Yeni Üyelik
36.
Bölüm

25.Bölüm: Altın Revolver

@sylph

Keyifli okumalar dilerim barutlu keklerim!

“Sen mi?” dedi, bunu duymayı beklemediği açıkça anlaşılan kadın.

“Evet ben! Yaklaşık 14 yıl önce burdan evlatlık verildim. Bu yüzden arşivlerinizin hala durup durmadığını sordum.”

“S-sanırım gidip arşive göz atsam iyi olacak,” dedi yüzünde öncesine kıyasla daha gergin bir ifadeyle. Ardından ekleyerek sordu. “Aklınızda yaklaşık bir tarih var mı?”

“Şubat gibi olması lazım,” dedim hali hazırda ayaklanmış olan müdüre.

 

“Anlıyorum, sizi biraz bekleteceğim,” dedi müdür odadan çıkmadan önce

“Tabii biz bekleriz sakıncası yok,” dedim arkasından. O kadar aceleciydi ki vereceğimiz cevabı bile bekleyememişti.

 

Aida somurtarak, “İnsan bir şey ikram ederdi o kadar yoldan geldik!” dedi.

 

“Koyun can, kasap et derdinde! Ben sana ne anlatıyorum yarım saattir?! Az daha dayan işlerimizi halledelim, otelde istediğini yiyip içersin tamam mı canım?”

Gözlerini devirerek, “Neyse ne, hadi öyle olsun!” dedi.

 

Sakin ol kızım Risin, sakin ol! Az daha sabret, çok az kaldı!

 

Geçen kısa bir bekleyişin ardından müdür hanım yanında güvenlik üniformalı bir adamla kapıda belirdi. Adamın kucağında yaşlı kadının taşımasına imkan olmayan büyük bir koli vardı.

“Şuraya bırakabilirsin,” dedi müdür, kucağında koliyi taşıyan görevliye.

Görevli tek kelime etmeden koliyi masanın üstüne bıraktıktan sonra odadan ayrıldı.

 

Müdür hanım masanın arkasına geçerek koltuğuna oturdu.

“Şubat ayı evraklarının hepsi bu kadar. Kendin bakıp dosyanı bulabilirsin, benim gözlerim pek iyi görmüyor bulmam daha uzun sürer,” dedi gülümseyerek.

 

Masaya yanaşarak kolinin içindeki dosya yığınını kurcalamaya başladım. Kimi kalın kimi ince olan pek çok dosyayı inceledim göz gezdirerek hızlıca. Onlarca dosya, onlarca hayattan hiçbiri benimkiyle örtüşmüyordu.

“Benim dosyam burda değil,” dedim kuşkuyla müdüre bakarak.

“Bu tarihler arasında olduğundan emin misin?” dedi müdür, benim verdiğim bilginin doğruluğundan emin olamayarak.

“Belgenin diğer kopyasını kendi gözlerimle gördüm. Bundan tam 14 yıl öncesi, 11 Şubat Salı günü imzalanmış belgeler! Müdür hanım o belgelerin kayıtları nerde?” dedim öfkeyle kaşlarımı çatmama rağmen ses tonumu alçak tutarak.

 

“S-senin adın ne?” dedi elini ayağını nereye koyacağını karıştırmış şekilde.

“Risin,” dedim müdür hanımın yüz mimiklerini inceleyerek.

“A-Aven!” dedi yaşlı kadın beti benzi atmış şekilde.

 

Boşluğa doğru kaydı yavaşça donuk bakışları. Dengesiz nefes alışları arasında titreyen elleriyle alnındaki teri sildi.

 

“Nerden biliyorsunuz soyadımı?” dedim müdür hanıma şüpheyle sorarak.

Ona soyadımı söylemediğimde eminim! O zaman bunu nasıl bilebilir?

 

Soruma cevap vermeden birkaç saniye daha soluklandı, sanki kendini söyleyeceklerine hazırlıyormuş gibi.

“Senin dosyan orada değil,” dedi oturduğu masanın çekmecesine uzanarak. Ardından kilidini açtığı çekmeceden diğerlerine benzer bir dosya çıkararak masanın üstüne bıraktı.

 

Titreyen parmaklarının ucuyla masanın üstündeki dosyayı bana doğru ittirdi.

Kendime doğru çektiğim dosyayı elime aldım. Diğer dosyalara kıyaslandığında daha fazla yıpranmıştı. Belli ki sıkça el değilen bir dosyaydı.

 

Bu iş gittikçe daha karmaşık bir hal alıyor. Bu kadın benim adımı nerden biliyor ve neden bu dosya arşivde değil de müdürün çekmecesinde?

