Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.Bölüm: Albay Moran

@sylph

“Bu ne be!”

Aynadaki yansımamı incelerken elimi yanağımdaki kurumuş kan lekesinde gezdirdim.


İnanamıyorum bunca zaman boyunca yüzümde kan lekesiyle mi dolaşıyordum. Bunu temizlemeyi nasıl unuturum ben!

Ah… şimdi anlıyorum Marco suratıma karşı neden kahkaha atıyordu.


“Bütün iyi sözlerimi geri alıyorum, kuduz köpeğin tekisin Marco!”


Derince bir nefes alıp sakinleşerek duş kabininin içine girdim.


Sıcak su ve bolca şampuanla temizlendikten sonra duştan çıktım ve hemen köşede duran terlikleri giydim.

Müzik yoktu ama yine de temiz olmak güzel!


Banyo rafındaki temiz havlulardan birini saçlarıma diğerini de vücuduma sardıktan sonra banyonun kilitli kapısını açarak dışarıya çıktım.


Yatağın yanına geçerek daha önceden hazırladığım kıyafetleri ve bağcıklı siyah botlarımı giyindim.


Ayağımı birkaç kere yere vurdum. “Botların küt topukları çok da uzun sayılmaz, sorun çıkarmaz herhalde.”


Eğilerek bavuldan siyah deri ceketimi aldıktan sonra odanın kapısını açarak dışarıya çıktım.


Birkaç tur etrafı süzdükten sonra Marco’nun etrafta olmadığına kanaat getirdim ve merdiveni kullanarak alt kata indim.


Marco ve Kiril yönetici masasının önündeki koltuğa oturmuş, karşılıklı hasbihal ediyorlardı.


Marco merdivenden indiğimi gördüğünde kaşlarını şüpheyle çatarak Kiril’e sordu.

“Kiril bu kim tanıyor musun?”

Kiril arkasını dönüp bana bakarak, “Hayır tanımıyorum bu kim Marco?” dedi.

Marco çenesini kaşıyarak, “Ben de çıkaramadım?” diye ekledi.


Komik mi olduğunu düşünüyorlar bunun?

Masanın yanına yaklaşarak, “İki kişilik komediniz bittiyse hadi gidelim,” dedim ciddi bir ifadeyle.


Marco eliyle ağzını kapatarak, “ Aa… Risin, bu sen misin? Vallaha tanıyamadım! Kaç yıl oldu birbirimizi görmeyeli, niye bu kadar arayı açıyorsun?” dedi ve ardından Kiril’e dönerek, “Kiril bak Risin’miş bu!” dedi.


Kiril’de Marco’nun şaşkınlığını aynı oyunculukla paylaşarak, “A aa… Risin? En son yıllar önce duş almaya gitmişsin, Marco yıllardır anlatıyor o gün bu gündür kimse seni görmemiş. Nerelerdeydin görüşmeyeli?” dedi.


Ellerimi birbirine vurup alkış tutarak, “Gerçekten tebrikler!! Bu oyunculuk altın tanksavar ödülünü hak ediyor!” dedim.


Marco ayağa kalkarak, “Kızım ben sana demedim mi adamlarla sözleştik az vakit kaldı diye! Sen neden bir buçuk saat keyif banyosu yapıyorsun?!” dedi.


Omzundan kapıya doğru ittirerek, “Abartma da hadi yürü! Taş çatlasın kırk, bilemedin elli dakika olmuştur,” dedim.


İttirmemin etkisiyle kapıya doğru yürürken, “Aynen, kesin elli dakikadır ve bu sürede saçını bile kurutamamışsın!” dedi Marco. Cebinden çıkarttığı siyah deri eldiven çiftini uzatırken ekledi. "Unutmadan şunları da giy!"


Uzattığı eldiven çiftini alırken, “Bir şey olmaz hadi hadi! Sen dedin geç kaldık diye şimdi lafa tutuyorsun!” dedim.

“Tamam yürüyorum zaten ittirme artık,” dedi Marco kapı eşiğinden geçerken.

Belinden çıkardığı tanıdık hançeri bana doğru uzatarak, “Şunu da al, bir şey olmaz benim yanımdayken ama biz yine de şansa bırakmayalım.”


Uzattığı beyaz gümüş hançeri hızlıca alarak belime yerleştirdim ve kazağımla üstünü örttüm.


“Ortalık yerde niye veriyorsun?” dedim sinirle etrafımı kolaçan ederek.


“Kızım içeride manav işletmiyorum ben farkında mısın acaba?” dedi sırıtarak. Ardından başıyla arabayı işaret ederek, “Hadi bin de daha fazla geç kalmadan yola koyulalım,” diye ekledi.


Kolumdaki deri ceketi ve eldivenleri hızlıca giydikten sonra arabaya yerleştim.

“Neden bu kadar abartıyorsun ki alt tarafı bir teslimata geç kaldın değil mi?” diyerek sordum, çoktan sürücü koltuğuna yerleşerek kemerini bağlamış olan Marco’ya.


Kontağı çevirip yola koyulurken konuştu.

“Sorun teslimata geç kalmam değil, geç kaldığımda işiteceğim lafta. 'Ne o geç kaldın karı gibi, makyajın yarım mı kaldı güzellik?' diye laf çarpacak. Suratını si…” derin bir öksürükle kendi konuşmasını yarıda kestikten sonra düzelterek, “S-Sevdiğim... suratını sevdiğim!” dedi.


