Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm: Son Kart

@sylph

"Risin, nereye daldın yine?" Aida'nın sesli ikazıyla oturduğum sandalyede irkildim.


Önüme dikilmiş elindeki su şişesini bana uzatıyordu. Karşılık vererek şişeyi aldım ve aşağı doğru kaymış olduğum sandalyede doğruldum. Sıkıca kavradığım su şişesine bakınıyordum dalgınca.


"Susadım demiştin, içmeyecek misin?" dedi Aida merakla.


"Haklısın, susadım ama..."
Derince bir nefes doldururken ciğerlerime, istemsizce kaşlarım havalandı. Su şişesinin henüz açmadığım kapağını inceliyordum. Bu eskiden kalma bir alışkanlıktı.


Daha önce açılmadığına kanaat getirdiğimde şişenin kapağını açtım.


Şişedeki suyu yudumlarken yan yana sıralanmış olan havalimanı sandalyelerini süzüyordum. Gece olmasına rağmen kalabalığından ödün vermiyordu.


Meraklı ifadesine eklenmiş şüpheyle sordu Aida "Bir şey mi oldu?"


Dudaklarımdan indirdiğim şişenin kapağını geri kapattım ve cümleme kaldığım yerden devam ettim.


"İçimde kötü bir his var sadece. Hani olur ya, bazen sebepsizce kötü bir şey olacakmış gibi hissedersin."


Omuz silkerek, "Fazla takıyorsun kafana bence. Bende bazen, hatta çoğu zaman öyle hissederim ama bir şey olduğu yok, görüyorsun. Hem şu anda mutlu olman gerekmez mi, İrene'i görmeyeli kaç gün oldu?" dedi.


Beni rahatlatmak istermişçesine tebessüm ediyordu, ifadesine karışmış olan acımayı gizleyemeyerek.


Yaşadıklarımdan sonra toparlanamadığım ve eskisi gibi olamadığım doğruydu sonuçta. Ne bekliyordum ki, her şeyin eskisi gibi olacağını mı?


"Haklısın, belki de çok takıyorum kafama," dedim, Aida'nın beni geçiştirmeye çalıştığını fark ederek konuyu kapatırken.


Neredeyse iki hafta olmuştu şehir dışına çıkalı İrene. Birden gelişen olayların sonucunda birkaç günlüğüne ülke dışına gitme kararı almıştı.


Biz daha ne olduğunu anlayamadan apar topar ayrıldı şehirden. Sözde birkaç günlük olan yolculuğu bir haftayı aşınca endişelenip ulaşmaya çalıştık, tabii ne tam olarak gittiği yeri biliyorduk ne de telefonuna ulaşabiliyorduk.


Tam polise kayıp ihbarında bulunmuştuk ki, bu günün erken saatlerinde Aida'nın aramasını cevapladı. Ona bu gece uçağının ineceğini ve gelip onu karşılamamız gerektiğini söyleyerek aramayı kısa kesmişti.


Aida, İrene için endişelendiğimi anlamış olacak ki yüzünde alaycı bir ifadeyle, "Bilirsin, İrene abartmayı seven biri," dedi.


İç çekerek duvarda asılı duran büyükçe saati kontrol ettim.


"On bir buçuk oldu saat. Hâlâ inmedi mi İrene'in uçağı?"

"Çoktan inmiştir de şu anda bavullarla filan uğraşıyordur. İki günlük tatil için bile yanına iki haftalık kıyafet alıyor. Çıkınca görürüz, zaten çıkan herkes buradan geçiyor değil mi? Yoksa başka çıkış var da bizim mi haberimiz yok, belki de yoktur?" dedi, yarısına kendisinin cevap verdiği tek taraflı konuşmasında.


"Aida çok konuşuyorsun!"
Arkamızı dönüp gelen sitemkâr sesin sahibine baktık.


"İrene!? Sen, ne zaman önümüzden geçtin?"
Aida şaşkınşıktan durduğu yerden fırlayıp İrene'e sarıldı. Yanağına art arda kondurduğu öpücükler kulak çınlatacak cinstendi.


Aida'nın peşinden ayağa kalktım. Gözlerimi kısıp İrene'e baktım, yüzünde neredeyse yapmacık diyebileceğim bir gülüşle bana bakıyordu. Bir an için içim ürperdi. Aida'nın neredeyse yüzünün yarısını yemesine rağmen sesini çıkartmıyordu. Gördüğüm şeyin gerçekliğinden emin olamayarak kendimi sorguladım.


