Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm: Zehirli Kan

@sylph

Üzerimde parlayan ışık gözlerimi yakarken, ellerimi yüzüme siper ettim. Bulanık görüşüm yavaşça netliğini geri kazanırken, kulağımdaki ses perdesi kalktı.

Başımda dikili duran adam, "Bayan Aven?" diyerek bana seslendi.

"Evet?" dedim, yüzünü henüz görmediğim adama yanıt olarak. Sesim çatallaşmış ve yorgun çıkıyordu.

"Risin Aven!" dedi tekrar bana seslenerek, fakat bu sefer daha buyurgandı.

Bu kim ya?

"Sesimi duyabiliyorsanız ben Profesör Doktor Rivera. Şu an da şehir merkezindeki devlet hastanesinin acil servisinde bulunuyorsunuz," dedi hızlıca konuşarak.

Bulanık bakan gözlerimi tavana diktim. Profesör mü, dalga geçiyor herhalde?

"Bay Rivera? Değişik bir isim doğrusu," dedim alaya alarak.

Öfkeyle, sesini öncekine nazaran yükselterek, "Seni ahmak, Rivera soyadım! Ayrıca Kafanı kaldır da bir bak istersen!" dedi.

Bu ne hadsizliktir! "Sen kim oluyorsun da bana ahmak diyecek cesareti kendinde buluyorsun?!"

Hızla kafamı kaldırarak yanımda duran doktora baktım.
"Seni şikayet edece... Aldrin?!"

Yabancı olmayan simayı tanımak için göz göze gelmem yeterliydi.

İşaret parmağını dudaklarının üstüne yerleştirerek, "Şşt, sesini alçalt ve küfür etmeyi de bırak! Burası bir hastane ve bu da sana hiç yakışmıyor," dedi.

Şaşkınlıktan sonuna kadar açılmış gözlerle bakakaldım.

Aldrin, İrene'in abisiydi. Yıllarca eğitimi için yurt dışında kalmış, hemen sonrasında da doçent olarak göreve başlamıştı. Onunla, arada bir tatil için İrene'i görmeye geldiğinde karşılaşmıştım. Şu anda burada olması kulağa olası bile gelmiyor.

"Senin burada ne işin var, yurt dışında değil miydin doçentlik filan?"

Çenesini kaşırken cevapladı. "Evet öyleydi fakat şu anda buradayım. Gördüğün üzere doçentlik filan da kalmadı artık. Sadece bir süreliğine burada bir arkadaşımın yanında olacağım."

"Nasıl doçentlik filan kalmadı?" Uzandığım yerde doğrulmaya çalıştım.

Başıma saplanan şiddetli ağrıyla homurdanarak gözlerimi sıktım. "Başım!"

Aldrin kafamı yavaşça geri ittirirken, kafasını sağa sola salladı. Sedyenin yanına uzanıp aldığı su şişesini bana uzatırken, "Daha yeni ayıldın kalkmak için acele etme de iç şunu," dedi.

Almak için elimi uzattığımda şişeyi geriye çekti.

Havaya kaldırdığım elimin üzerindeki karaltı dikkatimi çekti. Şaşkınlıkla birkaç kere kırpıştırdığım gözlerimi iyice araladım. Sol elimi yüzüme yaklaştırarak elimin üzerindeki dövmeye baktım.

"Bu ne ya?"

Bu dövme dün elimde yoktu! Ben bunu hatırlamıyorum, ne ara oldu bu?

Kısık bir ses tonuyla konuşarak, "Şimdi düşündüm de hastalar dinlenmeli. En iyisi sen yorulma, ben sana içiririm," dedi.

Yaşının aksine çocuksu davranması beni sinirlendiriyordu. "Aldrin çocukluk yapmayı bırak da ver şu suyu!"

Suratını asmış, üstten aşağıya bana bakarak, "Ov, haşin prenses neden böyle bağırıyorsun bana. Bak şimdi abinin kalbini kırdın!" dedi.

Yalancı bir somurtmanın ardından genişçe gülümsedi. Kısılan göz kapaklarının ardındaki meraklı gözleri beni inceliyordu.

"Birkaç yaş büyük olunca benim abim mi olmuş oluyorsun? Kendini abi olarak görebilmen için daha çok yol var sanırım. Sonuçta öz kız kardeşini bile koruyamayan birinden söz ediyoruz," dedim lafımı sakınmayarak.

Aramızda 6-7 yaş olması ona abi demeyi kabullenmem için yeterli değildi. O bu saygıyı hak etmiyordu.

Aldrin'in yüzündeki sırıtış havadaki iyodoform kokusuna karışıp yok oldu. Yüzüne takındığı ciddi ifadeyle, "Hangi konudan bahsediyorsun?" dedi.

Gözlerimi, elimin üzerindeki dövmeden ayırmadan, "Sanırım haberin bile yok, kardeşin birkaç güne yabancı bir ülkeye gelin gidiyor," dedim.

Homurdanarak konuştu, "Risin şakanın da bir sınırı var, umarım biliyorsundur!"

Başımı sallayarak onayladım. "Ben biliyorum ama maalesef aynı şeyi kardeşin İrene için söyleyemeyeceğim."

Birkaç saniye sessizleştik. Bizim aksimize hastanenin içi uğultuyla kaynıyordu.

Şaşkınlıktan birkaç ton rengi açılan Aldrin'e bakarak, elinde sıktığı şişeyi işaret ettim. "Aldrin gök kuşağına döndün. İstersen o suyu sen iç ya da bir doktor çağırmamı ister misin?"

Kaşlarını çatarak, "Ne zamandır haberin var bundan?" dedi.

Sorusuna karşılık olarak, "Saat kaç?" diye sordum.

Bakışlarını yüzümden bileğindeki gümüş saate çevirerek, "Öğleden sonra beş," dedi.

