@sylph
|
~Müzik: Beethoven- Moonlight Sonata ~ Boğazımdaki baskının kalkmasıyla güçsüz vücudum yaslandığım duvarda kaydı. Gözlerimin görüşü yerine gelirken karşımda gördüğüm ilk şey yüzü maskeli bir adamdı. Bu onlardan biri mi? Dikkatlice incelediğimde onun bana koşmamı söyleyenle aynı kişi olduğunu fark ettim. Üstündeki boğazlı kazağın önü yırtılmıştı. Beni yavaşça yere indirdiğinde, bacaklarım artık kendi yükümü kaldırabileceği eski haline dönmüştü. Gözümden süzülen yaşı kan bulaşmış eliyle sildi. Dokunuşu köz gibi değdiği yeri yakıyordu. Kim bu adam, neden ona doğru çekiliyormuş gibi hissediyorum? Sanki ona karşı yıllarının hasretini ve özlemini taşıyormuşum gibi. Başımı iki yanından kavrayarak alnını alnıma dayadı. Birkaç saniyeliğine sessizlik oluştu. Kendi nefesimin sesi bile silinip gitmişti kulaklarımdan. Sadece onun yüzüme çarpan nefesini duyuyordum. Derin bir nefes alıp kapattığı gözlerini açtı. Kan kızılı gözleri parlayarak kendini dile getiriyordu. Bakışlarım omzunun üstünden arkasına kaydı. Elinde bıçakla bize doğru koşan adamı gördüğümde endişeyle bağırdım. "Dikkat et!" Daha da yaklaşarak kendini bana siper etti. Genişçe sırtına saplanan bıçağı gördüğümde acıyla nefesim kesildi. Sanki bıçak ona değil de bana saplanmış gibi, sırtımda keskin bir acı hissettim. Birkaç saniyeliğine başı omzuma düştü. Bakışlarımı hafifçe sağıma çevirdiğimde, adamın boynundaki dövmeyi gördüm. Benimkiyle aynı olan dövme yırtılmış olan boğazlı kazağının arasından görünüyordu. Ara sokaktan hızlıca bir başkası fırlayıp, bıçakla saldıran adama yapıştı. Göz önünden birkaç saniyeliğine kaybolduktan sonra, adamın karşı binanın önüne başı olmadan yığıldığını gördüm. "Üzgünüm, aradan kaçtı kaptan," dedi adamın başını koparan kişi. Birkaç saniye daha baktığımda adamın kopan başının elinde olduğunu fark ettim. "Hay s**eyim," diye fısıldadı önümdeki adam boynuma doğru. Derin bir nefes aldıktan sonra geriye çekildi. Geriye çekilmesinin içimde yarattığı boşluk ve hayal kırıklığı sinir bozucuydu. Cebinden çıkardığı telefonu bana uzatarak, "Buradan uzaklaşıp kendin için yardım çağır, polis olmaz!" dedi. Zaten gördüklerimi anlatsam bile polis inanmaz. Hangi polis bir deliye inanır ki? Elime aldığım telefona kısa bir bakış attım. Başımı geri kaldırdığımda ise artık orada kimse yoktu. Buradan sıvışmam gerek! Kırık telefonumun başına gidip, parçalarının arasından sağlam olmasını umduğum SIM kartımı aldım. Hızlıca elimdeki eski ama sağlam olan tuşlu telefonun arka kapağını açtım. Numaraları ezberlemek bu günler için epey işe yarardı, tabi sayısal hafızam bu kadar berbat olmasaydı. Açılır açılmaz SIM kartın çalışması için dua ederek Marco'yu aradım. Birkaç çalıştan sonra arama cevaplandı. "Alo, efendim Risin?" dedi kalın ve şüpheci ses tonuyla. Yüksek sesle küfürler savurdu. "S**tir, Risin ne oldu? Sakın bana dışardayım deme!" "B-ben... ben, o-onlar..." Dilim ve zihinsel sağlığım gördüklerimi anlatmaya yetmiyordu. "Hayır hayır, s**tir neredesin çabuk söyle?!" Marco endişe ve öfkeyle üzerime haykırıyordu. Çevreme bakındım. "B-ben evimden beş sokak gerideyim. F-fırın, fırının biraz ötesinde turuncu binanın