@sylph
|
Keyifli okumalar diliyorum barutlu keklerim🫶🏻✨ Otobüsün koltuğuna yerleştikten sonra camdan dışarıdaki Marco’ya baktım. Arabasının kaputuna yaslanarak sigarasından çektiği nefesi keyifle dışarıya üfledi.
Yanımdaki Aida’ya göstererek, “Şuna bak utanmasa zil takıp oynayacak keyiften!” dedim. Bizi başından saldığına mutlu olmuş olacak ki hareket etmeye başlayan otobüsün arkasından yüzünde memnun bir ifadeyle el salladı.
“Kaç saat sürecek yolculuk?” dedi Aida merakla. “4.30 bilemedin 5 saat civarında,” dedim cevap vererek. “İyi o zaman ben dizime devam ediyorum, birkaç bölüm bitiririm varana kadar.” “Peki, ben uyuyacağım. Bir sorun çıkarsa beni uyandırırsın,” dedim başımı koltuğun kenarına yasladıktan sonra. “Daha uyanalı bir saat ancak oldu. Bütün gece de uyudu üstelik hala uyku diyor kafayı yiyeceğim!” diyerek söylendi Aida. Onun söylentilerinin eşliğinde kendimi yavaşça uykuya bıraktım. …
Omzumdan gelen dürtülmeyle sallanarak gözlerimi açtığımda yüzüme doğru eğilmiş olan Aida’yı gördüm. “Risin kalk hadi geldik,” dedi yüzünde heyecanlı bir ifadeyle. Derin bir nefes alarak bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Gökyüzü bulutsuz olduğu için temiz bir çarşafa benziyordu. “Ne oldu, neden kafanı çeviriyorsun?” dedi Aida, ondan yüzümü kaçırdığımı düşünerek. “Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şeyin başımdan aşağıya dikilmiş olan gulyabani suratın olduğu için keyfim kaçtı sadece,” dedim sırıtarak. “Çok komik Risin, güleyim de heba olmasın espirin ha ha ha!” dedi, yavaş ve yalan gülüşüyle kendisini destekleyerek. “Tamam tamam hadi inelim artık araçtan,” dedim toparlandıktan sonra ayaklanarak. Otobüsten indikten sonra görevlinin yardımıyla çıkardığımız bavulumu teslim aldım. Sıra Aida’ya geldiğinde yüksek sesli bir çığlık yükseldi otogarda.
“Ne oldu?!” dedim, hızla Aida’ya doğru döndüğümde. “Diğer bavulum nerede?!” diyerek görevliye çemkiriyordu. Görevli elindeki listeyi tekrar kontrol ederken, “Hanımefendi sizin sadece bir bavulunuz vardı!” dedi. “Hayır bunun imkanı yok! Ben iki bavulla geldim!” dedi Aida görevliye itiraz ederek. “Hanımefendi bir yanlışınız olmalı, sizin birer bavulunuz vardı! Hatta bavullarınızı başka bir beyefendi teslim etti,” dedi görevli. Aida sanki bir şeyleri yeni fark etmiş gibi sonuna kadar açılmış gözleriyle, ”Marco!! Seni erkek o**spu!!” diyerek öfkeyle bağırdı. “Tamam beyfendi sorun yok. Kusura bakmayın biz karıştırmışız,” diyerek görevliyle öfkeden köpürmüş olan Aida’nın arasına girdim. Adam başıyla onaylayarak diğer yolcuların yanına doğru uzaklaştığında, “Aida biraz daha sakin olmaya mı çalışsan? önemli bir şey mi vardı o bavulda, niye bu kadar sinirlendin?” dedim Aida’ya doğru eğilerek.
