Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.Bölüm: Koordinat

@sylph

Veteriner o kadar emindi ki kendi gördüklerimden şüphe etmiştim. Sakince operasyon masasının üstünde duran kanlı fularıma baktım. Ardından bakışlarımı elimdeki eldivenlere indirdim.

Sorun bende değildi. Kanlı fularım ve elimdeki eldivenler bunun kanıtıydı.

Elimde tuttuğum siyah eldivenleri giydim. Burada dönen büyük oyun, ben içine dahil olmadan yaşanıp bitmişti. Veteriner için olanlar sanki hiç olmamış gibiydi.

"İyi günler!" diyerek veterinerden ayrıldım.

Bu olanlar garipten de öte. Biri bana bu yaşadıklarımı anlatsa dalga geçerdim. Şimdi kendim yaşamama rağmen... Bu mantıkla açıklanabilecek bir şey değil!

Sakince kafeye yürüyordum, fakat hala yaşadıklarım çarpık geliyordu. Simülasyondaki bir hata gerçeklik algımı bozulmuş gibi...

Çalan telefon sesiyle montumun cebindeki telefonu çıkardım.
"Efendim?"
"Risin neredesin kaç saattir? Kahve iç geliyorum dedin, dördüncü bardağımı bitirdim sen hala yoksun!"
"Şey, geliyordum..." dedim cümlemin devamını getiremeden.
Gerçekten aklımı kaçırdığımı düşünürdü, biliyordum ve deli muamelesi görmemek için susuyordum.

Ne diyecektim ki? Yaralı bir kutup tilkisi bulup veterinere götürdüm, ama sonra yaşlı bir kadın geldi ve onu alıp ortadan kayboldu. Sonrasında da kimse hiçbir şeyi hatırlamıyordu mu?

"Ee, geliyordun, ne oldu sonra?" dedi, cümlemin devamını getirmemi bekleyen Aida.

"Bir şey yok, sadece biraz başım döndü. Şimdi geliyorum," diyerek, aklıma gelen ilk ama en mantıklı bahaneyi kullandım ve ona cevap verme şansı tanımadan aramayı sonlandırdım.

Onun triplerini şu an hiç çekemeyeceğim.

Acele etmeden sakince yürüyerek, kafeye varana kadar kafamı biraz toparlamayı umut ediyordum. Ama yol kafamı toparlamak için yeteri kadar uzun değildi.

Kafe sahilde, hemen denizin kenarındaydı. İçeriye girer girmez karşımda Aida'yı gördüm.

Yanına ilerlerken aynı zamanda kafedeki değişiklikleri inceliyordum.

Yazın üstü açık olmasına kıyasla, şimdi üstü kurulu olan mekanik sistem sayesinde kapatılmıştı.

İçerinin sıcak havası, soğuktan üşümüş olan burnumu ve yanaklarımı sızlattı.

Aida yanına vardığımda oldukça mutsuz ve sinirli görünüyordu. "Sonunda gelebildin! Neden bu kadar uzun sürdü? Senin evinden burası arabayla on beş dakika," dedi somurtkan bir suratla.

Çektiğim ahşap renkteki sandalyeye oturarak, "Sana da merhaba Aida, tabi arabam bende olsaydı bu mümkün olabilirdi," dedim.

"Neden araban sende değil, anlamadım?" dedi baygın bakışlarıyla.

Şu aralar bu kızın hareketleri neden bana bu kadar batıyor?

"Aldrin arabamla kaza yapmış da o yüzden. Neyse ne ya uzatmayalım konuyu, zaten gittikçe daha sinir bozucu oluyor."

"Peki canım nasıl istersen," dedi ve derin bir nefes alarak devam etti. "Ee, Aldrin gelmiyor mu? Hani kız kardeşiyle ilgili konuşmaya geldik ya buraya."

"Yani ne demeye getiriyorsun? Onun kız kardeşi de senin arkadaşın değil mi?" dedim dayanamayarak.

