Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Salgın Mı Var?

@sylph

Aldrin, karşı şeride kayan arabayı keskin bir manevrayla düzeltti.
Bana geniş bir gülümsemeyle göz kırparak, "Ne diye korkuyorsun bu kadar, direksiyonun başında ben varım," dedi.


Şaşkınlıkla birkaç saniye donup kaldım. Hızlıca geri çekilerek elimdeki sigara paketini Aldrin'e doğru fırlattım.


"Gerizekalı! Ben, sen yola bak diye sana yardım ediyorum! Ne demeye yoldan ayırıyorsun gözlerini, aklım çıktı!"


Dudaklarının kenarı kurnazca yukarıya kıvrıldı. "Merak etme, senin yerinde kim olsa benim yakışıklılığıma dayanamayıp aklını oynatırdı."


Elimi kalbimin üzerine koyup derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

"Sen iyi misin? Biraz fazla korktun sanki." dedi endişeyle yüzündeki sırıtış yok olurken.


"Korkmadım iyiyim, sıkıntı yok. Köprünün çıkışından sağa dön."
Trafik kazası olabileceği ihtimali tedirgin ediyordu. Geçirdiğim kazayı hatırlamasam bile vücudum bu travmayı atlatabilmiş değildi.


"İlaçlarını mı aksatıyorsun?" dedi, şüphelendiğini gizlemeyerek.
"Kontrolüm altında, ama sen nasıl anladın?"


Başını sallayarak, "Kontrolün altında, ama şimdilik. Bazen kiminle konuştuğunu unuttuğunu düşünüyorum. Şu anda önlük takmıyor olmam seni aldatmasın. Başına ne gelebileceğini bu sabah erken saatlerde gördük sanırım. İlacını ne zamandır kullanmıyorsun?"


Başımı çevirip görüş açımdan Aldrin'i çıkardım. Nedense bu durum, şu anda azarlanıyormuş gibi hissettiriyordu.
"Dün," dedim, lafı fazla uzatmadan.
"Risin, düzgünce cevap ver!" derken sesi öncekine nazaran yüksek çıkmıştı.


Aldrin'e dönerek, "Tamam tamam, dün hiç almadım. En son dün değil önceki günün sabahı kullandım yani!" dedim.

Düşünceli bakışlarla yolu gözlüyordu. "Anlıyorum, belki olayların içerisinde olduğun için fark edemedin ama, her şey birbiriyle alakalı gibi görünüyor."

"Nasıl yani?"


Sigarasından derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti. "Şöyle yani, kızlarla olan kavgan ilaçlarını bırakmandan dolayı olabilir. Uzun süredir o yüksek dozlu ilaçları kullanıyorsun. Bırakmak senin kararın fakat bunun beraberinde getirdiklerine katlanabilecek misin orasını da düşünmen gerek, ayrıca..."


"Ayrıca, daha da mı var?" dedim şaşkınca.

"Dün gece gelen çağrıyla hastaneye kaldırıldığını ve kalp krizi geçirmiş olduğunu söylediğimi hatırlıyorsun değil mi?"
Başımı sallayarak onayladım. Böyle bir şeyi unutmak pek de mümkün değildi.


"Dün gece evden çıktıktan sonra ne yaşadıysan üzerinde yoğun bir etki bıraktığını söyleyebilirim."

"Yani şunu mu demek istiyorsun, o kadar yoğundu ki yaşadığımı kalbim kaldıramadı?" dedim, söyleyeceklerinin devamını tahmin ederek.


"Tam da bunu kastediyorum. Zehirlenmelere karşı direncin var, ama hepsi bu kadar zehirin kızı. Fiziksel direncinin olması duygusal anlamda da güçlü olacağın anlamına gelmez. Yaşadığın ani ve yüksek duygu dalgalanmalarını vücudun kaldıramıyor olabilir."


"Olabilir diyorsun, yani bir ihtimal hakkında değerlendirme yapıyoruz. Bana bununla alakalıymış gibi gelmedi. Düşünecek olursam dün yaşadıklarıma kıyasla daha kötü şeyler yaşadığım oldu. Ayrıca, o ilaçların da bir halta yaradığı yok. İçeriğinin ne olduğu kesin olmayan bir ilacı zorunluluktan kullanıyorum."