Kolumu gözlerimin üstüne koyarak, fazla parlak olan floresan ışığını engellemeye çalıştım. "Dün sabaha karşı öğrendim. İrene'i hava alanından aldığımızdan beri bir değişik hal tavırları vardı. Sanki aklı başında değil gibi."

Öfkeyle kolumu gözlerimden indirip Aldrin'e dönerek, "İnsanın bir haftada bu kadar değişmesi mümkün değil! Bir de yurt dışındayken haptofobisi için tedavi gördüğünü söylüyor!" dedim.

Aldrin gözlerini sedyenin diğer tarafında çekilmiş olan beyaz perdeye dikti. "Anlıyorum, tabii ki psikolojik bir hastalığı birkaç hafta gibi bir sürede tedavi etmek pek mümkün görünmüyor. Hele ki uzun yıllarca tedavisi için uğraşmışken!"

"Ha bir de gözleri var, bak onu unutmamak lazım! Göz bebekleri anormal derecede büyüktü. Dikkatimi çektiği için suratına flaş patlattım ama garip bir şekilde göz bebekleri hiçbir tepki vermedi."

Kaşlarını çatınca ortasındaki kırışıklık belirginleşti. "Nasıl yani göz bebekleri ışığa tepki vermedi mi diyorsun? Bak bu gerçekten garipmiş işte."

İç çekerek konuşmaya devam etti. "Ben bu konular hakkında bir şeyler yapacağım."

Merakla, "Nasıl olacakmış o?" dedim.

Göz kırparak, "Yapınca anlarsın, sen ayak uydur yeter. Zaten kızlar yolda şu an, birazdan burada olurlar. Sen onu bırak da dün gece buraya nasıl düştüğünü hatırlıyor musun?" dedi.

Bakışlarımı tavana, acı floresan ışığına geri çevirdim. "Dün kızlarla beraberdim. Kavga ettik sonra..."

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Gerçekten ben dün... Benim hastanede ne işim var?

"Evet, sonrası?" dedi merak içinde. "Eve gidecektim ama..."

Hatırlayamadığım için cümlemin devamını getiremedim.

Aldrin sedyenin kenarına oturarak, "Burada olduğuna göre eve gidemediğini anlamışsındır. Sabaha doğru acil yardım çağrısına giden paramedikler sokakta baygın bulmuşlar seni," dedi.

Bayılmış mıyım, belki de alkolden dolayı sızmışımdır?

"Kim bulmuş biliyor musunuz, yani yardım çağrısını kim yapmış?"

"O konuya gelince, ambulans görevlileri yanında kimsenin olmadığını söyledi. Acil durum çağrısı da senin üzerine kayıtlı olan numaradan yapılmış."

"İyi de ben neden ambulansı arayayım? Hadi diyelim ben aradım. Bilincim kapalıydı o zaman ya bayılmadan önce aradım ya da..."

Cümlemi bölerek kendisi devam ettirdi."Ya da birisi aramayı senin cep telefonundan yaptı. İlk başta bu seçenek bana saçma geldi ama üzerindeki kan sana ait değildi."

Bakışlarımı hızla üstüme çeviridim."Kan, ne kanı?" Uzandığım yerden kalkmadan, başımı eğerek vücudumu kontrol ediyordum.

"Buraya geldiğinde üzerindeki deri cekette yoğun miktarda kan vardı.İlk bakışta kanın sana ait olduğunu düşündüm ve birileri zehirlenmesin diye ceketi sakladım. Gerçi sonradan vücudunda bir hasar olmadığını fark edince rahatladım. Kimin olduğunu öğrenmek için ceketteki kandan numune aldım ama... Tanrı aşkına Risin o kimin ya da neyin kanıydı? O kanda bir terslik var!"

Elimi alnıma dayadım. "Aldrin yavaş konuş, kafam hala bulanık. Tam olarak hangi ceketten bahsediyorsun, ben dün ceket giymiyordum. Hatta ben dün evden çıkarken montumu yanıma almayı bile unutmuştum."

Aldrin eliyle kafasını kaşıdı.
"O zaman ceket sahibinin kanını taşıyordu. Kim olduğunu gördün mü?"

"Aldrin dün gece en son hatırladığım şey evden çıkmak üzere olduğumdu. Bu neden bu kadar önemli, ayrıca terslik dediğin şey de ne?"

Bana doğru biraz daha eğilip fısıldayarak, "Dediğim gibi ceketteki kandan örnek aldım ve inceledim. Sonuçlar gerçekten anormaldi. İlk başta senin kanın sandım çünkü o kan seninki gibi," dedi.

Fısıltısına karşılık vererek, "Nasıl yani, seninki gibi derken?" dedim.
"Bir çok yönden benzerliğe rastladım. Senin kanında bulunan zehirden onda da vardı. Aslında bu yüzden senin kanın olduğundan şüphelenmedim değil. Sadece sendeki mutasyondan daha farklı etkilere sahip. Genetik yapısı çok farklı hatta insan olduğundan bile şüpheliyim diyebilirim. Normal şartlarda böyle bir şeyin imkanı yok derdim ama senin durumundaki gibi genetik bir müdahaleye maruz kalmışsa durum farklı."

Yattığım yerden kalkarak sedyeye oturdum. "Aldrin ne dediğinin farkındasın değil mi?"

Başını onaylayarak salladı." Farkındayım Risin. Senin gibi bu duruma maruz kalan başka biri daha var demek bu. Belki daha da fazlası vardır, o kadarını bilemiyorum. Ama bu genetik müdahalenin yasal olmadığına eminim. Bir tür deney olma ihtimali daha da yükseldi. Kim olduğunu bilseydik daha detaylı araştırabilirdim. Gerçi bu kadar anormal bir DNA yapısı varken insan suretinde bile olup olmadığını bilemeyiz. Sonuçları görür görmez nasıl saklayacağımı şaşırdım. Devlet hastanesinde böyle şeyleri yapmak nasıl desem biraz riskli. Burada bir misafirim sonuçta. Ah şimdi kendi laboratuvarımda olacaktım ki..."

