Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm: Düşmanla Diz Dize

@syildiz_koc


Medya: Elveda deme bana (Ercan Demirel)


Düşünmeden davranıyordum. Çoğu zaman bunu yapardım ve bu davranışlarımın sonu hep hayal kırıklığı olurdu. O gün Harzem'in tuzağına düşeceğimden habersiz kendimi hiç bilmediğim bir yerde bulmuştum. Oğluma kavuşma arzusu beni öyle sarmıştı ki davranışlarımın sonuçlarını düşünmek bile istemiyordum. Hedef ve sonuç öne geçince binbir tilkinin dolaştığı beynim stop ediyor hatta çoğu zaman su kaynatıyordu. Bu sebepten olsa gerek yine çamura batan ben olmuştum. Fakat bu sefer tuhaf bir şekilde mavi gözlü devi de düştüğüm çukura çekmiş bir türlü ayrılmak nedir bilmeyen yollarımızı bir düğümle daha birleştirmiştim.


"Çok sayın pop-star hazretleri. Lütfen artık uyanır mısınız?"


Güney gözlerini kırpıştırırken nasıl bu kadar kaygısız olabildiğime şaşırmıştım. Bataklığın içindeydik biz şimdi deli gibi bağırmam, ortalığı ayağa kaldırmam lazımdı. Bu güven nerden gelmişti böyle?Madem gelmişti ille de çeneme vurmak zorunda mıydı? Her geçen gün biraz daha geveze olup çıkıyordum.


  

"Neler oldu böyle?" Suratımdaki şapşal ifadeyi bozmadan uzun uzun yanıtladım. .

" Zil çaldı, horozlar öttü, Arap kızı camdan baktı, Türkiye yine AB'ye giremedi. Bir virüs salgını iki deprem atlattık. Müge Anlı..."

"Yeter. Senden haber bülteni sunmanı istemedim. Sadece nerde olduğumuzu sordum. Pekala boşver!"


Tepkisi sinirlerimi bozmuştu. Ben mi demiştim şimdi çık peşimden gel de birlikte belaya bulaşalım diye. Hem kendisi geliyordu hem de suçlu ben oluyordum. Hıh!


  

"Façalı denilen bir dengesizin eline düştük. Sen süper kahramanlık yapıp beni kurtarmaya çalışacağına polisi arasaydın muhtemelen memurlarla el sıkışıp evlerimize gitmiş olacaktık."


Son sözümü tüm hıncımı çıkarmak ister gibi ters ters bakarak söylemiştim. "Hah!" dedi açılıp kapanan ve her açıldığında kocaman olan burun deliklerini gözüme sokarken. Sanırım onu kızdırmıştım ve ne yazık ki bundan aldığım zevki inkar dahi edemezdim.


"Başının belada olduğunu düşünüp sana yardım etmeye gelmiştim." Beni baştan aşağı süzüp kindar sözlerine bir yenisini ekledi. "Sanırım hata yapmışım. Aslında yapmam gereken şey seni bu kurtlara yem etmekti. O zaman saygıdeğer suçlular senin uzun ve bir kadar çirkef olan dilini kesip yerdi. Ben de senin saçmalamalarından ve asra tafralarından kurtulmuş olurdum. Harika olurdu değil mi?"


      

Cümleleri bittiğinde yüzümün patlıcan gibi morardığını, dudaklarımın ise üst dişlerim tarafından kemirilmek suretiyle kanatıldığını biliyordum. Eğer ellerim bağlı olmasaydı üzerine atılıp onu hemen boğazlayabilirdim. Beni takip ettiği yetmezmiş gibi resmen zavallı Efsun'u bir kalemde harcamıştı.


"Siz tam bir kibir yumağısınız Güney Tunç Atasoy. Sizden yardım istediğimi hiç ama hiç sanmıyorum. Tam tersine peşime düşüp buralara kadar gelen sizsiniz. Sizi bu konuda daha önce de uyarmıştım ve ne yazık ki gördüğüm kadarıyla pek de başarılı olamamışım."


Omuzlarına kadar dolanan ipleri hareket ettirmeye çalışır gibi homurdanarak kıpırdandı. Eee tabi burada gördüğü kötü muamele muhteşem lüks hayatına, star karizmasına uymuyordu. Şimdi kızlarla barda oturup birkaç kadeh bir şeyler içmek dururken, hapishane kuşunun yanında kötü adamların elinde alıkonmak çok da heves edilesi bir durum değildi.


"Efsun Hanım. Bence bu saçma bahsi kapayalım. Kimseyi takip ettiğim falan yok."


Yüzündeki o gergin ifade söylediği yalana kendisinin bile inanmasını güçleştiriyordu.


"Bana bu mekanda da arkadaşlarınızla takıldığınızı söylemeyeceksiniz değil mi?"


