazık ki bunun tek sorumlusu da ben olurdum. Kolunu tutup yarısını incelemek istediğimde, "Önemli değil!" dedi telaşsız bir ses tonuyla. Yüz ifadesindeki duyarsızlığı hayretle karşılamıştım. Sanki yıllardır her fırsatta bıçaklanıyor ve ölümle kucak kucağa geliyordu.

"İnat etme yarana bakmalıyız! Eğer ilgilenmezsek enfeksiyon kapabilir."

"Ziyanı yok!" dedi duygusuz bir tonda. Yüzü bir mermer gibi tüm mimiklerden arınmış, benim aksime korkuları ne kömür bakışlarında ne de ince dudaklarında zerre kadar yer bulamamıştı. Beni görmezden gelerek yerdeki gazeteye yöneldi. Bakışlarım anlık bir şekilde kırmızı bir kalemle yuvarlak içine alınmış ilana kaydı. "İş için mi geldin?" Başını evet anlamında hafifçe iki kez salladı. Mahcup bir şekilde dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Kusura bakma! İş görüşmeni mahvettik!" Bakışlarını kaçırıp gözlerime alayla baktı. "Kimsenin bana iş verdiği falan yok! Her zamanki gibi biz sizi sonra ararız diyip gönderdiler. Sonuçta sabıkalı bir adamım. Bana güvenecek değiller ya!" Bam telime dokunmuştu aslında. Aynı dertten ben de az muzdarip olmamıştım zamanında. Ona can borcumu ödemek istiyordum.

"Gereğinden fazla umutsuzsun. Ben de senin gibi güvenilir bir çalışana ihtiyaç duyuyordum. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş."

"Beni işe almaya mecbur değilsiniz. Sadece kayıtsız kalamadım hepsi bu!" Elindeki ilan kağıdını alıp gözlerinin önünde özgüvenli bir şekilde birkaç parçaya ayırdım. "Mecbur olduğum için değil, bunu istediğim için yapıyorum." Ona durumumu anlatacak ve yardım isteyecektim. Zahir denilen o pislik etrafımızda dönüyor ve bize zarar vermeye çalışıyordu. Babamın başına gelenlerin arkasında olduğundan en ufak bir şüphe duymuyordum. Bazı korumaları hastanenin etrafına dizdikten sonra eve geçtim. Artık daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu. Zahir babamın hisselerini satın almak için kolları sıvamış ve holdingin yönetimini ele almaya karar vermiştir. Babamın yıllarca biriktirip meydana çıkardığı bu holding Zahir gibi bir pisliğe yâr edilemeyecek kadar önemliydi. İsteklerini yapmasına izin vermeyecektim.

Güzel bir düşün ardından en kaliteli ve ciddi kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Siyah kumaş pantolonum ve siyah dar ceketimle onun karşısına çıkmaya hazırdım. Sade gözleri ön plana çıkartan bir makyaj yaptım ve saçlarımı sıkı bir topuzla başıma sabitledim. Şoför beni yaklaşık 20 dakika sonra Holding binasının önüne getirmişti. Arkamda korumalar yanımda ise asistanım olarak hazır bekleyen Buse Hanım bulunuyordu. Buse Hanım daha önce babamın asistanlığını yapmıştı ve şimdi onun yerinde ben vardım. Etrafımdaki insanların bakışlarını fark edebiliyordum. Parlak mermer zemin, şık asansörler ve gösterişli merdivenler bakışlarının odağında kendilerine adımlamamı bekliyordu. Etrafımdaki kadınlı erkekli iş insanları hayranlık dolu bakışlarını gizleme ihtiyacı hissetmediler. Pek çok kişinin geçtiğim yollarda adımlarını duraksatmadan, " Hoşgeldiniz Efsun hanım!" diye beni karşılayıp selamladığını duyabiliyordum. Amacıma o kadar odaklanmıştım ki onlara cevap verecek zamanı bile bulamamıştım.

