@sylph
|
Barutlu keklerime keyifli okumalar dilerim!💪🏻
Gururla dudaklarım yukarıya kıvrıldı. “Benden kaçmaz paşam! Tekrar ihtiyacın olduğunda haber edersin. Bahsi geçmişken Kara Akbaba’lar ne durumdalar?”
Ciğerlerine derin bir nefes çekerek, “Ne olsun işte bir süredir bizim ihtiyar yanındalar,” dedi.
“Görüşmeyeli uzun zaman oldu. En son Kör Akbaba eğitiminde görmüştüm onları. özlemişlerdir beni,” dedim kıkırdayarak.
“Ya, ya ne demezsin! Hasretlerinden yataklara düşmüşlerdir kesin(!)”
Sanırım beni her gördüklerinde akıllarına eğitim kampında geçirdikleri güzel günler geliyor...
Sırıtan ifadesini bir kenara bırakarak sordu Marco. “Onun kim olduğuyla ilgili bir tahminin var mı?”
Aklıma “o” olarak bahsedebileceği tek kişi geliyor. Kavganın olduğu gece beni kurtaran vampir. Kızıl gözleriyle ruhumun en karanlık çukurunu görebiliyormuş gibi bakan, gözleri alevler içerisinde yanan yakutlara benzeyen adam…
Onu düşündükçe aklımda canlanan o gecenin detayları kalp atışlarımın hızlanmasına sebep oluyordu. Alnıma değen alnı, dudaklarıma çarpan nefesi ve fısıldayarak özür dileyen derin sesi. Gözlerimin önünde şıklatılan parmakla sıçrayarak kendi iç dünyamdan çıktım. “Ne oluyor Risin? Boşluğa doğru dalıp gidiyorsun, fenalık geçirdiğini sandım,” dedi Marco, gözlerimin önündeki elini direksiyona geri yerleştirirken.
“B-ben iyiyim! Sadece o gece aklıma gelince ürperdim,” dedim hızlıca konuyu geçiştirip başımı sağıma çevirirken. Elimi hızlanmış kalbimin üstüne yerleştirdim ve derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ne oluyor bana, hasta filan mı oldum? “Bak tekrar soruyorum, iyi olduğuna emin misin? Yüzün kızarmış, soğuk filan mı kaptın acaba? Bak iyi hissetmiyorsan söyle doktoru çağırayım,” dedi endişe içerisinde. “İyiyim Marco. Belki de soğuk kapmışımdır, önemli bir şey değil. Mağazaya geçince sıcak bir kupa ıhlamur içerim, hiçbir şeyim kalmaz,” dedim, sağımdaki araba camından kendi yansımamı inceleyerek. Marco haklıydı, yüzüm alev almış gibi kızarmış ve zonkluyordu. “Pekâlâ, öyleyse tahminini alayım,” dedi Marco, sakince silah mağazasının olduğu caddeye dönerken. “Ben bilmiyorum, kim olduğuyla ya da olabileceğiyle ilgili hiçbir fikrim yok,” dedim başımı olumsuz anlamında sağa sola sallarken.
Mağazanın önüne geldiğimizde arabayı nazikçe yavaşlayarak durdurdu. El frenini çektikten sonda derin bir nefes alarak ön camdan dışarıya baktı. “Risin eğer birinden şüphelenirsen, hani bir ihtimal farklı bir his ya da işaret fark edersen bunu bana söyle,” dedi ciddiyetle bakan gözlerini yoldan ayırmadan. Ardından bana dönerek, emin olmak istermişçesine sordu. “Söylersin değil mi?”
“Endişelenme Marco, bir şey fark edersem söyleyeceğim ilk kişi sen olursun,” dedim, onu sakinleştirmek için elimle omzuna vurarak. “İyi o zaman inelim artık. Deli gibi acıktım be, ne sipariş etsek acaba?” dedi. Yemek yemeyi düşündüğü için keyfi yerine gelmişti. Sürücü kapısını açarak araştan aşağıya indi ve benim de inmemi beklerek başıyla işaret etti.
Torpido gözünden kanlı hançeri aldıktan sonra arabadan indim. Mağazanın kapısından içeriye yürürken, “Sana hançeri verdiğimde, bu kadar kısa bir sürede kullanacağını düşünmemiştim,” dedi Marco gülerek. “Ben de dün yaşananların ardından bir ucubeyi bıçaklayabileceğimi düşünmemiştim,” dedim gülüşüne karşılık vererek.