Kısa bir sessizlik aramızda dolaştı. Sanırım onu susturmayı başarmıştım. Zaten çirkefliğim karşısında boyun bükmeyen pek bulunmazdı. Skorda bir sıfır önde olduğumu bilerek bileklerimi çözmeye çalıştım ve kahretsin çok sıkı bağlanmıştı. Acaba başımıza daha ne belalar gelecekti?


Aklıma izlediğim korku filmleri geldi. Katil filmlerindeki dehşet sahneleri gözümün önüne düştüğünde gözlerimin kocaman açıldığını biliyordum. Bazen de kötü cin bir anda ortaya çıkar ve herkesi öldürürdü.


"Yine içinden konuşmaya başladın!"


"!!" O gülmek için dudaklarını burktuğunda açılan kapının gıcırtısı başımızı çevirmemize sebep olmuştu. Bakışlarım façalı denilen baş belasını bulmuş ve bulmasıyla birlikte cinlerim tepemde çift kale maç yapmaya başlamıştı.


"Ooooo çifte kumrular sonunda kavuşmuş." Çifte kumrular mı? Ne yani bu şapşal adam bizi sevgili mi zannediyordu? Yutkunup alık alık Güney'e baktım. Onun gözleri de benim üzerimdeydi.Façalı karşımıza geçip cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal çıkardı. Dudakları yanan alevin varlığıyla hemhal olan sigarasından derin bir soluk kopardı. Ciğerleri zehrin geçici hevesiyle bayram ederken ağzından saldığı çirkin dumanı Güney'in iğrenen bakışları eşliğinde yüzüme üfledi. Ben öksürüklere boğulurken Güney'in rengi bozuk sebze tablası gibi renkten renge girmişti.


"Pislik herif." Verdiği tepki içimde tuhaf bir heyecan uyandırdı. Bu rahatsız oluşların sebebi ne olabilirdi. Yıldızlar üzerimize yeni bir hikaye kurgulamıştı da acaba benim mi haberim yoktu?


"Demek rahatsız oluyorsun. Ona yaklaşmam seni kızdırıyor öyle mi?" Bu fikir hiç de iyi olmamıştı. Façalı bana daha çok sokulup önüme düşen perçemimi iki parmağıyla heveskar bir şekilde geriye itti. "Çok hoş bir kadın. Böyle birine asla hayır diyemezdim zaten."


Boynuma dudaklarını sürtüp kokumu gürültülü bir şekilde içine çektiğinde gözlerimi etimden et koparıyorlarmış gibi acıyla yumdum. "Bırak beni!" Sesim Güney'in öfkeden titremesine sebep oldu. Dişlerimi öyle güçlü sıkıyordu ki çenesindeki kasların patlayacakmış gibi şiştiğini görebiliyordum.


"Dokunma ona şerefsiz!" Façalı Erol Taş'ı andıran sevimsiz kahkahasıyla güldü ve başıyla beni işaret ederek dişlerinin arasından geveledi.


"Şerefsiz ha! Sahnelerin prensi konuştu. Dokunursam ne yaparsın şerefli. Yoksa bu halde beni öldürür müsün?"


Yeniden kahkaha sesleri mağarayı andıran bakımsız odada yankılandı. Yedikule zindanlarına sürgün edilmiş mahkumlar gibi elimiz kolumuz bağlıyken Güney bu ipsize ne yapabilirdi ki? Keşke adamı daha da iştaha getirtip delirtmeseydi. Hayat poz atarak kurtarılabilecek bir şey değildi. Keşke sahnelerin prensi de bu konuda benimle aynı fikirde olabilseydi. Resmen sinirlerine hakim olamayarak eşeğin aklına zorla karpuz kabuğu sokmuştu.


Güney'in burnunun ucuna kadar eğilip, "Söylesene ne yaparsın?" diye kindar kindar fısıldadı. Bir yandan da kaşıyla gözüyle beni işaret edip elleriyle ağzını okşuyordu. Sevgili Tanrım lütfen sen aklımı koru. Bu pislik beni iyiden iyiye endişelendirmeye başladı. Güney, başını geriye çekip aniden en gazap dolu haliyle Façalının burnuna geçirdi. Ben hayretle mavi gözlerimi kocaman açarken Façalı inleyerek burnunu tuttu. Ben ise yutkunup içimden Eyvah kelimesi üzerine binbir nameli Anadolu türküleri söylemeye başlamıştım. Bu İblis şimdi ölse bizi bize bırakmazdı.


"Şimdi ne yapacağım biliyor musun?" Güney, bana tepkimi ölçer gibi baktığında korkudan titreyen bacaklarımın buz tuttuğunu hissedebiliyordum.