Büyük kapının önüne geldiğimde bildiğim bütün adap kurallarını bir kenara bırakıp izin almaksızın kendimi içeri attım. Etrafımda büyük insan kalabalığı vardı. Taşpınar Holdingin yönetim kurulu karşımdaydı ve babamın koltuğunda oturan adamı çok iyi tanıyordum. Yüzündeki sinsi tebessüm sinirlerimi altüst etse de beni yenilmiş bir şekilde görmesine asla izin vermeyecektim. Tüm suçlarınızı Zişan'ın üzerine yıkarak aklı sıra kendini akladığını ve günahlarından sıyrıldığını zannediyordu.

"Merhaba!" dedim içerideki insanları umursamayan güçlü adımlar atarken. "Sizleri beklettim sanırım. Hastanede işler yoğundu o yüzden Harun'u Cemal Taşpınar ile planladığımız zamanda toplantımızı yapamadık." Adımlarım nihayet karşımda sopa yutmuş gibi dimdik duran Zahir'in önünde duraksadı. Babamın koltuğunda oturması onu hemen şuracıkta öldürme isteğimi perçinliyordu. Ama sabırlı davranacak ve gereken darbeleri doğru zamanda indirmekten çekinmeyecektim.

"Biliyorsunuz babam Harun Cemal Taşpınar holdingteki en yetkili kişi. Karar mercii..." Aşağılayıcı bakışlarımı Zahir'in suratında milim milim dolaştırdım. "Belli ki onun yokluğunda birileri yerine geçmeye çalışmış. Ne büyük bir hayal..." diye başımı aşağılar tarzda sallayıp tebessümümü gözlerine soktum. "Konuyu daha fazla uzatmaya gerek görmüyorum. Artık işleri devralmanın zamanı geldi. Babam yeniden sağlığına kavuşana kadar şirketle ilgili bütün kararları %60 hisse ile ben devralıyor."

"Bu saçmalık!" diye dudaklarının arasından hırlarlar gibi söylendi. "Neden?"

"Sen sıradan lise mezunu bir kenar mahalle kızından fazlası değilsin Efsun Dumanlı! Bu kadar düşük bir eğitim seviyesine sahip olduğun halde nasıl bu işleri devralmayı düşünebilirsin? Harun Bey buna asla izin vermezdi!"

"Benim adım Efsun Taşpınar ve buraya babamın holdingteki haklarını korumak için geldim. Şimdi dinle!" Yüzümdeki tebessüm en ufak kan kaybetmemişti. Zahir'e haddini bildirmeden asla huzur bulmayacaktım. " Avukatım Burhan Bey babamın vasiyetini açıklamak için burada." Burhan Bey sözlerimi başıyla onaylayıp elindeki mavi dosya ile karşımda yerini aldı. Kırklı yaşlarında, dazlak kafalı, ince uzun bir adamdı. Fakat ciddiyeti Zahir'in yutkunup heybetinden çekilmesine sebep olmuştu.

" Harun Bey benimle daha önce vasiyet hakkında görüşmüştü. Yaklaşık bir ay önce kendisine bir şey olması halinde işleri kızımın devralmasını istediğini hem yazılı hem de sözlü olarak bildirdi. Noter onaylı olan bu kağıtlar sözlerimi belgeliyor." Ben dimdik dururken Zahir, depremde hasar gören minare gibi eğilmiş gerçeklerin kamburu sırtına dalga geçen bakışlarımın arasında yerleşmişti.

"Müsade ederseniz babamın koltuğuna oturmak istiyorum Zahir Bey!" Zahir sendeler gibi bir adım atıp koltuğun önünü boşalttı ve ben de aynı havalı cazibeli adımlarla koltuğun önüne geçip ayakta dikilen onlarca insanı karşıma alarak koltuğa tahtına yeni oturan büyük bir hükümdar gibi yerleştim. İnsanlar büyük bir merakla beni bekliyorlardı. Söyleyeceklerim hepsi için bir emir niteliği taşıyordu. Ciddi kıyafetlerinin, takım elbiselerinin içinde son derece itaatkar, el pençe divan duruşları hoşuma bile gitmişti. Aynı ciddi otoriter tavrımla bakışlarımı Zahir'in üzerine dikerek ağır ve kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladım.

