@sylph
|
Gözlerimden birer damla yaş süzüldü. Sözleri sanki kalbime batıyordu. Son umudumun küle döndüğünü hissettim. Sözleri acı bir közü andırıyordu, değdiği yer yeri yakıp kavuran. Acı öfkeyi beslediğinde gözlerim karardı. Masanın üzerindekileri savurdum elimle. Camların parçalanma sesi, kalbimdekine kıyasla sessizdi. Bir anlığına İrene'nin yüzünden gölge gibi geçen sırıtmayı yakaladım. Yakasında tutup kavrayarak sertçe duvara yapıştırdım. Bu duruma gülüyor mu?! Aida'nın çığlığı evin boş koridorunda yankılandı. "Yeter, Risin bu kadarı yeterli! Senin bildiğin kardeşlik iki yıl geçmişte kaldı! İrene'in haklılık payı yok değil, sonuçta kendi hayatı." Yapacağım hiçbir şeyin, ne içimde ki öfkeyi ne de acıyı hafifletmeyeceği gün gibi ortadaydı. Öfkeyle soluyordum."S*ktir git!" Aida arkamdan endişeyle bağırdı. "Risin bu halinle nereye gidiyorsun? Sakin ol, alkol yüzünden mantıklı düşünemiyorsun saat çok geç!" Durdum, fakat arkamı dönmedim. Gözlerim çelik kapının kolundaki elimdeydi. "Sustuğun için dilini yuttuğunu sanmıştım Aida, ama sen onu savunmak için ağzını açtın. Dilini yutmuş olmanı tercih ederdim. En azından bir bahanen olurdu. Dilsizden sonra şimdi de düşünceli ve korumacı anne rolü oynamaya mı karar verdin? Seni tarafsız olarak düşünmek istemiştim, fakat iki yüzlü olmak karakterinde varmış! Köşene gidip sus, dilsiz rolü sana daha uygun!" Cevap vermesini beklemeden dışarıya çıktım ve kapıyı üzerine kapattım. Soğuk rüzgar iliklerime kadar işledi, sanki ayılmamı diliyormuş gibi. Yürümeye başladım dairem yalnızca birkaç sokak ötedeydi. Belki hava karanlık olduğundan belki de sarhoş olduğumdan kaynaklanıyordu, önümü tam olarak göremiyordum fakat yolun orada olduğunu biliyorum. Hayat da böyle değil mi zaten, önümü tam olarak göremesem de yalpalasam da hep devam etmeliyim. "Aileymiş, şaka gibi!" Gülmeye başladım akan göz yaşlarım aksini söylese de. Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. "İlk başta başkalarına duvarlarımı indirmem hataydı. Seni kim sevdi ki, anne? Baba? Kimdi ki onlar? Sevselerdi Bırakırlar mıydı?" Göz yaşlarımın yüzümde bıraktığı ıslak iz, esen soğuk kış rüzgarının etkisiyle donuyor gibi hissettiriyordu. Islak, soğuk ve acı. Hıh! Komik nedense aklıma o bunak geldi. Patronun arzusu bizim arzumuz ha? Sorgulamak yok, duygu yok, düşünce yok. Sadece kayıtsız şartsız itaat. S*çtığımın ciğersizi! Kim katil olarak yetiştirmek için... bir süikastçi olması için kız çocuğu evlat edinir. Ah, evlat dedim değil mi? Bu da onun saçma yasaklarından biriydi. Baba yok, evlat da yok! patronmuş, başkanmış zübük! Bir anda beni silip attı! Peki neden, kim olduğu belli olmayan birinin cinayetini üstlenmek için mi? Sen birini on dokuz yıl bir canavar olması için eğit, sonra seninle işim bitti diyerek bir köşeye at! "Yirmi miydi yoksa?" Susmam için o kadar para veriyor ama ne için susmam gerektiğinden bahsetmiyor! Ah bir hatırlayabilsem kaybolan anılarımı! Yapabilecek neyim var ki? Şahit olduğum iğrençlikleri polise anlatsam, deli diyip tekrar hastaneye yatırırlar. Kim dünyanın sayılı iş adamlarından birinin illegal işlere karıştığına inanır ki?