"Onu da alıp yan odaya gideceğim. Ve sen bizim ardımızdan bakmaktan başka bir şey yapamayacaksın. Sesimizi duyacaksın, sevgilinin benimle olduğunu bileceksin ama bağırmaktan başka bir şey yapamayacaksın."


Güney, ilk defa küfür üstüne küfürler ederken korkudan sesimi çıkaracak bile kadar halim kalmamıştı. "Hayır!" Haykırışım boğazımdaki tüm susuşları gözler önüne serdi. Sanki boğazım biriktirdiği tüm haşereleri o an boşaltmış ve sustuklarımın diyetini ödemişti.


Adam üzerime doğru gelirken deli gibi bağırıyordum. Aynı işkenceyi bir kez daha yaşayamazdım. Aklıma gelenler öldürücüydü. Boğazımda dolaşan salyalar, bedenimin maruz kaldığı öldürücü baskı ve canımı tenime kazır gibi yapılan duygusal şiddet... Bunları düşündüğümde defalarca "Hayır, hayır, hayır..." diye bağırdım.


Henüz bana dokunmamıştı bile fakat bunun düşüncesi bile kendimi bağlı olduğum sandalyeyle birlikte gerisin geriye atmama sebep oldu. Adam üzerime doğru gelirken düştüğüm zemine başımı gömdüm. Düşünmeyi, görmeyi, duymayı ve hissetmeyi reddediyordum. O an tek dileğim maruz kalacaklarımı hissetmemekti. Ruhumun bedenimden ayrılıp o ortamdan başka bir yere gitmesini istiyordum. Gitmeli ve bir daha asla geri dönmemeliydi. Dayanamazdım artık. Günlerce derimi ova ova mosmor edip soyuluncaya kadar yıkanmak, her gün uykuya tenimde hissettiğim viski kokusuyla dalmak ve boynumdaki morlukları aynaya her baktığımda görmek bu saatten sonra tahammül edebileceğim şeyler değildi.


Façalının eli omzuma dokunmaya kalktığında keskin bir çınlama sesi duydum. Ben daha ne olduğunu bile anlamadan o Nemrut adam hemen yanıbaşıma düşüp kaldı. Başından kan geldiğini gördüğümde o gece yaşadıklarım aklıma düştü. Aynı şeyi yaşamıştım. Kendimi korumak için gözünün yaşına bakmadan tacizci, zoraki kocama öldürücü bir darbe indirmiştim. Bu gün beni korumak için aynı darbeyi Güney Façalıya geçirmişti. Hayat beni geçmişimle daha ne kadar tokatlayacaktı?


Kocaman açılmış gözlerimle bağlı olduğum sandalyeyle birlikte yerde deli gibi debeleniyordum. Ağlamalarım ve sayıklayışlarım bana çıldırmışım gibi bakan Güney'i hayrete düşürdü. Elindeki bira şişesini yere bırakıp iplerle ve sandalyeyle boğuşan bana yöneldi. O bana yaklaşmaya çalışırken "Öldü, öldü, öldü!" diye defalarca bağırıp ağladım. Çok canım yanıyordu. Ruhumun ıstırabı hiçbir desteği kabullenmeyecek kadar çoktu.


"Sakin ol! Sana sakin ol dedim."


Güney'i görmüyor sadece kendi kanlı eklerimi görüyordum. O korkunç günü bir kez daha yaşamak zorunda mıydım? Zihnim biraz olsun silinse ve acılarım dinse ne olurdu? "Öldürdük onu! Öldürdük! Katil olduk."


Ben hüngür hüngür ağlarken iplerimi çözüp bulunduğu yerde çırpınan zavallı bedenimi kollarının arasına aldı. "Sana sakin ol dedim."


Elleri şakaklarımda küçük dokunuşlar eşliğinde daireler çizdi. "Sana zarar veremez. Ölmedi, sadece bayıldı. Yaşıyor anladın mı? O pislik hayatta. Katil olduğumuz falan yok Efsun. Beni duyuyor musun?"


Hıçkırıklarım ve sayıklayışlarım devam ederken nemli bakışlarım o zalim adamın üzerinde dolaştı. Gerçekten ölmemiş miydi? Göğsünün inip kalktığını fark ettiğimde nefes aldığından emin oldum.


Yarı baygın bir halde "Ölmedi." diye sayıkladım. Yüzümde açan gülümseme Güney'in hüzünlü bakışlarına rağmen beni geçmişten koparamadı. Beni kollarının arasına aldı. "Polis gelmek üzeredir. Hadi çıkalım buradan."


Polis mi demişti? Ne yani polise haber vermiş miydi? Peki neden bu kadar geç? Kolumdan tutup kaldırmaya çalıştığında güç bela doğrulabilmiştim. Fakat doğrulamamla birlikte baş dönmesine mide bulantısı eşlik etti ve kendimi onun kollarında buldum. Sanırım uzun süre aç kaldığım için bu kalkış beni daha da bitap düşürmüştü.