"Bundan sonra işlerin tamamının bana danışılarak yapılmasını istiyorum. Siz de aynı şekilde attığınız her adımı bana bildireceksiniz. Şirkette benden önce durumlar nasıldı bilmem. Açıkçası merak da etmiyorum. Şu saatten sonra ben ne dersem o olacak!"

Zahir mosmor, öfkeli bir yüzle kapıyı çarpıp çekip gittiğinde insanlar hâlâ kendi aralarında uğuldar gibi fısır fısır konuşuyordu. Onların sözünü bölüp "Artık tanışabiliriz!" Dedim. Sırayla karşıma geçip işlerinden bahsettiler. Bu hallerinden hoşlanmıştım. Babamı layığıyla temsil etmek zorundaydım. O iyileşmek için hastanede mücadele ederken yıllarca emek verdiği bu holdingi Zahir'e bırakmayacak kadar akıllıydım. Toplantı odasındaki işlerim bittiğinde asistanım bana yeni odamı gösterdi. Büyük bir ofisim vardı. Babama ait olan bu oda benim için kıymetliydi.

Büyük bir masa, bilgisayar, tablet, isimlik, kalem kutusu, çekmecedeki kol düğmeleri ve acil durumlar için hazır bulundurulan takım elbise... Her şeyde onun imzası ve kokusu vardı. Masanın üzerindeki resimler içimdeki feryadı gün yüzünü çıkardı. Benim ve oğlumun resmi masanın üzerinde onun gözlerinin değdiği her yerdeydi. Artık onu fotoğraflarla konuşurken, onlara bakıp iç çekerken hayal edebiliyordum. Uzun zamandır yanıbaşında kızı olduğumu bilerek susmuş, aramıza açtığın mesafelere tahammül etmişti. Hayatın ikimiz için bambaşka şeyler sunmasını isterdim. Artık bir şeyleri başarabilir miydik bilmiyordum ama bunu denemekten başka bir şansım yoktu.

Koltuğuna oturup elimin altındaki çekmeceyi açtım. Gördüklerim gözlerimden birkaç damla yaşın süzülmesine sebep oldu. Çocukken sevdiğim bazı oyuncakları ve bebekken giydiğim o tulumu babamın çekmecesinde bulacağımı hiç tahmin etmiyordum. Bunca zaman aramızdaki mesafelerin bıraktığı hasrete demek bu şekilde dayanabilmişti. Onun yerinde olsaydım ondan daha farklı davranır mıydım?

Tıklayan kapı ile birlikte gözyaşlarımı alelacele sildim. İçeri gelmesini söylemeden kapının aralanması hafifçe kaşlarını çatmama sebep olsa da kapının ardındaki yüz çabucak toparlanmamı sağladı. "Gel Mahir!" Mahir karşımda el pençe divan durmasını beklerken oldukça rahat sayılabilecek adımlardan yanımda yerini almıştı. Asistanın hemen sağ tarafıma, bilgisayarın yanına bıraktığı mavi kağıt dosyayı alıp derin, sesli bir nefes alarak Mahir'in önüne bıraktım.

"Kim olduğunu biliyorum. Polismişsin! Uzun süre istihbaratta görev almış, taksirli bir suçtan dolayı işten el çektirilip beş sene hapis yatmışsın. Bekarsın! 27 yaşındasın ve kimsesizler yurdunda büyümüşsün. Bir ailen yok! Arayanın soranın da yok!" Yüzünde yarım hüzünlü bir tebessüm belirdi.

"Beni iyi araştırmışsınız Efsun Hanım! Bu kadar kısa sürede şeceremi çıkaracağınızı hiç düşünmemiştim."

"Birlikte çalıştığımız insanları tanımak zorundayız değil mi? Özellikle benim gibi büyük darbeler yemiş insanları düşünürsek bu bir tercihten ziyade zaruret." Başını sallayıp haklılığımı onayladı ve masanın üzerindeki isimliği eline alıp her bir harfini büyük bir ilgiyle gözden geçirdi. Bakışları yeniden yüzüme mıhlandığında kirpiklerinin arasından sızan hayranlığı fark etmemek imkansızdı.