önündeyim," dedim. Zorlanarak olsa da açıkça olduğum yeri tarif edebilmiştim. "Tamam Risin, şimdi beni dinle. Yakınında gizlenebileceğin bir yer bul hemen ve ben gelene kadar oradan çıkma!" dedi Marco, açıkta durmamam gerektiğimi anlatmaya çalışarak. Etrafıma kısa bir bakış attığımda iki binanın arasında küçük bir boşluk olduğunu gördüm. "Tamam ben yapacağım." "Tamam, geliyorum sakin ol ve beni bekle!" dedi aramayı sonlandırmadan hemen önce. Gizlenmek için gördüğüm yere girip zemine doğru çöktüm. Dizlerimi kollarımla sardım ve derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bu akşam gördüklerimi düşünmemeye çalışarak Marco'yu bekliyordum. Bütün bunların bir kabus olduğunu ve uyandığımda bunların biteceğini düşündüm. Düşüncemin aksine, içimdeki ses bunun doğru olmadığını en az benim kadar iyi biliyordu. Çok geçmeden sokaktan içeriye bir araç girdi ve binanın önünde durdu. Aracın kapısı açılmasıyla inen kişi yüksek sesle bağırdı. Ayağa kalkarak saklandığım yerden çıkmaya çalıştığımda dizlerim beni taşıyamadı. Binaların arasından çıkar çıkmaz dizlerimin üstüne yere geri düştüm. Yüzünde endişeli bir ifadeyle hızlıca bana doğru atıldı. Gözleriyle üstten beni inceliyor, kendince bir sorunun olup olmadığını kontrol ediyordu. Gözleri boğazımda durunca yüzü ekşidi. "Kahretsin, Risin gitmeliyiz," dedi beni kollarımdan tutarak kaldırmaya çalışırken. Kırıldığına emin olduğum sol kolumdaki acıyla sızlandım. Marco'da anlamış olacaktı ki diğer kolumdan destekleyerek beni kaldırdı. Az ileride duran zırhlı araca yanaşarak beni aracın ön koltuğuna oturttu. Kendisi de sürücü koltuğuna geçerek arabayı son hızla sürmeye başladı. Güçsüz düşen başımı arabanın camına yasladım. Sadece akan göz yaşlarım için gücüm kalmıştı. Aracı sürmeye devam ederken Marco'ya durmaksızın aramalar geliyordu. Önemsiz olanları reddederken, Kiril'den olduğunu düşündüğüm aramaları açıyordu. Konuştukları hoparlörde olmasına rağmen dediklerini algılamakta güçlük çekiyordum. Tanımadık gelen kadının sesi kulaklarımda yankılandı. "Bitirdiğime göre artık geri gitmem gerek," dedi sakince. "Peki anladım. Kiril, korumalar hanımefendiyi gideceği yere kadar bıraksın," dedi Marco duyduğum en sert ses tonuyla. Merakla beraber göz kaparlarımı araladım. Neler döndüğünü görememek can sıkıcıydı. Marco, bana arkası dönük şekilde girişe bakıyordu. Sakince tanıdık gelen çevreyi süzdüm. Mağazanın üst katındaki dairedeydik. Uzandığım koltukta doğrulup otururken konuştum. "O giden kimdi?" Cevap verirken sakince yanındaki koltuğa oturdu. "Kimse, tanımanı gerektirecek biri değil." "Anlıyorum," dedim, kollarımı oturduğum yerde bağlarken. "Nasılsın?" dedi donuk bakışlarıyla. "Ağrın yok eminsin değil mi?" diye sordu ellerini birbirine kenetlerken. "Neden ağrım... olsun ki?" Hatırladığım sadece anılar değildi, duygularda olduğu gibi geri gelmişti. "Benim neden ağrım yok?" dedim panikle, hasar almış olan sol kolumu elimle yoklarken. "Hepsini açıklayacağım Risin öncelikle sakin ol!" dedi sakince, her şey normalmiş gibi. Hızla ayağa fırlayarak duvardaki aynaya koştum. Aynadaki yansımamda boğazımı ve vücudumu inceliyordum. Yüzümdeki kan