Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.Bölüm: İnsan Değil!

@sylph

Kağıdın arkasını çevirdiğimde, öncekinden farklı olarak bir saat ve tarih yazıyordu.

Bu çok saçmaydı. Belli ki biri bizimle oyun oynuyordu.
Daha sonra bakmak için kağıdın önlü arkalı resmini çektim ve zarfa yerleştirerek yerine bıraktım.

"Şu an buna ayıracak vaktim yok. Boş bir zamanımda araştırım," dedim yavaş adımlarla yürümeye başlarken.

"Neden? Arasana internetten belki..." Aida'nın yakarışı, telefonumun çalmasıyla yarıda bölündü.

Arayan Aldrin'di. Belki de ancak şimdi gelmek için vakit bulmuştur?

"Efendim Aldrin?" dedim, aramayı yanıtlayarak.

"R-Risin, hastaneye gelmeniz gerek," dedi tedirgin bir ses tonuyla.

"Neden, bir sorun mu var hastanede?"
Dün benim için yaptıkları yüzünden, başı belaya mı girdi?

"Sorun değil de... İrene trafik kazası geçirmiş, birazdan o..."

Cümlesini bitirmesini beklemeden atıldım. "Aynı hastane mi?"

"Evet ama..."
Olumlu yanıtı alır almaz telefonu kapattım.

Hızlıca taksi çağırırken aynı zamanda Aida'yla konuşuyordum. "Hadi Aida gidiyoruz!"

"Nereye ya apar topar?" dedi şaşkınlıkla. Çoktan onu kolundan tutup sürüplemeye başlamıştım.

"Yolda anlatırım."

~

Hastahane girişine hızlıca ilerlerken, kapının yanında dalgınca sigarasını içen Aldrin'le karşılaştık. Sırtını duvara yaslamış, ileriye kaymış bacağıyla kendini destekliyordu.

"Nerede o?" dedim, içime çektiğim soğuk hava burnumu sızlatırken.

Sigarasından derin bir nefes çekip kenara doğru üfledi. "Yoğun bakımda, ama şimdilik. Ciddi bir travma bulgusu bulmayınca çıkaracaklardır."

"Nasıl olmuş şu kaza?" dedim çatık kaşlarımla önümdeki duvarı süzerken.

"Trafik kazası olarak giriş yapıldı ama, araç içindeki bir trafik kazası olsaydı vücudunda sürüklenme benzeri izler olmazdı. Sanki etrafta yuvarlanmış gibi sürtünme yaraları var."

Bakışlarımı Aldrin'e geri çevirdiğimde, yüzünün ekşi bir ifadeye bürümüş olduğunu gördüm. Anlattıklarından acı çekiyordu, belki de bu durumdan tiksiniyordu.

"Ben bir bakacağım," dedim Aldrin'i yalnız bırakmak isteyerek.

Kendi kafasında boğuştuğu sorunlardan sağ çıkabilmesi için biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.

"İçeriye almıyorlar ama yine de siz bilirsiniz," dedi.

Başını bize doğru çevirmeden dosdoğruca karşısına bakıyordu. Aldrin'in yanına saklanarak, hızlıca belimdeki silahı kol çantamın içine attım.

O daha ne yaptığımı fark edemeden çantayı eline tutuşturdum.
"Bu hanımefendinin çantasına göz kulak olursan iyi olur," dedim göz kırparak.

Çantayı sıkıca kavrarken yüzünde anlamadığını belli eden bir ifade vardı.

"İçine bakma, bilirsin hanımefendilerin çantası kurcalamaz!" dedim uyararak.

Üzgünüm Aldrin, ama kapıdaki güvenlikten geçebilmem için bu şart.

"Peki ben de geleyim o zaman," dedi, şimdiye kadar ağzından tek kelime çıkmayan Aida.

Girişteki kontrolden geçip, tabelaları takip ederek uzunca bir koridorda ilerledik.

Yoğun bakım alanının kapısına geldiğimizde, yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını fark ettik.
Tahlillerin alınması, tahlil sonuçları, radyoloji sonuçları derken uzun saatler boyu beklemek zorunda kalmıştık. Saatlerdir oturduğumuz sandalyeler artık vücudumuzun bir uzuvu olmuştu.