"Benden ne istiyorsunuz? Neden sizinle çalışmam için ısrar ettiniz?" Sırtımı koltuğa biraz daha yaslayıp olabildiğince karşısında rahat görünmeye çalıştım. "Bana yardım edebileceğinizi düşünüyorum. Ama öncesinde bazı şeylerin açıklamasını yapmanız gerekiyor. Mesela neden o suikastçinin peşine düştünüz? Sizi babamın odasının etrafında dolaşırken daha önce de görmüştüm. Olaylar olup biterken de diğerleri gibi ilgisiz kalmadınız ve suikastçinin peşinden koştunuz! Neden oradaydınız?"

"Zahir'in bir işler çevireceğini anlamıştım. Benden çaldıklarını geri almak için uzun zamandır peşindeydim. Ona yakın olmak demek Harun Bey'e de yakın olmak demekti. Etrafınızda her zaman beni görüyor ama amacımı bilmiyordunuz. Bazen yakınınızda bir simitçi, bir baloncu ya da alelade bir hademe olarak dolaşıyordum ama farkına bile varmıyordunuz. Ben hep çevrenizde Yeşilçam'da güçlü yer edememiş basit bir figüran gibi dolaşıyordum. Sadece yeni farkına vardınız!" Bu kadarını beklemiyordum ama bunu duyduğuma hem sevinmiş hem de beni yakından tanıyan bu adamdan endişe duymaya başlamıştım.

"Bunu neden yaptın?"

"Basit! Kendimi aklayabilmek için. Uzun zamandır Zahir'in illegal işler peşinde olduğunu biliyordum. O pislik beni bağlantılarını kullanarak işimden, sahip olduğum tek değerli şeyden kopardı. Üzerime attığı iftira yüzünden itibarsızlaştım ve haksız yere beş sene hapis yattım. Şimdi tek amacım onu ve iş ortaklarını bitirmek." Masaya doğru hafifçe eğilip gülümsedim. "Demek düşmanlarımız ortak! Buna sevindim. Zahir'in suçlarının ortaya çıkmasını istiyorum. Bu şirketteki bütün hisselerini satın alıp zavallı donsuz bir sokak köpeği gibi ortada dolaşmasını görmeden bana huzur yok! Zahir benden oğlumu aldı. Oğlumun büyüdüğünü göremedim. Yıllarca ne halde olduğunu bilmeden, her günümü zehir ederek, kabus dolu uykularda dolaşarak yaşadım. Bunun bedelini ödemesini istiyorum." Sözlerimi gözünü bile kırpmadan büyük bir ilgiyle dinlemişti. Dudaklarının kenarından sarkan kibir ve aşağılayıcı tebessüm gözlerimdeki feri kısmen söndürse de verdiğim karardan mutsuz değildim.

" Önce şu sizli konuşma tarzını bırakalım!"dedi özgüvenle. İç çekip dalgın bakışlarını boşluğa kaydırdı. "Bilmediğin daha fazlası var Efsun hanım! Keşke size verdiği zarar bu kadarla sınırlı kalmış olsaydı. Uzun zamandır Zahir'i izliyorum." Yutkundum ardından gelecek cümleler kalbimin deli gibi atmasına sebep oldu. " Zahir, Taşpınar İmparatorluğu'nu tamamen ele geçirme ve tek başına sahip olma derdinde." İç çekip şakaklarını ovmaya başladım. Bakışlarım masadan ayrılmış ve kibirle yüzünde dolaşmıştı. "Bunu bir aptal bile anlayabilir."

"Haklısın. Bunu bir aptal bile anlayabilir. Zahir Bey bundan çok daha büyük oyunlar oynuyor. Uzun zamandır illegal yollardan onun konuşmalarını ve yazışmalarını takip ediyorum. Yakın bir zamanda seni hem üzecek hem de mutlu edecek yeni bilgilere ulaştım. Madem benimle çalışmaya isteklisin bu bilgileri seninle paylaşmamın bir mahsuru yok." Elindeki kağıtları bana yaklaştırdığında uzanıp almaya yeltendim. Bu hareketle birlikte elini bileğimin üzerine yerleştirip kağıtları kendime doğru çekmeme engel oldu.