izi dışında her şey normaldi. "Ne halt oluyor burada?" dedim öfkeyle bağırarak. Ayağa kalkarak, "Sakin ol Risin açıklayacağım," dedi. "Risin sakin ol!" dedi, beni tekrar ikaz ederek. "Risin!!" dedi, öfkeyle bana bir adım daha yaklaşarak. Çatılmış kaşlarının altındaki gözleri kızıllıkla parladı. Şaşkınlıkla ellerimle ağzımı kapattım. "Sen... onlardansın! Sen biliyordun, beni bu yüzden uyardın!" Gözlerini kapatıp derince bir nefes aldı. Geri açtığında gözleri eski haline dönmüştü. "Risin bir sakin olsaydın anlatacaktım ama susmayı bilmiyorsun! Ben çok mu mutluyum sanıyorsun seni bu durumda görmekten?!" "İnanamıyorum sana Marco!" dedim, ellerimi alnıma dayayarak. "Ne drama yaptın be Risin, kes sesini de geç şuraya otur!" dedi iç çekerek. O da bulunduğumuz durumdan memnun değildi. Bunu bildiğim için oturup onu dinlemeye karar verdim. Sakince koltuğa geri oturduktan sonra konuştum. "Evet anlat artık ne halt dönüyor ve gördüklerim tam olarak neyin nesiydi?!" Yerine geçerken, "İnsan değillerdi," dedi. Kaşlarımı kaldırarak, "Vay canına Marco, nasıl olabilir? Oysaki ben onları insan sanmıştım!" dedim ve derin bir nefes alarak devam ettim. Çatık kaşlarıyla başını yana eğerek sordu. "Kurtarılmak? Kim kurtardı seni?" Omuz silkerek cevap verdim. "Bilmiyorum yüzü maskeliydi. Sadece boynunda taşıdığı dövmenin elimdekiyle aynı olduğunu biliyorum." Marco kaşlarını çatarak, "Ne dövmesi?" dedi. Marco'nun bakışları havaya kaldırdığım elime kilitlenmişti. Bir anda bütün kanı çekilmiş gibi bembeyaz kesildi. "Ne oldu, niye sustun?" dedim, Marco'nun bulunduğu durumu sorgulayarak. Hızla ayağa kalkıp yanıma yaklaştı. Elimi tutup yüzüne yaklaştırarak, "S**tir yanlış görmemişim," dedi. "Neyi yanlış görmedin, ne oluyor Marco?!" dedim sinirlenerek. Birkaç adım gerileyerek, "Hayır, hayır! Bu olamaz a**na k**ayım!!" dedi. Başını ellerinin arasına almış kendi kendine sövüyordu. "Alo, ben de buradayım! Neler oluyor, neye sövüyorsun söylesene?!" dedim elimi havada sallayarak. Hızla sehpanın üstündeki ceketini kaptı ve alt kata inen merdivenlere yöneldi. Arkasından bağırarak, "Nereye gidiyorsun? Alo, sana diyorum bir taksana beni!" dedim. Merdivenleri inerken, "İşim var sen misafir odasına geçip dinlen. Sehpanın üstündeki ilacını da almayı unutma!" dedi. "Sözde her şeyi açıklayacaktı," dedim kendi kendime söylenerek. Belki de gitmesi daha iyidir... Sehpanın üstündeki ilacı incelediğimde sakinleştirici içerikli bir ilaç olduğunu fark ettim. Bu gece gördüklerimden sonra, uyumak için sakinleştiriciye ihtiyacım olduğu kesindi. Sehpanın üstünde bitmek üzere olan viski şişesini aldım. Ağzıma attığım ilacı birkaç yudum içkiyle destekledikten sonra boş şişeyi sehpaya geri bıraktım. Alkolle ilacın karışmasından göreceğim etki şu anda dert edeceğim son şeydi. Sakince kalkıp misafir odasına geçtim. Kapısını kilitledikten sonra yatağın üstüne giymem için bırakılmış kıyafetleri incelemeye koyuldum. Düzgün bir şekilde katlanmış sweatshirt ve gri eşofman altlığı birkaç beden büyük olsada bu benim için sorun teşkil etmiyordu. Üstümdekileri değiştirdikten sonra kendimi genişçe yatağın üstüne bıraktım. Güçlüce bastıran yorgunluk