Sanki buraya Aldrin'e yardım etmeye gelmişte, kendisinin olayla hiçbir alakası yokmuş gibi konuşuyordu.

Gözlerini kaçırarak saçlarıyla oynamaya başladı. "Ne alakası var canım öyle mi dedim sanki. Sen de konuyu çok farklı yerlere çekiyorsun."

Sakin kalmaya çalışıyordum ama, şu durumda pek de mümkün olacak gibi görünmüyordu.
"Aldrin gelebilirse geleceğini söyledi, ama kesin olmadığından biz konuyu konuşmaya başlayalım. Aldrin gelirse ona da özet geçeriz."

"Peki ama başlamadan önce atıştırmak için bir şeyler mi sipariş etsek? Sanırım seni beklerken içtiğim dört fincan kahve beni acıktırdı," dedi gözleri iştahla parlarken.

Kahvaltı yapalı yaklaşık iki buçuk saat olmuştu, ama kahvaltımı hafif yaptığım için biraz atıştırsam fena olmazdı.

Yenilgiye uğramış gibi ellerimi kaldırarak, "Pekâlâ öyle olsun madem," dedim.

Masanın köşesindeki iki menüden birini bana uzattıktan sonra, kendi menüsünü dikkatlice incelemeye koyuldu. Birbiri ardına sayfaları çeviriyor kararsız bir ifadeyle kendi kendine mırıldanıyordu.

Bakışlarımı Aida'dan çekip, bunun yerine elimdeki menüye bakmaya karar verdim.

Menünün karmaşık yapısı, pek çok kültürün yiyeceğini barındırmasından kaynaklanıyordu.

Bu karmaşıklığa yabancılık çekmeyerek, ne yemek istediğime karar vermeye çalışıyordum.

Daha önce yediğim ve aşina olduğum bir şeyler istiyorum.
Biraz daha bakındıktan sonra, karşıma çıkan en mantıklı seçeneği istediğime karar verdim.

Aida çoktan garsonu çağırmış isteklerinin listesini tutturuyordu.
"Evet, bir porsiyon sığır etli gyoza, bir porsiyon teriyaki soslu tavuklu udon ve bir de tavuklu burrito ama bol peynirli olsun. İçecek olarakta iki kutu diyet kola lütfen," dedi.

Tek nefeste bütün bunları söylediğinde işinin ehli bir rapçiyi andırıyordu. Dediklerini arkadaşı olmama rağmen ben bile zar zor takip edebilmiştim.

Garson yüzünde acı bir ifade ile hızlıca not almaya çalışıyor, kaçırmamak için kendi sınırlarını zorluyordu.
Bu kış gününe rağmen, alnından akan teri görebiliyordum. Zavallı garson hayatının şokunu yaşamış şekilde, derin bir nefes alıp bana baktı.

Yüzündeki korkuyu görmemek için aptal olmak gerekirdi. Elinde not defteri ve kalemiyle endişe içerisinde benim ne sipariş vereceğimi bekliyordu.

"Bir porsiyon nachos, üstünde jalapeno ve bolca peynir olsun. Ah, bir de salsayı ayrı koyuyorsunuz değil mi?" Salsayı üstüne dökerlerse tortilla cipsleri erkenden yumuşuyor. Benim gibi, atıştırarak yavaşça yemeyi seven biri için kötü son demek bu.

"E-evet efendim. Başka bir isteğiniz var mı?" dedi garson hala tedirgindi.

"Tabi içecek olarak, ayranınız var mı?" dedim heyecanla gözlerim açılmış şekilde. Gazlı içecekler midemi rahatsız ettiğinden, benim için kötü bir seçimdi.
Meksika mutfağı denildiğinde acı, acı denildiğinde de benim aklıma ayran geliyordu.

Şaşırmış bir ifadeyle garson bana bakıyordu. "Tabi ayranımız var efendim. B-başka bir şey?"

"Şimdilik bu kadar, teşekkürler," dedim şaşırmış garsonu anlayışla karşılayarak. Garson yanımızdan ayrıldığında Aida'ya baktım.