Hızlı konuştuğu için, onu anlamak her zamankinden daha zordu. "Yani benim gibi deney kurbanı olan başkaları da mı var?!"

Elini omzuma koydu ve tane tane yavaşça anlatmaya çalıştı."Risin o değerler bazı yönleriyle seninkine benzerlik göstermesine rağmen yine de çok farklı. O değerlerle insan olmasını bir yana bırak, yaşıyor olduğundan bile şüphelerim var!"

Kaşlarımı çatmış onu dinliyordum."Nasıl yani insan olduğundan şüphen var?"
Ben dün gece tam olarak ne yaşadım? Kiminle, hatta neyle karşılaştım?

"Aslında onun için de bir mutasyon teorim var ama..."
Konuşmaya devam ederken yanımıza yaklaşan kızları görünce Aldrin sustu.

Bu konu sadece beni alakadar ettiğinden kızlara fazla detay vermemiştik. Onlar sadece kanımın zehirli bir madde içerdiğini ve bundan dolayı dokunmayıp, koklamamaları gerektiğini biliyordu.

Bu durumun bir mutasyon sonucu olduğunu ya da bir tür deneye maruz kaldığımı bilmiyorlardı. Aslında ben de tam emin değildim çünkü altı yaşımdan öncesi benim için bilinmezlikti. Sadece Aldrin'in anlattıklarına ve araştırmalarına göre böyle bir mutasyonun doğuştan olmayacağını biliyordum.

Aida zıplayan adımlarla yanıma yaklaşırken, "Risin, iyi misin? Duyar duymaz geldik," dedi enerjik bir sesle, sanki dün gece yaşananlar hiç olmamış gibi bir tavır takınarak. Sol tarafıma geçip eğilerek bana sarıldı. İrene'yse dün yaşananları unutmamış olacak ki Aida'ya kıyaslandığında daha uzakta duruyordu.

"İyiyim, bir şey yok. Gelmenize de gerek yoktu," dedim sert ve ifadesiz bir yüzle.

Aida, kolunda tuttuğu montumu ve arabanın anahtarını komodinin üzerine bıraktı.
"Dün evden çıkarken montunu unutmuşsun. onu ve arabanı da getirmiş olduk."

Aldrin gülerken, "İyiyim demek, o kadar fazla miktarda alkol aldım ki alkol zehirlenmesi geçirdim demekse evet öyle," dedi yüzünde alaycı bir ifadeyle.

Aida'nın yüzünden ne olduğunu anlayamadığı anlaşılıyordu. "Ne saç..."

Aldrin kaşlarını kaldırarak Aida'ya susması gerektiğini belirtti. Hmm, şimdi az buçuk anlıyorum İrene'yi nasıl sınayacağını.

"Gerçekten o kadar kötü mü zehirlendi, yani hastanelik olacak kadar mı?" dedi İrene şüpheyle sorgulayarak.

"Aslında basit bir zehirlenme değildi. Vücudunun kaldırabileceğinden daha fazla alkol aldığından kalp krizi geçirmiş." dedi Aldrin, bol keseden sallamaya devam ederek.

"Geçmiş olsun," dedi İrene.
Bir cümle ancak bu kadar yapmacık söylenebilirdi. Söylerken gözlerini devirmeseydi daha inandırıcı olabilirdi.

Aldrin oturduğu sedyeden kalkıp başıyla İrene'e işaret etti. "İrene, canım kardeşim sen biraz şöyle gelsene benimle," dedi.
Aldrin, İrene'i kolunun altına aldı ve kısa bir süre içerisinde yürüyerek gözden kayboldular.

"Ne oluyor ya, az önce olanlar da neydi öyle?" diye sordu Aida.

Dünkü yaşananları atlatabilmiş değildim. Öfkem içimde bir yere kazık çakmış, keyfine bakıyordu.
"Sesin pek de iyi çıkıyor bu gün. Dün dut yemiş bülbül gibiydin oysa ki!"

"Risin, bak haklısın ama o sırada hem çok sarhoştum hemde şok olmuştum yani... "Aida bir şeyler geveleyerek kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu.

"Tamam, şu an sıkıntı o değil zaten. En iyisi bu konuyu sonraya bırakalım. Sen de İrene'deki ani değişimi fark etmişsindir diye düşünüyorum," dedim lafını bölüp araya girerek.

Ellerini telaşla havada salladı. "Fark etmemek mümkün mü? Bu gün benim fıstıklı çikolatamı yedi."

Şaşkınlıkla gözlerimi sonuna kadar araladım. "Ciddi misin, Nasıl oldu da hala ayakta o zaman?"

Kahkahalarının arasından konuşmaya devam etti. "Deli gibi kabarıp nefesi kesilmeye başlayınca, alerjisi için olan iğneyi yaptım. Görmen lazımdı balon gibi olmuştu."
İrene için ölümcül olan bir olaya nasıl bu şekilde gülüyor bu?

Aida'nın attığı kahkahalar sayesinde etrafımızda dolanan insanlar bir anlığına bize baktı.

"Geri zekalı sus da beni dinle şimdi. Bak ne olduğunu sormuştun hatırladın mı? Şöyle ki Aldrin'e, İrene'in yemeye hazırlandığı haltları ve değişik davrandığını anlattım. O da bana bir şekilde onu sınayacağını söyledi. Yani benim de tam haberim yok yapacaklarından, tamamen doğaçlama."

Elini beline koyup başını sallayarak, "Yani Aldrin abi bu yüzden İrene'i kenara çekti, konuşmak için."

Aida'ya yandan bir bakış attım. "Şu salağa da abi deme, arada birkaç yaş var alt üstü. Bundan dolayı götünü kaldırma, sonra bir halt sanıyor kendini!"