“Ya Risin en güzel kombinelerim o bavuldaydı! Bunda sadece gündelik olanlar var!” dedi efkara bürünmüş yüzünü elleri arasına alarak. “Aida burası taşra diye ağlamıyor muydun sen sabah? Şimdi gündelik kıyafetlerin var diye mi üzülüyorsun?” “Ya canım yer,zaman ve mekan değişkendir, daim olan tek şey güzelliktir. İrene’den hiç bir şey öğrenemedin mi?” dedi yalandan göz yaşı varmış gibi gözünün altını silerek. “Sen harbiden gördüğüm en büyük ruh hastalarından birisin Aida! Bizim bu ekibin komple hastaneye yatması lazım!” dedim başımı sallayarak. “Seni yalnız bırakmayız Risin. Sen git yatışını yap söz veriyorum ziyarete gelicem,” dedi pişkince gülerek. “Senin var ya…” dedim elimi havada tersine doğru savurarak. “Tehdit ha bir de! Polis, polis yok mu?! Burda bir deli sivil halka şiddet uyguluyor…” dedi yalandan bağırarak. “Kes sesini geri zekalı insanlar bakıyor! Biri gerçek sanacak şimdi!” dedim Aida’yı kolumun altına alıp susturmaya çalışarak. “Görüyorsunuz işte yardım edin, imdat!” dedi hemen ardından kahkaha atarak. “Yürü hadi başımın belası,” dedim boynunun etrafındaki kolumu çözdükten sonra. “Nereye yürüyoruz? Bekle birazdan gelir,” dedi ilerlemeye niyeti olmadığını belirtecek şekilde, kollarını göğsünde bağlayarak.
“Ne gelir, neyi bekliyoruz tam olarak?” dedim Aida’nın bir haltlar çevirdiği şüphesiyle. “Sakin ol Risin, taksi çağırmıştım seni uyandırmadan önce ondan bahsediyorum,” dedi kendini açıklayarak. Az ötemizde duran taksiye doğru yürüyerek, “Bak işte gördün mü? Ben sana açıklayana kadar geldi bile,” dedi. Bavulumu sürükleyerek Aida’yı takip ettim. Şoför bagajı açtıktan sonra bavulları yerleştirdik ve taksiye bindik.
“Nereye hanımefendi?” diyerek sordu taksinin şoförü. “Güneydeki 13 numaralı yetimhaneye lütfen,” dedim sakince gitmemiz gereken yeri tarif ederek. Verdiğim adresi duyan taksi şoförü dikiz aynasından bakarak birkaç saniye bizi inceledi. “Bir sorun mu var?” dedim taksicinin garip bakışlarına karşılık olarak.
“Bir şey yok efendim, sadece pek tekin yerler değildir oralar. Bu yüzden siz iki hanımefendinin orda iyi olup olmayacağından endişelendim,” dedi sakince düşüncesini dile getirerek.
“Endişelenmenizi gerektirecek bir durum söz konusu değil, siz lütfen söylediğim adrese sürün,” diyerek kararımda emin olduğumu belirttim.
Başıyla onaylayarak tarif ettiğim adrese doğru sürmeye başladı şoför. Yolun geri kalanında da aynı sessizlik hakimidi. Hayal meyal aşina olduğum yapının önüne geldiğimizde yavaşça durdu taksi. “Buyurun hanımefendi burası,” dedi taksi şoförü. Bir miktar nakit parayı şoföre uzatırken, “Buyrun, bavulları da 24.caddede bulunan otele teslim edebilir misiniz?” dedim. Taksi şoförü uzattığım parayı almış sayarken şaşkınlıkla, “Bu ödemeniz gereken miktardan çok daha fazla hanımefendi!” dedi. “Sorun değil, senin bavulları sağsalim otele teslim etmen için gerekli bir miktar diyelim,” dedim açıklayarak. “Peki efendim ben bavulları otele teslim edeceğim, fakat siz burdan otele geçeceksiniz değil mi? Eğer geçecekseniz bavulları otele teslim ettikten sonra buraya gelip sizi bekleyebilirim,” dedi taksi şoförü. “Tamam, olabilir,” dedim şoförün teklifini kabul ederek. Bu taşra alanda başka bir taksi bulmak çok uzun sürerdi. Çağırdığımız zaman da çoğu buraya gelmek istemeyecekti. Maalesef bu birçok kişi tarafından bilinen bir gerçekti. Taksiden ayrıldıktan sonra yolun karşısına yürümeye başladım. Aida annesinin peşinden ayrılmayan bir ördek yavrusu gibi beni arkamdan takip ediyordu.