"Atıştırmalık bir şeyler?" dedim kaşlarımı kaldırarak. İştahına göre kilosu geride kalıyordu. Konuşarak yakıyor herhalde canım kankam.

"Evet atıştırmalık bunlar, tabi diyette olduğum için," dedi kollarını bağlayıp bakışlarını kaçırırken.

Başımla onayladım. "Tabii ki diyette olduğunu, diyet koldan anlıyoruz değil mi?"

Kendimi onun dağları yiyebilecek iştahı karşısında, gülmemek için tutuyordum. Ne kadar eğelenceli olsa da, gülersem bunu ciddiye alıp kırılabilirdi.

"Evet yemekleri de söylediğimize göre, şimdi asıl konumuza dönebiliriz." dedim, konuşmaya hiç başlayamadığımız konuyu gündeme getirerek.

"Sen anlatacaksın canım bilgi akışı sende şu an. İrene'e ne oluyor, Aldrin bu konuda ne düşünüyor ve dün Marco'yla ne konuştunuz? Hepsini şu an öğrenmek istiyorum, güncelle beni!"

Şüpheyle kaşlarımı çattım. "Sen Marco'yla konuştuğumu nereden biliyorsun?"

Bu, dün gece herkes ayrıldıktan sonra yaptığım bir şeydi. Bunu ben ona söylemeden nasıl bilebilirdi?

"Sakin ol dostum. Marco'yu aramıştım sadece, ondan öğrendim yani," dedi, benim onu sorgulamamı kınayarak.

"Üzgünüm, sadece her pürüz beni işkillendiriyor," dedim başımı sallayarak.

Meraklı bakışlarla ne zaman anlatmaya başlayacağımı bekliyordu. Ben de onu çok bekletmemeye karar vererek anlatmaya başladım.

"Aldrin'e, İrene'in anormal tavırlarından bahsettiğimde, kendince İrene'i sınayacağını söylemişti. Bunu sana zaten hastanede söylemiştim hatırlıyor musun?"

Başıyla onaylayarak dinlemeye devam etti.
"Aldrin, ona babasının öldüğü gölü hatırlayıp hatırlamadığını sormuş. İrene'de buna cevap olarak hatırladığını ve bu konuda üzüldüğünü falan filan bir şeyler zırvalamış. Bunu sana kelimesi kelimesine anlatmamın bir manası yok. Olayın patladığı noktayı söylüyorum şimdi hazırsan. Aslında İrene'in babası boğularak ölmemiş, İrene daha doğmadan evi terk etmiş."

Kaşları göz kapaklarıyla eş zamanlı havalandı ve eliyle ağzını kapattı. "Nasıl ya? Yani hatırlamadığı bir konuda, hatırlıyormuş gibi yalan mı söylemiş?"

Hızla başımı salladım. "Aynen öyle! Aldrin bana bunu anlattığında, İrene'in havalimanından beri garip davranmasının ve söylediklerinin bir nedeni olduğunu fark ettim. Belki de hiç bir şey hatırlamıyordu? Düşünsene Aida, yaptığımız itiraftan sonra İrene'in bizi boncuk yapıp ipe dizmesi lazımdı, ama olabilir diyip geçti."

"Doğru diyorsun, ben o akşam dövülerek bayılacağımı düşünmüştüm," derken kendisine sardığı kollarını, sanki ürpermiş gibi yukarı aşağı sıvazlıyordu.

"Ayrıca haptofobisini bir hiçmiş gibi yendiğini söylüyor ama biz ona destek olmamıza rağmen hastalığında hiçbir değişim olmamıştı. Yıllarca uğraşmamız işe yaramamışken, mucizevi şekilde birkaç haftada tedavi oluyor.
Yani özetle, İrene hafızasını kaybetti ve o adam, İrene'in anlattıklarını kullanarak onun beynini yıkadı.
Lafta evleneceği kişi, bizi ve geçmişi biraz anlatsa bile geriye kalan boşlukları kendi yalanlarıyla doldurdu.
Bence, bu yüzden İrene saçma salak davranışlar sergiliyor.Tabi bu yalnızca benim aklıma gelen teorilerin en mantıklısı."