"Sana ne oldu tam olarak şimdi ben anlamadım?" dedi anlamsız bakışlarla.

"Ben de hatırlamıyorum ki, en son sizin yanınızdan ayrıldım."
Kaşlarını kaldırmış devamını anlatmamı bekliyordu.
"Sonrası yok işte bu kadarını hatırlıyorum."
Tek kaşını kaldırarak, "Aldrin kalp krizi filan geçirmiş dedi, o ne iş?" dedi.
"Ben de anlamadım kardeşini kandırmak için falan sallamış olabilir."

"Benim bir şey salladığım yok!" dedi Aldrin, ensesini ovalayarak yanımıza yaklaşırken.

Bakışlarımla İrene'i ararken sordum. "İrene nerede?"

"İşleri varmış çoktan ayrıldı." dedi ellerini önlüğünün yan ceplerine yerleştirerek.

"Gece nöbeti sağlığıma çok zararlı. Görüyorsun değil mi Risin? Başında saatlerce beklediğimden dolayı omuzlarım tutuldu. Bu konu hakkında ne yapacaksın?" dedi, Gülümserken tek gözünü kırparak.

"Sanırsın hayrına durdu başımda. Doçentlikten dünyanın maaşını alırken ne istiyorsun hala, para mı?"
"Doçentlik mi o da ne? Ben araştırmalarıyla uğraşan bir Profesörüm Risin. Ayrıca kanlı ceketleri kaçırmak için de bir şey aldığımı hatırlamıyorum. Büyük ihtimalle bir delili karartmış bulunuyorum. Yani arkanı kolladığım için bana borçlusun!" dedi, parmağıyla beni işaret ederek.

Bu duyulursa başına dert açacağını bildiğinden, kanlı ceketten bahsederken daha kısık sesle konuşmuştu.

"Tamam, sen kazandın! Bu konuda seninle tartışmayacağım ama salladığım bir şey yok derken neyi kastettin?"
Ellerini önlüğünün yan ceplerinden çıkartmadan omuzlarını silkti. "Ne dediysem o, gerçekten kalp krizi geçirdin. Bu konuda da şaka yapacak değilim. Paramedikler seni bulduğunda Kalbin çoktan durmuştu. Zamanında yetişip CPR yapmasaydılar hastaneye cesedin gelirdi."

Tek nefeste neredeyse öleceğimi anlatmıştı Aldrin. En önemli olayları sona saklamak gibi bir huyu vardı. Birkaç saniye Aldrin'e boş boş baktım. Neredeyse ölecek olmamı hazmetmeye çalışıyordum.

İyi de ben neyin yüzünden kalp krizi geçirdim ki? Çok sağlıklı beslenirim. Herhangi bir sağlık problemim yok. Vücudumun zehirlenmelere karşı bağışıklı olduğunu söylememe bile gerek yok, çok garip...

"Peki borcumu sana yemek ısmarlayarak ödememe ne dersin sayın doçent?" dedim fazla uzatmadan. Sonuçta yaşıyordum değil mi? Önemli olan da buydu...
"Bana uyar, ama tekrar söylüyorum doçent değil profesör!!"

Aida başını Aldrin'le benim aramıza sokup dikkati üstünde topladı. "Şimdi ben anlamadım Risin'nin kalp krizi geçirme olayı yalan mıydı değil miydi?"

Başıyla onayladı. "Alkolden dolayı değildi. Alkol krizine girebilecek kadar fazla alkol yoktu kanında. Neyin tetiklediğini bulamamış olsam bile, bu Risin'in kalp krizi geçirdiği gerçeğini değiştirmiyor."

"Ya sen onu bırakta ne bu 'pyosesöyüm ben pyofesöy' ayakları?" dedim gülerek.

Aldrin sertçe öksürerek, "Abiniz en genç profesörlerden biri olarak tarihe adını yazdı, siz hala dalga dümen peşindesiniz," dedi.

"Nasıl ya, daha doçentlik süreni doldurmadın ki sen."
27 yaşında nasıl profesör oluyor bu?

"Ne sandınız abiniz deha deha. Eee, Ne zaman gidiyoruz o zaman?" diye sordu Aldrin.

"Ben şu an açım. Bence şimdi gidebiliriz ama senin işlerin ne zaman bitiyor?" gerçekten çok acıktım. En son ne zaman yediğimi bile tam hatırlamıyorum. Sanırım dün sabah kahvaltısıydı.
"Öylesine takılmak için uğramıştım arkadaşın yanına. Yani istediğim zaman gidebiliriz."

Aida elini kaldırarak, "O zaman ben gidiyorum," dedi.

"Neden? Gelsene sende!" dedim sedyede doğrulmaya çalışırken.

"İşlerim var biraz onları halletmem gerek, maalesef başka zamana. Sonra neler olduğunu anlatırsın. Hatta yarın üçümüz buluşup olaylar hakkında konuşalım. O zaman ben kaçıyorum, bir şey olursa beni ararsınız. Yarın görüşürüz!"

Aida uzaklaşırken arkasından seslendim. "Görüşürüz dikkatli git!"

Allah'ım sen bu malı koru o yolunu bulamaz. Dün ne kadar sinirlenmiş olsam da o hala benim arkadaşım. Onu da kendince haklı sebepleri vardı. Ama bu İrene için geçerli değil! Bu yaptığının hiç bir mantıklı açıklaması olamaz! Belki de tehdit ediliyordur. Büyük ihtimalle tehdit ediliyor. Hatta belki de şantaj.

Kafamı sağa sola salladım ve aklımı başıma toparlamaya çalıştım. Ben bunları düşünürken Aida çoktan gözden kaybolmuştu.

"Hadi gidelim o zaman." Hasta yatağının ucuna doğru kaydım ve yavaşça kalktım. Sanırım hala başım dönüyor. Şu an sarhoş değilim ama...
Aldrin bana destek olmak için kolunu uzattı. Ondan destek alarak ayağa kalktım.

