Yeni Üyelik
28.
Bölüm

22.Bölüm: SIM

@sylph


Keyifli okumalar dilerim barutlu keklerim!

 

“Dert ettiğin şeye bak, vereyim sana bir araba onu kullan,” dedi gülerek.

“Aslında kısa bir yolculuk olmayacak. Mesafe uzun olduğu için arabayı sürmek yorucu olur.”

 

“Tamam da o zaman uçak bileti alalım. Neden otobüsle yolculuk edeceksin? Hem daha yorucu ve daha uzun,” dedi Marco, benim zekamdan şüphelendiğini yüzündeki ifadeyle belli ederek.

 

“Marco ben salak mıyım uçak varken otobüsle gideyim!? Gideceğim yetimhane güneyde kalıyor ve o bölgede havaalanı yok. En yakındaki hava alanı da neredeyse burayla aynı mesafede. Yani ben o yolu her şekilde karadan gideceğim,” dedim kaşlarımı çatarak.

 

“Tamam be sakin ol ilk önce. Özel araçla beraber şoför vereyim yanına aracı sen sürmek sorunda değilsin sonuçta,” dedi duruma çözüm üretmeye çalışarak.

 

“Gerek yok, zaten arabayla da gitsem, otobüsle de gitsem aynı zamanı alacak. Boşuna başkalarına iş çıkarma. Sen otobüs biletlerini al gerisini ben hallederim,” dedim Marco’nun teklifini reddederek.

 

“Tamam ama yalnız gitmene izin veremem. Yanına bir koruma…”

 

Marco’nun cümlesini yarıda bölerek komuştum.

“Marco korumalarını kendine sakla! Peşime de öyle birikerini takayım filan deme yakaladığımın boynunu keserim!”

 

İşaret parmağıyla çenesini kaşıdı ve birkaç saniye düşündü.

“Tamam, kabul…” dedi kararımı onaylayarak ve devam etti. “Ama Aida’yı da yanına al. Yanında seni koruyacak birini istemiyorsan bile psikolojik olarak destek olacak bir dosta ihtiyacın var. İrene’in aklı başında olsaydı eminim sıra Aida’ya gelmezdi. Ben de seninle gelmek isterdim ama İrene’i koruma ve kurtarma çalışmaları son hız devam ediyor,” dedi çatık kaşları arasından etrafa bakarken.

 

Aklıma İrene’in Mageia’ya gitmeden önceki gece, doğum gününü kutladığımız zaman söyledikleri geldi.

 

O zaman geçmişi araştırmam gerektiğini ve yanımda olacağından bahsetmişti. Belki de bu günün geleceğini önceden biliyordu?

Hayır sanmıyorum, eğer öyle olsaydı kendi başına gelecekleri görmesi gerekirdi benim geçmişimi değil!

 

Bitirdiğim dönerin kağıt paketi elimde sıkıştırarak, “Ben yukarıya çıkıyorum, yarın zor bir gün olacak,” dedim ve ayağa kalktım.

 

“Pekâlâ, çözemediğin bir durum olursa biliyorsun her zaman…” dedi Marco, cümlesinin devamını getirmeye gerek duymadan.

 

Elimdeki buruşmuş döner kağıdını kenardaki çöp kutusuna fırlattıktan sonra merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladım.

 

Tek gitmeyeceğim için gerginim. Aida üvey ailemin uğraştığı işleri biliyor olsa bile şu anda diğer varlıklardan haberdar değil. Umarım bir aksilik çıkmaz.

 

Çok fazla düşünmeye gerek yok Risin sonuçta Aida’da benim arkadaşım, bazen garip hal ve tavırları olmasına rağmen.

En kötü ihtimalle ona da olanları açıklarım.

 

Aida, Japonya’nın ileri gelen illegal ailelerinden biri olan Kota hanesinin en büyük kızı.

Şu anki aile reisinin kızı olması sebebiyle sıradaki aile reisi olma hakkına sahip, gerçi buna zorunluluk demek daha doğru olur.

 

Kota ailesi nesilden nesile dövüş sanatlarındaki ustalığını sürdürüyor. Bu sebeple olsa gerek üvey babam zamanında eğitmen olarak onu tercih etti.

 

İşte Aida’yla tanışmamıza vesile olan olay da tam olarak buydu. Benim ustamın kızı olduğundan bir zamanlar beraber dövüş eğitimi aldık ama arkadaşlığımızın temelini atan asıl olay bu değildi.

 

Bütün eğitimlerime dört duvar arasında devam ederken liseye gitmeme yardımcı olan kişi Aida’ydı.

Üvey babama kalsa tek yapmam gereken evdeki eğitimlerime devam etmem olurdu.

Fakat Aida bana eşlik edeceğini söylediğinde onun gözetmenliğinde liseye atılabilmiş, hayatımda ilk defa dış dünyayla tanışmıştım.

