@sylph
|
Adımlarımın hızını arttırdığımda onun da aynı şekilde hızlandığını gördüm. Yapacak bir şey yok tabana kuvvet! Bütün gücümle arabayı park ettiğimiz yere, Marco’nun yanına doğru koşmaya başladım. Görüş alanıma Marco’nun girmesiyle bir nebze olsun rahatlarken bağırdım. “Marco!” Arkasını dönen Marco koştuğumu gördüğünde, “Neden koşuyorsun sen, ne oldu?” dedi kaşlarını çatarak. Marco’nun yanına vardığımda hafifçe arkasına geçerek soluklanmaya çalıştım. “Şu… Şu it!” dedim nefes nefese kalmış halimle, arkamdan gelmiş olan alfayı işaret ederek. Marco yüksek sesle gülerek, “O it ha?” dedi. Alfaysa kaşlarını çatmış, bulunduğu durumdan memnun almayan bir ifadeyle bana bakıyordu. Elimle Marco’nun sırtına vurarak, “Ne gülüyorsun Marco!!” diye bağırdım. Alfa birkaç adım daha ilerleyerek Moran’ın yanına geçti. Dikkatlice olanları takip ediyordum. Alfa üstlüğündeki hançer kesipini göstererek, “Bunu yeni almıştım albay! Bak gördün mü ne hale geldiğini? Bana yenisini borçlusun!” dedi. “N-ne, nasıl yani?” dedim şaşkınlıkla, Marcoya dönerek, “Sen bu iti tanıyor musun?” diye sordum. Gülüşünü tutup ciddi olmaya çalışırken, “Evet o iti tanıyorum,” dedi. “Rios, it filan ayıp oluyor ama!” dedi alfa Marco’ya sitemle. Moran, deri eldivenlerini çıkarmadan alfanın üstlükteki kesiği ve yarayı inceleyerek, “Bu nasıl oldu?” dedi, ciddi ifadesinden ödün vermeden. “Nasıl olacak Marco’nun yancısı bıçakladı!” dedi tek nefeste. Arkamdaki hançeri biraz daha saklamaya özen göstererek, “Eksik anlatma! Ben bana saldıram kurt adamı bıçaklarken araya girdiği için yaralandı! Yani kaza kesiği!” dedim çıkışarak. Marco arkasına doğru dönüp bana bakarak, “Nasıl yani sana kurt adam saldırdı?” dedi be alfaya baktı. “Bir şeyi yok Rios, sakin ol! Durum kontrolüm altında,” dedi alfa, Marco’nun sert bakışlarına karşılık açıklama yaparak. Marco bana kısa bir bakış atıp sorun olmadığını görünce, “Risin sen arabaya geç otur ben de geliyorum birazdan,” dedi. “Tamam ama alfaya bir şey sorucam önce aklıma takıldı,” dedim. Alfa şaşkınca sorumu bekler gibi bana baktı. “Ordaki kurt, bana bir şeyden bahsetti tam anlayamadım. Bana aykırı olup olmadığımı ve onunla gelmemi söyledi. Bahsettiği bu aykırı meselesi ne tam olarak?” diye sordum içimde kalan merak ve şüpheyle. Yanımdakiler, yüzünde benzer ifadelerle aynı anda bana doğru döndü. Sanki sormamam gereken, daha doğrusu bilmemem gereken bir şeyi sormuşum gibi. “O*ospunun doğurduğu!” dedi öfkeyle Marco. Şu anda kızgın olmasaydı yapacağım ilk şey, iddiayı kaybettiğini yüzüne vurmak olurdu. Moran çatık kaşlarıyla alfaya bakarak, “Pusat!” dedi, ardından başıyla alfaya işaret etti. “Hay sıçayım keşke zamanında bitirseydim işini!” diyerek hızla koşmaya başladı Pusat. Öfkeyle bakışan Marco ve Moran’ı izliyordum. Kızgınlıkları birbirine değil ama tam olarak neden öfke soluyorlar? Ben mi bir şeyi kaçırıyorum? “Ne oldu?” diyerek Marco’ya sordum. “Arabaya geç Risin!” dedi bakışlarını Moran’dan ayırmadan. Uzatmam gereken bir konu olmadığından sakince ilerleyip arabaya bindim. Bir süre daha bakıştıktan sonra sessizliği bozan kişi Moran olmuştu. “Artık ver de yolumuza bakalım,” dedi Marco’ya yaklaşarak. E bu beni arabaya bindirdi ama buradan da her şeyi gayet net duyuyorum… Marco yüzündeki muzipçe sırıtışla, “Çok mu istiyorsun vermemi?” dedi. Neredeyse burun buruna gelmiş, kısık gözleri arasından birbirlerini inceliyorlardı. “Tamam siz devam edin ben bakmıyorum!” dedim ellerimi yüzüme siper ederek. Bir süre sessizlik olunca parmaklarımı aralayarak dışarıyı süzdüm. Yüzlerine takındıkları tiksinmiş ifadeyle bana baktıklarını görünce, “Hadi ama sabaha kadar bekleyemem çifte kumrular!” dedim. Moran, Marco’ya dönerek, “Zor olmuyor mu buna bakıcılık yapmak?” dedi. Marco derin bir iç çekerek, “Her