İrene yakın arkadaşları olmamıza rağmen, en ufak fiziksel temastan irkilir, iğrenir ve midesi bulanırdı. Her anlamda fiziksel temastan nefret eden biriydi.


Maalesef ki bu onun mizacından kaynaklanan bir şey değildi. Böylesi bir fobinin nedenini ve tedavisini de araştırmıştık. Doktorlara göre onda haptofobi vardı. Doktor, bunun çoğunlukla cinsel tacize uğrayan kişilerde görüldüğünü söylediğinde olayın büyüklüğünün farkına vardık.


Ne zaman ya da nerede olduğunu bilmiyorduk ve asla da sormadık. Bu onun anlatmakta karar kılabileceği hassas bir konuydu.


Doktorun dediklerine göre tedavide sevdiklerinin onu desteklemesi iyileşme yüzdesini önemli ölçüde arttırıyordu. Bu konuda yapmamız gereken yanında durup ona kalkan olmaktı, ki öyle de oldu. Uzun süreçli olan tedavilerinde her daim yanındaydık.


Fakat geçen yıllara rağmen bir ilerleme olmayınca İrene tedaviden umudunu kesti ve yarıda bıraktı.


Ona olan sevgimin bir koşulu yok, sonuçta dostluk bu değil midir? O bunun daha iyi olacağına karar kılmışsa, bana pek de söz hakkı düşmüyor.


Fakat şu anda gözlerimin önünde gerçekleşen şey de ne? İrene'in, Aida'yı geri itmemesi normların tamamen dışında kalan bir durum.


Gördüğüm durumun karşısında bunları düşünürken, yüzümde şaşkın bir ifadeyle dalmış olacağım ki İrene sorusunu bana yöneltti.


"Bir şey mi oldu?"
Sorduğu soruyla hızlıca silkelenip kendime geldim.


"Neredesin sen kaç haftadır? Ne senden haber alınabiliyor, ne de telefonuna ulaşılabiliyor."


Söylenerek İrene'e doğru ilerledim. Kaşlarını kaldırıp şaşkın bir ifade takındı.
"Küs müyüz, neden uzakta duruyorsun öyle? Gel bir sarılayım özlemişim!"


Koluyla nazikçe Aida'yı kenara itip kollarını bana açtı. Davetkar kollarının ve tebessüm eden yüzünün aksine, gözleri gözlerime kilitlenmişti. Yapacağım en ufak hareketi kestirmeye çalışıyormuş gibi, keskin ve sinsice bakıyordu. Yaşadığım hayat sayesinde bu tarz mimiklere aşinalığım vardı.


Bütün bunları kafamda kuruyor olamam değil mi?


İyice yakınlaşıp sarılmak için eğilirken gözlerinin içine baktım. Göz bebekleri anormal derecede büyüktü. Havalimanının aydınlatmasını da hesaba katarsam bunun normal olmadığı aşikardı.


Uyuşturucu mu? Sanmıyorum ayık görünüyor. Göz bebeklerine kıyasla, beyazı temiz. Bir çeşit göz hastalığı olabilir mi? Ya da kullandığı bir ilacın yan etkisi filan mı?


Boynuma sardığı kollarını gevşetince, birkaç adım geriye çekildim ve elimi cebime atarken ekledim.
"Uzun zaman olmuş hadi bir fotoğraf çekeyim size, anı olarak kalsın."


Bir sorun var, biliyorum ama şimdilik açıkça sormasam daha iyi olacak gibi. Kendisi söylemiyorsa bir nedeni vardır elbet, ama onun söylemesini de boş boş oturup bekleyemeyeceğim.


Aida dünden razı bir şekilde hızlıca İrene'in boynuna kolunu attı. İrene daha cevap bile veremeden, yanlarına yanaşıp telefondan hızlıca bir resim çektim. Bilerek açık bıraktığım kamera flaşı yüzlerine patlayınca Aida gözlerini kırpıştırıp söylendi.



"Oha kör oldum kanka, o kadar yakından flaş mı açılır!?"

"Üzgünüm benim hatam, açık unutmuşum," diyerek geçiştirdim.


Düşündüğüm gibi. İrene neredeyse bir metre yakınlıktan, yüzüne flaş patlamasına rağmen gözlerini bile kırpmadı. Bu bilerek yapılabilecek bir şey değil, insan reflekslerini kontrol edemez. Ani ışık ve ses gibi uyarılarda kendini korumaya geçer. Aida'da olduğu gibi gözlerini kırpıştırır ya da elinle yüzünü kapamaya çalışırsın.