Acile kıyasla burası daha sakindi. O kadar sessizdi ki tavandaki floresanların cızırtısı duyuluyordu.

Buzlu cama sahip otomatik giriş kapısı açıldı ve içeriye hemşire girdi.

Kısa süreliğine açılan kapıdan içeriye baktım.
Her bölme kendine ait olan perdeyle kapatıldığı için, görünürde kayda değer bir şey yoktu.

Duvar kenarındaki oturağa yayılmış Aida iç çekti. "Ne yapacağız yani böyle mi?"
Saatlerdir burada durduğumuz için sıkılmışa benziyordu.

Ellerimi havaya kaldırdım. "Ne yapalım, böyle!?"

Kapı tekrar açılınca, az önce içeriye giren hemşire yanındaki doktorla beraber dışarıya çıktı.

Hemşire bir süre etrafa bakındıktan sonra seslendi. "İrene Rivera'nın yakını burada mı?"

Hemşireye doğru bir adım attığımda, yan tarafta dikili duran adam, "Buyrun yakını benim," diyerek önüme atladı.

Şaşkınca, önüme geçip kendini İrene'in yakını ilan eden adamı incelemeye başladım.

"Nesi oluyorsunuz?" dedi hemşire elindeki belgeleri karıştırırken.

"Nişanlısıyım," dedi sakin bir tavırla.

160'lı boylarda olan minyon tipli bir erkekti.

Nişanlısı? Hani İrene'in manyamasının sebebi olan, o şerefsiz bu şerefsiz mi? Nişanlısı ama parmağında nişan yüzüğü bile yok!

Bu yer fasülyesinin neresini beğensin benim kız kardeşim.
İrene uzun, yapılı ve esmer sever, ve bu yer fasülyesi üçte sıfır yaparak çoktan elendi.

Kafamda, onu tam şu an da burada öldürmemi haykıran sesleri görmezden gelmeye çalıştım. Silahım yanımda olsaydı bu kadar sakin kalabilir miydim emin değilim!

Otomatik kapının tekrar açılmasıyla, görevliler sedyede uzanan İrene'i ittirerek uzaklaştı. Gözlerim onu takip ederken kulağım konuşan hemşiredeydi.

Bir süre sessiz kaldım ve geri çekilerek ne yapacağını görmek istedim. Öfkeyle yapacağım aceleci bir seçim bizi daha büyük zararlara sokabilirdi.

"Hastanızın gerekli tahlil sonuçları çıktı. Temiz görünüyorlar bu yüzden odaya alınıp müşahade altında tutulacak. 201'e yatışını gerçekleştiriyoruz," dedi hemşire bilgilendirme amacıyla.

"Anladım," dedi yer fasülyesi, çalan telefonunu açarak uzaklaşmadan önce.

Koşar adımlarla çıkışa doğru ilerledi. Gözden kaybolana kadar bekledikten sonra Aida'nın kulağına eğildim.
"İrene buradan ayrıldı, çoktan 201'e gitmişlerdir. Şu şerefsizle muhattap olmadan bir bakalım ne durumdaymış."

Başıyla onayladıktan sonra kalkıp hızlıca 201 numaralı odayı aramamaya koyulduk.

Üçüncü Katın sonundaki odalardan biriydi. Hafif aralık kapıyı tıklatarak içeriye girdim.

Hastane yatağında, başı dahil olmak üzere pek çok yerinde sargı olan İrene'i gördüm. Yüzünün çeşitli yerlerinde kimi daha yüzeysel kimi daha derin çizikler vardı.
Şimdi Aldrin'in neden o yüz ifadesini yaptığını daha iyi anlıyordum.

Yanına yaklaştığımda henüz yeni ayılıyordu. hafifçe aralık olan göz kapaklarını sık sık fakat yavaşça açıp kapattı.
Uyanık gibiydi ama henüz bilinci yerinde değildi.

Elimi sanki kuru bir yaprağı seviyormuş gibi narince saçlarında gezdirdim.
"Ah be güzelim, sen neden bu haldesin?"
İstemsizce gözlerim yaşlandı.

Acıyla sızlayan gözlerim üstüne yemin ederim ki bunun intikamını alacağım. Buna sebep olanlara kan kusturacağım İrene.

