Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm: Oyun Içinde Oyun

@syildiz_koc


Medya: Bu saatten sonra yansam ne olur? (İkilem)


Yıllar önce


Banyodaki ince ses tüm aile fertlerini oflatıyordu. Efsun duşa girmiş ve harika köpük deneyimini eşsiz bir şarkıyla taçlandırmıştı. "La la la. Kediler miyav dedi. La la la. Köpekler hav hav."


"Yine ne kedileri ne köpekleri yaramaz. Çık artık şu banyodan."


Efsun kapı aralığından kendisine kızan babaannesine baktı. Islak saçlarının üzerinde hâlâ biraz köpük vardı ve bedeni havluya sımsıkı sarılmıştı. "Tamam çıkacağım. Hadi gel. İçerdeki o şeyler senin de hoşuna gidecek."


Küçük kız tırnağıyla kafasını kaşıyıp "Acaba ne?" diye mırıldandı. Duş başlığını tüm vücudunda dolaştırıp duşunu tamamladı ve askılı kot tulumunu giyinip içeri geçti. Babaannesi pencerenin önündeki büyük sedire elinde tesbihle oturmuş, büyük çerçeveli kalın gözlüklerinin ardındaki minik gözlerini kısarak ona bakmaya başlamıştı.


"Gel hadi! Bak, hayırsever bir amca bize neler getirmiş." Yerdeki oyuncakları görünce hayırsever amcayı daha görmeden sevmeye başlamıştı. Yerde birbirinden güzel oyuncak bebekler, Bobi'ye benzeyen çok güzel pembe bir ayıcık, türlü türlü kız elbiseleri ve şekerlemeler vardı. Babaannesi elindeki karton kutuyu açıp içindeki çikolatalı pastayı minik kıza gösterdi.


"Bak! Sen seversin. Hadi bakalım yengen tabakları getirsin de birer dilim yiyelim." Efsun neşeyle ellerini çırpıp mutfağa doğru koştu. Eline aldığı ayıcıklı tabak ve minik çatalla babaannesinin hemen yanına yalanarak ilişti. Şimdi sulanan ağzıyla başa çıkmak çok daha zordu.


Bakışları amcasını bulduğunda oldukça neşesiz olduğunu fark etmekte gecikmedi. Yüzü sirke satıyordu. Efsun'a attığı öldürücü bakışlar minik kızın yutkunmasına sebep oldu. Adam çekip gittiğinde anlamsız bakışlarla babaannesini taradı. O sırada Burcu sevimsiz yüzünü bozmadan yanına yaklaştı ve babaannesinin elindeki pastayı çekip aldı. "Bu benim." Kıskanç bakışları kuzenine nefret tükürüyordu. Efsun, yerdeki oyuncaklara dokunmak istediğinde Burcu hepsini kaba bir hareketle toplayıp kucakladı. "Bunlar benim. Senin için değil, benim için geldi."


Efsun mutsuz bakışlarıyla babaannesini baktı. Yaşlı kadın Burcu'ya bakışlarıyla ateş püskürüyordu. Bu eşyaları kendilerine kimin gönderdiği içinde ayrı bir merak konusuydu. Amcasının bu pahalı şeyleri alacak kadar parası yoktu. Eğer hayırsever biri tarafından alındıysa bu öfkenin sebebi neydi? İç çekip elbiseleri vücuduna tutan Burcu'ya ters ters baktı. Yumruklarını sıkıp başını öç alacağının sinyallerini vererek salladı. Bunu onun yanına bırakmamaya kararlıydı.


Akşam olup da el ayak çekildiğinde pembe geceliğiyle parmak uçlarında yürüyerek mutfağa gitti. Tüm gece yapacaklarının heyecanından uyuyamamıştı. Buz dolabını açıp o şahane pastaya dudaklarını yalayarak baktı. Gözleri buz dolabının ışığıyla pırıl pırıl oldu.


"Çok güzel!" dedi dudaklarının arasından. Eline geçirdiği çatalı ışığı açmadan pastaya geçirdi ve odalardan gelen horultu seslerine aldırış etmeden tüm pastayı yarım saat içinde yalayıp yuttu. Sadece bir dilimini Burcu için ayırmış gerisini afiyetle mideye indirmişti.


Yeniden ayaklanıp parmak uçlarında Burcu'nun odasına geçti. Gelen tüm eşyaları şımarıkça kendisine saklamış ve karşılığında Efsun'un gazabıyla karşılaşmıştı. Başucuna geçip yatağında mışıl mışıl uyuyan kuzenine alayla baktı. Kendisini fazla hafife alarak büyük bir hata yapmıştı. "Hi hi!" Yapmayı düşündüğü şeyi hatırlayınca kıkırdadı. Elindeki bir dilim pastayı büyük bir zevkle Burcunun suratına bocaladı. Kızın yüzü çikolatayla kaplanmış, karanlık odada canavarsı bir görüntü kazanmıştı. "Hi hi!"