Birkaç katlı sıvası dökülmüş pejmürde binaya yanaştık dikkatli adımlarla. Paslı metalden kapı kolunu kavradıktan sonra kapıyı kendime doğru çektim. Eski olduğu için sıkışmış kapı açılmamak için direnince fazladan kuvvet uygulayarak kapıyı açılmaya ikna etmem gerekti.
Dar uzun bir koridor karşıladı bizi girişte. Sağımızdaki danışman masasında uyuya kalmış olan zayıf kadın kapıyı açmamızla irkilerek uyandı. “Buyrun,” dedi hızlıca ayağa kalkarak. “Müdürünüzün odası ne tarafta?” dedim konuyu uzatmayarak. “Ş-şey müdürü hangi sebeple arıyordunuz öğrenebilir miyim sakıncası yoksa?” dedi buralara yabancı kaçacak kadar nazik bir üslupla. Sadece üslubu değil kendisinin sesi, mimikleri ve davranışları da epeyce nazikti. Bu kadar naif birinin buralı olmadığı kırk kilometre öteden anlaşılabilirdi.
“Evlat edinme belgeleri hakkında kendisine soracaklarım vardı, müsait mi acaba?” dedim aynı nezaketle karşılık vererek. İçimdeki negatif hisleri masum birinden çıkarmak gibi bir düşüncem yoktu.
“Hemen sorayım, birkaç dakika bekleyin lütfen,” dedi koridorda koşarak gözden kaybolmadan önce. Yüzündeki ifadeden tiksindiği anlaşılan Aida etrafı süzerken, “Buraya hiç bakmıyorlar mı? Ortalığı toz götürüyor!” dedi.
Sakinleşmek için derin bir nefes alarak cevap verdim. “Ordan bakınca burası yüksek bütçeli bir yetimhaneye mi benziyor Aida? Ülkenin hali ne ki yetimhaneler ne olsun? Çocukları besleyecek kadar bütçeleri olduğundan bile şüpheliyim!” “Haklısın bunu unutmuşum,” dedi başını sallayıp onaylayarak.
Koridordan hızlıca koşarak geri geldi danışman. Aynı heyecanıyla, “Müdür hanım sizi bekliyor, koridorun sonundaki kapı,” dedi.
Tozların kaderine terk edildiği ışıklandırmadan yoksun koridorun sonuna doğru ilerledim. Müdürün adı yazılı olan kapıya geldiğimizde birkaç kere tıklatarak kapıyı açtım.
“Buyrun,” dedi ahşap masanın arkasında oturan kadın, eliyle boştaki sandalyeyi göstererek. Orta yaşlı kadını dinleyerek masanın önünde bulunan karşılıklı sandalyelere yerleştik Aida’yla. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diyerek devam etti konuşmaya müdür. “Geçmiş kayıtlarınızı saklıyor musunuz?” dedim açıkça sorarak. “Nasıl yani?” dedi yüzünde şaşkınca bir ifadeyle müdüre. “Arşivlerinizden bahsediyorum hanımefendi, saklıyor musunuz?” diyerek sordum tüm ciddiyetimle. “Tabii kayıtlarımızı tutuyoruz ama siz neden bunu soruyorsunuz onu anlayamadım?” dedi müdür hanım. “Geçmişte…” dedim, cümleme devam etmeden önce derin bir nefes alarak. “Buradan evlat edinilmiş biri hakkında bilgi edinmek istiyorum.” “Üzgünüm, evlatlık verdiğimiz kişiler hakkında onların izni olmadan bilgi veremiyoruz,” dedi bu konuda ketum bir tavır sergileyerek. “Evlatlık verilen kişinin izni var,” dedim oturduğum yerde masaya doğru dönerek. “Ama ben bundan emin olamam ki, bana bu konuda resmî bir evrak-“ Müdürün sözünü yarıda keserek, “Benim,” dedim. Çatılan kaşlarının altından beni inceleyerek, “Anlayamadım?” dedi kadın. “Buradan evlatlık verilen kişi benim! Kendi hakkımdaki evrakları incelemek için geldim,” dedim konuyu açıklığa kavuşturarak. Okuyan herkese teşekkür ediyorum, gözlerinize sağlık🫶🏻 Oy vererek destek olmayı ve yorumlarda düşüncelerinizi bizlerle paylaşmayı unutmayın💃🏻✨ |
0% |