hissine karşı koymaya çalışmadan gözlerimi kapattım. * Ağır adımlarla yaklaştığım giriş kapısının zilini çaldım. Birkaç saniye içerisinde evin kahyası tanıdık simasıyla kapıda belirdi. Alışmış olduğundan olsa gerek, ağır çelik kapıyı açarken pek zorluk çekmiyordu. "Buyrun genç hanımefendi," dedi, açtığı kapıdan içeriye beni buyur ederek. Yüzünde belli etmemeye çalıştığı ekşi ifadeden iğrendiğini anlıyordum. "Sizin için banyoyu hazırlattım, temiz kıyafetleriniz de..." "Ama hanımefendi üstünüz!" dedi, dehşetle gözleri açılmış kahya. Beni saha görevine insanları öldürmem için gönderen kendisiyken, kandan rahatsız olması gülünç olurdu. Kanla yıkanmış gibi durmama aldırış etmeden, beyaz döşemeli köşkün içerisine girdim. Arkamdan koşar adım gelen kahya, "Efendilerin kendisi ana salonda istirahat ediyorlar," dedi. Efendiymiş, s*çtığımın efendisi! İşlemeli mermer kemerin altından geçerek ana salona girdim. Koridor boyunca ardımda bıraktığım kan ve çamur izlerini umursamadan salonun ortasında dikildim. Ellerimi arkamda birleştirerek başımı eğdim ve üvey babamı selamladım. "Başkanım!" Genişçe koltuğa yayılarak oturmuş, içkisini yudumlarken elindeki belgeleri inceliyordu. Başını kaldırmadan konuşarak, "Görevini tamamladın mı?" diye sordu. "Saha görevi 35 ağır yaralı, 21 ölüyle tamamlandı," dedim onaylayarak. Kaşlarını çatarak başını elindeki belgelerden kaldırdı. "21 ölü Niko'ya ait sanırsam." Başımla onaylayarak cevap verdim. "Evet başkanım." "Neden seni Nico'yla beraber saha görevine gönderiyorum biliyor musun Risin?" diyerek sordu. Elbette ki biliyordum, ama bu cevap vermem gereken sorulardan biri değildi. Öfkeyle elindeki kadehi yere fırlattı. Kırılan kadehin parçaları önüme saçıldı. "Öldürmen için Risin! O böcekler öldürmen için var ve sen de öldürmek için varsın!" "Önemli olan onları etkisiz hale getirmek. Bedenlerinden ruhları çıkmasa ne farkı olacak? Yaşasalar bile çoğu sakat kaldı. Tekrar gelip size saldırmaya cüret dahi edemezler," dedim sakince, o insanları sağ bırakmamın nedenini sunarak. "Geri zekalı, olay bana saldırmaları veya bir daha saldıracak olmaları değil! O aşağılık mahluklar ne cüretle gelip bana baş kaldırırlar, nasıl beni küçük görürler!?" Emri altında tuttuğu gruplardan biri baş kaldırdığı için bu kadar çıldırıyordu. Otoriteye takıntılı olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti. "Görevi tamamlamak mı? Yakınından bile geçmemişsin! Kahya! Şunu alın gözümün önünden, bir süre gözüme görünmesin!" dedi, arkamda bekleyen kahyaya emrederek. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sakin kalmalıydım. Tekrar selam vererek ana salondan ayrıldım. Koridora çıktığımda kahya bir hizmetçiyi çağırdı. Elinde gümüş tepsiyle gelen hizmetçi sakince tepsiyi bana doğru uzattı. Belimdeki 9 milimetrelik çelik çerçeveli tabancayı çıkararak tepsiye bıraktım. Hizmetçi kız tabancanın ağırlığıyla sallanan tepsiyi sıkıca kavradı. Geri çekilmek üzereyken kahya öksürdü. "Hanımefendi, hepsi lütfen." Eğilerek bacak askımdaki bıçağı çıkardım ve tepsiye yerleştirdim. Kahyanın saçıma baktığını fark ettiğimde, topuzumdaki sivri uçlu saç çubuğunu da çıkardım. Gümüş tepsiye bırakırken, "Tamam mı? Botumun bağcıklarını da sökeyim mi?" dedim. "Yeterli hanımefendi, buyrun," dedi merdivenleri göstererek. Sanki silaha ihtiyacım varmış gibi. Az kaldı, çok az... Sadece birkaç yıl sonra, Yetişkin olduğumda bu hiyerarşik düzen değişecek. Bunu değiştireceğim! 