 

Hiçbir karşılık veya çıkarı olmadan yaptığı bu iyilik onun değerini benim gözümde kanıtlamasına yetmişti.

O zamana kadar ustamın kızı olan Aida artık benim arkadaşımdı, benim safımdaydı.

 

Buna karşılık olarak lisenin bitiminde, Aida aile reisi olmak istemediğinde evden kaçmasına yardım ve yataklık yapmış bulundum.

 

Planlara göre mezun olduğumuzda, ailelerimizin bize uyguladığı zulümden beraber kaçacak ve kendimize yeni bir hayat kuracaktık.

 

Odanın içerisine girerek kapıyı kilitledim ve kendimi yatağın üzerine bıraktım.

Bütün yaptığımız planları düşündüğümde histerik bir kahkaha döküldü dudaklarımdan.

 

Aida’yı plana uygun şekilde, mezuniyet balosunun olduğu günün sabahında evden kaçırdım ama kendim kaçıp kaçamadığımı bile hatırlayamıyorum.

Sanırım kaçabilmiş olsaydım, gözlerimi açtığımda akıl hastanesinde bütün suç üzerime yıkılmış şekilde uyanmış olmazdım.

 

Histerik kahkahalar yerini küçük kıkırtılara bıraktığında sakinleşerek derin bir nefes aldım.

 

Geçmişin bir bok çukuru olduğunu biliyorum ama o çurun içinde dönen bokları bilmeden yeni geleceğime ışık tutamam. İleriye her adım attığımda geçmişimdeki bilinmez pislik ayağımı kaydıracak, bunu istemiyorum.

 

Komodinin üzerinde bulunan o geceden kalma tuşlu telefonu elime aldım ve rehberimde kayıtlı olan Aida’ya ait numarayı aradım.

Uzun çalışlardan sonra arama kapanmaya yakın cevaplandı.

Uyku mahmuru sesiyle, “Risin? Efendim ne oldu gecenin bir vakti?” dedi.

“Gecenin bir vakti mi? Sen bu kadar erken uyumazdın ne oldu?” dedim şaşkınlık içerisinde.

 

“Erken mi? Kızım saatten haberin var mı senin?” dedi sorgulayarak.

 

Göz ucuyla komodinin üzerindeki dijital saate baktım.

 

“Oha saat ne ara dört olmuş!” dedim gözlerime inanamayarak.

 

“Saate bile bakmadan insan aranır mı hiç ya? Söyle hadi ne oldu uykuma geri döneceğim,” dedi sitem ederek.

 

“Birkaç günlüğüne bana eşlik etsene, yetimhaneye gideceyim,” dedim durumu açıklayarak.

 

“Ne yetimhanesi çocuk mu evlat edineceksin?” dedi esneyerek.

 

“Ne evlat edinmesi ya saçmalama! Benim evlat edinildiğim yetimhaneyi diyorum.”

 

“Ne diyorsun, kim evlat edinecekmiş seni?!” dedi bağırarak.

 

Uyku başına geçmiş bunun bir haltı anlayacağı yok.

 

“İki günlük tatile gidiyorum, geliyor musun?” dedim anlayabileceği şekilde.

 

“Tabi ki kızım tatile geliyorum!” dedi heyecanla.

 

“Tamam yarın erkenden burada ol, beraber geçeceğiz!”

 

“Tamam!” dedi telefonu kapatmadan önce.

 

“Ruh hastası, bu kesin şimdi gidip sabaha kadar hazırlanacak,” dedim kendi kendime söylenerek.

 

Elimdeki telefonla bakışırken ekrandaki arama geçmişi dikkatimi çekti.

Az önce konuştuğum Aida ve o gece aradığım Marco’nun kaydı dışında, daha öncesinde yapılmış yabancı bir arama vardı.

 

“Bu kim ya?”

 

Bir dakika, ben bu telefonu almadan önce gerçekleşmiş bir arama. Yani bu aramayı yapan kişi o adamdı.

Acaba aradığı numaradan o telefonun sahibini öğrenebilir miyim?

Hayır tam olarak öğrenemesem bile ipucu elde edebilirim.

 

Arama kaydındaki numarayı seçtim.

Bir dakika, eğer kendi numaramla ararsam bunu fark ederler.

Komodinin çekmecesini açarak o gece telefondan çıkararak sakladığım SIM kartını elime aldım.

Telefonun arka kapağını açarak bataryayı ve kendi SIM kartımı çıkardım.

 

Diğer SIM kartını yerleştirdikten sonra bataryayı da takarak telefonu tekrar açtım.

 

Eğer bu numaranın sahibi telefonun bende olduğunu bilmiyorsa arayanın tanıdığı kişi olduğunu düşünecek, yani o da benim mühürlendiğim kişi oluyor.

Bir isim ya da lakap bile işe yarayabilir.

 

Açılan telefondan arama geçmişini açarak numarayı kontrol ettim.