"Biraz başım dönüyor sanki."
Aldrin komodinin üzerindeki montumu ve araba anahtarımı bir çırpıda alırken cevap verdi.
"En son ne zaman yemek yedin acaba bir düşün. Kan şekerin düşmüştür, kendini bu kadar dinleme. Etrafındaki insanlara bak ve kendi haline şükret!"

Gözlerimle etrafı süzdüm. Aldrin haklıydı. Burada envai çeşit hastalıktan muzdarip olan birçok insan var. Kimileri acı içinde feryat ederken, kimisinin bilinci yerinde değildi.

Birkaç sedye ötemde acıyla kıvranan insanlar var. Ne kadar yüksek empati yeteneklerine sahip olursan ol, acıyı kendin çekmediğin sürece bu durumun tam olarak bilincinde olamazsın. Gerçi düşününce ben de kalp krizi geçirmişim yani...

Yavaş adımlarla, Aldrin'den destek alarak hastanenin çıkışına ilerledim. Yakın zamanda kalp krizi geçirmiş olmama rağmen gitmem konusunda sorun çıkarmadılar. Sanırım bu da Aldrin'in işiydi.

Hastane girişindeki kırmızı renkli SUV araç park edilmiş vaziyetteydi.

Aldrin kafasını bana doğru eğdi ve gözlerini kısarak genişçe gülümsemesini takındı. "Çok iddialı bir renk değil mi?"

Gözlerimi devirip kafamı çevirerek Aldrin'in bakışlarından kaçtım. Evet sanırım iddialı olan şeyleri seviyorum.

Kolumu bırakıp arabanın kapısını açtı ve eliyle oturmamı işaret ederken sordu. "Kaç model?"

Arabaya binerken cevap verdim. "Bu yılın üretimi, yeni aldım daha birkaç aylık."

Kaşlarımı kaldırarak, "Yani çok dikkatli bakma, gözün değecek arabama!" dedim ve zorlama bir gülüş takındım.

"Bozulursa bir tane daha alırsın. O kadar paran var, sanki senin için bu nedir ki? Devede kulak kalır."

"O zaman da benim param değildi, şimdi de değil Aldrin!"
"Senin değil ama babanın."
Emniyet kemerini taktım. "Aldrin, bu konuyu kapatmanı rica ediyorum. Benim o insanlarla artık bir bağlantım kalmadı. Geçmiş geçmiştir!"

"Tamam sakin ol, sen haklısın prenses." Arasından çekilip, kapıyı kapattıktan sonra aracın etrafından dolaşıp sürücü koltuğuna geçti. Montumu arka koltuğa fırlatıp emniyet kemerini takarken Aldrin'i izledim. Kemerini düzeltirken konuştu. "Yalnız arabanın koltukları çok rahatmış"

Kafasını kaldırıp bana baktı. "Ne oldu? Neden bana öyle bakıyorsun, yoksa aşık mı oldun?" Eliyle çenesini sıvazladı ve gözlerini kıstı.

İç çektikten sonra cevap verdim. "Aldrin saçma salak konuşmayı bırak da sürmeye başla artık!"

Arabamı çalıştırırken sakin bir ses tonuyla sordu. "Nereye gidiyoruz hanımefendi?"
"İlk önce beni eve bırak da üzerimi değiştireyim. Sonra gideriz bir yere."

Arabaya gaz verdi. "Tamam o zaman navigasyonda işaretli yer evinse oraya sürüyorum. Müzik filan açmamı ister misin?"
"Evet orası ve müzik açmasan daha iyi olur."

Başımı cama yasladım, bir süre sonra Aldrin'in sesi uzaklaştı ve netliğini kaybetti. Normal şartlarda güvenemediğim için asla başkalarının yanında uyuyamazdım. Ama gerçekten yorgundum. Saatlerce uyusam da geçmeyecek bir yorgunluk...

...

Omuzumdaki hisle sarsıldım ve gözlerimi araladım. Aldrin eliyle omzumu nazikçe dürtüyordu. "Risin, geldik."

Başımı cama yaslar yaslamaz uyuya kalmışım. Elimle yüzüme düşen saçlarımı geriye doğru yatırdım ve etrafıma baktım. Birkaç saniye bana ayılmam için yeterli fırsatı vermişti. Kemerimi açıp etrafıma bakındım. Araç sitenin giriş kapısının önüne park edilmiş halde duruyordu.

Aldrin elinde tuttuğu telefonumu bana doğru uzattı. "Bunu mu arıyorsun?"
"Kurcalamadın umarım!" dedim şüpheyle.
"Risin çocuk çocuk konuşmayı bir bırak. İşim gücüm yok senin telefonuna bakacağım. Ayrıca şifre var telefonunda nasıl açayım yani?"

"Sen!" Elimi gelişine savurarak Aldrin'in omzuna vurdum. "Bakmadıysan nereden biliyorsun telefonumun şifreli olduğunu!?"

"Şey..."Kafasını diğer tarafa çevirerek bakışlarını benden kaçırdı. Aldrin'nin kızaran ensesi ve kulakları gözüme takıldı.
"Yalanını yakaladım diye utandın mı sen? Ay ben sana kıyamam!"
"O değil Şey..."
"Ney?" Merakla açılan gözlerimle Aldrin'in jestlerini inceledim.
"Yakan!" dedi bağırarak.
Başımı yakama doğru eğip baktım. Yakası düğmeli olan kazağımın, açılmış birkaç düğmesini hızlıca iliklerken ekledim. "Höst, sapık!!"

"Ne sapığı, uyarmasam kendinden haberin olmayacak. Söylesek sapık söylemesek sapık!"

"Neyse ne, ben şimdi eve çıkıcam. Sen ne yapacaksın, beni mi bekleyeceksin?"
"Benim birkaç işim var, sen hazırlanana kadar onları halletmeyi düşünüyorum."
"Tamam o zaman, araba sende kalsın," dedim arka koltuktaki montuma uzanıp alırken.