Ellerini yıkayıp amcasının demirleri boyadığı siyah boyayı minik boya fırçasıyla Burcu'nun kendisine sakladığı elbiselerin ve oyuncakların üzerine sürdü. Bunu yaparken o kadar büyük bir keyif almıştı ki giyse bile bu eğlenceli ruh haline bürünemezdi.


Odasına geçip rahat bir uyku çekti. Sabah kopacak olan kıyamet umurunda bile değildi. Sabah olduğunda yanılmamıştı. Gözlerini Burcu'nun çığlıklarıyla açtığına keyfine diyecek yoktu. Uyanır uyanmaz gülmeye başlamış o sinirden delirirken kendisi zevkten dört köşe olmuştu.


"Hi hi!" Yatağından kalkıp Burcu'nun odasına gitti. Herkes onun odasına doluşmuş, gözlerinde pireler oluşa oluşa odadaki curcunayı şaşkın bakışlarla izlemeye koyulmuştu. "Fesupanallah!" diyen babaannesinin eteğini tutan Efsun eliyle kıkırdamalarını boğmak için büyük bir çaba sarf ediyordu.


Burcu'nun komik suratı herkesi güldürmüştü, eşyaların zavallı hâli ise hepsinin bakışını Efsun'a çevirmişti. "Sen yaptın değil mi?" diye bağıran Burcu'ya Efsun kışkırtıcı bakışlar attı.


"Yooo, ben niye yapayım, gece kendin yapmışsındır."


Herkes onun yaptığını bildiği halde susmuş, küçük kıza öldürücü bakışlar atmaya başlamıştı. O inkâr etse de dudaklarının kenarında kalan çikolata bulaşığı ve geceliğinin kollarındaki siyah lekeler bitter çikolatalı pastanın onun tarafından yenilip yutulduğunu ele veriyordu. Herkes gibi lekeleri takip eden Burcu dişlerini sıkarak, "Bittin sen!" diye bağırdı.


Efsun başına gelecekleri anlamış gibi koşarak evden çıktı ve kendini yalınayak sokağa attı. O nereye kaçacağını hesaplamaya çalışırken bedenini çekiştiren bir kol canının fena halde yanmasına sebep oldu. "Ahhh!"


"Seni yaramaz seniiii!" Küçük kız anlamaz bakışlarla ona bakarken Burcu da tam karşılarında yerini almıştı. Efsun ürkekçe heybetli komşuya baktı.


"Ne istiyorsunuz benden."


"Sus! Bir de konuşuyor musun?" Şalvarlı şişman kadın onu kolundan çekiştirerek köpürdükçe köpürdü. "Ben bir şey yapmadım." Efsun'un serzenişi onu zerre kadar yumuşatmayacaktı.


"Ne oluyor Aysun Hanım. Ne istiyorsunuz zavallı çocuktan?"


Kadın elini beline yaslayıp dik dik Efsun'un amcasına baktı. "Çocuğunuzun yaptığı edepsizliğe bir bakın. Bakın da utanın! Ne canavar bir evlat yetiştirdiğinizi anlayın!" Adam önce anlamsızca bakan karısına ardında da kadının gösterdiği duvara baktı. Bakmasıyla birlikte yüzüne çöreklenen utanç afallamasına sebep olmuştu. Alt dudağını üsttekiyle çekiştirip bakışlarını kaçırdı. Yüzünde oluşan çukurları bıyık altından yaptığı gülüş bile saklayamayacaktı.


Burcu utanmadan kahkahalarla gülerken Oğuz da asabı bozuk bir şekilde kıkırdamaya başladı. "Vay haylaz vay!" Babaanne romatizmalı dizlerini umursamadan sokağa çıkıp komşunun hışmına uğrayan aile efradına baktı. Gözleri duvarı bulduğunda, büyük bir hayret dalgası dudaklarını yokladı.


"Amanıııııın! Oy başıma karlar yağa! Haccım da kabul olmaz artık. Bebem sen ne ettiiiin!"


"Ben bir şey yapmadım babaanne!" diyen Efsun insanların inanmayan bakışlarına tosladı. Komşu zavallı çocuğu örseler gibi çekiştirip duvarı işaret etti.


"Geçen gün evimin önünde top oynuyor diye kızmıştım. Bana bilenmiş utanmadan evimin duvarına kocaman şu şeyi çizmiş." Oğuz kahkahalarının arasından onu tamamladı. "O şey kocaman bir penis Aynur abla ve oldukça sanatsal duruyor. Bence onu değerlendirmeliyiz. Mona Lisa'dan sonra en ünlü çizim bu olabilir. Ha ha!"