6 yaşımda evlat edinildiğimden bu zamana kadar suikast ve dövüş sanatları üzerine çeşitli eğitimler alıyordum. Ardından peş peşe gelen emirler ve görevler. Ne için bu kadar sıkı eğitildiğimi ya da neden öldürmeme bu kadar takıntılı olduklarını bilmiyordum. Zaman zaman dilinde dolanan son görev lafı beni işkillendiriyor. Kafasında kurduğu planda bir yerim var eminim. Asıl görevimi yetişkin olduğumda öğreneceğimin de farkındayım. Sessizce üst kata çıkıp odama girdim. Arkamdan gelen kilitlenme sesi, bir süre daha odamdan çıkamayacağımın işaretiydi. Sakince yatağın üstünde duran temiz kıyafetleri inceledim. Yorgundum, üç gündür doğru düzgün uyumadan planlanmış katliama ortak çıkıyordum. Odanın içindeki diğer kapıya ilerledim. Girdiğim kapı banyoya açılıyordu. Kapıyı kilitledikten sonra üstümü çıkardım. Suyun sıcaklığını ayarladıktan sonra duşa girdim. Kan kalıntılarını temizlemek için özel olarak üretilen temizleyiciyi raftan aldım ve sızlayan yaralarımı görmezden gelerek iyice temizlendiğimden emin oldum. Duştan çıkıp hızlıca kurulandıktan sonra lavabonun altındaki ilk yardım çantasını çıkardım. Kırmızıya çalan kahverengi antiseptiği kullanarak, dikiş gerektirmediğine inandığım kesikleri ve sıyrıkları dezenfekte ettim. Çantanın içinde bulunan gazlı bezleri kullanarak yaraları sardıktan sonra banyo duvarında asılı duran bornozu giydim. Kulağımda hala yaşamları için yalvaran insanların feryatları çınlıyordu. P*çin teki istedi diye masum insanları öldüremezdim. Öldüreceksem gerçekten ölmeyi hak edenlerden başlarım. Beni av tazısı olarak eğitmesi fark etmez. Merhamet için yalvaran birini öldürmek... Bu tam da o şeref yoksununun yapacağı türden bir iş! Duvar saatine baktığımda çoktan gece yarısını geçtiğini gördüm. Üç gündür çektiğim zorluğun sonucunda doğru dürüst bir yemek bile yiyememek sinir bozucu... Serin yatağa uzandım sakince. Yarın her şeyin daha iyi olacağını söyleyerek kendimi kandırmayacaktım. Her şey kötüydü ve daha da kötü olacaktı. Sadece doğru zamana kadar dayanmam gerek. Sonrasında bu iğrenç varlıklardan uzağa gideceğim, kaçabildiğim kadar uzağa... Sızlayan yaralarımı görmezden gelerek gözlerimi kapattım... Uykuya dalmama izin vermeyen tıklatma sesiyle doğrularak yatağa oturdum. Anahtar, yuvasında birkaç tur döndükten sonra kapı aralandı. İçeriye uzanan tanıdık yüze bakarak konuştum. "Sarah teyze burada ne yapıyorsun?" Kapının aralığından hızlıca içeriye girdi. Elinde tuttuğu tepsiyi yatağın üstüne bıraktıktan sonra bana bakarak, "Biliyorum şu anda burada olmam yasak ama bir şeyler yemen gerek yavrucuğum," dedi. "Teyze bana yardım ettiğin öğrenilirse senin başın belaya girecek," dedim tedirginlik içerisinde. Çalışmaktan nasır tutmuş elini başıma koydu. Yavaş yavaş saçlarımı okşarken, "Yavrucuğum, bunlar büyüklerin endişe etmesi gereken şeyler. Sen iyice yemeli ve iyileşmeye