"1 saate görüşürüz o zaman, dikkatli git!" dedim araçtan inip kapısını kapatırken.

"Tamam görüşürüz, sen de yakalarına dikkat et!" dedi, gaza basıp gözden kaybolmadan önce.

Aracımın sağ salim bana geri gelmesini dilerken siteden içeriye girdim. Kendi katıma asansörle çıktıktan sonra soldaki daireye yanaştım.

Evin anahtarlarını montumun cebinden çıkardım ve beyaz renkli çelik kapıyı açtım.
İçeriye girdikten sonra arkamdan kapıyı iki tur kilitledim. Elimdeki anahtarı kapının sağında bulunan beyaz renkli duvar rafının üzerine bıraktım. Ayakkabılarımı çıkarıp ayakkabılığa gelişi güzel fırlattım. Kapının kenarında önceden çıkarmış olduğum peluş ev terliklerimi giydim ve montumu askılığa astım.

Evin tüm duvarlarında, sevdiğim bir renk olan mint yeşili hakimdi. Açık konsept mutfak giriş kapısının hemen önündeydi. Gün batımının son ışıkları mutfağın Fransız balkonundan içeriye yayılıyor, güneşin en kızıl tonu beyaz mutfak dolaplarında parlıyordu.

Mutfak adasının üzerine akıllı telefonumu bırakıp birkaç saniye telefonumu inceledim. Bildirim merkezinde sadece bankadan gelen bildirimler olduğunu görünce, bakışlarımı telefondan kaldırdım.

Koridorda ilerleyip banyoya girdim ve arkamdan beyaz banyo kapısını kapatıp kilitledim. Evde tek olmam bir şeyi değiştirmiyordu. Benim için alışkanlıklar kolayca değişen şeyler değildi.
"Sıfırdan başlamam gerek her şeye."

Üzerimden gelen keskin kan kokusu burnumu sızlatıp, midemi bulandırıyordu. Bunun oldukça nostaljik hissettirdiğini de itiraf etmeliyim. Kanın kokusunu en son ne zaman aldığımı hatırlayamıyorum.

Kan gölünde yüzmek benim yaşam tarzım için uygun bir ifade olurdu sanırım.

Eski yaşam tarzım...

Doğru, artık kimse benden insanları öldürmemi beklemiyordu. Böyle bir zorunluluğum kalmamıştı artık.

Soyunup yere bıraktığım kıyafetlerimi ayağımın ucuyla bir köşeye ittim. Onları bir daha giymek istemiyorum. Atsam mı? Hayır yaksam daha iyi olur.

Duvarda asılı duran yuvarlak kesim aynadaki yansımamı inceledim.
Gözlerimin altı çökmüş, benzim solmuştu. "Dışarıdan o kadar da iyi göründüğümü söyleyemem."

Gözlerim yüzümden vücuduma kaydığında bir anlığına duraksadım. Geçmişin izlerini taşıyan bir ağaca benziyordum, her geçenin bir çizik attığı.

Kimisi derin, kimisi daha yüzeysel olan kesik izleri vücudumun her yerindeydi.
Bu gerçekten komik görünüyordu, çünkü biraz daha zorlasam çizgili bir kaplan olabilirdim.

Hayati noktalarımı teğet geçmiş mermi delikleriyse pastanın üzerine konmuş süslemeler gibiydi.

Elimi izlerin üstünde gezdirdim. Bu kötü değildi, bana başarılarımı ve tecrübelerimi hatırlatıyordu. Tabii bir de asla sıradan biri gibi yaşayamayacağım gerçeğini.

Ayakta kalmamın tek yolu buydu, bir şeyler için çabalamak. Kararlılık ve özgüven yorgun ruhumu canlandırıyordu.

Sol elimi havaya kaldırıp üzerindeki lotus çiçeğine benzeyen dövmeyi inceledim. "Acaba sarhoşken mi yaptırdım?"

Şu an küveti doldurup içine girmeyi o kadar istiyorum ki.

Derin bir iç çekerek söylendim. "Sanırım şu anda buna vaktim yok!"

Duvardaki dokunmatik ekrandan çalma listesini başlattım. Çok da yüksek olmayan yavaş ritimdeki müziğin sesi banyonun duvarlarında yankılanıyordu.

Terliklerimi köşede çıkardım, ıslanmalarını istemiyordum. Siyah çerçeveli duş kabininin içine girip açık olan kapısını kapattım.

Duş başlığından biraz uzaklaşıp suyu açtım ve sıcaklığını ayarlayıp suyun altına girdim. Başıma düşen ılık su damlaları saçımdan süzülürken, saç tellerimi yüzüme düşürüyordu.

Elimle yüzüme düşen saç tutamlarını geriye yatırdım. Gözlerimi kapayıp kafamı arkamdaki duvara yasladım. Duş başlığından gelen su yüzüme çarparken nefesimi kesiyordu. Fazla dayanamadığım için kafamı önüme eğdim. Başıma şiddetle çarpan su damlalarının sesini duyabilmek için kulaklarımı ellerimle kapattım.

İşte bu gerçekten huzurlu. Zamanı durdurup sadece şu anda yaşamak istiyorum.

Derince bir nefes alıp kulaklarımı ve gözlerimi açtım.

Duvardaki duş rafında bulunan şişelerin arasından şakayık kokulu şampuanı seçtikten sonra, bir miktar elime sıktım ve saçımı iyice köpürterek yıkadım. Saçımdan sonra vücudumu da iyice temizleyip kan kokusundan arındığıma ikna olunca duş kabininden çıktım ve hızlıca bornozumu ve terliklerimi giyip, saçıma havlu sardım. Müziği kapatmayı da unutmadıktan sonra kapıya ilerledim. Banyonun kapısını açmamla banyonun içerisindeki buhar evin koridoruna akın etti.