Odadaki ağır nefesler arasından kısık sesli bir fısıltı duyuldu. "Risin," dedi İrene.

Bakışlarımı yerden kaldırdığımda, araladığı gözleriyle bana bakan İrene'i gördüm.

Gözlerinden ardı arkası kesilmeyen yaşlar akmaya başladı.
Elimi başına koydum nazikçe. "Şş sakin ol, hepsi geçecek ben buradayım."

"Anlamıyorsun Risin, fazla vaktim yok sana anlatmam gereken şeyler var. O adam, o adamlar, hepsi bu büyük bir oyun!"
Nefes nefese bir şeyler anlatmaya çalıştı. Yüzündeki ifadeden dehşet içerisinde olduğu anlaşılıyordu.

"Sakin ol canım kimse sana burada zarar veremez. Sakin ol ve yavaşça anlat," dedim endişesini gidermeye çalışarak.

Başını sallayıp reddederek, "Hayır Risin fazla vaktim yok hemen anlatmalıyım. Onlar insan değil, ben kendi isteğimle konuşamıyordum. O, o kafamın içine girip orayı kurcalıyor sürekli... sürekli hiç durmadan. Ben... ben daha fazla dayanamadım Risin özür dilerim," dedi hıçkırıklarının arasından.

Akan göz yaşlarını kazağımın koluyla nazikçe sildim.
"İrene sakin olmalısın. Ben anlattıklarını anlayamıyorum."

"Risin beni o adamların elinden kurtarın. Beni tekrar Mageia'ya götürmelerine izin vermeyin! O adam bir lanet gibi kafamın içine giriyor, aklımı bulandırıyor. Beni kurtar..."

Kapının geriye açılma sesiyle İrene sustu. Susması bir yana nefesini tutmuştu. Ondaki korkuyu hissedebiliyordum, görebiliyordum.

Başımı kapıya çevirdiğimde yer fasülyesini gördüm.
"Hayatım arkadaşlarının gitme zamanı geldi, artık dinlenmelisin," dedi yalandan gözlerini kısarak. Sanki bizi inandırmaya çalışıyormuş gibi davranıyor ama neden?

Elimi İrene'in omuzuna koydum. Kendini rahat bırakarak tekrar nefes almaya başladı.

Sakince arkamı döndüm ve yer fasülyesinin yanına ilerledim. "Bana bak kimsin sen?"

"Kim miyim? İrene söyledi diye biliyordum ama ben İrene'in nişanlısıyım," dedi rahat bir tavırla.

Fazla rahat görünüyordu. Bu rahatlığı bende, çenesine bir tane patlatma isteği uyandırıyordu, hemde fazlasıyla.

"Ben yüzük göremiyorum ne nişanı? Nişan dediğinin bir resmiyeti yok işte görüyorsun. Bir yüzük takılır, bir yüzük atılır bütün olayı bu. Bu kadar basit bir olay yani kendini abartmasan iyi edersin," dedim basitçe kendimi açıklayarak.

"Peki bittiyse şimdi dışarı, İrene dinlenecek!" dedi değişen ifadesiyle.

"Sen kimsin ki beni kovuyorsun odadan!? Sen defol dışarıya bakalım hadi!" Kısa boylu adamı omzundan ittirerek dışarıya çıkartıyordum.

Adamın arkasında sivil görünümlü iki kişi belirdi. Kalıplarından ve yaklaşma tarzlarından niyetlerinin pek dostça olmadığı anlaşılıyordu.

"Tatlım arkadaşlarına dışarıya çıkmalarını söyler misin, sanırım senden duymak istiyorlar?" dedi. Aslında arkasındaki adamlarla onu ve bizi tehdit ediyordu.

İrene yaşlı gözlerle bana bakıyordu. Adam sesini yükselterek ikaz etti. "Hadi!"

Onun bağırışı İrene'i tetiklemişti.
"Çıkın!" dedi, bakışlarını bizden kaçırarak İrene.

"Kaşarın has çocuğu, kime emir veriyorsun sen!?" Diyerek bağırdım, adamın yakasına uzanırken.

Korumalarından biri hızlıca bileğimden kavradı. İri kıyım olmalarına rağmen oldukça hızlıydılar. Boşta kalan elimle adamın kolunu kavrayıp döndürerek arkasına geçtim. İyice geriye ittirdiğim koluna karşılık yüksek sesli bir hırıltı çıkardı.