Kadın daha büyük bir öfkeyle sesini yükseltti. "Ben anlamam arkadaş. Bu duvar boyanacak, bu iğrenç resim silinecek. Evde gencecik kızlarım var benim. Ayıptır günahtır ya! Böyle şeyi hiç görmedim. Üstüme iyilik sağlık." Kadın arkasını dönüp söylene söylene giderken tüm bakışlar zavallı masum çocuğun üzerindeydi.


"Yemin ederim ben yapmadım. Bu duvar çok büyük, benim boyum oraya yetişmez ki!" Amcası onun haklılığını onaylarken aldığı intikamın ayağına dolaşmasına hüzünle baktı. Ellerindeki siyah boyalar bunun tam aksini söylüyordu. Şimdi kıt kanaat geçinen aileye bir de duvar boyama masrafı çıkmıştı.


Kız birkaç adım uzağında kıs kıs gülen çocuğa nefretle baktı. Bu Demir'den başkası değildi ve evet onun boyu bu resmi çizmeye gayet uygundu. Üstelik üzerindeki boyalar da bunu doğrular nitelikteydi. Efsun başını kindar kindar sallayıp yumruklarını sıktı. Bu pislik çocuk kendisinden ne istiyordu böyle?


"Oooooh oh!" diyen Burcu, "Belanı buldun sonunda!" diye pis pis sırıttı. Efsun ise çoktan alacağı intikamı düşünmeye başlamıştı.


***


Günümüz


Genç adam, elindeki stres topunu bakışlarını parke zeminden ayırmadan yere fırlatıp kapıyor, kafasındaki hezeyanın kıskacından belleğini bir türlü kurtaramıyordu. Hayatı altüst olmuş, çıkan gümbürtülerde dostunu düşmanını ayırt edecek bir zihin dünyasından uzaklaşmıştı. Efsun... Tüm yaşadıkları bu kelimenin potasında erimiş, emek verdiği ne varsa masum yüzde solup gitmişti.


Olan bitene bakıldığında tüm komploların işaret ettiği Efsun'dan başkası değildi. Fakat tuhaf bir şekilde Güney ona kızamıyordu. Hatta masum olduğuna içten içe inanmak istiyordu. Yaşananlar her türlü şüphesini haklı çıkarsa da Efsun'un duru güzelliği, safiyane duruşu onu bir yerde hata bulmaya sevk ediyordu.


Harzem'i düşündü. Bu adam tekin biri değildi ve belli ki Efsun'la bir tanışıklığı vardı. Her ne kadar yaşanılanlar bazı anlaşmazlıklar olduğuna işaret etse de aralarında bir çıkar ilişkisi olduğu apaçık belliydi. Sallanan tekli koltuğunda durmaksızın kendini ırgalamaya devam etti. Bunu hep yapardı. Kafası karışık olduğunda ayakları istem dışı kendisini oraya götürür ve düşünmesi için zihni bu kısacık anı değerlendirirdi. Bu çıkmazı çözmek zorundaydı. Aksi takdirde her yıldız gibi sönüp gidişini uzaktan izleyecekti.


"Ah tatlış! Beni meraktan çıldırttın." Kıvanç'ın varlığını görmezden gelip elindeki topu sıkmaya devam etti. Menajeri kolundaki sargıyı görünce kendini bir anneye yakıştırılabilecek bir telaşla onun yanına attı. "Yaralanmışsın."


"Önemli bir şey değil. Şu an önemli olan başka işlerimiz var." Kıvanç edalı edalı duvarın yanındaki büyük dikdörtgen koltuğa yayılarak oturdu. Elimdeki sarı dosyayı dilini dudaklarından geçirerek kurcalamaya başladı.


"Hımmmm. Dediğin adamı araştırdım. Harzem Karayiğit. 34 yaşında, dul. Karısı iki çocuğunu da alıp adamı terk etmiş. Kumarbaz. Yaklaşık iki senedir Gönül Vip'e gelip gidiyormuş. Sabıka kaydından Manas destanı çıkarılabilir. Fuhuş, yasaklı madde ticareti, adam yaralama, gasp... Maşallah adam cehennemden izin alıp dünyaya gelmiş gibi. Şeytan secde eder böylesinin önünde."


Duyduklarına şaşırmamıştı Güney. Zaten beklentisi bundan daha az değildi. Onu esas rahatsız eden mesele Efsun'la aralarında nasıl bir ilişkinin olduğuydu. O kulüpte ikisini yan yana görmüş, dost mu düşman mı olduklarını anlayamamıştı. Aralarında bir anlaşmazlık olduğu belliydi. Ama sebebini öğrenmesi şu an pek mümkün görünmüyordu.