odaklanmalısın. Zaten senin için yapabileceklerimin bir sınırı var," dedi üzgünce. O da biliyordu gücünün her şeye yetmeyeceğini. "Artık gitsem iyi olacak. Güzelce yemeğini ye ve ilaçlarını içmeyi de unutma," dedi hızlıca odadan ayrılmadan önce. Baktığımda, tepsinin içinde birkaç dilim ekmek, çorba ve ilacın yanı sıra küçük bir parça da kurabiye olduğunu gördüm. Hiçliğin ortasındaki bu köşkte, küçük bir parça kurabiyeyi bulmak için ne kadar çabaladığını düşününce göğsüme ağırlık çöktü. Kurabiyeyi ağzıma atıp iyice çiğnedim. Dilim bana yediğim yiyeceğin tatlı olduğunu söylerken, kalbim yoğun bir acı hissediyordu... Bir şey hem bu kadar tatlı hem de bu kadar acı nasıl olabilirdi? Sarah teyze de buradaki herkes gibi basit bir hizmetçiydi. Diğerlerine kıyaslandığında epeyce yaşlı kalıyordu. Buna rağmen diğerleri gibi bana karşı kör değildi. O farklıydı, merhametliydi... Hiç tatmamama rağmen evlat olmak böyle hissettiriyor olsa gerekti. Bir annenin evladına duyduğu sevgi buna benziyor olmalıydı. Hızlıca yemeğimi yedikten sonra ağrı kesici olduğunu düşündüğüm ilacı içtim. Tepsiyi güzelce sakladıktan sonra yatağımın içine geri döndüm. Yüksek sesli açılan kapıyla yataktan fırladım. "Hanımefendi, efendim derhal aşağıya gelmenizi emretti," dedi, yüzünde tedirgin bir ifadeyle. Sabahın köründe daha karga b*kunu yemeden neyin kargaşası bu! Deli mi s**ti bu adamı! Hızlıca toparlanarak kahyayı takip ettim. Bahçeye açılan kapıya geldiğimde olayın ne olduğunu çoktan anlamıştım. Başkan sandalyesinde oturmuş sigarasını içiyordu. Hemen karşısındaysa Sarah teyze kolları bağlanmış şekilde dizlerinin üstündeydi. Başkanın yardımcısı Nicolas elinde tuttuğu bıçakla Sarah teyzenin arkasında dikiliyordu. "Buyrun başkanım!" dedim dikkatlice gözlerinin içine bakarak. "Evet Risin, seni buraya çağırmamın sebebi emre itaatsizliğin sonuçlarını görmeni istemem," dedi, hemen sonrasında sigarasından derin bir nefes çekerek. Ağır kokusundan içtiğinin tütün olmadığı anlaşılıyordu. "Dikkatlice izle ve bu anı aklına kazı!" dedi eliyle Nicolas'a işaret vererek. Nicolas tereddütsüzce Sarah teyzenin çenesini kavradı. Ağzının içinden tutup çektiği diline bıçağı dayadıktan sonra bakışlarını başkandan gelecek emire çevirdi. Henüz açıklama fırsatı sunmadan yargılamaya hazırlardı. "İtaatsizlik eden biri varsa o da benim. Alelade bir hizmetçi yerine beni yargılamanız daha göz korkutucu olmaz mı?" dedim, sakin kalmaya çalışarak. "Bir şeyleri yanlış anlamış olmalısın. Burda gözünü korkutmam gereken biri varsa o da sensin. Aptalca fikirlerle aklını bulandırmaman için ufak teşvikler bunlar," dedi mutlulukla. Arkadan gelen hizmetçi elindeki sandalyeyi yanıma yerleştirdi. Eliyle oturmamı işaret ederek, "Oturup izlemeni söylüyorsam oturup izlemelisin," dedi. Hemen arkama sessizce yaklaşmış korumalar itaatsizliğime karşı beni durdurmak için bekliyordu. İki ucu keskin bir kılıçtı bu. Eğer oturup izlersem emrine uymuş olurdum, fakat Sarah teyze... Ben kararsızlık denizinde çırpınırken kendisi oturduğu sandalyesinde keyifle benim vereceğim tepkiyi bekliyordu. Bakışlarımı kararsızlıkta kalmanın acısıyla Sarah teyzeye çevirdim. O benden