Sert bir tekmeyle adamı odanın ortasına ittirdim. Hırıltısının sesi gittikçe yükselirken toparlanıp bana döndü.
"Hoşt be!"

Gözlerinin içi öfkeyle parladığında anlık refleksle birkaç adım geriledim.

Kuvvetli bir gücün beni ensemden tutup havaya kaldırmasıyla ayaklarım yerden kesildi.

Ne oluyor lan, bu ne!

Yerle bağlantımı kesen adam, beni hastane odasından dışarıya savurdu.
Düşmemek için birkaç zıplayışın yardımıyla dengemi geri kazandım.

Bu nasıl olabiliyor, ben kedi yavrusu muyum? Adam resmen ensemden tutup attı beni...

Aida'nın da yanıma ittirilmesiyle üstümdeki şaşkınlıktan sıyrıldım.
"Bu şerefsiz abisi varken bunu yapamaz!"

Hastane güvenliği bunları nasıl içeriye almış? Ben silahıma kadar her şeyimi bırakırken adamların rahatlığa bak.

"İrene neden gitmemizi söyledi ki?" dedi Aida hala durumu kavrayamamış halde.

"Neden olacak Aida, kızı tehdit etti orda resmen!" diyerek bağırdım, öfkeyle yerimde duramayıp duvara yumruk atarken.

Gürültü yüzünden topalanan kalabalığın arasından, Aldrin ve hastane görevlileri sıyrılarak yaklaştı.

"Ne oluyor Risin, ne bu tantana?" dedi Aldrin kaşlarını çatarak.

"Üç kişi zorla dışarı attılar bizi," dedim Aldrin'e bakarak.

Kapının altından parlak bir ışık süzülüyordu. Işığa dönüp baktığımızda yüksek sesteki çığlık yankılandı. Bu ses İrene'e aitti.

Aldrin odaya yöneldi fakat kapıyı açamadı. Birkaç adım geri çekilerek güvenliklere seslendi. "Kırın!"

Güvenlikler tereddütle Aldrin'e bakıyorlardı. Kapının kırılması daha sonrasında başlarına dert açabilirdi.

"Çekilin şurdan!" dedim etraftaki insanlara.

Arkama doğru dönerek sertçe geri tekme attım. Fazla kalın olmayan ucuz ahşap kapının kilidi kırıldı. Kapının menteşelerinden çıkan gıcırtı sesi içimi ürpertmişti.

Aldrin güvenliklerle beraber açılan kapıdan içeriye daldı. Birkaç saniye sonra yanlarında sadece yer fasülyesiyle geri çıktılar.

İki güvenlik yer fasülyesinin kollarına girmiş götürüyordu.

Sinir bozucu olansa, sıfatına balçık sürdüğümün iğrenç bir gülümsemesi olmasıydı. Neyden bu kadar memnundu?

"Ee, izbandutlar nerede?" dedim Aldrin'e şüpheyle.

"İçeride hani üç kişilerdi? Sadece bu çıktı," dedi o da benzer bir soruyu bana yönelterek.

"Lan ben nerden bileyim? Bizi fırlatıp attılar odadan, şimdi de içeride yoktu diyorsun. Kuş olup uçmadı ya o dağ ayıları?!" dedim öfkeyle.

Aldrin bana şüpheyle bakıyordu. "Lan delirmedim ben, Aida'ya sor o da ordaydı," dedim kendimi kanıtlamaya çalışarak.

Aida başını sallayarak onayladı. "Bizi tutup odadan attılar."

"İrene öyle demiyor ama," dedi Aldrin.

"Nasıl ya?" diyerek odaya girdim.

İrene'in yanına geldiğimde göz bebekleri tekrar büyümüştü.

"İrene odadaki diğer adamlar nerede?" diyerek sordum.

"Odada başka kimse yoktu Risin sen iyi misin?" dedi sakince.

Gözünden bir damla yaş süzüldü. Aklıma İrene'in anlattıkları geldi.

"İrene, hatırlıyor musun yer fasülyesi gelmeden önce pizza yemek istediğini söylemiştin. Neli söyleyelim pizzanı?" dedim sakince sorarak.

Eğer İrene'in dedikleri ve olanlar gerçekse...