"Dün Efsun bu adamla görüştü. İkisi hakkında herhangi bir bilgiye eriştin mi?" Kıvanç başını dudaklarını büzerek salladı. "Adam milyonların sevgilisi olmuş. Her gün biriyle takılıyor. Mahalledekiler eve sık sık kadın getirir dedi. Birçoğu paralı maalesef. Bazı kadınlara paralarını vermediği için kavga edip defalarca karakola düşmüş." Bu sözler Güney'in kalbine bir ateş parçası düşürmüştü. Efsun'la da aynı sebepten kavga etmiş olabilir miydi? Aralarında basit bir alacak verecek kavgası vardı da Güney dün gece bu kavganın mı ceremesini çekmişti?


"Efsun'un bu pislikle ne işi var?" diye dişlerini sıkarak geveledi. Kıvanç onun yüzündeki iç gıcıklayıcı telaşa sinsi bir tebessümle karşılık verdi. "Belki de sevgilisidir. Ya da tek geceliği..."


Güney zıpkın gibi yerinden fırlayıp Kıvanç'ın boğazını sıktı. "Ne saçmalıyorsun sen?" Kıvanç bakımlı tırnaklarını Güney'in el yüzeyine geçirerek boğazını kurtarmaya çalıştı. Bu sahiplenişe anlam veremiyordu.


"Boğuluyorum." Çözülen ellerine tuhaf gözlerle bakan star neden bu düşüncenin kendisini rahatsız ettiğini anlayamıyordu. Eğer olanların sorumlusu Efsun'sa onun için endişelenmesi yersizdi. Tam tersine düşmanından kurtulduğu için mutlu olması gerekiyordu. Onu düşmanı olarak görmek kendisine zor gelmişti.


Yakıştıramıyordu. Tatlı ses tonuna çirkin kahkahaları, yüzüne kindar bakışları uyduramıyordu. Elini yapıştığı boğazdan çekip Kıvanç'a sırtını döndü ve cam duvara yaklaştı. Dışarıdaki bahçeye ölgün gözlerle baktı. Dışarısı baharken yüreği kar kıştı. Dışarısı çiçek açmışken ruhu çöreklenen korkuyla külden bir ırmaktı.


Kıvanç kızgın gözlerle arkadaşına baktı. "Muhteşem Güney Tunç Atasoy... Ne olmasını bekliyordun? Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim demişler. O kız sağlam pabuç olsa Harzem'le ne işi olurdu?" Güney ona göz ucuyla bile bakmazken eliyle boğazını ovdu. Onun telaşını gören boğazının derisinin yüzüldüğünü sanırdı.


"Belli ki ilişkileri var. Sevgili ilişkisi ya da eleman-patron ilişkisi..." Sürahiden doldurduğu suyu bir dikişte kafasına dikti. Suskunluğunu koruyan Güney'in gözünü açmaya kararlıydı. "Her ikisine bizim için sorun. Uyanık olmalı bu kızı gözümüzün önünden ayırmamalıyız. Aksi takdirde kariyerini bitirmek için çabalayanlar yarın seni bitirmek için de ellerinden geleni artlarına koymazlar."


Güney, omzundaki sargıya baktı. Gece yaşadıklarını unutup yeniden onu bir yabancı gibi görmesi gerekiyordu. Etrafı masum yüzlü şeytanlarla doluydu ve Güney alışkındı onların matruşka gibi bin bir suratlarının olmasına. Neden Efsun da o melek yüzlü şeytanlardan olmayacaktı ki?


Efsun'a iş teklifinde bulunmuştu. Onu yakınında tutacak ve sonu ne olursa olsun bu işin iç yüzünü ortaya çıkaracaktı.


Güney ayaklandığında ayaklarının onu nereye götüreceğinin farkındaydı. Harzem'e gidecek onun Efsun'la olan bağlantısını öğrenmeden de geri gelmeyecekti. Kıvanç ondaki hareketlenmeyi görür görmez kafasında bir şeyler olduğunu sezmişti.


"Nereye gidiyorsun?"


"Harzem'le yüzleşmeye!"


Genç adam garaja doğru koşar adım giderken Kıvanç da peşine düşmüş, arkadaşını ve patronunu yalnız bırakmaması gerektiğinde karar kılmıştı. Güney, beyaz aracına biner binmez Kıvanç da kendisini yan koltuğa atmıştı. İkisi de dalgın dalgın asfalt yolu gözlerken sessizliği ilk bozan Kıvanç oldu.


"Tatlış, neden bu kızın onunla birlikte olması seni bu kadar rahatsız etti? Sen kadınları pek önemsemezdin."