 

Dosyanın kapağını açarak hızlıca içerisine göz attım. İçeriği gizli kasada bulduğum kopyayla birebir aynıydı.

“Siz mi anlatacaksınız, ben mi başlayayım?” dedim elimdeki dosyayı masanın üstüne bıraktıktan sonra müdür hanıma dönerek.

 

“Ben…” dedi müdür hanım ne söyleyeceğini bilemeyerek.

“Peki o zaman şöyle yapalım, ben sorayım siz cevaplayın hanımefendi. Yetimhaneye geldiğim tarih net olarak evraklarda belirtilmiyor, yaklaşık bir tarihten bahsediliyor. Bunun sebebini öğrenebilir miyim?”

“O zamanlar var olan yetim sayısı sebebiyle olabilir. Açıkçası ben de tam olarak emin değilim çünkü o zamanlar henüz yeni müdür yardımcısı olmuştum. Yetimhanenin, daha doğrusu ülkenin o yıllardaki durumu şu ankine kıyasla…” dedi cümlesinin devamını getirmeden yüzünü ekşiterek.

 

Şimdiki halinin de pek iyi olduğunu söyleyemem fakat geçmişin rezilliği unutulacak ya da üstü kapatılabilecek gibi değil!

 

“Anlıyorum. Evlat edinilme belgelerimde sizin imza ve kaşeniz bulunuyor, yani benim evlatlık verildiğim dönemde müdürdünüz. Merak ettim de, ne zaman müdür olarak atandınız?”

Cevap verdi yaşlı kadın. “Yirmi... yirmi yıl önce,”

Yüzüme şaşkın bir ifade takınarak, ”Ah? Ne büyük tesadüf bu, benim yetimhaneye geldiğim zamanla epeyce yakın görünüyor!” dedim imayla.

 

“Sen yetimhaneye geldikten birkaç ay sonrasıydı,” dedi kadın gözlerimin içine bakmadan.

“Bu kadar iyi hatırlamanıza sevindim! O zaman benim burada olduğum zamanlara şahittiniz değil mi?!” dedim inatla kadının yüzüne gözlerimi dikerek.

 

O yokluk ve sefaletin içinde, onlarca kayıp çocuk olmasına rağmen benim geldiğim zamanı hatırlaması şüphe uyandırıcı. Ya sıkıştığı için yalan söylüyor ya da özellikle beni diğerlerinden ayırmasını gerektiren bir şey yaşandı.

O gömdükçe ben kazıyor, kaçtıkça kovalamaya devam ediyorum. Elbet bir yerde yakayı ele vereceksin yaşlı kadın. Hatırlayamadığım çocukluğuma bir şeyleri gömdüğünüze eminim!

 

“El-elbette hatırlıyorum. Kendi halinde sessiz bir çocuktun sen,” dedi benimle göz göze gelmemek için Aida’ya bakarak.

 

Yalan söylüyorsun! İtiraf et artık!

 

Yüzüme sahte bir tebessüm takınarak sordum. “Ne kadar güzel! Peki ismimi Risin vermek kimin fikriydi. Açıkçası eşine rastlanır bir isim değil! Sonuçta kim bir bebeğe zehirle aynı adı verir değil mi müdür hanım?!!”

 

“Be-Ben-“ Telaşla konuşmaya çalışan kadını yarıda böldüm.

“Değil mi müdür hanım?! Özellikle de o çocuğun kanında aynı zehirli madde kendiliğinden üretiliyorsa bu oldukça komik bir tesadüf olurdu!!” dedim elimi öfkeyle masaya vurarak.

 

Bunları çekmemin nedenini biriniz biliyor! O, bu ya da şu umrumda değil!! Artık biriniz konuşmak zorundasınız!!

 

Korkudan titreyen kadın gözlerini benden kaçırdı, sorularıma karşılık susmayı tercih ederek.

Ayağa kalkarak masanın üstüne doğru eğildim. Görüş açısını kapladığım için kadının artık bakışlarını kaçırabileceği bir yeri yoktu.

 

Ellerimi sertçe masaya vurarak, “Ne kadar!” dedim kadına.
“Ne kadar aldın bunun için? Ne kadardı bir çocuğun hayatı?!”

 

Şaşkınlıkla açılan gözleriyle sonunda yüzüme baktığında, “Ben- ben değildim!” dedi.

Yakaladım!

 

“Kimdi o zaman söyle!” dedim kadına kaşlarımı çatarak.