"Karışık olsun," dedi İrene.

İşte bu kadar, tekrar gitmiş. Kendi bilinci gidip geliyor. Yeni uyandığında bizimle gerçek İrene konuşuyordu, şimdi ise olaylardan habersiz olan bir başkası.

Bunda o şerefsizin parmağı var, adım kadar eminim ama mantığı aykırı kalan kısımlar için ne diyebileceğimi bilmiyorum. Bunu İrene'e nasıl yapıyorlar ya da o adamlar nereye kayboldu? Bilmiyorum...

"Hadi çıkalım da İrene'i başka bir odaya geçirsinler," dedi Aldrin. Aida'yla beni sırtımızdan nazikçe ittirerek dışarıya çıkarıyordu.

Sakince hastanenin arka kapısına çıktık. Aldrin cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal beyaz filtreli sigara çıkardı.
Hızlıca ucunu tutuşturduğu sigaradan birkaç nefes çekti.

Herkes sessiz, ortam ağırdı. Sessizliği bölerek konuştum.
"O şerefsiz İrene'e yaklaşmamalı. Nasıl yaptığını bilmiyorum ama ona zarar veriyor."

"Şimdilik hastanede güvende," dedi Aldrin, sakin bir ifadeyle.

"Aldrin o adamlar gelmeden önce İrene'le konuştuk. Bize o adamların tehlikeli olduğunu ve onu kurtarmamız gerektiğini filan söyledi. Nasıl oluyor bilmiyorum ama o adam İrene yaklaştığında bizim tanıdığımız İrene gidiyor."

"Adamlar?" dedi Aldrin anlatımdaki çoğul ekine takılarak.

"İrene anlatırken nişanlısından bir kişi olarak değil de, bir grup insan olarak bahsetti. Bir tür örgüt ya da tarikat olabilir, bilmiyorum.
Neyse, olayın arka planı düşündüğümüzden kalabalık. Sen görmedin Aldrin ama o korulamalar gerçekten güçlüydü. Bizim Marco'ya bu konuyu anlatmamız gerek," dedim fikrimi paylaşarak.

İrene'i korumak, bizim tek başımıza ilgilenebileceğimiz boyutu çoktan aşmıştı.

Aldrin başını sallayarak onayladı. "Tamam ben bu gece de buradayım. Kayıtları inceleyeceğim ve Marco işini halledeceğim. Siz de daha fazla geçe kalmadan gitseniz iyi olur. Saat çoktan biri geçiyor."

Gerçekten de saat epey geç olmuştu. Marco'ya geçe kalmayacağımıza dair söz vermişken, bu saate kaldığımızı öğrenirse büyük sorun çıkartabilirdi.

"Peki o zaman, sen İrene'in başındaysan biz geçelim. Marco işlere bir baksın, olmadı biz geliriz nöbete sen dinlenirsin," dedim dönüşümlü nöbet tutmayı önererek.

"Tamam o zaman dikkatli gidin," dedi bizi yolcu ederek. Yorgun görünüyordu, ama kardeşi için yapması gereken şeyler vardı.

"Çantamı artık geri alabilirim," dedim elimi Aldrin'e uzatarak. Bütün yaşanan kargaşa sırasında omzunda asılı duran çantayı unutmuştu.

"Lanet girsin, al şu çantanıda git artık," dedi çantayı verirken. Olanlar sırasında kadın çantası taşıdığı gerçeği onu rahatsız etmişti belli ki.

Aldrin'in yanından ayrılıp hastane önündeki taksilerden birine bindik.

Uzun ve garip bir günün daha sonuna geldim sanırım. Göz ucuyla Aida'ya baktığımda onun da yorgun olduğunu gördüm.

Günün acelesi bir yana hastanede hiçbir şey yapmadan beklemek gerçekten yorucuydu, hem fiziksek hem de psikolojik olarak.

Aida kendi evine gideceğini söyleyerek yolun yarısında taksiden indi. Böylece ben, taksici ve kafamın içindeki uğultular baş başa kalmıştık.

Bir süre daha sessizce ilerledikten sonra taksi aniden durdu. Burası evimin birkaç sokak gerisiydi.

"Ne oldu, bir sorun mu var?" dedim aniden duran taksiciye.