Güney de dün geceden beri aynı sorunun cevabını bulmaya çalışıyordu. Efsun'u tanımıyordu. Bir ilişkileri yoktu ve kızın hakkında doğru düzgün bir şeyler bildiği de söylenemezdi. Buna rağmen Kıvanç bu ihtimali söyler söylemez içinden alevler yükselmiş, ruhuna dadanan mermi yüreğini kanatıp paramparça etmişti. Böyle hissetmesinin hiçbir açıklaması olamazdı. Farkında olmadan onu benimsemiş miydi?


"Neden sustun?"


"Bilmiyorum. Beni rahatsız edip durma!" Kıvanç bozulsa da yine işi şirinliğe vurarak kulak ardı etti. Nasıl olsa çözüleceği günler uzak değildi. "Sana da bugün bir şey söylenmiyor."


Araç oldukça lüks bir semtin önünde durdu. Güney bu evin Harzem'e ait olduğuna bir türlü inanmak istememişti. Aracın içinde bir süre sessizce bekledi. Söyleyeceklerini içinden tekrar ediyor, kendisini haksız çıkarmayacak en doğru sözcükleri seçmeye çalışıyordu. O an gözleri bahçeyi yokladı. İki katlı lüks evin bahçesinde gördüğü o tanıdık yüz endişelerini yeniden şaha kaldırmıştı. Uzaktan Efsun'un Harzem'le karşı karşıya duruşuna baktı. Yumruklarını sıkıp damarlaşan göz akını düşünmemeye çalıştı. "Onun burada ne işi var?" Kıvanç ben demiştim der gibi başını alayla salladı.


"Aralarında bir şey olduğunu düşünmekte çok da haksız sayılmam."


"Dün neredeyse suratına okkalı bir tokat yemek üzereydi. Onu Harzem'in ellerinden ben kurtardım. Fakat şimdi hiçbir şey yaşanmamış gibi yeniden soluğu onun yanında almış." Kıvanç, "HIH!" diye iç çekti. "Ne aşk ama! Belli ki Harzem onun hem patronu hem de sevgilisi!"


Kıvanç'ın şu bilmiş konuşmaları Güney'i içten içe çıldırma seviyesine getirmişti. Artık emindi. Efsun o ne kadar inanmak istemese de kötü bir niyete sahipti. Aksi takdirde bu adamla olan görüşmelerinin mantıklı bir açıklaması olamazdı.


***


Efsun'un Kaleminden


Otobüs, sarsılarak İstanbul'un en zor mahallelerinden birine doğru yol alıyordu. İçime çöreklenen sıkıntıyı düşünmemeye, radyodan çalan Orhan Gencebay müziğine odaklanmaya çalıştım. Şarkı "Bana kaderimin bir oyunumu mu bu?" diye başlarken ah şu oyunun kralı bende Orhan Kaptan diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. Hayatımı bu oyunlar yüzünden bata çıka yaşamaktan yorulmuştum. Sahip olduğum tek değerli şey oğlumdu. Fakat o da en güvendiğim insan tarafından birkaç kuruşluk lüks hayata kurban edilmişti.


Yaklaşık 20 dakika önce Harzem'in yakasını tutup oğlum hakkında bilgi almak istemiştim. Onu ne kadar zorlasam da ağzından bir söz almayı başaramamıştım. Adam Nuh diyordu Peygamber de diyordu fakat bir türlü Yiğit'in yerini söylemeye yanaşmıyordu. Onu polise gidip her şeyi anlatmakla tehdit edince yüzünün rengi belirgin bir şekilde değişti. Ve bana bir adres verdi. Façalı denilen bir adamı bulmamı söylemişti. Bebeğimin yerini bildiğini ve bana ancak onun yardım edebileceğini itiraf ettiğinde daha fazla beklemenin anlamsız olduğu kanaatine vardım.


Taksiye param yetmiyordu ve bende sabır taşı çoktan çatlamıştı. Hemen bir belediye otobüsüne atlayıp söylediği adrese yöneldim. Otobüsten inip etrafıma bakınmaya başladım. Navigasyon hatalı değilse terk edilmiş eski mahallelerden birinde Façalı denilen o tüccarı bulabilecektim. Terleyen ellerimi mavi renkteki kot pantolonuma sildim ve kendimi cesaretlendirebilmek için Pepee çocuk şarkılarından mırıldanmaya başladım. Tuhaf bir şekilde takip edildiğim yönünde bir fikre kapılmıştım. Arkamı dönüp etrafımı kolaçan ettim. Kimse yoktu.


"Hay Allah'ım ya. Deliriyor muyum yoksa? Sevgili yıldızlar ve evren cinleri. Lütfen aklım bende kalsın. Yoksa kafamda huniyle parçalanmış hayatımı asla rayına koyamam."