“Ben sadece evlatlık verirken Bay Aven’in verdiği bağışı kabul ettim. Bir de birkaç belgede değişiklik yaptım. Kalan her şeyin suçlusu benden önceki müdür!” dedi kadın hızlıca tek nefeste.

“Kalan her şey derken?!” dedim şüpheyle karşımdaki kadına sorarak.

Benim yakaladığımı düşündüğüm şey Raskol Aven’den aldıkları rüşvetti ama bu kadın başka bir halttan bahsediyor!

 

“Ben… Ben bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum!” dedi yaşlı kadın titreyen sesiyle.

Öfkeyle bağırarak, “Nasıl bir halt yediyseniz anlatmaya diliniz bile varmıyor!” dedim.

“Benim o zaman olanlarla bir alakam yok! Ben daha yeni müdür yardımcısı olarak atanmıştım. O zamanki müdür pek çok yolsuzluğa bulaşmıştı. Benim bunları fark etmem fazla zamanımı almadı. Yetimhanenin eşyalarını el altından satmak ve çocuklar için yatan ödeneği kaçırmak gibi pek çok suçu yürütüyordu fakat…”

 

“Fakat?” dedim başımı sola eğerek.

“Çocukların bazıları ortadan kaybolmaya başladı. İlk zamanlar çocukların kendilerinin kaçtıklarını söyledi sonrasındaysa öldüklerini. Ama takip ettiğimde çocukları farklı yerlere sattığını öğrendim. Bazılarını organları için bazılarını köle olarak bazılarını da…”

yüzünü buruşturarak başını çevirdi. Midesi daha fazlasına izin vermeyecek gibi görünüyordu.

 

“Peki ben?” dedim cevabı duymak konusunda bir saniye bile tereddüte düşmeden. Çekineceğim bir konu kalmamıştı artık, her şey çoktan yaşanıp bitmişti.

“Sen yetimhaneye geleli çok olmamıştı ki bir grup insan yetimhaneye geldi. Üstlerinde beyaz önlük olduğu için dikkatimi çekmişlerdi. Müdüre sorduğumda salgın ihtimaline karşı sağlık kontrolü yapılacağını, bu yüzden doktorların çocuklardan kan örneği alarak onlara bir takım testler yapacağını söyledi,” dedi titreyen elleriyle oynayarak.

 

“Kan örneklerini alıp gittiler ve çok süre geçmeden geri geldiler. Müdürün daha kundaktaki seni doktorlara verdiğini gördüğümde ne yaptığını sorarak karşı çıktım. Bana sende salgın hastalık olduğunu, bu yüzden de doktorların seni karantinaya alması gerektiğini söyledi. İlk zamanlar bunun doğru olduğunu düşünmüştüm ama bir şeyler eksikti. Onlarca çocuğun barındığı yetimhanede sadece yeni doğmuş bir bebekte salgına rastlanması mantıksız geliyordu. O kısıtlı zamanda seninle en çok vakit geçiren kişi bendim. Eğer sende hastalık çıktıysa bende de çıkması gerekirdi,” dedi yaşlı kadın hüsranla kaşlarını eğerek.

 

“Peki sonrasında?” dedim kadına devam etmesi için.

“Bir süre sonra müdürün odasındaki kasasında tuttuğu parayı gördüm. Deste deste paranın eline geçmiş olması hayra alamet değildi. Ona bunu sorduğumdaysa, çenemi bu konuda kapalı tutmam gerektiğini söyleyerek beni tehdit etti. Ben seni çok aradım Risin ama hiç var olmamış gibi ortalıktan kaybolmuştun,” dedi kadın pişmanlık dolu gözleriyle, af dilermiş gibi gözlerimin içine bakarak.

 

“Sonra müdür hanım!” dedim söylediklerine tepki vermeden.

Şu an bunları dinlemenin hiçbir faydası olmayacak bana, çünkü o bebek çoktan gözlerini yumdu hayata...

 

Bakışlarını gözlerimden masaya doğru indirdi kadın. “Aradan ancak bir hafta geçmişti ki başka bir adam çıkıp geldi kucağında tıpkı sana benzeyen bir bebekle. İlk baktığımda onu sen sanmıştım ama adamın seni aradığını söylemesiyle kucağındakinin başka bir bebek olduğunu anladım.”

 

“Nasıl yani bana benzeyen bebek? Bütün bebekler zaten birbirine benziyor?” dedim kafa karışıklığıyla.