"Bilmeni istediğim şeyler var Efsun." Kaşımı kaldırıp sözlerinin devamını bekledim. "Bu Zahir denilen pislik bizim kanunlar yoluyla kolay kolay ele geçirebileceğimiz bir adam değil. Onu ve günahlarını ortaya koyabilmek için yeri geldiğinde yeraltından insanlarla görüşmemiz gerekebilir. Hatta ister istemez kendimizi suçun kucağında bulabiliriz. Yaptıklarımızın bedelini ödeyebiliriz. İnsanlar harcamamız gerekebilir. Söyleyin bana! Siz bunların hepsine hazır mısınız?" Söyledikleri gözlerimin iri iri açılmasına, ruhumun bir anahtar deliğine sıkışmış gibi can çekişmesine sebep oldu. Bir yanda gerçekler vardı diğer yanda hukuk ve adalet. Ben gardımı kime ve neye karşı alacaktım bilmiyordum.

"İstediğim tek şey Zahir'in hak ettiği cezayı bulması... Bu işin olabildiğince hukuksal çerçevede ilerlemesini istiyorum. Ama elimi kirletmem gerekirse ve son çarem de bu olursa gerekeni yapmaktan çekinmeyeceğim." Gözlerimdeki ateş yüzünün genişçe aydınlanmasına sebep oldu. Cesaretimden etkilenmiş gibi gözlerine ağır bir şekilde kırpıp beni onayladı.

"Elini bileğimin üzerinden çeker çekmez bakışlarımı heyecan ve ilgiyle kâğıtlarda dolaştırdım. "Bunlar..." dedim titrek ellerimle. Söylemek istediğim cümleleri bir araya getiremiyor, kelimelere düşman kesiliyordum. " Tüm bunlar ne demek oluyor? Bu yazışmalar da neyin nesi?"

"Gerçekler zor geldi değil mi? Haklısınız! Düşmanların var ve onların karşısında tüm iyi niyetinle savunmasız kalmışsın. Orada yazanların tamamı gerçek! Yiğit!" Dedi bir gerçeği yüzüme vurur gibi. "Aslında Yiğit'in hastalığına derman olacak pek çok donör var. Ama hiçbiri size ulaşamıyor. Gerçekler sizden gizleniyor. Taşpınar holdingin son varisi göz göre para pul davası yüzünden ölüme terk edildi. Ve ne yazık ki Yiğit'in tedavi sürecini başlatıp devam ettiren doktor da bu oyunun bir parçası. Basit bir piyondan fazlası değil!" Ellerim gayriihtiyari kalbimin üzerine yerleşti ve yanıp kavrulan o bölgeyi sıktı. Öyle ki göğüs kafesimdeki kemiklerin kırılıp kalbime ve ciğerlerime batacağını hissettim.

Benim gözlerimden birkaç damla yaş süzülürken o ifadesiz yüzünü sabit tutmakta zorlanmıyordu. "Babanın başına gelenler de Zahir'in planının bir parçası... Zahir aslında çok önceden hem seni hem de oğlunu bitirmek istemişti. Fakat teyzesi Ahuzar Hanımın sizi takipten ayrılmadığını ve babanın da esrarengiz ölümününüzüz peşine düşeceğini bildiği için kendini riske atmak istemedi. Harun Bey güçlü bir adamdı ve elbette Ahuzar Hanım da. İzleri takip edip bir şekilde azmettiricinin Zahir olduğunu öğrenebilirlerdi. Bu yüzden sabırlı bir şekilde aileyi içten fethetmenin yolunu bulmaya çalıştı. Teyzesini yanına çekti ve Yiğit'i senden kopardı. Hapishanede olman epey işine gelmişti. Kendisine tetikçilik yapacak ve işleri kolaylaştıracak bir çevre edindi. Şirkete küçük bir hissesi vardı. İlk işi ablası Sare Hanım'ın ve Ahuzer Hanım'ın güvenini kazanıp onların hisselerinin yönetimini devralmaktı. Bunun için sabırla uygun zamanın gelmesini kolladı. Kendisi töhmet altında bırakacak hiçbir hızlı girişimde bulunmadı. O küçük çocuğu sevdiğine çabaladığına herkesi inandırdı. Kimsenin şüphelenenmeyeceği bir konuma geldi. Eğer acele etseydi mirasa tek başına sahip olmak çok daha zor olacaktı. Eğer acele etseydi art arda bütün aileyi alaşağı ettiğinde okların kendisini göstermesi kaçınılmaz olacaktı."