Yeniden etrafımı kontrol ederek viran bir haldeki yapıya yaklaştım. Sıvası dökülmüş bu eski bina oldukça ürpertici görünüyordu. İki katlı olduğunu, alt tarafında ise oldukça büyük bir garaj bulunduğunu görebiliyordum.


Büyük demir kapının önüne geldiğimde saat öğle bir sularındaydı, fakat ben gece yürüyüşüne çıkıp yarasalara yem olan mecalsiz bir böcek gibiydim. Yüzüme düşen saç telini üfleyerek uzaklaştırdım ve cesaretimi toplamaya çalıştım. Kapının telini çekip içeri girecektim ve oğlumu bulup etliye sütlüye dokunmadan Melis'le kaldığımız eve dönecektim.


Git gide artan bir heyecan dalgasıyla içeri girdim. Tahta pencere çerçeveleri sımsıkı kapalıydı. Kimisinde kırık camlar bulunuyordu ve ben o camlardan gelen ayazı iliklerime kadar hissediyordum. Burası Yedikule zindanlarını andırıyordu. Sıvası dökülmüş duvarlarda korkunç insan yüzleri kömürle çizilmişti. Dar koridorlardan geçtim. Duvarlar kırmızı spot ışıklarıyla aydınlatılmıştı. Etrafta dolaşan küçük çocuklar içimde acıma hissi oluşturuyordu. Burası sokakta dilenen zavallı çocukların kaldığı küçük bir barınaktı. Barınak diyorum çünkü o çocuklar burada hayvanlardan daha iyi şartlar altında yaşamıyordu.


Yanımdan geçen çocukların üzerlerinde rengi kaçmış yamalı kıyafetler vardı. Ayakları bu soğukta çırılçıplaktı ve burunlarından akan sümük de beni görmezden geldiklerim konusunda utandırıyordu. İnsan bu şekilde nasıl yaşar? Bir çocuk böyle kötü şartlar altında nasıl bakılır? Yoksa Harzem oğlumu buraya satmış olabilir miydi? Çevremde dolaşan o çocuklardan biri de Yiğit miydi? Etrafıma daha dikkatli bakmaya başladım. Çocuklar beton zeminde kıvrılıp kuru ekmekler yiyorlardı. Yüzlerinde bıçak yarası vardı. Tırnaklarının arasının simsiyah olduğunu, yüzlerinin ise kirden katmanlaştığını görebiliyordum. Etraftaki molozlar ve samanlar burayı ahırdan daha iyi bir şekle sokmuyordu.


Bana tuhaf gözlerle bakan çocuklardan birine usulca yaklaştım. Oldukça ürkek olan hali içime dokunmuştu. "Burada ela gözlü, kumral bir çocuk gördün mü? İsmi Yiğit... 3 yaşlarında olması lazım."


Çocuk bana güvenip güvenmemekte tereddüt etse de sonunda parmağıyla duvarın dibinde yatan bir çocuğu işaret etti. Üzerinde siyah çizgileri olan koyu renk bir battaniye görüyordum. Battaniyenin inip kalktığını fark ettiğimde altında birinin yattığını anlamıştım.


"Orada bir çocuk var. Adı Yiğit. Çok hasta. İki gündür ateşler içinde yanıyor." Daha fazla konuşmasına izin vermeden battaniyenin kenarına bıraktım. Korkuyordum. Yoksa oğlum orada mıydı? Usulca battaniyeyi kaldırıp alnı boncuk boncuk terleyen zavallı çocuğa baktım. Endişeyle yüzünü çevirdiğimde korku ve sevinç arası bir ruh haline bürünmüştüm. Bu çocuk oğlum değildi. Burada bu korkunç hayatı yaşamadığına sevinmiş, daha kötü şartlar altında bulabileceğimi düşünüp korkmuştum. O çocuğun buradan bir an önce ayrılıp hastaneye gitmesi gerekiyordu.


"Ne işin var senin burada?" dedi çatallı bir ses. İrkilip ondan uzaklaşmak için birkaç adım attım. Bu adam Façalı mıydı? "Beni buraya Harzem gönderdi. Oğlumu arıyorum. Onun yerini bilen tek kişi sensin."


Adam suratındaki sinsi ifadeyle beni baştan aşağı süzdü. Ben iğrenen bakışlarla ona karşılık verdiğimde ardı ardına korkunç kahkahalar patlattı. Adımları üzerime doğru gelmeye başlamıştı.


Etrafımdaki zavallı çocuklar bulundukları duvarın dibine daha fazla sinip gözlerini ve kulaklarını kapattılar. Ne kadar korktuklarını görebiliyordum. Ve ne yazık ki benim halim de onlardan daha parlak değildi.