 

Başını olumsuz anlamında salladı kadın. “Hayır Risin. Senin kafanın sol yanında, saçlarının altında kalan bir doğum leken var. Bebekken saçın seyrek olduğu için o leke küçük olmasına rağmen görünüyordu. Aynı lekeden o bebekte de olduğundan onun sen olduğu yanılgısına düştüm ama senin aksine o bebek erkekti. Adama sorduğumda, onun senin ikizin olduğunu ve bu yüzden doğum lekelerinizin aynı olduğunu söyledi.”

 

Kaşlarımı çatarak, “Nasıl yani benim kardeşim mi varmış?” dedim kadına doğru biraz daha eğilerek.

 

“Adamın anlattığına göre öyle görünüyor,” dedi müdür hanım sakince.

“Devam et, sonra ne oldu?!” dedim kadına başımla işaret vererek.

“Sonrasına ben gözlerimle şahit olmadım. O adam müdürle baş başa konuşmak istedi ama ben onları odada yalnız bıraktıktan kısa bir süre sonra silah patlama sesleri duyuldu. Hemen ardından adam odadan çıktı… Ü-üstünde kan lekeleri vardı. Bana benim senin yerini bilip bilmediğimi sordu. Ben ona bildiğim kadarıyla her şeyi anlattım ama benim bildiklerim de seni bulmak için yeterli değildi.”

 

Kim bu benden önce davranıp önceki müdürü öldüren adam? Neden beni arıyormuş? Peki ya benim ikizime ne oldu?

 

“Adamı tarif edebilir misin bana, hatırlıyor musun simasını?” dedim yaşlı kadına.

“Üstünden uzun zaman geçmesine rağmen hala kafama kazınmış şekilde. O-onun yüzünü unutmamın imkanı yok. Koyu siyah uzun saçları boynuna kadar uzanıyordu. Temiz, traş edilmiş bir yüzü ve her an öldürecek gibi bakan açık mavi gözleri vardı. Üstüne de siyah bir takım elbise giymişti.”

 

“Başka bir şey?” dedim hatırlaması için kendini zorlamasını bekleyerek.

“Ah bir de unutamadığım bir silahı vardı elinde. Epey eski bir silaha benziyordu. Yenilerinden değil, hani şu kovboyların kullandıklarındandı ve yanlış görmediysem altın kaplamaydı silahı.”

 

Kovboyların kullandıkları dediği revolver galiba. Ama altın kaplama bir revolver mı? Bu hiç tanıdık gelmiyor…

 

“Bana anlatacağınız başka bir şey var mı?” diyerek sordum yaşlı kadına, belki benim bilmediğim bir şeyler daha kalmıştır diye.

 

“Anlatacağım değil ama sana vermem gereken bir şey var,” dedi yorgunluktan titreyen vücuduyla ayağa kalkarak. Yavaşça duvara yaslanmış kitaplığa ilerledi ve kalınca bir kitap aldı raftan.

Aldığı kitabı masaya yaklaşıp önüme bıraktıktan sonra yorgun vücudunu sandalyesine geri bıraktı.

Oldukça yeni görünen beyaz deri kaplama kitabı elime aldım. Dokusunun elimde bıraktığı pürüzsüz hissiyat kitabın yeni olduğunu doğruluyordu.

Kitabın etrafını çevirerek kapağını inceledim. Görünürde herhangi bir yazı veya isim yoktu. Yalnızca kapağın ortasında bulunan demir işlemeli bir kabartma vardı. Ortasında asimetrik şekilde oyuk bulunan bir kabartmaydı.

 

Kitap için oldukça garip bir tasarım doğrusu.

“Bu kitabı neden getirdiğinizi sorabilir miyim?” dedim kafa karışıklığıyla müdür hanıma bakarak.

 

“Bu senin Risin,” dedi sakince.

Tek kaşımı kaldırarak, “Nasıl benim?” dedim.

“Bu kitap seninle beraber yetimhaneye bırakılmış. Yeterli yer olmadığı için seni 54. bölge yetimhanesinden buraya gönderildiklerinde kitabı da seninle beraber yolladılar. Daha önce seninle alakalı bir bilgi bulabilmek umuduyla açıp okumaya çalıştım ama…” dedi, cümlesini yarıda kesip eliyle kitabı işaret ederek. “Senin kendi gözlerinle görmen daha kolay olur.”

 

Kitabın kapağını dikkatlice açarak sayfalarını incelemeye başladım. “Bu… Bu ne anlama geliyor?”

 

Okuyan herkesin gözlerine sağlık, umarım beğenmişsinizdir. Oy vermeyi ve yorumlarda fikirlerinizi paylaşmayı unutmayın, desteğinizi bekliyorum🫶🏻💃🏻

Sevgi ve sağlıkla kalın tanksavarlarım🫶🏻☺️

Loading...
0%