Yeni Üyelik
33.
Bölüm

23.Bölüm

@sylph

~Barutlu keklerime keyifli okumalar dilerim!~

Isararla açılmaya zorlanan kapı kolu acı çekerek gıcırdadı. Yattığım yerden hızla doğrularak kapıya yöneldim.

Marco kapıyı bu şekilde zorlamaz, kim bu?

Komodinin üstünde duran tabancaya uzanırken kapının önündeki kişi yüksek sesle isyan etti. "Bana hazırlanıp gel erkenden çıkacağız diyor, saat kaç olmuş hala uyuyor hanımefendi!"

"Sakin ol Aida, birazdan uyanır," dedi Marco, kapıyı zorlayarak ortalığı velveleye veren Aida'yı uyararak.

Tabancayı almaktan vazgeçerek kapıya doğru yaklaştım ve anahtarı yuvasında çevirerek kapıyı Aida'nın işkencesinden kurtardım.

Açılan kapıyı odadan çıkmak için araladığımda Aida çatık kaşlarıyla beni karşıladı.

"Prenses hazretleri teşrif edebildiniz mi sonunda?" dedi çemkirerek.

"Sana da günaydın Aida!" dedim ve Aida'nın yanından geçerek koltukta oturan Marco'nun soluna yerleştim.

“Beni gecenin bir yarısı uyandırıp erkenden gelmemi söyledikten sonra gerçekten de öğleye kadar uyudun mu Risin!?” dedi Aida, hızlıca önüme geçip dikilerek.

“Tamam tamam, öncelikle sakin ol ve bağırmayı bırak. Sabahın köründe sesin başıma geçiyor. Farkında olduğun üzere yeni uyandım da!” dedim elimle ensemi ovuşturarak.

“Bak hala sabahın körü diyor, Risin öğle oldu öğle!” dedi Aida, elindeki akıllı telefonun ekranını bana doğru çevirip ekranındaki saati göstererek.

Saatin neredeyse on iki olduğunu gördüğümde, “Bana diyorsun ama bu saat olmuş daha yeni geliyorsun?” dedim kaşlarımı kaldırarak.

“Hazırlanmam uzun sürmüş olabilir yani, ne olmuş?” dedi kollarını bağladıktan sonra.

Bakışlarımı Aida’dan uzaklaştırmak için başımı çevirdiğimde Marco’nun meraklı gözlerle bizi izlediğini fark ettim.

“Eğelenceli mi bari?” dedim Marco’ya sorarak. “Hem de nasıl bir bilsen?” dedi sırıtmaya devam ederken.

Oturduğu yerden ayağa kalkarak, “Ergen tartışmalarınızı bittirdiyseniz gelin de kahvaltı masasını kurmama yardım edin,” dedi.

“Ne, ona da ben mi yardım edeceğim?” dedi Aida şaşkınlık içerisinde, sanki hayatında ilk defa böyle bir durumla karşılaşmış gibi abartarak.

“Ne olmuş Aida, ilk defa kahvaltı masası kurmayacaksın herhalde?” dedim ayağa kalkıp omzundan çekiştirirken.

“Ne alakası var, misafire de masa kurdurtmazsınız yani?” dedi omzunun üstünden bana bakarak.

Mutfak tezgahına doğru ilerleyen Marco’nun arkasından Aida’yı sürükleyerek ilerledim.

“Boşuna tatava yapmayın! Hey şey hazır zaten sadece masaya yerleştirilecekler,” dedi Marco.

Tezgahın üzerindeki tabaklamış kahvaltılıklardan birkaçını Aida’nın ellerine tutuşturarak, “Hadi götür şunları masaya!” dedim.

 

Sitemkâr bir tavrla, “Bir hizmetçi olmamıştık, o da oldu!” dedi bulunduğu duruma göz devirdikten sonra.

“Çok konuşma da taşı köle!” dedim kahkaha atarak.

 

Omzumdan dürtüldüğümü fark edince başımı çevirerek yanımdaki Marco’ya baktım.