Bunların aksine tepkisiz bir şekilde kameraya bakmak, bir insan için imkansız değil mi? Kendi iradenle kaç saniye gözlerini kapatmadan güneşi izleyebilirsin ki?


Telefon ekranında duran, henüz az önce çektiğim resme kısaca bir göz attım. İrene'in yüzüne yakınlaştırdığımda göz bebeklerinin herhangi bir küçülme ibaresi göstermediğini fark ettim. Bu daha da garip işte. Gözbebeğinin, yapısı gereği gelen ışık miktarına göre büyüyüp küçülmesi gerekiyor. Ben mi bir şeyleri atlıyorum, yoksa aldığım ilaçlar algımı mı yavaşlatıyor?


"İrene, sen iyi misin?"
Sorduğum soru karşısında bir anlık şaşırıp hızlıca cevap verdi.
"Hayır bir şey olmadı, neden sordun? Sadece sizi özledim!"


İşte tekrar o sahte gülüş! Bu İrene'in gülüşü değil.
Bir anlığına gözlerinin dolduğunu gördüm. Hemen sonrasında arkasını döndüğü için, gördüğümden tam olarak da emin değildim.


"Bavullara da yardım edersiniz bir zahmet."
Arkası dönükken konuşuyordu bizimle. Daha fazla üzerine gitmesem iyi olacak sanırım. Belli ki bir şey var ve bunu da hemen anlatamayacağı kesin. En iyisi şimdilik konuyu kapatmak olacak.


Aramızda bavulları paylaşıp hava alanının çıkışına ilerlemeye başladık.


"Ne koydun kızım bu bavulların içine ceset mi?" Ortamın ağır havasını dağıltmaya çalışıyordum.


"Ne cesedi be, bildiğin taş yüklemiş bavullara. Canım benim, biz bilmiyoruz da yurt dışında taşların değeri mi uçtu?"


Aida'da durumu anlamış olacak ki, onun da yardımıyla ortamın ağırlığı biraz daha hafifledi.


Birkaç dakikalık yürüyüş havalimanından çıkıp, bavulları arabaya yerleştirmemize yetmişti.


Sürücü koltuğuna yerleşip dikkatle emniyet kemerimi taktım.

"Risin, arabayı sen mi süreceksin?"
Dikiz aynasından arka koltukta oturan İrene'e baktım. Yüzünü ekşitmiş bir şekilde bana bakıyordu.


"Tabii ki ben süreceğim İrene. Benim arabamı neden ben kullanamayayım, neyi ima ediyorsun şu anda?"


Ne saçmalıyor bu! Birkaç ay akıl hastanesine yatırdılar diye, deli muamelesi mi yapıyor bana? Hayır ya İrene böyle biri değil, Ben yanlış anlıyorumdur şu an.


Aida elini koluma koydu. Kafamı ona doğru çevirdiğimde fısıldayarak konuştu.



"Sakin ol!"

"Ya yanlış anladın kanka! Sadece çevirmeye girersek ehliyetin yandığı için sorun yaşarız. Seni düşündüğüm için dedim yani."


Bakışlarımı dikiz aynasından indirdim ve arkamı dönüp İrene'e baktım, telaşlanmış görünüyordu.


"Hastaneden çıkınca tekrar aldım ya, unuttun mu?" dedim şüpheyle.

"Ah d-doğru ya aklımdan çıkmış tamamen!"dedi bakışlarını benden çekip, solunda bulunan camdan dışarıya bakarken.


Önüme döndüm ve arabayı çalıştırırken derin bir nefes aldım. Birkaç saniye bekledikten sonra sakinleşip sordum.
"Nereye gidiyoruz?"


"Bilmem ki, günün kızına sormak lazım," dedi Aida, topu İrene'e atarak. Kafasını yukarı aşağı sallayarak İrene'e bakıyordu.


Bakışlarımı direksiyondaki koluma eğip saatimi kontrol ettim. "Saat yirmi üçü elli altı geçiyor, neredeyse gece yarısı olmuş. Bu saatte yapabileceklerimiz sınırlı olsa da eğelenmek için bir yerlere gidebiliriz ya da..."