"Nasıl zorunluluktan, doktor yazmadı mı sana bu ilacı?" dedi tereddütte kalarak.

"Söz konusu ilaçların birini çocukluğumdan beri bana kullandırtıyorlar. Bana bunun kendimi kontrol etmem için özel yapım bir ilaç olduğunu söylediler. Diğer ilacı da öfke nöbetlerim için doktor yazdı," dedim açıklama yaparak.

Aldrin şüpheyle sordu. "Doktor? Hangi doktor, psikiyatrist mi?"


"Evet hastaneden taburcu oduktan sonra muayeneye gittiğimde yazdı ilacı," dedim.

Neden şimdi doktoru soruyor ki?


"Taburcu olduktan sonra neden muayeneye gittin?"

Kafa karışıklığıyla çıkıştım. "Çünkü beni serbest bırakmak için kefil olurken aylık değerlendirmeye girmemi şart koştular. Ayrıca Aldrin ne bu soru yağmuru?!"


"Hayır Risin burda garip olan bir şeyler var. Sen, sana verdikleri ilaçları nasıl sorgulamadan bunca zamandır içebilirsin? Kendilerinin verdiği ilaç tamamen saçmalık, zaten doktorun yazdığı ilacın da ne olduğu bile belli değil. Belki de doktoru da kendileri ayarladı?"


"Sağa dön! Burası!" dedim, dediklerini anlamaya çalışırken.

Onların ayarladığı bir doktora ne kadar güvenebilirim ki. Belki de farklı bir doktora gitmeliyim.


Şimdi düşününce her şeyi sorgularken, neden bana zorla içirdikleri ilaçlardan hiç şüphe etmedim? Belki küçük yaşımdan itibaren kullandığım için?


Aldrin arabayı sağa çekip park etti. Sigarasını araç içi küllüğüne söndürdü ve araladığı camı geri kapattı.
Sağımızdaki restoran çok abartılı bir yer olmamasına rağmen şefinin ünü yüzünden mekan popüler olmuştu. Emniyet kemerimi çıkardım ve arabadan indim.


"Hadi in aşağıya. İmkansızların kızı açlıktan ölmek üzere!" dedim, Aldrin'e inmesini işaret ederek.


Arabanın kapısını üzerine kapattıktan sonra Aldrin'de arabadan inip arabayı kilitledi.
Restoranın giriş kapısına doğru önden ilerlerken, Aldrin de adımlarını hızlandırarak bana yetişti ve kolunu bana doğru uzattı.


Bakışlarımı kolundan yüzüne çevirdiğimde, dudaklarının ucu hafifçe kıvrıldı ve kaşlarını kaldırarak kolunu işaret etti. Yaklaşık 1,80 boylarında olan Aldrin'in koluna pek boy farkı olmadığından rahatlıkla yetişebilmiştim.


Yürümeye devam ederken dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü.
Aldrin göz ucuyla bana bakarak, "Ne oldu, neden gülüyorsun? Benim kaslı koluma tutmanın seni bu kadar mutlu edeceğini düşünmemiştim," dedi alaya alarak.

Kıkırdamaya devam ederken konuştum. "Boyumun uzun olduğunu düşünürken farkında olmadan güldüm. Seninle alakası yok yani!"


"Uzun mu? 1,75 civarı bir şeysin alt tarafı," dedi uğraşmaya devam ederek.

Boşuna uğraşma oyunlarına gelmeyeceğim Aldrin...


Restoranın ana kapısından içeriye girdiğimizde restoran hostesi kısa bir öksürükle bizi karşıladı.
"Hoş geldiniz, hanımefendi ve beyefendi! Buyurun bu taraftan," dedi, eliyle içeriye buyur ederken.


Karşılık vererek, "Teşekkür ederiz," dedim.

İçerisi pek de kalabalık sayılmazdı. Daha çok sakince kafasını dinlemeye gelen insanlardan oluşuyordu.


Önümüzden ilerleyen takım elbise giymiş, 20'li yaşlarında gösteren erkeği takip ederek masamıza vardık. Aldrin sandalyeyi geriye çekerek oturmam için başıyla işaret etti. Rahat bir tavırla çektiği sandalyeye oturdum.