"En fazla bu kadar getirebilirim, burada inmeniz gerek," dedi tedirgin bir ifadeyle.

"Ne saçmalıyorsunuz anlamıyorum, gideceğimiz adrese henüz varmadık, ama şimdi inmemi söylüyorsunuz?" dedim hakımı savunarak.

"Hemen şimdi inin aracımdan!" diyerek sesini yükseltti.

Toparlanıp inerken bağırdım. "Seni şikayet edeceğim ruh hastası!"

"Hayatta kalırsan edersin şikayetini!" dedi gaza basarken.

Bıraktığı yer evime uzak sayılmasada bu büyük bir saygısızlıktı.

Soğuk hava içime işlerken eve doğru yürümeye başladım. Hem yürüyor hem de bu duruma düşme sebebim olan Aldrin'e küfürler yağdırıyordum.

"Bok vardı gittin kaza yaptın arabamla Aldrin, şimdi senin yüzünden uğraştığım şeylere bak!"

Söylenerek evime giden tek sokaktan içeriye girdim.
Kendimi kaptırmış bir şekilde öfkeyle hızlı adımlar atıyor, mırıldanarak küfürler yağdırıyordum.

Sokağın ortalarına gelince önümdeki büyükçe karaltı ve kalabalık sesi dikkatimi çekti. Başımı yerden kaldırıp karşıma baktığımda, sokağın diğer ucunda duran kalabalık grubu gördüm.

Sayıları yaklaşık otuz kişi kadar vardı. Koyu giyinimli ve yüzleri maskeliydi. Silahlı görünmüyorlardı bu yüzden tereddüt etmeden yürümeye devam ediyordum.

Ne iş bunlar, yoksa yine çeteler mi?

Elimi çantamın içindeki silaha attım ve dışarıya çıkarmadan kavradım.

Ne olacağını bilmiyorum, kalabalık olmalarına güvenerek saldırabilirler.

Aramızda beş metre kaldığında iyice sokağın kenarına yanaştım. Amacım yolun kenarında kalan boşluktan yürüyüp evime gitmekti.

O zamana kadar daha toplu duran kalabalık iyice yayılıp sokağın ucunu tamamen kapattı.

Ben geçemeyeyim diye bilerek yolun ucunu mu kapattı bunlar şimdi?

Önümü kapattıkları için ilerlemeyi bıraktım ve çantamdan çıkarttığım silahın tetiğini çekip iki el uyarı atışı yaptım.

Yüksek sesli patlayan mermiler kısa süreliğine kulaklarımı çınlattı.

Silahın namlusunu gökyüzünden indirip, karşımda diğerlerinden daha önde duran adama doğrulttum.
"Aç yolu!"

Öndeki adam ağır adımlarla bana yaklaşmaya başladı. Adamızdaki mesafe gittikçe daralıyordu.
"Yoksa?" dedi, omuz silkip yürümeye devam ederek, ta ki silahın namlusu göğsüne değene kadar.

Beni mi kışkırtıyor bu?
Sinirle cevap verdim. "Yoksa annene bir delik de ben açarım p*ç!"

Cevabım onu memnun etmemiş olacak ki yüzünde öncesine kıyasla öfkeli bir ifade vardı.

Kolumu hızla üst yarısından kavradı. Tutuşundan kurtulmaya çalışsam da işe yaramıyordu.

Nasıl bu kadar güçlü kavrayabilir? Eli bir milim bile hareket etmedi. Kalıp olarak çok iri veya kuvvetli de görünmüyor. İyi de bu güç nereden geliyor?

Kolumu biraz daha sıktı ve çıkan çatırtı sesiyle derinden acı bir feryat yükseldi. Dişlerimi sıkarak derin bir nefes çektim içime. Uyuşan kolum yüzünden silah üzerindeki kavrayışım gevşedi ve yere düştü.
"Kaşarın oğlu!" diyerek bağırdım, sıktığım dişlerimin arasından.

Gelen gülme sesiyle dikkatimi Arkama yönelttim. Ben önümdeki adamla boğuşurken sokağın girişinden büyükçe bir grup daha gelmişti.
Kahkaha atan adam arkasındaki gruptan biraz daha ilerde duruyordu.
Nihayet gülmeyi bıraktığında konuşmaya başladı. "Bak işte bu güzeldi."