"İyi misin? Yüzün bembeyaz oldu."


Başımı hayır anlamında salladım. İyi olduğumu hiç sanmıyordum. Elleri belimi sardı ve başım istem dışı göğsüne yaslandı. Kokusunda huzur verici bir şeyler vardı ve sıcaklığı beni sebepsizce mutlu hissettiriyordu. Başka bir şey vardı onda. Yaratılan tüm erkeklerden çekinip korksam da onunla yakın olmak beni endişelendirmiyordu. Alnımın dudaklarından gelen ılık meltemle kucaklaştığını hissettim. Kalp atışları tatlı bir ezgi gibi kulaklarıma doldu. Biraz önce ona kızgın olduğum için kendimi bir aptal gibi hissediyordum. Ama nedense gururumu onunla tartışmaktan alıkoyamıyordum.


Uzun bir koridordan geçip, bir başka kapıya yöneldik. Kulaklarıma gelen metal sesi Façalının façasının bozulduğunu haber veriyordu. Çocuklar toparlanmış ve polislerle birlikte bulundukları o korkunç yerden alınmıştı. Gözlerimi güçlükle açıyordum. Etrafı dolduran siren sesi ve polis ışıkları tıpkı o geceki gibi gözlerimi istila etti.


Kadınlı erkekli memur grubu üzerimize doğru geldikçe kendimi daha da ona yasladım. Oysa biliyordum. Bu sefer yaka paça götürülecek olan ben değildim ve buna rağmen içimdeki o korkuyu benliğimden söküp atamıyordum.


Büyük bir bıçak darbesi almıştım. Yara kapanmıştı ama dikiş izleri hala yerli yerinde duruyordu. Hiçbir acı hissetmeyeceğimi bilsem de bir kez acıyı duyumsamış ve iyileşen yaraya bile dokunurken ürker olmuştum.


Uyumak istiyordum. Bu gün yaşadığım her şeyin bir kabus olmasını dileyerek uyumak istiyordum. Uyku uyanıklık arasında dolaşırken, "Hasta bir çocuk var." diye sayıkladım. "Yiğit yaşlarında hasta bir çocuk. Kurtar onu." Bir süre koridor boyunca yürürken sessiz kaldı. Sesimin yankısı onun soluk seslerinin yankısıyla buluştu. "Kurtar!"


"Yiğit kim?" Buna cevap vermedim. Ona anlatacak iyi bir hikayem yoktu. Suskunluk pelerinli bir kurtarıcıdan fazlası değildi. Polislerin sesini duyabiliyorum. Gözlerimin hayal meyal seçtiği görüntüler içimi burkmuştu. Gazeteciler gelmişti. Tıpkı o geceki gibi... Fakat bu sefer bileklerimdeki kelepçelerle tutuklanmıyordum. Onun kollarında bir bilinmeze doğru sürükleniyordum.


"Güney Bey, bir açıklama yapar mısınız?" diyen ses Mavi gözlü devde sıkıntılı bir homurdanmaya sebep oldu. Her an her yerde basınla uğraşmak epey güçtü. Ağzımıza kadar sokulan mikrofonların arasından sessizliğimizi koruyarak sıyrıldık. Onları dağıtıp bizi araca yönlendiren o tanıdık sese minnet duymadan edemedim. Sanırım bu adam menajeriydi. Göz kapaklarım korkuyla kısıldı. Her yanımız patlayan flaşlarla doluydu. Gürültü ve hengâme için için ağlamama sebep oldu.


"Korkma! Her şey geride kaldı." Korumalar eşliğinde hızla o sarışın adamın bizi yönlendirdiği araca bindik. Ön koltuğa Güney geçmiş hemen yanındakine ise dakikalar içinde beni yerleştirmişti. Bedenim ondan ayrıldığında üşüdüğümü hissettim. Çok soğuktu. Buzlarla dolu bir havuzda yüzüyormuş gibi afallamıştım. Araç tıngır mıngır yol aldı bir süre. Uyku uyanıklık arasında araç farlarını görüyor, şehrin göbeğinde hızla yol aldığımızı hissediyordum.


Yavaş yavaş zihnim karardı ve başım gayriihtiyari omzuna düştü. Ne hissettiğini bilmiyordum. Neden peşimde olduğunu da. Ama iyiki vardı. İyiki yanımdaydı. Kendimi hiç bu kadar güvende hissetmemiştim.