Koyu ahşap masanın önündeki koltuğa yerleştikten sonra sordu. “Karar verdin mi ne yemek istediğine?” “Saat geç değil mi, bu saatte açık bir yer bulabilecek misin?” dedim şüpheyle. “Bildiğim çok iyi bir dönerci var. Gece sipariş alıyorlar yani şu anda açıktır. Senin için uygun mu?” dedi. Yüzümde yamuk bir gülüşle, “Sorman bile hata, bol acılı olsun,” dedim. “Pekâlâ,” dedi ceketinin iç cebinden telefonu çıkarırken.
Elimde kanlı hançerle beklediğimi fark ederek, “Ah, Marco bıçak için temizleyicin var mı? Üzerindeki kan daha fazla kurumadan temizlesem iyi olacak,” dedim. Eliyle arka tarafta kalan lavaboyu işaret ederek, “Şuradaki lavaboyu kullanabilirsin. Temizleyiciler de dolabın üçüncü rafında,” dedi.
Arkamı dönerek gösterdiği lavaboya ilerledim. Siyah ahşap kapıyı açarak içeriye girdiğimde sensörlü ışık karanlığı bölerek odayı aydınlattı. Tam karşımda genişçe bir lavabo ve odanın sol duvarında da bölmelerinde envai çeşit malzeme yer alan uzun bir dolap vardı. Dolaba yaklaştığımda üçüncü rafı takip ederek ihtiyacım olan temizleyiciyi aradım.
Üçüncü rafın sonunda yer alan üç ürünü kolumun altına alarak lavabonun önüne geçtim. Temizleyicileri dikdörtgen şeklinde olan genişçe lavabonun kenarına yerleştirdim ve kanlı hançeri sıcaklığını ayarladığım suyun altına sokarak kısa bir duş aldırdım. Sıcak suyla temas ettiğinde, hançerin yüzeyindeki kurumaya yüz tutmuş kan, suya verdiği kızıllıkla beraber akmaya başladı.
Neredeyse üzerindeki kanın hepsi akmış olan hançere, kenardaki temizleyicilerden birini döktüm ve nazikçe hançerin yüzeyini ovuşturmaya başladım. Köpüren temizleyicinin köpüğü, kanın verdiği kızıllıkla beraber pembemsi açık bir renk elde etmişti. Suyun altına tutarak üzerindeki köpüğü akıttıktan sonra kenarda asılı duran havlu kağıttan bir parça kopararak hançeri kuruladım.
Lavabonun kenarında duran temizleyicilerden sprey kutusuna sahip olanı alarak hançerin yüzeyine püskürttüm. Havaya yayılan alkol kokusunu umursayarak yüzeyi ıslak olan hançeri birkaç saniye havada salladım. Hızlıca buharlaşan saf alkol içerikli sıvı işimi kolaylaştırıyordu.
Son olarak üçüncü malzeme olan bıçak koruyucu ciladan birkaç damla hançerin yüzeyine damlattım ve dikkatlice yayarak hançeri cilayla kapladım. Cilanın fazlalığını kağıt havluyla aldıktan sonra çöp kutusuna attım. Ciğerlerlerime derin bir nefes çekerek hançerin yüzeyini kokladım. “Oh tertemiz kokuyor ve kandan tamamen arındırıldı.”
Raftan aldığım malzemeleri yerlerine yerleştirirken, içeriden gelen bağırma sesiyle arkamı döndüm. Lavabodan çıkarak yönetici masanın önüne oturmuş olan Marco’nun karşısındaki koltuğa yerleştim. “Şükürler olsun, bir an dedim ki içeride temizleyicilerle tanıtım reklamı çekiyorsun! Hayır ürün tanıtımı bile bu kadar sürmüyor, ne yaptın hançeri temiz olduğuna inandırmak için telkin mi ettin?” dedi, elindeki paketlenmiş yiyeceklerden birini bana uzatarak.
Üzerinde acılı yazan paketi alırken, “Ne kadar da inanarak boş yapıyorsun Marco, sadece kanlı bırakmak istemedim hançeri,” dedim. Yüzünde yamuk bir gülüşle sırıtırken, “Bir şey söyleyeyim mi? Beyaz gümüş paslanmıyor. Yani istersen bir yıl kanlı bırak, istersen bulaşık deterjanıyla yıka, istersen suya yatır fark etmez,” dedi.