Yüzüme takındığım alaycı ifadeyle Aldrin'i incelerken, "Gelişme var var, yok değil!" dedim.


Gülerek karşımdaki boş sandalyeye yerleşti.
"Ben de diyorum nasıl oldu da beş dakikadır laf çarpmıyor bu kız."


"Aldrin, merak ediyorum da, değişken karakterinin bir açıklaması var mı? Hani bu konularda bilgili olan sensin ya, ondan soruyorum."

Gülümseyerek cevapladı. "Buna taktik değiştirmek deniliyor. İyi davranınca pas vermiyorsun ben de saldırgan oynamaya karar verdim."


"Ee, İşe yaramış mı bari?" Cevabı beklerken, gözlerimi Aldrin'in yüzüne diktim.

"Yaramadı maalesef. İmkansızların kızına taktik işlemiyormuş."


Elinde iki menüyle birlikte masaya gelen garson menüleri bıraktıktan sonra yanımızdan uzaklaştı.

"Ya? Öyle diyorsun. Şimdi aklıma geldi de, sen hastanede İrene'yi köşeye çekip konuştuğunda ne söyledi?"


"Bence elimizde olan en net bilgi bu. İrene geçmişle ilgili hiçbir şey hatırlamıyor," dedi bir çırpıda.

Masanın üstündeki menüyü elime aldım. "Hafızasını mı kaybetmiş diyorsun, yani benim gibi?"


"Daha farklı, sanki bir şeyler bilmediğini bizden saklamaya çalışıyormuş gibi. Ona babamızın boğulduğu gölü hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bana hatırladığını söyledi ama babam İrene doğmadan önce ortadan kayboldu yani İrene'in babamla ilgili bir bilgisi yok.
Biliyormuş gibi davranıyor fakat hiçbir şey hatırlamıyor. Peki hafızasını kaybettiyse sizi ve burada yaşadığını nasıl biliyordu?" dedi, yüzüne takındığı ciddi ifadeyle.


Sakince menüyü incelemeye devam ettim. "Evleneceği kişiye söylemiş olma ihtimali yüksek. Ama bu hafıza kaybını ve bunu bizden saklama çabasını açıklamaz."


"Sanki biri iradesini kontrol altında tutup, onu yönlendiriyormuş ediyormuş gibi." dedi, kısık sesle kendi kendine konuşurmuşçasına.


Restorandaki uğultulu sesin arasından yabancı bir arama sesi yükseldi. Aldrin kabanının cebinden çıkardığı telefonunu kulağına götürdü ve çok sürmeden aramayı sonlandırdı.


"Neydi bu dünyada ki en kısa konuşma mı?" dedim alayla.

"Acil bir durum var hemen gitmem gerekiyor," dedi ciddi bir ifadeyle.

"Eğer benden izin alıyorsan şu an, sıkıntı yok. Arabayla gidebilirsin, ben eve taksiyle geçerim," dedim başımla onaylarken.


Hızlıca kalkıp uzaklaşırken konuştu. "Sağ ol, arayacağım sonra görüşürüz!"

Aldrin, kaşla göz arasında restoranın kapısından dışarıya fırladı.


Arka cebimde unuttuğum telefonum titreşince cebimden çıkardım. Kim arıyor ki?


Aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm.
"Efendim Marco."
"Ne yapıyorsun, nerelerdesin?" diye sordu sakin bir ses tonuyla.
"Hastaneden çıktım, aç karnımı doyurmaya çalışıyorum. Sen ne yapıyorsun?"


"Haberim var az biraz olanlardan. Yemeğe başlamadıysan gel, pizza sipariş edicem. Hem olanları da senin ağzından duymuş olurum."


"Pizza diyorsun?" dedim, elimdeki menüden çorbalara bakarken. Çorba içmek istiyordum fakat tek yemek yemek kulağa tatsız geliyordu.


"Orta boy Margarita olsun benimki," dedim Marco'ya sipariş vererek.
"Tamam kapatta gel," dedi suratıma telefonu kapatırken.