Güç hiçbir zaman kanımda deli bir kurşun gibi dolaşmamıştı. Hayatın bizi nerelere sürükleyeceğinden habersiz sadece o anı yaşadım. Ona gereğinden fazla güvenmiyor muydum? Belki evet belki de hayır. Bunu düşünecektim. Elbette ölçüp tartacaktım ama o an sadece yanında olduğu şu anları yaşamak istiyordum.


      

💫💫💫

  

Yıldızlar şarkı söyler miydi? Aşık olup serenat yapar mıydılar mesela? Ben yıldızları onun gözlerinde görmeye başlamıştım. Ona çekildiğimi hissediyordum. Bakışlarında güçlü, öfkeli bir adam vardı. Ama insan onca kin pırıltılarının aksine yüreğine değmek için can atmadan edemiyordu.


Kalbim başka türlü atıyordu. Hiç atmadığı gibi, hiç çarpmadığı gibi çarpıyordu. Sanırım içimde bir şeyler bana rağmen, geçmişime rağmen filizlenmekten kurtulamıyordu. Yaramaz kız bu sefer vurgunu kendisine mi yapmıştı, bilmiyorum. Ama üzülmekten, hayal kırıklığına uğramaktan deli gibi korkuyorum.


       

Seviyorum anlasana halimi,

Görsen artık yüreğimdeki yangını,

Gör artık bendeki vurgunu,

Ben sende buldum kendimi. La la la...

  

İnsan bu güzel sesin düşünden kendisini nasıl kurtarırdı? Rüyada gibiydim. Gözlerimi aralayıp şampanya rengi duvarlara göz kırptım. Büyük, oymalı, kapı ve spor detayları olan kanepeler gözüme ilişen ilk şey oldu. Tüylü halı doğrulur doğrulmaz çıplak ayak parmaklarımın arasında kendine yer buldu. Bastıkça küçük masaj hareketleri hissediyormuş gibi rahatladım.


Nerede olduğumu bilmiyordum. Büyüleyici rahatlıktaki yatakta harika bir uyku çekmiştim. Bedenimde bazı sızılar vardı. Omuzlarımdan aşağıya doğru ince dairesel sızılar hissediyordum. Sanırım bu halatla bağlanmanın bıraktığı izlerdi. Saçlarımın çözüldüğünü, üzerimdeki kot pantolonun ise bacaklarımı terk ettiğini fark ettim.


Hızla ayağa kalkıp dev aynaya göz attım. Bakışlarım bedenimi ince ince dilimlerken çığlık atmamak için ellerimle ağzımı kapattım. Bunlar nasıl bedenimde yer bulmuş olabilirdi. Kendi giysilerimi kim çıkarmış ve yerine bunları giymemi sağlamıştı? Yan odadan gelen büyüleyici ses bir anda kesildi. Hemen ardından birkaç tıkırtı kulaklarımda rahatsız edici bir yankı bıraktı. Neredeydi? Bu elbise kime ait olabilirdi ve üzerime nasıl ilişmişti?


Tırnaklarımı avuç içime batırarak dişlerimi sıktım. Nerde ve kimle olduğumu bilmiyordum. Beynim bulanmış, düşüncelerim aklıma savaş açmıştı. Kapıyı usulca açıp merdivene yöneldim. Çıplak ayaklarımla basamakları inerken kıkırdama sesleri devam ediyordu. "Hadi Esmer. Hadi kızım."


Bu Güney'in sesiydi. Kahkahalar git gide artıyordu. "Vay canına bu harika. Böyle numaraların olduğunu bilmiyordum. Hımmm! Sanırım bunu yapmam senin de hoşuna gitti."


Dolan gözlerime inat dişlerimi ağlamamak için dudaklarıma geçirdim. "İçerde bir kadınla." Dudaklarımdan dökülenler kalbime cam misali batmıştı. Demek beni yan odada baygın bir halde bırakıp diğer odada başka kadınlar mercimek fırın işlerine girişiyordu.


"Ah benim yaramaz kızım. Bunu daha az ortalığı dağıtmadan yapmayı öğrenmelisin."


Hah şuna bak! Artık ne dehşet verici şeyler yaşıyorlarsa ortalığı dağıttığı için bir de kızı azarlıyor. Ondan hoşlandığımı düşünerek ne korkunç bir hata yapmışım meğer.


"Natalie, ayaklarımı yalamayı nerden öğrendin?"


Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Demek fetişleri de vardı. Iyak! Bundan daha itici bir şey düşünemiyordum bile. Üstelik kız ecnebi. Güney'in kahkahaları devam ederken sinirden ağlamak üzereydim. İnsan nasıl bu kadar midesiz olabilirdi ki?


"Ah bu ana kız beni delirtecek!" Başımdan aşağı kaynarsalar dökülmüştü. Ana-kız aynı anda... Daha fazla dayanamayıp şimşek hızıyla soluğu içerde aldım.