İrene cümlemi bitirmem için bana fırsat sunmadan cevap verdi. "Çok geç olmuş, eve gidelim en iyisi!"


Tekrar arkamı dönerek İrene'e baktım.
"Sen ciddi misin? Eve gitmek, hem de bu saatte?"


İrene'i yıllardır tanıyorum. O bacakları kırılsa bile eğlenceye asla hayır demeyecek biri. Gerekirse sürünerek gider ama yine de geri kalmazdı. İnsanın birkaç haftada bu kadar değişmesi mümkün mü gerçekten?


"Sadece yorgunum, günüm yorucu geçti," dedi yüzünde belirli bir ifade olmadan.


Belki de gerçekten yorgundur? Çok fazla sorguluyorsun Risin! İnsanlara rahat ver biraz, bu kadar şüpheci olma!
Kendi kendime hak verip kafamı sallayarak kendimi onayladım ve garip bakışlarımı İrene'in üzerinden çektim.


"Senin evine gidiyoruz o zaman."

...

Yaklaşık kırk beş dakika içerisinde İrene'in evine varmış, eve taşıdığımız bavullarla boğuşuyorduk.


"bavulları odanın girişine koyuyorum!"
Koridorda yankılanan bağırışım mutfaktaki İrene'e ulaşmış olacak ki o da aynı şekilde bağırarak cevap verdi.
" Zahmet edip odanın içine koyarsan çok makbule geçer!"


Kafamı mutfak kapısından içeri daldırdım.
"Emredersiniz prenses!"


İrene cevap olarak sadece yüksek sesle kahkaha attı. Yıllardır belki de ilk defa bu şekilde kahkaha attığını duyuyordum.


Arkadan yaklaşan Aida, kollarıyla omuzlarımı sardı. Çenesini omzuma dayamış, arkamdan İrene'e bakıyordu.
"İrene'in kötü adam gülüşü kulaklarımı çınlatıyor resmen."


Mutfak tezgahının önünde eğilmiş getirdiği bavullardan birini kurcalıyordu.


"Madem kız kıza takılıyoruz bu gece..."
Bavulun içinden çıkardığı iki şişe tekilayı havaya kaldırıp salladı.



"O zaman bu kötü adamdan size tekila!" dedi coşkuyla bağırarak.


Ayağa kalkıp köşeli tekila şişelerini masanın üzerine bıraktı.
İçki şişelerini gören Aida kollarını etrafımdan çözüp hızla masanın başına üşüştü.
"Siz buralara nereden geldiniz?"


"Hediye olarak almıştım," diyerek göz kırptı İrene. Üstte ki mutfak dolabına uzandı ve shot bardaklarını çıkardı.


"İyi bari bende limon ve tuzu hazırlayayım," dedim ve buz dolabın kapağını açıp meyveliği kontrol ettim. Gözüme takılan ilk limonu aldıktan sonra dolabın kapağını kapattım.


"Bu dolapta neden bu kadar taze sebze var? Sen birkaç haftadır yoksun. Bunların taze olmaması gerekiyordu."
Kapattığım dolabın kapağına yaslanarak elimdeki limonu inceledim.


"Ha, onu söylemeyi unutmuşum. Ben eve alışveriş yaptım İrene gelmeden önce. Malum kara delik gibi midesi var," dedi Aida, elinden geldiğince İrene'in iştahına laf çarparak.


Yüksekçe bir kahkaha attıktan sonra gözlerini kısarak İrene'e baktı.


İrene, Aida'nın söylediklerinin altında kalmayarak karşılık verdi.
"Aynen aynen, ama ne hikmetse benim yediklerim sana yarıyor canım."
Sahte bir kıkırtıyla Aida'ya baktı.


"Öyle ölmez o yalnız," dedim kendimi tutamayarak.


Arkadaşların arasındaki ufak bir şakalaşma gibi görünse de her şakanın altında bir gerçeklik payı vardır, Şu anda olduğu gibi.


"Benim kilom ideal, sen kendine bak! Mumyaların bu kadar kısa boylu olduğunu bilmiyordum, yaşarken cüceydin herhalde cüce mumyası!" diyerek çemkirdi Aida. Kilosunu ideal görmediğinden olsa gerek, bu onun için hassas bir konuydu.


Aida, İrene'i fazlasıyla zayıf olması nedeniyle mumyaya, kısa olması nedeniyle de cüceye benzetmişti.