“Evet?” dedim başımı eğerek.

Elindeki tabakları bana uzatarak, “Sende…” dedi.

Uzattığı tabakları alırken, “Bu hiyerarşiden hiç memnun olmadım,” dedim.

 

“İstek ve şikayetlerinizi ihtiyara iletebilirsiniz,” dedi dalga geçerek.

“Arayamayacağımı mı düşünüyorsun?” dedim arkamı dönüp masaya doğru yürürken.

“Hiç kaybedeceğim bir kumarı oynadığımı gördün mü?” dedi elindeki kahvaltılıklarla arkamdan beni takip ederek.

Kahvaltılıkları masaya yerleştirirken, “Oyununu bozmak istemediğim için kazanıyorsun sadece,” dedim kıkırdayarak.

“Belki de senin bunu yapmayacağına güvenerek bu kumarı oynuyorumdur?” dedi sırıtırken, elindeki kahvaltılıkları masanın boşta kalan yerlerine dağıtarak.

“Güvenmek demek… Büyük risk!” dedim mutfak tezgahına geri ilerleyerek.

“Ancak büyük riskler büyük kazançlar getirir! Tabii oynadığım atın da bir şampiyon olduğunu unutmamak gerek,” dedi sakin ve kendinden emin bir ses tonuyla.

Tezgahın üstünden aldığım çay fincanlarıyla birlikte arkamı dönerek, “At? Öyle mi olduk şimdi, at mı?” dedim.

Pişkince sırıtırken, “Lafın gelişi be cano,” dedi ve tezgahın üstünden aldığı elektrikli çaydanlığı tek elinde taşıyarak yemek masasına yöneldi.

Yüzümü ekşiterek, “Cano ne ya?“ dedim.

Arkasından yürürken, “İçine mahalle ergenleri falan mı kaçtı?” diyerek ekledim.

“Gülüm senin canın mı sıkıldı, dediklerime kafa takacak kadar mı?” dedi elindeki elektrikli çaydanlıkla, çay fincanlarını masaya bırakmamı beklerken.

 

Fincanları dikkatlice masaya bıraktıktan sonra parmağımla çoktan masaya yerleşmiş olan Aida’yı işaret ettim. “Şunu görüyor musun? Onun sabah baskınıyla uyandığım için düzgünce ayılamadım!”

 

Porselen fincanları dikkatlice çayla doldururken, “Ben kendisini uyardım, hiç bana bakma!” dedi, bu konuda sorumluluk kabul etmediğini belirterek.

Önüne çektiği kahvaltı tabağını doldururken cevap verdi Aida. “Bir şey olmaz, sen alışıksın böyle şeylere. Çay fincanımı da uzatır mısın?”

Masanın köşesinde oturan Aida’ya fincanını uzattım sakince tepki vermeden.
Kalan enerjimi de onunla kavga ederek harcamak istemiyorum.

 

Hafifçe geriye çektiğim sandalyeye oturduktan sonra Marco’nun önüme uzattığı fincanı kavradım.

Ellerimde dalgalanan çayın sıcaklığıyla beraber fincanı burnumun ucuna yaklaştırdım. Üstünde tüten dumanı, parlak rengi ve taze kokusu gözlerimi ondan ayırmama fırsat tanımıyordu.

 

“İçecek misin yoksa bakışmaya devam mı ediceksin?” dedi Aida elimdeki çayı kastederek.

“Sen kendi önüne mi baksan artık!?” dedim çıkışarak.

Çayımla olan değerli vaktimi bölüyor bir de!

Sakinleşmek için aldığım derin nefesin ardından çayımdan birkaç yudum alarak fincanı kenara bıraktım.

“Poğaçalar neli?” dedim masanın köşesindeki poğaçaları göstererek.

“Kıymalı ve patatesliler. Bu arada biletleriniz hazır, istediğinizde çıkarsınız. Otogarda size yardımcı olacaklar,” dedi Marco tabağını masadaki kahvaltılıklarla doldururken.