"Uh soğuk." Hava dünden beri daha da soğudu. Sanırım kışa girdik.

Evin girişine ilerledim ve duvardaki dokunmatik panelden evin ısısını arttırdım. "Güzel, bu daha iyi oldu."
Odama ilerledim ve halihazır da açık olan kapıdan içeriye girdim.

Dolabımın kapaklarını açıp hemen karşısında bulunan yatağımın ucuna oturdum ve kıyafetlerimi inceledim.

"Elbiseye ne gerek var. Sanki özel bir yemeğe çıkıyorum da. Alt tarafı çorba içeceğiz."

Ayağa kalktım ve dolabımın raflarına uzandım. Mavi renkteki geniş paça kot pantolonu ve beyaz boğazlı kazağımı aldım. Son olarak çekmecelerimden birini açıp bir çift beyaz çorap aldım. "Bunlar işe yarar."

Elimde ki kıyafetleri yatağımın üzerine bıraktım ve bornozumu çıkarıp hızlıca giyindim.

Giysi dolabımın yanında bulunan aynalı makyaj masamın pufuna oturdum. Makyaj masasının çekmecesini açıp fön makinesini çıkardım. Saçımı kuruttuktan sonra taradım ve hızlıca dağınık topuz yaptım.

Masanın üzerindeki makyaj malzemelerine, sonra aynadaki yansımama baktım. Yüzümün soluk rengi sinirimi bozuyordu. Doğal tonlarda hafif bir makyaj yapmaya karar verdim.

Hızlı bir makyajdan sonra son bir kez aynada kendime baktım. "Hm, sade ama güzel."

Kulağımda dünden takılı olan halka şeklindeki gümüş helix piercingi kontrol ettim. Kazadan sonra bir yenilik istediğim için yaptırmıştım.

Ayağa kalktım ve kazağımı pantolonumun içine yerleştirip odadan dışarıya çıktım.
Mutfak adasının üstüne bıraktığım telefonumu aldım.
Bildirim merkezinde gelen yeni mesajı görüp açtım.

Henüz birkaç dakika önce Aldrin işlerini halledip geldiğini ve beni beklediğini yazmıştı.
Telefonu pantolonumun arka cebine yerleştirirken gözüme tezgahın üstündeki ilaç kutusu takıldı.

Erken yaşlarımdan beri aile zoruyla kullanmak zorunda bırakıldığım ilaçlar,
kaza sonrasında yüksek bir dozla değiştirilmişti.
Bunları kullanmam şartıyla beni hastaneden çıkartmışlardı.

Ama dün olanlar yüzünden ilaçlarımı içmeyi ihmal etmiştim. Öfke bozukluğum yüzünden kullanmam gerekiyordu, fakat dün kullanmadığım halde iyiydim. Uzun zaman olmuştu kendimi kendim gibi hissetmeyeli.

Kullanmayı bırakırsam fark ederler miydi? Aylık muayenelerde kan tahlili alıyorlarken bu zordu. İlaçlar beni olması gerektiğinden daha fazla ruhsuzlaştırıyordu fakat özgürlüğümün bedeli buydu.
Kutuyu da yanıma aldım, yemekten sonra içmem gerekecekti.

Dairenin kapısına ilerledim. Askılıktan siyah montumu ve çantamı, ayakkabılıktan da beyaz spor ayakkabılarımı alıp giydim. İlaç kutusunu çantama koyduktan sonra hazırdım.

"Sonunda hazırım," dedim kendimi onaylarcasına.
Anahtarlarımı uzanıp aldım ve dairenin kapısını açtım. Çantamın tek askısını koluma taktım ve üzerine çektiğim kapıyı kilitledim.

Asansörün gelmesini beklemektense, merdiveni kullanarak aşağıya indim.
Üçüncü katta oturmanın avantajları.

Aldrin çoktan işlerini halledip gelmişti. Park ettiği aracımın ön kaputuna yaslanmış, keyifle sigarasını içiyordu.

Araca doğru yürürken, Aldrin bitirmek üzere olduğu sigarasından son bir nefes çekip, izmaritini yere attı. Siyah spor ayakkabısıyla izmaritini söndürürken gözleri beni süzüyordu. Ben de Aldrin'i incelemeye başladım. Hastanedeyken dikkat edememiş olsam da, şimdi baktığımda görüşmeden geçirdiğimiz zaman süresince vücut yapısının geliştiği su götürmez bir gerçekti. Hastanedeki kıyafetlerinden farklı olarak şu anda siyah kot pantolon ve siyah boğazlı kazak üzerine gri kaban giyiyordu.

Yanına geldiğimde beni süzmeyi bırakıp gözlerime baktı ve hafifçe gülümsedikten sonra bakışlarını kaçırarak, "Yakışmış," dedi.

Kafamı hafifçe çevirerek kulağımı uzattım.
"Hıh? Ne, duyamadım da?"
"Benden mi fikir çaldın diyorum, benzer giyinmişiz!?"
"Yok ya ben çaldım öyle mi? Sadece ikimizde boğazlı kazak giymişiz. Ayrıca sana da yakışmış."
"Duyduysan ne diye boşuna yoruyorsun?"
Kafamla arabayı işaret ederek konuştum. "Uyuzluk olsun diye, hadi bin."

Öndeki yolcu koltuğunun kapısını açıp bindim.
Aldrin, sürücü koltuğuna yerleşirken konuşmaya devam etti. "Gıcık! Sen alıştın galiba, senin özel şoförün olmama?"
"Aynen, çok iyi araba kullanıyorsun ya, o yüzden hadi sür!"

Kemerlerimizi taktıktan sonra Aldrin arabayı çalıştırıp, aracı siteden dışarıya sürdü. "Evet, hangi restorana gidiyoruz?"
"Sen sahil yoluna çık, ben sana tarif edeceğim," dedim başımla yolu işaret ederek.