Dönerin paketini masanın üstüne açarken, “Peki bunu bana neden şimdi söylüyorsun?” dedim. “Zevk, canım öyle istedi! Yani önceden sormuş olsaydın söylerdim ama sen sormaya yeltenmedin hiç ve ben de söylemedim,” dedi ve elinde tuttuğu dönerden büyün bir ısırık aldı.
“Gıcıksın ha harbi!” dedim yüzümü ekşiterek ve dönerimden bir ısırık aldım. Dolu ağzınını hızlıca çiğneyerek yuttu Marco. “Parayla bile olsa, ben bedeli neyse öder yine gıcıklık yapardım gülüm,” dedi gözlerini kısıp sırıtarak, ardından dönerinden birkaç ısırık daha alarak ağzını doldurdu.
“Epeyce hızlı geldi, yakında mıydı döneri sipariş ettiğin yer?” dedim yemeye devam etmeden önce. Ağzındaki lokmayı yutarak, “Fazla uzakta değil. Zaten motor kuryeleri hızlı teslimat yapıyor,” dedi. Ağzım dolu olduğu için homurdanarak başımla onayladım.
Bu gece konuşulanlar ve yaşananların hiçbiri var olmamış gibi sakince oturmuş, günlük konulardan konuşarak yemeğimizi yiyorduk, bir anlık duraksama ya da garipseme olmadan.
Şimdi ne yapacağım? Nereden başlayacağım ilerlemeye? Daldığım derin düşüncelerimin arasından bir cümle beni çekip çıkardı. Marco’nun düşündüğü gibi her şeyin başlangıcı hatırlayamadığım çocukluğumda yatıyor olabilir. O zaman en başından itibaren başlamam gerek, bu zamana kadar söylenen bütün yalanları unutmaya.
“Ne düşünüyorsun kara kara?” dedi Marco sakinlik içerisinde. Çoktan bitirdiği dönerin paketini elinde buruşturup masanın üzerine bıraktı. “Her şeyin başını, yetimhaneden öncesini düşünüyorum,” dedim, elimdeki dönerin içini inceleyerek.
“Yani, sadece düşünce olarak mı kalıyor yoksa icraate geçirecek misin?” dedi yüzünde hiçbir mimik barındırmadan. Böyle zamanlarda takındığı ifadesiz tavır onun ne düşündüğünü anlamamı zorlaştırıyordu.
“Boş boş düşünmek bir işe yarasaydı bu güne kadar yarardı. Vakit icraat vaktidir!” dedim tam olarak emin olamamakla beraber.
“Ne zaman başlıyorsun bakalım şu icraatlerine?” dedi hafif sırıtışıyla. “Yemeğimi bitirir bitirmez hazırlık yapmaya başlayacağım,” dedim ve elimdeki dönerden büyükçe bir ısırık aldım. Dudaklarını büzerek, “İyi öyle diyorsan, anlat bakalım planın neymiş?” dedi.
Ağzımdaki lokmayı yutarak, “hatırlayabildiğim en eski yerden, yetimhaneden başlayacağım,” dedim. Elini çenesine yaslayarak, “Kafanda her şeyi oturtturmuşsan…” dedi.
Hızlıca başımı kaldırarak, “Ah bu arada, telefonum kırıldığı için biletlere bakamayacağım. Sen bana otobüs bileti ayarlayabilecek misin?” dedim.
Telefonumun kırıldığını ve elimde kalan tek şeyin tuşlu eski bir telefon olduğunu hatırladığım iyi oldu. “Otobüs mü? Kendi arabanla neden gitmiyorsun?” dedi yüzünde söylediklerimi garipsemiş ifadesiyle.
Elimi alnıma yaslayarak derin bir iç çektim. “Benim arabamla Aldrin kaza yaptığı için şu anda kullanım dışı kendisi.” “Dert ettiğin şeye bak, vereyim sana bir araba onu kullan,” dedi gülerek.
Okuduğunuz için teşekkürler barutlu keklerim! Oy vermeyi ve alta bizim için bir yorum bırakmayı unutmayın, böylece diğer olurlarla da fikir alışverişi yapabilirsiniz! İg: sylphnn_ |
0% |