"Demek seni Harzem gönderdi." Adım adım yanıma yaklaştı. "Oğlun burada değil. Harzem seni kandırmış küçük hanım. Daha açık bir ifadeyle söyleyeyim. Seni elleriyle bana yani kâbusuna göndermiş. Tuzağa düşürmüş."


Ben bir adım gerileyip yutkunurken ardı ardına çirkin kahkahalar patlattı. Kahretsin. Nasıl böyle bir hata yapmıştım? Beni burada neyin beklediğini bilmeden nasıl kendimi ateşe atmıştım. Üstelik buraya gelirken kimseye haber bile vermemiştim.


Adam kırışıklıklar içindeki yüzünü bayağı bir şekilde büzdü ve acıyarak yüzümün her santimini inceledi. Kolumu sert bir şekilde kavradığında "bırak beni!" diye bağırdım. Bu onu daha da heveslendirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Beni sırtüstü dizlerine kadar eğdi ve dişlerinin arasından sevimsiz bir iştahla konuştu. "Şimdi seni benden kim kurtaracak söyle bakalım." Çocuklar korkuyla ağlarken eğilen boynum ve tıkanan boğazımla güç bela nefes alıyordum.


Adam soğan kokan çirkin nefesini suratıma üflerken cebimdeki çakıyı çıkarıp koluna sapladım. Korkunç bir haykırış o iğrenç yerde yankılandı. Toparlanmasına fırsat vermeden bacak arasına yırtıcı bir tekme savurdum. Tüm mimikleri acıdan yüzünde dövüşmeye başlamıştı. Benim hakkımdan gelmek hiç de kolay değildi. O ağız dolusu küfürler ederken içim yanarak arkamdan bana bakan çocukları geride bıraktım ve dar koridorlara doğru koşmaya başladım. Ardımdan bağıra bağıra geldiğini bilmek elimin ayağıma dolaşmasına sebep olmuştu.


Çıkışa yönelmek istemiştim fakat labirenti andıran koridorlar beni şaşırtmaktan başka bir işe yaramıyordu. Büyük kapının karşısına geçtim. Kolu defalarca zorladığım halde beni kurtuluşa götürecek olan o eşikten geçmeyi başaramayacaktım. Kapı kilitliydi ve ne yazık ki kilide erişmek şu an için pek mümkün görünmüyordu.


Kocaman nasırlı bir el saçlarıma asılıp beni yeniden kaçtığım pozisyona getirdi. "Seni küçük faişe Zavallı bedenini hemen bırakacağımı mı sandın?"


Ben yardım çığlıkları atıp debelenirken sol eli suratıma yüzümün şeklini bozacak kadar sert bir tokat indirdi. Bu darbeyle kendimi diz üstü yere kapaklanmış bir halde buldum. Üst ön dişlerim alt dudağımın patlayıp kanamasına sebep olmuştu. Patlayan dudağımdaki kan burnumdan boşalan kanla birleşip tüm çenemi kırmızıya boyamıştı. Öldürücü bir inleme hırıltılı boğazımı yokladı. Bu sefer sert kayaya çarpmıştım. Yüce Tanrım sen günahlarımı affet ve beni koru! Bu çirkin adamı da cehennemde zebânilere kavuştur. Amin !


Saçlarımı kavrayıp beni iki koridor boyunca sürükledi. "Bırak beni Allah'ın belası." diye bağırdıkça zorbalıklarının dozajını daha da arttırdı. "Kes sesini kalt**!"


"Aşağılık Serseri, pislik, ibibik" diye karşılık verdim. Küfür konusunda biraz ders almam gerekiyordu sanırım. Sonunda ayağa kaldırıp elinin tersiyle yere savurdu. Kendimi karın üstü yerde buldum. Büyük demir kapı hayalet kahkahasını andıran korkunç bir gıcırtı sesiyle üzerime kapatıldı. Kilit sesini duyduğumda kaderime küsmek için yürek yakıcı bir sebep daha bulduğumu düşünüp ağlamaya başladım. Şimdi buradan nasıl kurtulacaktım? Bu adam kim bilir bana neler yapacaktı?


Etrafımı tarayıp bir çıkış aradım, yoktu. Duvarlar isli ve küflüydü. Odanın her yanı pislik içindeydi. Daha şimdiden bitlenmiş gibi kaşınmaya başlamıştım. Odanın bir köşesine sinip bacaklarımı kendi kendime yaslanır gibi karnıma çektim. Ne acı ki benim kendimden başka kimsem yoktu. Melis var şapşal diyen kalbime Evet haklısın diye karşılık verdim. Ne yazık ki burada yoktu. Belki de bir daha onu göremeyecektim. Acaba bu haydut beni öldürdükten sonra gömer miydi? Acaba vahşi köpekleri var mıydı? Eyvah! Yoksa beni kesip onlara mı atacaktı? Annecim...