Yaklaşarak aramızda yalnızca birkaç metre mesafe bıraktı. Önümde kolumu kavrayan adama bakarak benimle konuştu. "Ağzın güzel laf yapıyor, onun yerine bana gelmeye ne dersin? Eminim sana ondan daha nazik davranırım."

Kadın satın alıyorlar sanki şeref yoksunları!

"İkiniz de s**tirip gidin!" dememin ardından, hızla önümdeki adamın hayalarına sert bir tekme geçirdim.

Adam, yüzünde acıya dair bir belirti olmadan kaşlarını daha da çattı.
"Sen çok oldun!"

Hızlıca beni yakamdan tutarak havaya kaldırdı. Ayaklarımın yerden kesilmesiyle gözlerim şaşkınca açıldı.

Ne oluyor lan, bu bu gün ikinci!!

Adam hızla ağzını açıp başını boynuma yaklaştırdı. Dişlerini tenimde hissettiğimde gözlerimi sıkıca yummuş canlı canlı yeneceğimi düşünüyordum.

Beni tutan gücün serbest bırakmasıyla dizlerimin üstüne yere düştüm. Acıyla gözlerimi açtığımda etrafta büyük bir kavganın başlamış oluğunu gördüm. Yanımdan dört ayak üstünde bir şey hızla geçti. Gözlerimle takip edemesem de yüksek sesteki hırıltısını duyabilmiştim.

Benim için sadece hızla havada uçuşan gölgelerden ibarettiler.

Onlar insan değil, bu tehlikeli!!

Bana saldıran adamı aradı gözlerim. Bir süre etrafı incelediğimde az ötede başka bir adamın altında olduğunu gördüm.

Daha dayak yediğine sevinememiştim ki üstündeki adam, çıplak elleriyle onun başını gövdesinden kopararak ayırdı.

Kalabalıktan gelen gürültü yüzünden kırılma sesini duymam imkansızdı, buna rağmen yine de kafamın içinde bu çatırtıların sesini duyuyordum.

Üstündeki adam, elindeki kopmuş kafayı başka bir tarafa salladı ve ayağa kalkıp bana doğru döndü. Korkuyla ürperdim.

Sıra bende mi?

Eliyle arkamdaki ara sokağı işaret ederek bağırdı. "Koş!"

Sanki birinin bunu söylemesini bekliyormuşum gibi bacaklarımdaki hissizlik kayboldu.

Dikkatlice ayağa kalkıp hızlıca koşmaya başladım.

Burdan kaçmalıyım, kaçıp canımı kurtarmalıyım. Onların hiçbiri insan değil. Çıplak elleriyle adamın boynunu parçaladı.

Bir sokaktan diğerine geçerek karışık bir hatta oradan uzaklaşıyordum.

Beş sokak geçtikten sonra bir binanın duvarına sırtımı yasladım. Koştuğum için nefes nefese kalmıştım.

Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım! Önce polisi arayacağım.

Elimi cebimdeki telefona attım ve hızlıca numarayı çevirdim. Aramayı başlatıp telefonu kulağıma yerleştirecekken boğazıma gelen baskıyla başım sertçe duvara çarptı. Boğazımdaki sıkı kavrayış yüzünden nefes alamıyordum.

Adam boştaki eliyle telefonumu kapıp hızla yere fırlattı. Çarpmanın etkisiyle telefonumun parçalandığını gördüm.

O arama kalan son umudumdu. İki elimle adamın boynuna saldırırken, aynı zamanda karın boşluğuna tekmeler savuruyordum.

Hiçbir işe yaramamış olacak ki, buna karşılık olarak tutuşunu sıkılaştırdı. Parmaklarının yaptığı baskıyı birazcık bile arttırsa boynumun kırılacağından emindim.

Boynumdaki aşırı baskı bilincimin kapanmasına sebep oluyordu. Gözlerim kararmaya başladığında çırpınışlarım güçsüzleşti.

Öleceğim, gerçekten öleceğim! Ölümümün bir mermi ya da bıçak yarası yüzünden olacağını düşünüyordum, böyle değil! Ben böyle bir ölüme hazır değilim!

Öleceğimden emin şekilde gözlerimden birer damla veda yaşı süzüldü...


Loading...
0%