 

Bu hatta da kayıtlı değil numara. Demek ki ezbere biliyordu.

 

Derin bir nefes alarak yabancı numarayı aradım.

Birkaç çalışın ardından arama cevaplandı.

 

“Ruh hastası neden banyodan arıyorsun beni?” dedi telefona çıkan erkek tersleyerek.

 

Sessizliğimi koruyarak dinlemeye devam ettim.

 

“Hey duyuyor musun beni? Yan odada duş alıyorsun, neden beni arıyorsun? Bağırırsan zaten duyarım!” dedi kendince yaptığım aramanın mantığını sorgulayarak.

 

Demek ki o kişi şu anda banyoda ve konuşan kişinin yakınlarında.

İyi de telefonun onda olmadığını bilmiyor mu?

 

“Alo cevap versene! Banyoda düşüp bayıldın mı? Yoksa sırtındaki yara kötüleştiği için cevap veremeyecek halde misin?” dedi bağırarak.

Sanki telefona değil de banyoya doğru bağırıyormuş gibi, ses telefona daha uzaktan geliyordu.

 

Kulağımda yüksek sesle kopan gümbürtüyle irkildim.

 

“Oğlum manyak mısın banyonun kapısını neden kırdın?!” dedi telefonu elinde tutan kişi.

 

“O*ospu çocuğu sen kiminle konuşuyorsun?!” dedi bağırarak, diğerine kıyasla daha uzaktan gelen kalın ses.

 

Sesi tanıdık geliyordu, sanki daha önceden yakından duymuşum gibi. Bu oydu, o geceki adamdı.

 

Kalbim amansız bir çırpınışla feryat ediyordu, sanki sesini ona duyurmaya çalışıyormuş gibi.

 

“Seninle konuşuyorum kiminle konuşacağım başka? Hem beni neden banyodan arıyorsun? Bayılmamışsın da zaten, sapık filan mısın yoksa?” dedi telefonu tutan erkek.

 

“Senin ben beynine sıçayım! Hemen kes sesini de telefonu kapat!” dedi öfkeyle yanındakine bağırarak.

 

“Ne, neden anlamıyorum? Zaten beni sen aramadın mı?” dedi hala durumu fark edememiş adam.

 

“Ver şu telefonu! Sence telefonum bende mi beyinsiz?!” dedi telefona yaklaşırken. Artık sesi daha yakından geliyordu.

 

“Beni iyi dinle seni küçük ahmak! Kendini çok mu zeki zannediyorsun?! Bir daha bana ulaşmaya ya da beni bulmaya çalışırsan seni kimse elimden alamaz duydun mu beni! Seni kendi ellerimle öldürürüm!!” dedi bağırarak sesinden kim olduğunu tanıyabildiğim adam.

 

“Bekle, bekle kırma telefonumu!” dedi diğer erkek ve hemen ardından arama sonlandı.

 

Kulağımdan indirdiğim telefonun üzerinde donup kaldı gözlerim.

Ben bunları duymayı hak edecek bir şey mi yapmıştım?

 

Sesindeki nefret ve öfke kırıcıydı. Henüz tanımadığım biri yüzünden böyle boktan hissetmem tamamen saçmalıktan ibaretti.

 

O benim için bir yabancıydı. İyi de neden bir yabancının söyledikleri bu kadar can yakıcıydı?

 

Sol elimdeki siyah deri eldiveni çıkararak komodinin üstüne bıraktım.

 

Bunun yüzünden miydi hepsi, bütün bu duygular? Bu heyecan, kendini kaptırmışlık ve acı…

 

Ne düşünüyordum ki? O gece hayatımı kurtarıp, bana sanki dünyada tek ben varmışım gibi baktığında…

 

Neyse ne ya boşver kızım…

Kendimizi kandırmayalım hiç. Adam kendi ağzıyla söyledi söyleyeceğini. Bu durum umrunda olan yalnızca benmişim demek ki!

 

Buruk bir tebessüm kondu dudaklarıma.

 

Hayır ne bekliyordun sanki, birinin çıkıp seni her şeyden çok seveceğini mi? Sanki yaşadığın her şey hiç var olmamış gibi, sana bütün geçmişini unutturacağını filan mı?

 

Zaten ölümüme sebep olacak bir felaketten ne kadar da büyük beklentiler bunlar!

 

Elimdeki telefonu komodinin üstüne bıraktıktan sonra yatağa uzandım.

Soluma dönerek boşta kalan yastığı kollarımın arasına aldım ve bacaklarımı karnıma doğru çekerek sıkıca yastığa sarıldım.

 

Sanırım ailesinin bile istemediği bir kız çocuğu bu dünya için fazla geliyor…

 

Okuduğunuz için teşekkürler barutlu keklerim! Gözlerinize ve yüreğinize sağlık!

Oy vermeyi ve diğer okurlar için düşüncelerinizi yorumlarda paylaşmayı unutmayın!

Loading...
0%