“Tamamdır teşekkürler, patatesliden uzatır mısın?” dedim yanıt olarak.

Ben, Marco’nun tabağıma bıraktığı poğaçadan birkaç ısırık alırken Aida heyecanla sordu. “Ee, nereye gidiyoruz tatil için?”

“Ne tatili?” dedi Marco bana bakarak.

“Anla işte…” dedim kaşımla işaret ederek. Anlamış olacak ki başıyla onaylayarak sessizliğini korudu.

“Aida, canım öyle çok tatil bölgesi de sayılmaz. Yani benim birkaç işim var onları halledeceğim, sen de istersen bu süreçte etrafı keşfedebilirsin.”

 

Çatık kaşlarıyla konuşmaya başladı Aida. “Risin sen bana tatil demedin mi? Ben de sevindim kış geldi kayak yapmaya gideriz diye heveslenip o kadar hazırlık yaptım. Hayır hiç olmadı bir kaplıca filan…”

Aida’nın lafını bölerek,” Aida güneye gidiyoruz!” dedim.

Gözleri fal taşı gibi açılırken, “Nasıl güney? Bildiğimiz güney mi? Risin orası bildiğin taşra, ben orda ne yapacağım!?” dedi şaşkınlıkla.

 

“Bir şey olmaz! Taş çatlasın bir gün kalırız zaten,” dedim sakinleşmesini umarak tabağına biraz daha tatlı eklerken.

Derin bir nefes alarak, “İyi bari öyle olsun! Sen anlat bakalım senin ne işin varmış o taşra yerde,” dedi Aida.

“Evlat edinildiğim yetimhaneye gideceğim,” dedim ağzımdaki lokmayı iyice çiğneyip yuttuktan sonra.

“Sen biliyor musun ki hangi yetimhane olduğunu?” diyerek sordu.

“Evet, evlatlık olduğumu öğrendiğim belgeleri bulduğumda öğrendim,” dedim başımı sallayarak.

“Nerden buldun o belgeleri kaç yıl geçmiş üstünden?!” dedi kafa karışıklığıyla yüzünü buruşturarak.

 

“Malikanedeki gizli kasayı bulduğumda içerisinden çıktılar.”

Şaşkınlıkla, “Patro... yok yani Raskol’ün kasası mı?!” dedi Aida.

“Evet o pisliğin kasasından çıktı. Ona karşı kullanabileceğim bir zayıflık ararken bazı belgelerle birlikte buldum evlat edinilme belgelerimi. İyi yandan bakmak gerekirse, o belgeleri bulmamış olsaydım hala kendimi onların öz çocuğu sanacaktım,” dedim burukça tebessüm ederek.

 

Ortamı dondudan ölüm sessizliği bariz bir şekilde fark ediliyordu.

Onları öz ailem sandığım zamanlarda kendimi çok fazla zorluyordum. Neden ailemin beni sevmediği konusunda kendimi suçlayıp duruyordum. O belgeleri bulduktan sonra, “Ah demek bundan dolayıymış,” dedim.

 

Öyle bir ruh hastasının evlatlık aldığı çocuğu canavar olarak yetiştirmesinden daha korkunç bir şey olsaydı o da öz çocuğunu canavar olarak yetişmiş olması olurdu.

 

“Neyse ne, bunlar geçmişte kaldı. Biz işimize bakalım,” dedim kahvaltımı bitirdiğim için önümdeki tabağı hafifçe ileriye ittirerek.

Ayağa kalkarken, “Hadi Aida bitirdiysen çıkalım artık,” dedim ekleyerek.

“Peki peki,” dedi üzgünce masada kalan yiyeceklere bakarken.

“Sen bavulunu hazırladın mı?” dedi hızlıca ağzına birkaç lokma daha atarak.

“Bavulu hiç yerleştirmedim ki toparlamam gereksin. Sadece üstümü değiştireceğim,” dedim odaya yürürken.