"Mantık çerçevesinde düşününce olabilme ihtimali var. Benim aklıma daha çok uyuşturucuyla beyni yıkanmış olabileceği gelmişti."

"Yok ben de düşündüm onu, ama uyuşturucu kullanılmış olsaydı İrene'in üstünde çok fazla belirtisini görürdük. Sık sık duraksar ve uzunca mantıklı açıklamalar yapamazdı. Uyuşturucu beyni çok fazla yorduğu için bu kadar ayık olamazdı yani," dedim düşüncelerimi dile getirerek.

Oldukça uzun açıklamalar yaptığımdan dolayı dilim ve boğazım kurumuştu.

Yabancı olmayan simasıyla garson, yemek servis arabasını ittirerek hızla yanımıza geliyordu. Aida'nın siparişini elle getirmeye çalışsa üç dört tur gidip gelmesi gerekirdi.

Masanın yanına gelip tabakları masaya dizmeye başladı. İşini bitirdiğinde tek kelime bile edemeden kaçarak uzaklaştı. Aida yüzünden bir daha buraya girip giremeyeceğimiz meçhuldü.

Hayatının şokunu yaşadı tabi kolay değil. Ah, kardeş sen bir de evde görsen, dolabımı tek seferde nasıl boşaltıyor ben de çok şaşkınım.
Hayır ne yiyecek ne de başka bir şey umrumda değil, ama nasıl yerken çatlayıp acillik olmuyor onu anlamıyorum.

Ben şu boyutta üç tabak yesem, üçüncü tabağın sonunu göremeden rahmetli Sarah teyzenin ruhunu görürüm.

Yattığın yer cennet bahçesi olsun Sarah teyze, seni böyle bir konuda anarak rahatsız etmek istemezdim. En iyisi ben susayım sen huzurla yatmaya devam et.

Aida önüneki üç tabağa sarılmış, ortada kalmış nachos gözüne batıyordu.

Genişçe ve düz olan tabağı önüme çektim. "Aida kendi sipariş ettiğin yemeği ye, gözlerini de yemeğimden çek!"

Başını önündeki tabaklara çevirerek konuştu. "Peki öyle olsun, ama Marco ne dedi bu konuda onu da anlat."

"Marco'da Marco, yedin beynimi Marco diye. Sen zaten arayıp sormuşsun ya Marco'ya ne olduğunu. Ne diye bana sorup duruyorsun?" dedim Aida'nın ısrarına dayanamayarak.

Yüzüne sinsi bir yüz ifadesi takınarak, "Marco'dan da dinledim ama, senin anlatacaklarınla onunkini kıyaslamak istiyorum. Açık olmak gerekirse, eksik ya da fazla olan yerleri merak ediyorum."

"Aynen Aida, bir senin akıl oyunların eksik şu an hayatımızda. Planların için üzgünüm ama , Marco bana kendi fikirlerini paylaşmadı. Sadece seçimlerimin olası sonuçlarından bahsetti."

Aida çok güvenilir biri sayılmazdı. Dahası, bizi sınamak istediğini dile getiriyorken ona açıkça bilgi veremedim.

Aida omuz silkip, sanki dediklerim umrunda değilmiş gibi hızlıca yemeğini yemeye devam etti.

Telefonumun çalmasıyla dikkatimi arayan kişiye yönelttim.

"Efendim?" dedim aramayı yanıtlayarak.
"Ne konuşuyorsunuz benim hakkımda? Kulağımın çınlaması geçmek bilmedi."
"Nerden biliyorsun bizim konuştuğumuzu, belki başkasıdır? Sonuçta sevmeyenin çok," dedim gülerek.
"Oturmuşsunuz kafede bağıra bağıra beni zikrediyorsunuz. Duymamak için sağır olmak gerekir," dedi. Sessizce güldüğünü değişem nefes sesinden anlayabiliyordum.