Sürmeye devam ederken arada da göz ucuyla bana bakıyordu. "Evet, anlat bakalım, neyden şüpheleniyorsun?"
"Ne konuda, neyden şüpheleniyorum?" dedim hangi konudan bahsettiğini anlamayarak.

"Kardeşim konusunda. Neyden ötürü böyle davrandığını düşünüyorsun?"

"Hm... İrene'nin hal ve tavırları kesinlikle normal değil bunu sen de konuştuğunda doğrulamışsındır. Bu duruma açıklama bulmak gerekirse, tamamen mantıksız sanki... Şu anda diyeceğim saçma gelebilir ama sanki birinin ya da bir şeyin kontrolünde gibi. Biri aklını filan yıkamış olabilir mi?"

Yolu izlerken başını salladı."Anlıyorum demek böyle düşünüyorsun. Sana bir şey soracağım?"
"Tabii ki."
"İrene hiç anneannemin ölüm sebebini sana anlattı mı?"
"Hatırladığım kadarıyla yangın çıkmıştı değil mi?"

Yüzünde ekşi bir ifadeyle anlatmaya başladı. "Kısmen doğru. Yangın çıkmadan önce anneannem çoktan öldürülmüştü. Tabii kayıtlarda yangın nedeniyle öldüğü geçti, çünkü yangın söndürüldüğünde çoktan..."

"Oh, anlıyorum üzgünüm. Peki sen nereden biliyorsun yangından önce öldürüldüğünü?!" Bedenimle birlikte Aldrin'e döndüm ve tek kaşımı kaldırarak sordum. Aldrin, anlık bir bakışla bana baktıktan sonra tekrar bakışlarını yola çevirdi.

Öfkeyle kaşlarını çatarak, "Saçmalama Risin, öz anneannemi ben öldürmedim herhalde! Yangın sırasında odam anneanneme daha yakın olduğu için ilk onu uyandırmaya gitmiştim. O sırada çoktan saldırıya uğramış olduğunu görünce, saldırı izlerine hızlıca birkaç resim çekip İrene'nin yanına koştum." dedi.

Şaşkınlıkla gözlerim açıldı. "Aldrin, sen ciddi misin? Sana inanamıyorum, o sırada tüm ev yanıyordu. Anneannen öldürülmüş ve sen o anda ölü anneannene resim mi çektin yani?!"

Olumsuz anlamda başını salladı. "Kulağa ruhsuzca geldiğinin farkındayım, ama acil bir durum içerisinde bulunduğunda insan oturup da ağlayamıyor. Aslında sonradan ben de çok şaşırdım, o esnada nasıl fotoğraf çekmeyi akıl ettiğime."

Merakla sordum. "Saldırıya uğramış dedin, kim olduğunu bulabildiniz mi?"
Derin bir iç çekerek, "Doğru soru 'kim?' değil, 'ne?' olmalıydı," diyerek beni düzeltti.

"Nasıl yani?" dedim, anlamadığımı belli ederek.

"Anneannemin vücudunda bulunan saldırı izlerinin yırtıcı bir hayvana ait olduğunu düşünüyorum. Hangi tür hayvan yapmış tam olarak bilmiyorum, ama en azından bir insanın kalbini sökecek kadar güçlü olduğu kesin."

"Anneannenin kalbini mi sökmüş?!" Aldrin kafasını hafifçe yukarı aşağı onaylarcasına salladı. Öfkeyle çatılmış kaşlarının yanı sıra yüzünde daha önce görmediğim kederli bir ifade vardı. Tek eliyle kabanının cebini yokladı ve içerisinden sigara paketini çıkardı. Daha önce açılmamış ambalajlı sigara paketini tek elinde çevirip ambalajdaki çentiği aradı.

Evin altında içtiği sigara paketteki son dalmış demek ki.
Bulduğu çentiği tırnağıyla birkaç defa açmaya çalıştı. Ambalaj açılmamakta ısrar edince hali hazırda çatık olan kaşları daha da belirginleşti ve dudaklarından dökülen küfürle sigara paketini bana doğru fırlattı. Nazikçe bacaklarımın üzerine düşen sigara paketini elime aldım.

"Senin gibi okumuş, bilgili ve görgülü birinin ağzından pek sık duyulamayacak sözler bunlar."

"Üzüm üzüme baka baka... Neyse, sana zahmet."
Kafasıyla sigara paketini işaret ederken gözleri yolu takip ediyordu.

Elimdeki paketin ambalajını hızlıca soyup sigara paketinin kapağını açtım. Paketten çıkardığım beyaz filtreli sigara dalını Aldrin'e doğru uzanıp dudaklarının arasına sıkıştırdım. Torpidonun kapağını açıp içerisindeki mat siyah Zippo'yu elime aldım. Baş parmağımla ittirerek Zippo'nun kapağını açtım. Aldrin'in ağzındaki sigaraya yaklaştırdığım çakmağı ateşledim.

Aldrin kafasını bana doğru çevirip gözlerini yüzüme dikti ve sırıttı.

"Ne sırıtıyorsun? Kafanı sallamayı bırak da sigarayı sabit tut!"

Sertçe çektiği nefes sigaranın ucunu tutuşturdu. Kapının kolundaki paneli kullanarak kendi camını araladı. Sigara dumanı camdan dışarıya uçuşup dağılıyordu.
Ağzında tuttuğu sigarayı eline almadan konuşmaya devam etti. "Bilemem farkında mısın ama şu anda çok tatlı görünüyo..."

Yüksek sesle çalan araba kornasıyla ikimiz de bakışlarımızı yola çevirdik.

"Aldrin araba!!"

Okuduğunuz için teşekkürlerr...
Oy verip yorum yapmayı unutmayın, fikirleriniz benim için önemli ✨💖
İg: sylphnn_


Loading...
0%