"Yalnız aranızda sadece üç santim fark var, bilmem farkında mısın?"
Amacım Aida'ya 'cüce' olarak tanımladığı kişiden sadece üç santim uzun olduğunu hatırlatmaktı.


"Ne olmuş yani? Üç santim diyerek küçümsediğin farkla, ben kadın boy ortalamasının içinde kalıyorum. Başkaları gibi ortalamayı aşağıya çekmiyorum yani!"


Aida 160 cm olduğu için birkaç santimle ortalamanın üstünde, İrene ise 157'yle altında kalmış oluyordu.


"Şimdi seni!.." İrene'in, Aida'nın üstüne yürüdüğünü fark ettiğimde araya girmek için iyi bir zaman olduğunu düşündüm.


"Kızlar birbirinize tıslamayı bırakın. Yılanların doğal yaşamını merak etseydim belgesel izlerdim, sizi değil."


"Risin beynine pek ihtiyaç duymuyorsan ben alabilirim canım," diyerek karşılık verdi Aida.


Bana saldırmaya başladığını düşündüğümden gülerek sordum. "Hayırdır sana mı lazımdı?"


"Alakası yok! Burada yokluğunu çeken biri var da ona hediye edeceğim!"


Düşündüğümün aksine, sözlerinin asıl hedefi ben değildim. Araya girip ikisine de sallarsam dikkatlerini üzerime çekeceğimi düşünmüştüm. Gerçi pek işe yaradığını söyleyemem ama...


Araya girmek işe yaramadığına göre, bunu eski yöntemimle halletmem gerekiyor. Sonuçta bu kavgayı birinin durdurması lazım. İrene'e baktım ve kaşlarımı kaldırarak devam etmemesi için onu uyardım.


İrene ellerini teslim olurmuşçasına havaya kaldırdı.


"Ne oldu cevap veremiyorsun? Aaa doğru beynin yoktu, aptal mumya!"
Aida, İrene'in susmasını fırsat bilerek son hızıyla devam ediyordu.


Gayet sakin bir şekilde Aida'yı uyarmaya karar vererek, "Güzelce şakalaştık, tadında bırakalım Aida kaşınmaya gerek yok!" dedim.


"Kaşınıyorum ne olucak? Gel de kaşı!" dedi kollarını iki yana açıp gerine gerine.


Elimdeki limonu tüm gücümle Aida'nın kafasına salladım.


Son anda tuttuğu limonu havada sallayarak sevinç nidaları haykırdı."Benden kaçmaz!"


Elinde tuttuğu limonu havaya kaldırdı. "İşte bu günün kurtarışı bebeğim!"


Elindeki limona aşkla bir öpücük kondurdu. Hemen ardından yüzündeki gülümseme yerini ciddiyete bıraktı. "Son duanı et seni hain!"


Aida kolunu geriye çekip son gücüyle limonu bana fırlatmaya hazırlanıyordu. Gelecek saldırıya önlem almak için birkaç saniyem vardı. Gözüm bir anlığına cama kaydı. Açık olan kanadın arkasına saklanabilirim ama limon camda patlardı.


Başımı diğer tarafa çevirdiğimde gözüme tezgahın üzerindeki bıçak ilişti. Bıçağı ani bir hareketle kapıp gülerek Aida'ya döndüm. "He he he..."


Bıçakla ona doğru birkaç adım attım."Bir daha düşün istersen!"
Kafamda hissettiğim acıyla arkamı döndüm.


İrene tüm ciddiyetiyle arkamda dikişmiş bana bakıyordu."Bıçakla oyun oynayacağınıza limonları doğrayın."


Tezgahın üzerindeki bardaklara ve İrene'e baktım. Kaşlarını çatmış, kınayarak bizi süzüyordu.


"Yanlış anladın, biz de onu yapıyoruz. Aida limonu fırlatacak, bende havada onu on parçalara bölecektim."


Kafamı salladım ve Aida'ya baktım. O da bana bakıp onaylayarak kafasını yukarı aşağı sallamaya başladı. "Tabi canım, eski assasinlerden kim kaldı?"


İrene yargılayan bir ifadeyle, "Dedi çakma yakuza, en azından düzgün yalan söyleyin de inandırıcı olsun," dedi.


Bir hışımla elimden bıçağı, Aida'dan da limonu kaptı ve mutfak tezgahına geri döndü.
Bize arkası dönük bir şekilde limonu dilimlemeye başladı. Bakışlarımı İrene'den çektiğimde, Aida'da bir sorun olduğunu fark etmem pek de uzun sürmedi.