İçerden gelen çocuk ağlamalarını duymamaya çalışarak gözlerimi kapadım. Buradaki çocukların yardıma ihtiyacı vardı ve benim kendime bile hayrım yoktu. Saatlerce bağırıp kapıyı dövdüm fakat sesimi kimse duymayacaktı. Ağlamak istiyordum faydasız olduğunu bildiğim için ağlayamıyordum.


Gücümü toplayabilmek için aklıma komik ve iyi şeyler getirmeye çalıştım. Faydasızdı. Durumum o kadar vahimdi ki iyi şeyler zihnimi teğet geçiyor, akan her dakika umutsuzluk bulutlarını başıma topluyordu. İnsan çok üzgün olduğunda gücünü de kaybedermiş. Tüm enerjim bir zaman sonra bitip tükenmişti. Başıma ne geleceğini bilememek acı vericiydi.


"Efsun!" Ses, uyku uyanıklık arasında giden zavallı, şaşkın zihnimi ayılttı. "Allah'ım yoksa rüya mı görüyorum. Ben iyice delirdim. Ya da erdim." Başımı kaşıyıp kulaklarımı bir kez daha duymak için kabarttım.


"Efsun burada mısın?" Evet aynı sesti. Kısık fakat buna rağmen netliğinden bir şey kaybetmeyen o güçlü ses! "Tamam anlaşıldı. Ben erdim. Zaten hep şüphelenmiştim. Kesin ben şerbetliyim. Gökten haber alıyor bile olabilirim. Melis hep sen bu dünyaya ait değilsin der dururdu." Kaşımı kaldırıp, "Demek ki haklıymış. Hatun bu işi biliyor." diye mırıldandım.


"Saçmalamayı keser misin?" Uykuyu şaplaklayıp iyice ayıldım. Demek hayal değildi. Ermemiş olmak sorun değildi, yemin ediyorum sorun değildi. Sadece buradan kurtulmak istiyorum. Oğlumu bulmak ve buradan kurtulmak... "Kapıya yaklaş, buradayım." dediğinde bu kadar şapşal ve geveze olduğum için kendime kızdım.


"Kimsin!" Kapının üzerinde metal bir açıklık bulunuyordu. Sanırım bu dışarıyı gözetlemek için yapılmıştı. Gözlerim o aralıkta masmavi bir deryaya aktı. O gözleri ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Ne güzeldiler! Seninkiler de mavi abartma dedi iç sesim. Bu şapşal hep bana muhalefet etmek zorunda mıydı?


"Seni buradan çıkarmaya geldim."


Mavi gözlü dev. Onun burada ne işi vardı? Elinde kısa, ince bir tel vardı. Galiba filmlerdeki gibi kilidi onu kullanarak açmayı düşünüyordu. Yaklaşık yirmi dakika geçtiği halde bir ilerleme kat edemedi. Beni kurtarmaya çalışacağına polisi neden aramamıştı bu adam? Sonuçta film çevirmiyorduk ve polisin bu kadar sonra gelmesini gerektirecek bir durum da söz konusu değildi. Umarım tüm bu organizasyon kahramanlık destanı yazmak için değildir.


"Sanırım başaramayacaksın. Bence vazgeç ve polis çağır."


"Bana akıl vermeyi kes." Polisi aramak neden kurtarmaya çalışmaktan daha iyi bir tercih değildi ki?


"Hâlâ bekliyoruuuuuum." Bu sözü bana o yağmurlu gece söylemişti ve şimdi de ben ona söylüyordum.


"Susar mısın? Konsantremi dağıtıyorsun." Bakışlarım koridorun sonundaki çirkin yüzü bulduğunda bacaklarımın bağının çözüldüğünü hissettim. "İşte oldu!" Kapıyı gürültüyle açtı ki sanırım bu sesi o da tahmin etmemişti. "Neden öyle şaşkın şaşkın bakıyorsun." diye çağladığında iri iri açılmış gözlerimle kapıyı işaret ettim.


"Arkanda." Dişlerimi sıkarak genzimden söylediğim o sözün ardından Güney başını çevirmiş ve ense köküne yediği yumrukla kendini ayaklarımın dibine kapanmış bir vaziyette bulmuştu. Eşkıya pis pis sırıtırken bana hissiz bakışlarla son kez bakan Güney'i dizlerime yasladım.


"Ben polisi arayalım demiştim. Hı hı evet!"


***
 

yıldız atmayı yorum yapmayı ve beni Instagram'dan takip etmeyi unutmayınız☺️❤️

seyma_yldz_koc

Loading...
0%