daha sakindi, sanki olacakları öncesinden biliyormuş gibi. İki defa uzunca göz kırptı bana, başına gelecekleri onaylarcasına. Bu halinde bile beni düşünüyordu. Neden, neden beni kendisinden önde tutuyordu? Yavaşça arkamdaki sandalyeye oturdum. Aklıma gece yediğim kurabiyenin tanıdık tadı geldi. Pişmanlıkla dolmuş gözlerimle Sarah teyzeye baktım. Gözlerini kapatmış her şeyin yaşanıp bitmesini bekliyordu. "Evet, devam edebiliriz. Gözlerini kaçırma ve yaptıklarının sonucuna şahit ol!" dedi tüttürmekten kalınlaşmış sesiyle. Ondan iğreniyordum. Bozuk zihniyetinden, narsistliğinden, sadistliğinden ve insanları bir hayvan gibi görmesinden. Nicolas hızla bıçağını kaldırdı. Gözümden bir damla yaş süzülürken ellerimle oturduğum sandalyeyi sıkıyordum. Sanki birkaç saniye sonra tamamen değişecekmişim gibi, içimde bir şeyler bozulacakmış gibi bir telaş kapladı tüm vücudumu. Ben böyle biri değilim! Hızlıca köşede odun kırmak için bırakılmış baltayı kavradım. Tüm gücümle atılarak başı öne eğilmiş Nicolas'a saldırdım. Boynuna doğru indirdiğim sert darbeyle şah damarı parçalandı. Amansızca fışkıran kan saniyeler içerisinde etrafı kızıla boyadı. Yeşil çimler artık eskisi kadar canlı görünmüyordu. Boynunun yarısına kadar saplanmış baltayla yere yığıldı Nicolas. Gözleri kapalı olduğu için mutlu olduğum Sarah teyzenin önüne geçtim. Canının çıktığından emin olduğum Nicolas'ın boynundan baltayı sertçe çektim. Hızlıca hareket ettiğim için bana yetişememiş olan korumalar artık önümdeydi. Elimdeki baltanın sapını kavradım sıkıca. İki kişiler, ikisini de öldür! Öldür!! Kafamda sürekli beni geri tutan ses, şu an öldürmem için haykırıyordu. Kan onu besliyordu, sanki yıllarca aç kalmış bir yırtıcı gibiydi. Daha fazlası için yalvarıyordu... Yüksek sesli kahkaha yankılandı tüm bahçede. Bu büyük ihtimalle köşkün tarihi boyunca duyduğu en yüksek sesteki kahkahaydı. "Tamam bu kadarı yeterli. Geri çekilebilirsiniz," dedi önümdeki korumalara emrederek. "Sonunda... sonunda öldürdün!" dedi sevinçle ayağa fırlayarak. Sanki piyangoyu vurmuş ya da eşsiz bir mücevhere sahip olmuş gibi davranıyordu. Arkamdaki cesete bakarak, "Nico'yu severdim, iyi çocuktu. Yapacak bir şey yok, güzel bir amaca hizmet etti. Eminim o da bundan memnundur," dedi, yıllardır ona hizmet etmeye ruhunu adamış adam için. "Bana itaatsizlik etmiş olsan bile, sonucu beni memnun etti. Şimdi söyle bana, o kadar sevinçliyim ki istediğin herhangi bir şeyi yerine getirebilirim," dedi, yüzümden akan kanı süzerek. "Arkamdaki yaşlı kadına hayatının sonuna kadar mutlu olma imkanı sağla. Bu şeyleri görmek için çok yaşlı," dedim bir an bile düşünmeden, önünde siper olduğum kadın için dileyerek. "Pekâlâ, ama bundan sonra onunla görüşmeyeceksin. Bilmediğin ve senden uzak olan bir yerde hayatını devam ettirebilir," dedi başıyla hizmetçilere işaret ederek. İki hizmetçi hızla yaklaşıp arkamdaki yaşlı kadını çözdü. Kollarına girerek onu bahçeden uzaklaştırdılar. Bu Sarah teyzeyi son görüşümdü, ağarmış saçlarına koyu kırmızı kan bulaşmış haliyle. Onun için yapabileceğimin en iyisi buydu. Umarım bu, onun bana verdiği kurabiyeyi karşılamak için yeterlidir... |
0% |