Haykırarak ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Nasıl bu kadar nefret dolu olabildiğini anlamak güçlü! Her şey mal mülk hisse miydi? Bu adam nasıl başına yastığa huzurla koyabilirdi? Oğlum her geçen gün ölüyordu. En güzel yıllarını hastaneye ve ilaçlara bağımlı olarak yaşıyor, güzel olan hiçbir şeyi sevmeye hakkı yokmuş gibi muamele görüyordu. Ona dokunamıyorduk. Enfeksiyon kapar ve ölümcül sonuçlar doğurur diye yıllarca hasretinden yanıp kavrulduğum evladımı öpüp koklayamıyordum. Bu zulmü yapmaya ne hakkı vardı?

" Yiğit kurtulabilir. Basit bir operasyonla yeniden eskisi gibi olabilir. Diğer sağlıklı çocuklar gibi koşup oynayabilir." Ben umutla gülücükler dağıtırken içimdeki Can suyu yüzünün yumuşamasına sebep oldu. Bakışlarım kızgınlık ve şüphe arasında gidip geldi. "Neden?" dedim hesap sorar gibi. "Neden bu kadar geç kaldın? Madem her şeyin onun planı olduğunu biliyordun, oğlumun her gün bu acıyı yaşamasına neden izin verdin? Beni bulabilirdin daha önce bunları konuşabilirdik!"

"Ben artık istihbaratçı bir polis Efsun! Bilgiye erişim sandığın kadar kolay değil! Olan biteni yeni öğrendim. Zahir kurnaz bir adam! Tüm bunları organize etmek için kendince önlemler alıyor. Onu sıradan bir vatandaşı takip eder gibi takip etmemiz pek mümkün değil. Konuşmalarının çoğu şifreli. Kendisine ait olmayan hatlardan başkaları ile iletişime geçiyor ve en önemlisi Zişan gibi maşalar kullanıyor. Tüm bunları bir araya getirmek benim için hiç kolay olmadı."

Ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde yalpalayarak çıkışa yöneldim. "Acele ediyorsun!" dediğinde omuzumun üzerinden nemli bakışlarımı keskin hatların bulunduğu kemikli yüzünde gezdirdim. "Oğlumu kurtarmak için tek 1 dakikaya dahi tahammülüm yok. Gidip o doktora yaptıklarının hesabını soracağım. Bu yazışmalar gerçekleri ele vermek için tek şansımız!"

Peşimden ayaklanmış, yanlış bir şey yapmamam için peşime takılmıştı. Kapıdan çıkacağım esnada Melis'in şaşkın yüzünü görmüş ve neye uğradığımı şaşırmıştım. "Efsun! Nihayet seni buldum!" Elim yıllarca görmemişim gibi şaşkınlık yaşadığım dostumun omzuna ilişti. "Sen iyi misin?" Başını "hayır" anlamında salladı.

"Güney!" Ona doğru eğilip yutkundum. "Ne oldu?" Sert ses tonum titreyen dudaklarını zapt edilemez bir hale getirdi. "Konser sonrası Güney'in eşyalarının arasında yasaklı madde bulmuşlar Efsun! Sanırım ekibine yeni katılan kostüm sorumlusu yasaklı madde ticareti yapan sabıkalı biriymiş. Konser bitiminde apar topar yakalayıp gözaltına almışlar. O torbacı ile işbirliği içinde olduklarını düşünüyorlar." Sağ elimin avuç içini sertçe alnıma bastırdım. Bacaklarımın bağı çözülmüş, dizlerim beni taşıyamayacak kadar güçsüzleşmişti. Yığılmak üzereyken beni son anda Mahir tuttu.