Fal taşı gibi açılmış gözleri İrene'in sırtında donup kalmıştı.
Aida'nın bakışlarını İrene'den almak için ikisinin arasına girdim. Kafamı sallayıp sessizce ağzımı oynattım. "Ne oldu?"


Aida'nın donuk gözlerinin odağı beni bulduğunda cevap verdi. "N-Nerden biliyor!"


Kısık sesle konuşmuş olsa da sesini duyabildim."Bilmiyorum, ben söylemedim!"


İrene duymasın diye kendi aramızda fısıldaşarak konuşuyorduk. Aida aile meselelerinin yayılmasını istemediği için İrene'e bundan bahsetmemiştik. Kimse doğduğu aileyi seçemiyordu maalesef. Asıl sorun, Aida'nın ailesiyle olan bağlantısını biz söylemediysek bu kız nerden öğrenmişti?!


"Size kalsa sabaha kadar limonu kesmenizi bekleriz."
Arkası bize dönük şekilde, limonu dilimlemeye devam ederken ekledi. "Bardakları masaya koyun bari."


Tezgahın üzerindeki bardakları masaya dizerken, Aida yaşadığı şoku atlatmış olacak ki heyecanla bağırdı. "Bir dakika aklıma efsane bir fikir geldi, bekleyin!"


Yüzünde açan sinsi gülüşle gözlerini yavaşça koridora kaydırdı. Hızlıca koridordan geçip askılığa koştu. Birkaç dakika sürmeden geri geldi. Elinde tuttuğu küçük karton kutuyu masaya sertçe vurup ekledi.
"Oynarken içelim!"


Göz ucuyla Aida'ya baktım. "Son kart mı? İyi de sende ne işi var iskambil destesinin, kumara mı başladın tekrar sen?"


Uzunca yıllar kumar bağımlısı olan Aida'ya, evine gelen hacizden sonra, zorla da olsa kumarı bıraktırmıştık.
"Borçlarını yeni kapattın Aida sakın!" dedim tekrar ikaz etmek zorunda hissederek.


Sakin bir tavırla yerine geri otururken cevap verdi.
"Kumar filan yok sakin ol anlatacağım şimdi."


Derin bir nefesle kendimi sakinleştirerek "Dinliyorum, anlat," dedim.


Oturduğumuz mutfak sandalyelerine iyice yerleşip Aida'ya kulak kabarttık.


"Ya bakın şimdi, geçen hafta yeni bir kafe keşfettim kahveleri gerçekten çok güzel. Özellikle çok çok güzel frappe yapıyorlar, aşık oldum diyebilirim. Yani her öğün içebilirim o derece."


"Aida sözünü bölmek istemiyorum fakat, kahve bardağından iskambil destesi çıkmadığına göre, fazla detay vermesen mi?"


"Risin bir kes sesini anlatıyoruz işte, sinir ettin beni ya kaçtır aceleye getiriyorsun zaten!"


Aida'nın sitem bakımından zengin olan sesi hoparlör yutmuş gibi gereğinden fazla yüksekti. Avuç içlerimi kulaklarıma bastırarak, bu işkenceyi sonlandırmaya çalıştım.


"Aaa tamam! Tamam bağırma siren gibi sesin var zaten!"


"Dinleyeceksen bağırmayı bırakacağım," dedi Aida sözünü kesmemem için kendi çapında uyararak.


Ellerimi kulaklarımdan indirdim, yavaşça kontrol ederek.


"Bak şimdi devam ediyorum. Birkaç gün o kafe de takıldım sonra gökyüzünden bir meteor kafeye düştü."
Cümlesinin sonunda elini masaya sertçe vurdu.


"Alt yazı geçiyorum, kafede yakışıklı erkek gördün evet devam et!" dedim, elimle ona devam etmesi için işaret ederek.


"Kafeye sık sık gitmeye başladım belki tekrar aynı çocuğu görürüm diye. Her gün neredeyse aynı saatlerde o kafeye geliyordu. Ben de ara sıra o saatlerde kafeye uğramaya başladım."


"Ara sıra?" diye ekledi İrene şaşkın bir ifadeyle, sanki her gün gittiğini biliyormuş gibi bir imada bulunarak.


Yenilgisini kabul ederek ellerini havaya kaldırdı Aida. "Yaa tamam ara sıra değil, her gün gitmiş olabilirim."