"Bu saçmalıklar da ne demek oluyor?"


"Saçmalık mı? Ne saçmalığı?"


Gözlerimi kapatmış mide bulandırıcı manzaralara karşı kendimi korumaya almıştım. Keşke korumaya aldığım gibi sessiz moda da alıp yaptıklarını umursamadan evden kaçarak gidebilseydim. Gözlerim kapalı öfkenin ağlarında tepelenir gibi gazap dolu bağırdım.


"Yaptığın şey iğrençlik. Bu kadar mısın ha?"


Kısa bir sessizliğin ardından bocalamış bir şekilde, bağırdı. "Sen neden bahsediyorsun? Neymiş iğrenç olan? Kendi evimde ne yapacağımı sana mı soracağım?" Resmen görmemek için göz kapaklarımla göz bebeklerimi dövüyordum fakat duymamak kontrolümde olan bir durum değildi.


"Hem sen neden gözlerini kapatıyorsun?" Burnumu kırıştırarak, "Görmemek için!" diye bağırdım. O, "Neyi?"diye sorduğunda filmlerdeki gibi bir silahım olmadığı için Tanrıya minnet ettim. Her an elimden bir kaza çıkabilirdi. O an ayaklarımda bir ıslaklık hissettim.


"Natalie ona dokunma kızım seni de kendisi gibi bir cadıya çevirebilir." Gözlerimi açtığımda hayretten neredeyse dilim tutulacaktı. "Köpek!"


"Aaaa, köpek deme bozuluyor!"


Güney kollarını kavuşturup kaşını kaldırırken düşündüklerim için kendimden utandım. Ne yani bahsi geçen şey sadece bir köpek miymiş? Yüzümde kocaman, sevgi dolu bir tebessümle Golden cinsi yavru köpeği kollarıma alıp okşamaya başladım. Kuyruğunu sallaya sallaya patilerini bana uzattı. Sanki bana selam veriyor, sevildiğini bilir gibi gülümsüyordu.


"Ben de şey zannettim. Şey işte!"


Umarım o şeyin ne olduğunu anlamamıştır. Sevgili yıldızlar, Lütfen bu aptallıklarıma bir çözüm üretin, aksi takdirde rezil kepaze olmaktan asla kurtulamayacağım. Keşke şu evren dedikleri şey gönderdiğim mesajlardan bir şeyler kapsaydı da kör talihimi biraz olsun parlatabilseydi. Güney, başını muzır bir şekilde salladığında bakışlarımı kaçırıp önümdeki sevimli şeyle ilgilendim. Soracağı sorulardan ancak böyle kaçabilirdim.


Köpekleri sevmelere doyamıyordum. Annesi Esmer, Natalie'nin beni sevdiğini görünce dikleştirdiği kulaklarını kısa sürede indirdi ve hemen yanıma eğilip ayaklarımın dibine uzandı. Onu sevip okşamak da en az yavrusu kadar iyi hissettirmişti. Sanırım kendi evime de bir köpek alma zamanım gelmişti. Güney yanımıza gelip Esmer'e tatlı tatlı söylendi. Elindeki lastik topu sevimli pıtıra attığında nefesimi tutmuş olacakları gözlüyordum.


"Hadi bakalım öğrettiğim bu güzel numarayı misafirimize de göster."


Köpek ne dediğini anlamış gibi partileri üzerinde yükseldi. Burnunun ucuyla lastik topu havada birkaç kez hoplattığında heyecandan kalbim göğüs kafesime bir beden büyük geliyordu.


"Bu harika! Çok zeki ve yetenekli bir köpek." Güney 32 diş sırıtırken, "Köpek değil Esmer!"diye düzeltti. "Esmer!" diye tekrar ettim ama kafamdaki bilmece henüz cevabını bulmamıştı.


"Neden Esmer? Sonuçta bu köpek Golden. Sarışın falan olmalıydı ismi."


Sözüm Güney'i kaygısızca güldürse de Esmer yere kapanıp ölü taklidi yapmaya başlamıştı. "Şimdi neden olduğunu anladın mı?"


Haklıydı. Bence de Esmer'i kendi ismiyle yalnız bırakmakla daha doğru bir iş yapmış sayılırdık.


Odadan çıkıp sevimli dostlarımızı açık olan bahçe kapısına yönlendirdik. Sanırım dolaşmak onlara iyi gelecekti. Onlar bahçede anne-kız dolaşırken evin verandasının korkuluklarına oturmuş, büyük bir keyifle onları izliyordum. Sırtımı demire yaslayıp hüzünle karışık bir sevinçle o güzel manzaranın ve ikindi saatlerinin tadını çıkarmak istedim. Kendimi bu evde yabancı hissetmemiştim. Sanki yıllardır hep gelip gidiyordum. Ya da burası benim evimdi. Belki de bizim evimiz.