"O yaptı..." İç çekip titrek ellerimle duvara tutundum. Gözyaşlarım çoktan süzülmeye içimdeki yangıyı harlamaya başlamıştı. "Ceyda yaptı. Güney'in benimle olmasına tahammül edemediği için... Onu cezalandırmak istiyor. Piyasadan silip Güney'i çok sevdiği mesleğini yapamayacak bir hâle getirme peşinden." Yumruğumu sertçe duvara indirip hıçkırdım. "Allah kahretsin! Kahretsin! Bir şeyler yapacağını anlamıştım. Ya her şey planladığı gibi giderse! Ya Güney..." Daha fazlasını söylemeye güç yetirememiştim. Bir kabusu, bir cehennemi yaşıyordum. Güney aşık olduğum adamdı ve ne yazık ki bana olan sevdası her zaman olduğu gibi yine başına bela olmuştu.

" Güney yaşayamaz! İşini çok seviyor! Şarkı söylemek onun için nefes almak gibi... Ceyda'nın yapmaya çalıştığı şeyi engellemek zorundayız. Onu kurtarmak zorundayız. Sevdiğim adamın daha fazla zarar görmesine izin veremem."

"Demek istediğim buydu Efsun! Zahir ve Ceyda iş birliği içerisinde. Zişan ne işler çeviriyor bilmiyorum ama amacının onlardan farklı olduğunu zannetmiyorum. Zahir ilk darbede Zişan'ı harcadı. Aralarının iyi olduğunu sanmam. Ama yine de bu üçlüye dikkat etmek zorundasın. Hakkında çoktan karalama haberleri çıkmaya başlamıştır. Pek çok sanatçı gibi o da yasaklı madde yüzünden kariyerini mahvedecek." Ona öfkeli, nefret dolu bir şekilde bakıp sertçe ittim. "Anlamıyor musun? Güney madde falan kullanmıyor. Asla böyle bir şey kullanmaz ve normal şartlar altında yasaklı madde kullanıp satan insanlarla çalışmaz. Her şeyi Ceyda denilen o yılan planladı biliyorum. O torbacı bozuntusunu Güney'in ekibine alan da kendisi. Bunu ispat etmek zorundayız."

Daha fazla ayakta duramayıp Melis'in beni yönlendirdiği ofis koltuğuna oturdum. "Ben bir şeyleri yoluna koymaya çalıştıkça her şey daha da beter oluyor. Önce Yiğit'in hastalığı, sonra babam şimdi de Güney. O hainler sevdiğim herkesi bitirmeden rahat durmayacak. Belki de sıradaki..."

"Sensin..." diye tamamladı Mahir. Başını kaş ve göz işareti ile Melis'e doğru salladı. "Bu tombul arkadaşını da unutma. Etrafında sana destek olacak hiç kimseyi bırakmazlar. Çok dikkatli olmak zorundasın." Melis tombul lafını duyduktan sonra kaşlarını çatıp yumruklarını sıkmıştı. Hâlâ böyle anıldığı için ne kadar öfkelendiğini tahmin edebiliyordum.

"Hayatınız tehlikede." Dedi Mahir onun kızgın bakışlarını görmezden gelerek. Zaten uzun zamandır güvende olmadığımı biliyor ve adımlarımı ona göre atıyordum. Yüzüme ellerinin arasına alıp ne yapacağımı şaşırmış bir halde bocaladım. Oğlumla ilgilenmek zorundaydım o hastaydı. Güney'i Antalya'da tutuklamışlardı ve ben onunla konuşmak için can atıyordum. Peki ya babam? O suikastin bir benzerine daha maruz kalmayacağının garantisini kim verebilirdi? Zahir büyük adımlar atıyor beni köşeye sıkıştırmak için olmadık hamleler yapıyordu. Ne yazık ki rüzgâr şu an ondan tarafa esiyordu.

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız ☺️🪻 Bu arada profilimdeki diğer hikayelere göz atarsanız pişman olmazsınız.hoşçakalın

 

Loading...
0%