gün giydir, yemeğini yedir, birilerini öldürmesini engelle, çektiği belaları sav filan…” “Kolay gelsin başına bela almışsın,” dedi Moran sırıtışını gizlemeye çalışarak. “Kolaysa başına gelsin!” dedi Marco kaşlarını çatarak. “Ayıp oluyor ama Marco!” dedim sitemkar sesimle. Gıcık! Her ortamda, her durumda gıcık! Birden ciddileşen ifadesiyle elini cebine atarak, “Buna hazır mısın?” dedi Marco. Cebinden çıkardığı siyah kadife kutuyu Moran’a uzattı. Neye hazır mı, ne oluyor lan? Pür dikkat dışarıdakileri izlemeye devam ediyordum. Moran, yüzük kutusundan biraz daha büyük olan kutuyu eline alarak kapağını açtı. Kutunun içindeki küçük beyaz ışık karanlığın içerisinde dikkat çekiyordu. O kutuda ne var? Bunlar silah alışverişi yapmayacak mıydı? Hayır buradan içinde ne var görünmüyor da. Albay’ın yüzünden gölge gibi geçen sırıtış, kutunun içerisinde ne olduğunu bilme isteğimi körüklüyordu. “Güzel!” dedi, kutunun kapağını kapatarak cebine yerleştirmeden önce. Arabanın camına yaklaşarak, kutunun içini görmeye çabalamam boşaydı. Ne güzel işte ne var onda? “Güzel bir alışverişti,” dedi Moran, arkasını dönüp arabasına yürürken. “Albay! Bu aralar etraf epeyce sisli. Bu konuyla bir alakan var yoktur değil mi?” dedi Marco, arabaya binmek üzere olan Moran’a. “Sis… Sis yoğun Marco, sis tehlikeli! İçerisinden ne çıkacağı belli olmaz, yani dikkat et de sise karışıp kaybolma!” dedi arabaya binip çalıştırmadan önce. Sırıtarak, “Ortalığı çok karıştırma albay! O elindeki sise benzemez. Ya bir fırtına başlatır ya da bir fırtınayı bitirir!” dedi Marco. Arabaya gaz verip yanımızdan geçerken, “Tam da ihtiyacım olan şey!” dedi Moran, ardından uzaklaşarak arabasıyla geceye karıştı. Hafif aralık camdan dışarıya başımı uzatarak, “Ne fırtınası, ne sisi? Meteorolog musunuz siz oğlum?” dedim. Düşünceli ifadesiyle sessizce arabaya binerek yanımdaki sürücü koltuğuna yerleşti. Suskunlukla geçen dakikalar birbirini kovalarken, Marco dalgın bakışlarıyla ön camdan dışarıyı seyrediyordu. Hızla ellerini direksiyona vurarak başını önüne eğdi. Ne oldu buna şimdi, bir şeyler ters mi gitti? Kendisini geriye doğru atarken yüksek sesli bir kahkaha koptu dudaklarından. “Kızım sen varya!” “Ne oluyor oğlum kafayı mı yedin?” dedim endişeyle Marco’ya bakarken. Kahkahalarının arasında eliyle direksiyonu dövüyordu. “Sen… Sen manyaksın!” dedi, kahkahalarının nefes almasına izin vermediği cümleyi zorla bitirerek. “Niye manyak oldum ben yine?” diyerek ciddiyetle sordum. Hayır, bu sefer ne yaptım da manyak oldum? Gülmekten yaşaran kısık gözleriyle bana doğru dönerek, “Risin sen alfayı mı bıçakladın?” dedi. Tek kaşımı kaldırarak cevap verdim. “Ee… evet?” Suratıma doğru attığı kahkahayla, “Sen ne dedin bir de it… it dedin alfaya,” dedi. Kollarımı önümde bağlayarak başımı çevirdim. “Yalan değil! Sonuçta o da bir it değil mi? Ha köpek ha kurt?” Gözünden akan yaşı elinin tersiyle sildikten sonra, “Moran’nın yüzünü görmen lazımdı, hayatının şokunu yaşadı. Hele o bıçak kesiğini incelerken ki suratı! Hiç bu kadar eğeleneceğimi düşünmemiştim bu akşam,” dedi. “Neyi bu kadar komik geldi onu anlayamadım?” dedim, gülen Marco’yu sorgulayarak. “Risin adamlardan biri en büyük sürülerden birinin alfası, diğeri de albay! Uzun zamandır onların egosunu ezmek istiyordum ama adamlarla iş yaptığım için aramızı bozacak bir şey yapamıyorum,” dedi, bu durumdan tatmin olmuş bir ifadeyle. “Nasıl albay? Nasıl yani o bir lakap değil miydi?” dedim boş bir sırıtışla. Lütfen öyle değil de, lütfen? “Ne lakabı kızım? Mageia’nın silahlı kuvvetlerinden Albay Moran,” dedi Marco, yüzündeki galibiyet sevinciyle. Okuyan herkese desteği için teşekkür ederim. Oy vermeyi ve aşağıya bizim için yorum bırakmayı unutmayın! Gözlerinize ve yüreğinize sağlık barutlu keklerim💖💃🏻 |
0% |