Üzerimdeki kavun içi rengindeki düz kesim elbise rüzgarda hafifçe dalgalandı. Bunu hala nasıl giydiğimi bilmiyordum. Kısa kollu ve belden aşağı dökümlüydü. İtiraf etmeliyim zevkli bir tercihti. Ve şımarmak gibi olmasın bana da çok yakışmıştı. Güzele ne yakışmaz! Hi hi !


Biraz çekiştirdiğimde elbise giymeye alışkın olmadığımı anlamıştım. Çocukluğumdan beri oğlan çocukları gibi pantolon giyer, saçlarımı genellikle kısa keserdim. Sokaklarda top koşturmayı çok sevdiğimden üstüm başım hiç temiz kalmazdı. Yüzümün pasını gören annem söylense de ben bu oğlan çocuğu modundan gayet memnundum. Bu gün ister istemez yeni tarzımı yadırgamıştım.


"Sanırım üstündekileri pek sevmedin." Sesin geldiği tarafa baktığımda Güney'in elinde bir çay tepsisiyle geldiğini fark ettim. Bunları bizim için mi hazırlamıştı?


Çay fincanını bana uzatıp hemen yanıma oturdu. O rahatsız korkuluklarda Tarzan ve Jain gibiydik. Sanki tırmanıp tüneyecek başka yer yoktu.


"Neden oraya gittin?"


Konunun ciddileşmesi yudumladığım çayın boğazımda kalmasına sebep oldu. Sessizlik... Aramızdaki yegane şeydi. Ne öğrenmek istiyordu? Neden bu kadar belalı olduğumu mu? Ona hiçbir şey anlatamazdım. Sabıkalı olduğumu, bir katille konuştuğunu bilmemeliydi. Oğlumu ve diğer hiçbir şeyi söyleyemezdim. Benimle ilgili tek bir bilgi bile çorap söküğü gibi tüm hayatımı ayaklarının dibine düşürürdü. Tam da bu yüzden aslında birbirimizden uzak durmalıydık.


Kim olduğumu öğrendiğinde beni başından atmak için her şeyi yapacaktı. Bu çok gurur kırıcı bir durumdu ki ben asla onursuz yaşayamazdım. Sedefli fincanı yeniden dudaklarıma götürdüm. Konunu değişmesini istiyordum. Orada yaşadıklarımı düşünmek içimi acıtıyordu.


"Bu konuda konuşmak istemiyorum. Şimdi senin ne işin var diye sorarım ve yine sessizlikten başka bir şey elde edemeyiz. Belki de susmak en doğrusu!"


Yüzünde belirgin bir hayalkırıklığı peyda oldu. "Bazen susmak sadece acıtır. Hem de çok..."


Neden susmak acıtacaktı ki? Birbirimizi acıtacak kadar iyi tanımıyorduk ve aramızda büyük bir bağ olduğu da söylenemezdi. O zaman bu hayal kırıklığının nasıl bir sebebi olabilirdi?


"Elbisen çok yakıştı."


En son ne zaman iltifat duyduğumu bilmiyordum. Bu beni utandırdı. Normalde böylesi bir durumda karşımdaki kişinin bana asıldığını düşünüp dişlerini eline vermem lazımdı ama gözleri masum bakıyordu. Bir starın kibrini taşıdığını düşünmememi sağlayacak kadar masum... Ama farklıydık işte! Ciğercinin kedisiyle sokak kedisi bile aşk yaşayabilirdi ama bizim için tatlı bir aşk masalı yazılamazdı.


Of! Neler düşünüyorum ben böyle! Aptal Efsun! Sadece birkaç kez gördüğün birine nasıl bağlanıp bir şeyler umabilirsin ki? Topla pılını pırtını defol git yanından. Ateşle oynuyorsun! Hem de ne ateş!


"Yine içinden konuşmaya başladın!"


"Hı!"


Dudaklarındaki çay damlasını yaladı. "Çok fazla içinden konuşuyorsun. Sanırım biraz benimle konuşsan çok daha mutlu olacağım."


Sessiz kaldım. Bu doğruydu. Hapiste yalnızdım ve yaşadığım travmatik olaydan sonra uzun süre kimseyle konuşmamış ve hep bir iç muhasebesi yapmıştım. İç konuşmalarım muhtemelen o günlerden kalma bir alışkanlıktı.


"Bilmem ben çok konuşurum aslında ama senin yanında konuşacak bir şey bulamıyorum. Ne bileyim! Öyle işte!"


"Elbisenin yakıştığı konusundaki düşüncelerim gerçekti."


Yüzüm yeniden kızardı ve bu durum genişçe gülümsemesine sebep oldu. "Bunu bana sen giydirmedin değil mi? Yani bu iyi bir şey değil."