Bir de bana bak, doğru düzgün kendi hafızama bile sahip çıkamıyorum. Kazaya ben sebep olmuşmuşum güya, daha nasıl geçirdiğimi bile hatırlamıyorum. Yalpalayarak ilerlemeye devam ettim. "Ben ne uğruna yaşadım bunlarca yıl, ne uğruna geçtim o eğitimlerden, o zorluklardan? Boşuna mıydı hayatım pahasına katıldığım çatışmalar? Sadece çırpınmam o şerefsizin hoşuna gittiği için onca yaşam savaşını vermişim..." Düşünceler arasında hunharca çırpınarak, nefes almak için bir boşluk arıyordum. "Kaç yaşımdayım ki, şu an hangi yıldayız? Neyse ne kimliğime bakarım yaşım orada yazıyordur." Elimi cebime attığımda sadece dairemin anahtarları ve telefonum vardı. "Ben montumun cebine koymuştum cüzdanımı. Mont! Montumu almamışım ki. Ben de diyorum bir şeyler eksi..." Ayağımın takılmasıyla yere kapaklandım. Acı bir feryat firar etti dudaklarımdan. "Ne oluyor lan!? Çok küfür ettim ondan mı çarpıldım?" Ellerimden destek alıp doğrularak yere oturdum. "Neye takıldım, köpeğe filan mı? Köpüş özür dilerim canını yakmadım değil mi?.." Oturduğum yerde arkama döndüm. Bulanık görüşümün yanında sokağın yanmayan lambası da cabasıydı. Gözlerimi kırpıştırdım. "Sesi çıkmıyor bu köpek değil mi, o zaman ne bu? Çöp torbasına mı takıldım?" Dizlerimin üzerinde emekleyerek muhtemelen çöp torbası olan şeyi görebilmek için yanaştım. Etrafa sinmiş olan geçmişin tanıdık kokusuyla midem bulandı. Yoğun metalik koku burnumu sızlatıyordu. "Ne kokuyor burası be!?" Bir elimle burnumu ve ağzımı kapatırken diğer elimle de etrafı yokluyordum. Elime bulaşan yoğun kaygan sıvıyı parmaklarımı birbirine sürterek inceledim. "Ne bu be, kan mı?" Gözümün önündeki bulanıklık biraz açılınca gördüğüm şeyi ancak yorumlayabildim. "Hass... Bu, bu insan mı?" Sırtını eski taş duvara yaslayarak yere uzanmıştı. Parmağımın ucuyla ceketinin üzerinden dürtmek suretiyle bilincini kontrol ettim. "Şşt ölü müsünüz acaba beyefendi?" Ne yapıcam, ne yapmalıyım? "Polis mi, ambulans mı, belki İtfaiye? Yok, yok o hiç değil! Ölmüş mü ama? Ölü gibi duruyor!" Bir yerden başlamak lazım ilk ambulansı arayayım bari. Telefonumu pantolonumun arka cebinden çıkarttım ve acil arama menüsünü açtım. Neydi ambulansın numarası ki... Ha tamam hatırladım. Ben şimdi arayacağım ama ne diyeceğim ki... ben gidiyordum yolumdayım, sokakta iri kalıplı 190 boylarında esmer ve muhtemelen 25-27 yaş civarlarında bir cesede takıldım da düştüm mü? Ya benim öldürdüğümü düşünürlerse, zaten sabıka kabarık ve delilik de cabası! Bu genç yaşımda hapislere mi düşeceğim ben? Yani sabah illaki biri görüp arar. Sabaha kadar ölecek değil ya zaten ölü. "Evet evet, hava da buz gibi kokmaz yani sabaha kadar, bakalım o zaman hadi." Telefonu cebime geri koydum. Biraz daha yaklaştım ve elimi boynuna uzatıp nabzını yokladım. "Buz gibi olmuş bu! Bunda neyin nabzını arıyorum ben, yok işte atmıyor bir şey. Benden bu kadar! Geriye çekilmek için elimi cesedin boynundan çekmeye çalıştığımda kolumu hareket ettiremedim. "Lan ne oluyor!" Kafamı koluma çevirdim. Ceset sıkıca elimi kavramıştı. Tüm gücümle elimi çekip kurtarmaya çalıştım ama nafile, elim kıpırdamıyordu. Ölü değil miydi bu, nasıl hareket ediyor? Acaba yavaş atıyor diye mi hissedemedim nabzını? "Ölü müsün nesin sen, ceset kendine gel ve bırak beni! Ne yaptım çok mu içtim, ne içirdi o k*ltak bana?! Zombi misin nesin, sal gideyim yoluma ne olur!" Gözlerimi kapattım. "Tamam bu rüya evet uyanacağım böyle bir kabusun gerçek olma ihtimali yok!" Rüya değilse o zaman halüsinasyon bu! Cesetin üzerinde olan elim bir anda ısınmaya başladığında, sanki elim alev alacak gibiydi. "Yeter bak sinirleniyorum geçireceğim bir tane ha! Tamam o zaman bende kuralına göre oynarım, inceldiği yerden kopsun be! İmdaa..." "Ne gürültü yaptın be!" Aldığım nefes ciğerlerime yeterli gelmiyordu. "Kimsin cevap ver?!" dedi öfke dolu sesiyle. Gözlerim neden kararıyor, yoksa bilincim mi kapanıyor? Ağzımdaki elini çekip sordu. "N-nefes..." alamıyorum! Artık sesim çıkmıyordu, gözlerime düşen karanlık perde yüzünden görüşümü de kaybetmiştim. Sesler olabildiğince bulanıklaşmış, sadece kalbimin atışı kulaklarımda net olarak yankılanıyordu. Ah... kalbim sıkışıyor alkolden dolayı mı? Okuduğunuz için teşekkürlerr... |
0% |