Birkaç tur etrafıma bakındım. Gizlenmekte oldukça beceriksiz birkaç gölge gördükten sonra konuşmaya devam ettim.
"Gücünü bu şekilde kötüye kullanman çok yanlış. Adamlarını çekip göreve yollarsan daha çok işine yararlar. Burada bostan korkuluğundan bir farkları yok."

"Oo, şimdi de yönetim meselelerine mi karışıyorsunuz hanımefendi. İhtiyar duyarsa benim yerime işleri sana devreder, önceden söyleyeyim de beni işimden etme."

Kıkırdayarak cevapladım. "Tamam Marco anladım, senin işine karışmıyorum. Bu arada neden aramıştın, hal hatır sormak için değildir herhalde?"

Marco'nun adını anmamla, Aida başını yemekten kaldırıp bana baktı.

"Tanıyor bu kız beni ya! Önemli bir konuda bilgi vermek istedim sadece. Bu gün geçe kalmayın sakın, sokaklar tehlikeli olacak. Erkenden evlere dağılırsınız, tamam mı?" dedi ciddileşerek.

"Tamam dikkat ederiz de mesele ne, sevkiyat filan mı var?" diye sordum, merakıma yenik düşerek.

"Yok başka olaylar var, şu an telefonda anlatamayacağım şeyler. Siz sadece lafımı dinleyin ve sokağa çıkmayın. Tamam şimdi kapatmam gerek işim var, dikkat edin kendinize," diyerek aramayı sonlandırdı.

"Marco mu, ne diyor?" dedi meraklı gözlerle Aida.

"Geceye kalmayın, işlerinizi halledip erkenden evlere dağılın diyor."
Tabağımdaki son lokmayı ağzıma attım. Konuşmalarımın arasında atıştırdığım için tabağım çoktan bitmişti.

"Siz dün Aldrin'le yemeğe diye çıktınız hastaneden, nasıl geçti anlatsana?"

Aida'yı tanımayan biri meraklı göründüğünü düşünürdü. Gözlerini yalandan kısarak yaptığı ifade ve minikleri benim için barizdi.

Kıskandığında bunu sıkça yapardı ama bu durumu anlaşılmaz yapan şey neden, neyi kıskandığıydı?

Bilmesem Aldrin'e bazı duygular beslediğini düşünürdüm, ama o bunu Marco'ya da yapıyor. O bunu kiminle iletişimde olsam yapıyordu.

Beni mi kıskanıyordu, benim insanlarla olan ilişkimi mi kıskanıyordu?

Ben, kukla olarak yetiştirilmiş, kullanılmış, sonrada bir hiç gibi kenara atılarak her şeyini kaybetmiş biriyim.

Onun benden eksik hiçbir yanı yok! O zaman neyi kıskanıyor bu kız?

Öfkeliyim, kızgınım, kırgınım ama ona mı? Emin değilim...

Aida değişti mi, yoksa ben şimdi mi gerçek olanı görüyorum?

"Evet?" dedi, sorusunun yanıtını bekleyerek.

"İşi çıktığı için yemeğe kalmadan ayrıldı."

Duyduklarından mutlu olmuş olacak ki, sevincini gizleme gereği bile duymadan gülüyordu.

Ne yani, yemek yiyemediğimiz için bu kadar sevinmesi normal miydi? Ben mi bir şeyi atlıyorum? En son hatırladığıma göre Aida benim arkadaşımdı.

Konudan bağımsız şekilde, aklıma restorandan çıktığımda yanıma gelen çocuk takıldı.

Bana verdiği not neydi? Üzerine fazla düşünmeden notu çantama atmıştım.

Çantama uzanıp içinden kağıt parçasını çıkardım. "O ne?" dedi, parmaklarımın arasında tuttuğum kağıt parçasına bakarken.

"Dün küçük bir çocuk verdi, ama ne olduğunu bilmiyorum." dedim açıklayarak.