Derin bir iç çekip ayağa kalktı. Elindeki nefis kurabiyeyi iştahla yerken ben hâlâ sorumun cevabını bekliyordum. "Ben giydirmedim." dediğinde rahatladım. "Onu asistanım giydirdi. Birkaç küçük işi var. Bir saat içinde gelir." Bedenime hiçbir erkeğin dokunmasını istemiyordum. İstediğim tek şey mesafeydi.


"Anladım." Biraz sessiz kaldım. Bir şeyleri saklayarak iletişim kurmak epey güçtü.


"Güney Bey telefon size."


Evdeki yardımcısı ev telefonunu Güney'e uzattı. O da hemen yan tarafımızdaki merdivenden telefonla birlikte indi ve önemli bir meseleyi konuşuyormuş gibi ciddi bir tavır takındı. Sırtı bana dönük olduğu için onu uzaktan çekinerek de olsa izleyebiliyordum.


Sarışın erkekleri sevmezdim fakat o bu kategoriye dahil edilemeyecek kadar çekici ve yakışıklıydı. Mavi bakışları içimdeki tüm kötü üzücü hatıraları ruhumdan çekip alıyor ve bana sadece onun maviliğinin yer edinebildiği eşsiz bir rüyayı yaşatıyordu. Tanımıyordum bile fakat tüm çocukluğumu dizlerinde geçirmişim gibi bir aşinalık vardı içimde. Zehri bedenimde fethetilmedik tek bir kale bile bırakmamıştı.


Buradaki varlığım bir hataydı. Gitmeliydim. Ayağa kalkıp üzerimdeki elbiseye rağmen çıkışa yönelmek istedim. Kendi kıyafetlerimin nerde olduğunu bilmiyordum ve giyilebilecek durumda olduklarından da pek emin değildim. Şimdilik gitmek en iyisiydi, başka bir gün elbiseyi telafi edebilirdim.


Bardağı bırakıp ikinci kapıya yönelirken cep telefonunun melodisi adımlarımı durduran tek şeydi. Uzun uzun çaldı. Güney'in geri dönüp onu cevaplamak gibi bir derdi olmadığın anlamıştım. Kimin aradığını görmek için telefona baktığımda Asistanı olan kadının adının yazdığını gördüm. Sanırım telefonu açmamdan hoşlanmayacaktı. Yine umursamazca gitmemek için direnen ayaklarıma inat çıkışa yöneldim. Fakat bu sefer de sms sesi gitmemek için ayak direten gururuma bahane olmuştu. Merakıma yenilip telefon ekranına göz gezdirdim. Bu yaptığımın doğru bir şey olmadığını biliyordum ama merakıma direnmek benim için epey zordu. Yazılanlar kısa süreli bir kalp krizi geçirmeme sebep oldu.


"Güney Bey. Harzem'e istediği parayı vereceğimizi söyledim. Sizinle görüşmeyi kabul etti." Teyzemin telefonuna gelen mesaj beynime bir şimşek gibi indi. Harzem bir kadının kendilerine para vereceğinden bahsetmişti. Yoksa bu kadın Güney'in asistanı mıydı?


Güney, afallayan yüzümü yüzünde dolaşan hayret dolu ifadeyle karşıladı.


"Seni beklettim." Toparlandığımı fark edince isteksizce, "Kalkıyor muydun?" diye sordu. "Evet."


Bakışlarımdaki öfke onu iyiden iyiye hareketlendirmişti. "Seni bırakayım." Cep telefonumu alıp yüzüne bile bakmadan,"Gerek yok!" dedim. Arkamdan işler çeviriyordu. Bunu anlamamak için IQ seviyemin yerlere düşmesi ve ayaklar altında ezilmesi gerekiyordu. Ona bir şey sormayacaktım ve o da söylemeyecekti. Bakalım bu oyun daha ne kadar bu şekilde devam edecekti?


Yanından omuz atar gibi geçip onu kafasında birbir soru ile bırakarak şaşırtmıştım. Kolumdan tutup, "Lütfen izin ver!" dedi. "Bir saat sonra hava kararacak. Yalnız gitmeni istemiyorum." Neden beni düşünüyordu. Neydik ki biz? Annem bile beni bu kadar düşünmemişti, o kim oluyordu? Sakin ol kızım Efsun! Öfkeni belli edersen hata yaparsın. Gerçekleri öğrenmeden yüzleşmek yok!


"Bana bir iş teklifinde bulunmuştunuz. Teklifiniz hâlâ geçerliyse kabul ediyorum. Sizinle çalışmaktan memnuniyet duyacağım."


  

  ***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️💫


instagram: seyma_yldz_koc

Loading...
0%