Şaşkınlıkla, “Sen… ne iş? Ölümün mü yaklaştı küfür etmiyorsun?” dedim.


“Yani şimdi, yaş aldı başını gidiyor. Hep küfür hep sövüş olmaz. Buna bir dur demek lazım, sonuçta benim de bir ağırlığım var ve bunu korumam gerek.”


Bak işte buna kıçımla gülerim!


“Risin bazı şeyleri dışından söylememiş olman bunu anlamayacağım anlamına gelmiyor, biliyorsun değil mi?” dedi somurtarak.


“Yav hee hee! Ufak at da balıklar yesin!” dedim sırıtarak.


“İnanmıyorsan gel iddiaya girelim! Ben bu gece, mağazaya geri gidene kadar olan süre de dahil olmak üzere, hiç sövmeyeceğim! Hatta arttırıyorum küfür de etmeyeceğim!” dedi gaza gelip bağırırken.


Çok geçmeden üzerine ekleyerek, “Ama Risin… şimdiden söyleyeyim basit hakaretler sayılmaz!” dedi.


“Tamam peki, basit hakaretleri görmezden geliyorum,” dedim, başımı sağımdaki cama çevirip gizlice gülerken.


Sertçe el frenine asılmadan önce, “Ama böyle gizli gizli güleceksen bileyim…” dedi.


Taktığım emniyet kemerinin, camdan dışarı uçmamı engellemesinden hemen sonra Marco’ya dönerek, “Siz Kiril'le beraber yaparken sorun yok, ben yapınca hemen el freni!” diyerek çemkirdim.


“Boş yapma da in aşağıya geldik,” dedi kemerini çözüp, siyah zırhlı arabadan inmeden önce.


Arabadan inerken dışarıya hızlıca göz attım.

Yanlamasına park ettiğimiz çakıl taşlı yolun ucu çıkmazdı.


Geniş alanın etrafındaki düzlük, çevresindeki yapılara rağmen epeyce tenhaydı.

Gecenin karanlığını bölen birkaç sokak lambası dışındaki tek ışık kaynağı, park ederek önünü kestiğimiz 1970 model siyah Challenger’a aitti.


Farların etkisinden dolayı aracın önündeki adamı sadece silüet olarak görebiliyordum.

Uzun boyu ve kalıbına bakılırsa teslimatın yapılacağı şahıs erkek.


Marco, siyah Challenger’ın kaputuna yaslanmış adama yaklaştığında, yalnızca silüetten ibaret olan adam birkaç adım ilerledi.


Marco’yu takip ederek yanlarına yakınlaştığımda teslimatı alacak olan adamın yüzünü rahatça görebildim. Yaklaşık iki metre boyunda sayılırdı, bunu Marco’nun 185 olan boyunu geçmesinden anlayabiliyordum.


Koyu gri kot pantolonun üstüne giydiği beyaz boğazlı kazak, sanki onun için özel olarak dikilmiş gibi üst vücuduna tam oturuyordu.


Keskin çene hattı, gözlerinin önüne düşen saçları, koyu bakan keskin gözleri ve hafif esmer teni…

Nedense bir yerlerden tanıdık geliyor siması.


Üzerimde gezeninen yabancı gözleri bir süreliğine saçlarımda takılı kaldı.


Başımı hafifçe sağa sola sallarken tek kaşımı kaldırmış bir sorun olup olmadığını sorguluyordum.


Bakışlarını benden çekmeden hemen önce, “Geç kaldın Rios, makyajın uzun sürdü herhalde?!” diyerek selamlamak amacıyla elini Marco’ya doğru uzattı.


Marco gözlerini kısarak takındığı sahte gülüşüyle, “Assolistler en son gelir, bilmiyor musun yoksa Albay Moran?!” dedi ve adamın elini sıkarak tokalaştı.


Albay mı? Sanırım bu kendi aralarında taktıkları bir tür lakap…


“Nasılsın Rios görüşmeyeli, baban nasıl?” dedi, soy adının Moran olduğunu az önce öğrendiğim kişi.


“İyidir, keza babam da öyle! Senin…” Marco konuşmasını yarıda keserek bana baktı, ardından zorla gülümseyerek devam etti. “Sen nasılsın Moran?!”


Başımı sallayarak onayladıktan sonra Marco’nun kulağına yanaşarak, “Hasbihaliniz ne kadar daha sürer tahmini? Ona göre dolaşacağım,” dedim.


Başıyla onaylayarak, “Fazla uzaklaşma,”dedi.

“Az ötede gördüğüm restorana gideceğim, herhalde bir kahve süresi konuşmanız için yeterlidir,” dedim yanlarından ayrılmadan, öncesine nazaran daha yüksek bir ses tonuyla.


Belli ki ben yanlarındayım diye rahatça konuşamıyorlar(!).

Bulunduğumuz yerin karşısındaki restoranın bu konuda işime yarayacağını düşünmemiştim. Dua edelim de kahveleri olsun…


Okuyan herkese desteği için teşekkür ederim! Umarım gününüz güzel geçmiştir ya da geçiyordur 💞

Gözlerinize ve yüreğinize sağlık bir sonraki bölümde görüşmek üzere, takipte kalın barutlu keklerim🫣☺️


Loading...
0%