İlk gördüğümde de düşündüğüm gibi, kağıdın üzerinde olan rakamlar bir koordinatı andırıyordu.

Telefonumu masanın üstünden aldım ve tarayıcıyı açtım. Kağıttaki rakamları tarayıcıya kopyalayıp aramaya başladım.

Aida, ayağa kalkıp yanıma geldi. Ellerini sandalyemin arkasına yaslamış, telefonun ekranına bakıyordu. "Neye bakıyorsun?" dedi iyice yaklaşarak.

"Kağıttaki koordinatı arıyorum," derken, haritadan koordinatın nereye ait olduğunu çoktan bulmuştum.

"Burası mı? Buraya çok da uzak sayılmaz, sahil kenarında bir yer," dedi, eliyle ekrandaki haritayı işaret ederek.

Ayranımdan son bir yudum aldım. "Burada işimiz bitti zaten, hadi gidelim," dedim ayağa kalkarak.

Hesabı ödedikten sonra kafeden ayrılarak işaretli konuma doğru ilerlemeye başladık.

Bir çocuğun bana bu notu ulaştırması ya da nottan koordinat çıkması garipti, ama bu sıralar yaşadığım en garip şey değildi.
Bakışlarımı elimdeki eldivene indirdim.

Evet, benim için her zaman daha garip olan bir şeyler çıkıyor.

Kafamın içindeki soruları, sorunları çözmeye fırsat kalmadan bir başkası ekleniyor.

Bir süredir yürümeye devam ediyorduk. Aida'nın dediği gibi yarım saate kalmadan varmıştık.

Konum tam olarak sahildeki iskelelerden birini gösteriyordu. Geniş ve uzunca olan iskelenin, iki kenarında da boylu boyunca banklar vardı.

İnsanlar kış olmasını umursamadan, güneşin tadını çıkarmak için dışarıya çıkmıştı. Kimi oltasıyla balık tutuyor, kimi de bir tanıdığıyla vakit geçiriyordu.

İskele üzerinde neyi ya da kimi aradığımızı bilmeden ilerliyorduk.

İnsanları süzerek olası bir ip ucu arıyordum. Dikkat çekici biri, bir renk ya da herhangi bir şey.

İskelenin neredeyse ucundaydık. "Neyi arıyoruz?" dedi Aida.

"Ah ben de bir bilsem keşke! Dikkat çekici herhangi bir şey olabilir," dedim iç çekerek.

"Hm, o zaman şu zarf da olabilir, değil mi?" dedi, parmağıyla boş bank üzerindeki kırmızı kutuyu göstererek.

Gösterdirdiği yere doğru ilerledim ve eğilerek kutuyu inceledim. Gerçekten almalı mıyım, peki ya başkasınınsa?

"Neyi bekliyorsun alıp açsana, çok merak ettim!" dedi Aida.

Evet, alıp içine bakarım. Eğer benimle alakalı değilse yerine geri bırakabilirim.

Kendimi ikna ettikten sonra uzanıp banktaki kutuyu açtım. Kutunun içi büyüklüğüne kıyasla boş sayılırdı. Elimi içine atıp tuttuğum zarfı kutudan dışarıya çıkardım. Parmak ucumla dikkatlice zarfı araladım ve içini yokladım.

İçinden, yalnızca bir parça kağıt çıkmıştı.

"Yine mi kağıt!?" dedim, dayanamayıp seslice isyanımı dile getirerek.

Kağıdın üstünü incelediğimde, üstünde başka bir koordinat olduğunu fark ettim.

"Arkasında da bir şeyler yazıyor," dedi Aida. Yere doğru eğilmiş, kağıdın arkasına bakıyordu.


Okuduğunuz için teşekkürler...
Oy verip yorum yapmayı unutmayın, yazarınız gazla çalışıyor 😂✨💖

Yeni bölümlerden önceden haberdar olmak için, instagram hesabımdan takipte kalabilirsiniz💖
İg: sylphnn_


Loading...
0%