Odaya girip ardımdan kapıyı kapattıktan sonra üstümü çıkarıp bol paçalı kot pantolonla büyük beden kapüşonlu kazağımı giydim.

bileğime önceden iliştirmiş olduğum tokayı kullanarak saçıma hızlıca bol bir topuz yaptım ve hızlıca banyoya girerek dişlerimi fırçaladım.

 

Yatak odasına geri döndüğümde komodinin üstünde bulunan tabancayı es geçerek çekmecenin içinde bulunan bıçağı aldım ve belime sakladım.

Kendisi üretmediği sürece mermilerin onlara zarar veremeyeceğini söylemişti Marco, yanımda taşımam gereksiz.

Yatağın yanında duran bavulla montumu aldıktan sonra sakince kapıyı açtım.

Odadan dışarıya çıktığımda Aida’nın hala yemek yemeye devam ettiğini fark ettim.

“Hadi Aida!” dedim sitem ederek.

Yanakları tıka basa yemekle dolduğu için şişmiş, konuşmakta zorluk çekiyordu.

Ağzını açıp konuşamadığı için baş parmağını havaya kaldırarak beni onayladı.

Bavulu havaya kaldırarak dikkatlice merdivenden indirdim. Aida'da bana yetişerek giriş katta bıraktığı bavullarını aldı.

“Benim aracıma geçin!” dedi bize Marco, kapıda bekleyen korumaya işaret ederek.

 

Koruma başıyla onaylayarak anahtarları fırlatması için elini havada açmış bekleyen Marco’ya fırlattı.

Havadaki elini savurarak çıkan demir şıngırtı sesiyle birlikte anahtarlığı yakaladı Marco.

Yüzümde duygusuz bir ifadeyle, “Zaten kapıdan çıkarken adamın yanından geçeceksin. Yanından geçerken alsaydın ya anahtarı! Ne bu gösteriş sevdası?” dedim sakince.

“Şş, boş yapma da arabaya bin,” dedi kapının önündeki arazi aracını işaret ederek.

Bavulu peşimden sürüklemeye başlayınca, “Onları bırakın, ben hallederim siz sadece arabaya binin,” dedi.

“Niye ben yapamıyor muyum?” dedim tek kaşımı kaldırarak.

Erkek olduğu için kendini üstün mü görüyor bu?

“Sen de yapabilirsin ama senin aksine böyle şeyler beni yormaz,” dedi gururla göğsünü kabartarak.

Ha, cinsiyetinden dolayı değil ırkından dolayı...

“Tamam anladık en vampir sensin!” dedim arabaya doğru ilerlemeden hemen önce.

Bütün vampirler böyle mi yoksa bu Marco’nun karakterinden mi kaynaklı bilemiyorum.

Ben aracın ön koltuğuna yerleşirken Aida’da arka koltuğa geçmişti.

Aklı hala masada kalan yemeklerde olsa gerek suratı asıktı.

Bavulları bagaja yerleştirdikten sonra sürücü koltuğuna yerleşerek, "Hadi bakalım o zaman!" dedi ve kontağı çevirerek aracı sürmeye başladı Marco.

 

Okuduğunuz için teşekkürler barutlu keklerim🫶🏻

Hasta olduğum süreçte bölüm atamadığım için endişelenen bütün okurlarıma iyi dilekleri için teşekkür ederim, iyi ki varsınız🥹🫶🏻💃🏻

Bu bölüm sonraki bölümlerde olacak bir takım olayların başlangıcını oluşturacak nitelikteydi, o yüzden aksiyonu az sohbeti çok bir bölümdü diyebilirim. Bunu fırtına öncesi sessizlik olarak da düşünebilirsiniz...🧐🤔😉

Oy vermeyi, düşüncelerinizi benimle ve diğer okurlarla paylaşmak için yorum yapmayı unutmayın!🥳

Okuyan herkesin gözlerine sağlık, sevgiyle ve iyilikle kalın🫶🏻

 

Loading...
0%