"Eee sonra?"
"Sonrasında işte bu çocuk kafenin yakınlarındaki üniversite de okuyormuş galiba, yani öyle düşünüyordum. İşte yine bir gün kafedeyim. Bu arkadaşlarıyla geldi ve bir masaya oturdu. Gizlice yakınlarındaki masaya geçip oturdum. Merak işte, ne konuşuyorlar diye merak ettim."


Konuşmanın arasında masanın üzerine bıraktığı kutuya uzanıp aldım ve kartları karıştırmaya başladım. Konuşmasının bitmesini beklersek sabah olacak sanırım.


Heyecanla konuşmaya devam etti.
"Bir süre dinledikten sonra muhabbetlerinin konusu kendi hobilerine geldi. Ben de bir şeyler öğrenme ümidiyle kulak kabartmaya devam ettim. Bu şekilde geçen yirmi beş dakika sonucunda, kayda değer hiçbir şey elde edemeyince gitmeye karar verdim. Tam kalkacaktım ki konunun falcılığa gelmesiyle çocuk sohbetin ortasına atıldı.
Ben de tepkisini görünce, işime yarayacağını düşünüp merakla gerisingeri yerime oturdum, ki düşündüğüm gibi de oldu."


"Yani, çocuğun falcılığa merakının olduğunu bilmek, sana ne kazandıracak?" dedi İrene umursamaz bir tavırla, belli ki sıkılmıştı.

"Şimdi böyle benden duyunca saçma geliyor olabilir, ama benim çok işime yaradı," dedi gururla Aida.

Yok daha fazla dayanamıyorum, çatlayacağım artık!
"Alo, işine yarayıp yaramadığını sormuyoruz ki! Nasıl yaradı, nasıl kullandın bu bilgiyi?"

Elimde karıştırdığım desteyi sinirle masaya vurdum.

"Sakin ol kanka ne bu agresiflik? İstersen ilaçlarını al sen!"dedi gülerek bana ruh hastası muamelesi yaparken.

Bunların diline düşeceğine git inşaat çukuruna düş daha iyi!

"Neyse aramızdaki deliler ilaçlarını içtiyse, bu bilgileri nasıl kullandığımdan devam ediyorum. Ertesi gün kafeye falcı kılığında gittim. Kafeye o kadar sık gittim ki, kafe sahibiyle dost olduk zaten. Böylece kısa süreliğine de olsa, kafede falcılık yapmama izin verdi. Geriye sadece iskambil destesi kalmıştı, onu da kafeye giderken yolun üstünden aldım."

Bana deli diyor bir de manyak, ruh hastası!!

"Ee nasıl, kandı mı bari falcı olduğuna?" dedim, içimden geçirdiklerime karşılık daha nazik bir dil kullanarak.

"İnanmış olacak ki..."
Cebinden çıkarttığı telefonun ekran kilidini açıp, bize doğru çevirdi. İstemsizce kaşlarım havalandı.

Dikkatimi ekran resminde Aida'yla sarmaş dolaş olan, kalıplı adama yönelttim. Yüzü tam olarak görünmesede, Aida boynuna sarıldığı adamın ancak omzuna geliyordu. Benim şaşırmış tepkime kıyasla, İrene kızgın bir ifadeyle kendi kendine mırıldanıyordu.

Aida'nın takıntılık seviyesi bazen korkutucu oluyor. Sırf dış görünüşü hoşuna gittiği için adamı stalklayıp, İlgi alanını öğrenmiş. Buna göre bir rol kurgulayıp o karaktere bürünmüş. Bu, gerçekten ayrı bir takıntılık seviyesi!

"Senin bir erkek için, bu kadar uğraştığını görmeyeli epeyi oluyor," dedim şaşkınca.

İrene yüzüne sahte bir gülümsemeyle beni onayladı.

"Neticeye bakmak lazım kızlar. Kıskanmayın, çalışın sizin de olur."

İçimden Aida'nın Kurgulanmış karakteriyle kandırdığı adama üzüldüm.
Yazık, herkesin kötü bir tarafı var sonuçta.

Aida dakikalar önce masanın üzerine bıraktığım karıştırılmış kart destesini eline alıp önümüze dağıtmaya başladı.


Ben de masanın üzerinde halihazırda bulunan köşeli tekila şişesini aldım ve boş bardakları doldurdum.
Bu gece uzun olacak gibi duruyor...


Loading...
0%