Hızlıca toparlanıp restorandan ayrıldım. Taksi çağırıp restoranın önündeki yolda beklemeye başladım. Taksi durağı çok uzakta sayılmazdı. Bu yüzden gelmesinin uzun sürmeyeceğini biliyordum.


Montumun kolunun aşağıya çekilmesiyle dikkatimi soluma yönlendirdim. Bir ilk okul öğrencisi koluma asılıyordu. Ona doğru dönerek yere çömeldim. Yolunu mu kaybetmiş?


"Afedersiniz?" dedi, ince çocuksu sesiyle.
"Bu sizden düştü galiba," diyerek, elindeki katlanmış kağıt parçasını bana uzattı. Elimi ona doğru uzattığımda, küçük parmaklarının arasında tuttuğu kağıdı avucumun içine bıraktı.


"Şimdi gitmem gerek," dedikten sonra hızlı ve küçük adımlarıyla koşarak uzaklaştı. Birkaç saniye içerisinde binanın köşeden dönerek gözden kayboldu.
Benden mi düştü?


Avucumun içindeki katlanmış kağıt parçasını açtım. İçinde bir takım sayılar yazıyordu.
Bu bana ait değil ki?


Çocuğun gittiği yöne baktım elimdeki kağıt parçasıyla. Gözden kaybolduğu köşeye ilerledim ve etrafa bakındım. Küçük çocuk etrafta görünmüyordu. Taksinin yüksek sesli kornasıyla hızlıca arkamı döndüm. Durağın yakında olmasına rağmen, biraz fazla erken gelmişti. Paranoyak olmamaya çalışarak, elimdeki notu çantama attım ve taksiye bindim.


"82. caddeye lütfen."


~

Tutan miktarı ödedikten sonra taksiden indim.
Uzun cam pencereleri ve siyah duvarları olan tanıdık silah mağazasından içeriye girdim.
Girişi özenle tasarlanmış, sarı ışıklı spot aydınlatmalarla donatılmış, cam vitrin içindeki silahlar dikkatle parlatılmıştı.


Hemen girişin karşısında, genişçe koyu ahşap bir masa ve masanın üstünde de istiflenmiş pizza kutuları duruyordu.
Pizza kutularını incelemeye devam ederek yaklaştım.


Kısa bir öksürükten sonra Marco, "Bende buradayım biliyorsun değil mi?" dedi.
Masanın önündeki siyah deri koltuklardan birine oturmuş beni bekliyordu.


Marco'nun karşısında duran, rahat olduğunu önceden tecrübe ettiğim deri koltuğa yerleştim hızlıca.

"Pizzalar daha dikkat çekici," derken çoktan kutuları önüme çekmiş, benim olanı bulmak için kapaklarını teker teker açıp kontrol ediyordum.


Doğru olanı bulduğumda diğer iki kutuyu Marco'ya doğru ittirdim. Henüz sıcak olan pizzadan bir dilim alıp, birkaç ısırıktan sonra sordum. "Nasılsın?"
Ben tüm bunları yaparken Marco kollarını birbirine kavuşturmuş beni izliyordu.


Önüne ittirdiğim kutulardan birini kendine doğru çekti. "İlerleme var sende. Yemeğinin yarısına gelmeden hal hatır sormak aklına geldi."
Cümlesini bitirince eline aldığı dilimden birkaç ısırık aldı.


Yutkunduktan sonra, "Üzgünüm yemeğin geçiş üstünlüğü var, sende biliyorsun," dedim omuz silkerek.

Sırıtarak cevap verdi. "Peki öyle olsun. Anlat bakalım neler dönüyor ortalıkta."


Oturduğum koltukta yayıldım. "Sanki bilmiyormuş gibi soruyorsun. Bildiklerini tekrar duymak sana ne kazandıracak?"


Bana sorması saçma. Ne olup bittiğini çoktan araştırıp öğrendiğinden eminim.

Omuzlarını silkti. "Ben başkalarından değil de senden duymak istiyorum belki."


Pizzamı yemeğe devam ederken konuştum. "Sanki ben yaşadıklarımdan bir şey anladım da sana anlatacağım."

Göz ucuyla baktığımda, pizzasının yarısını çoktan bitirdiğini gördüm. "Anladığın kadarını anlatsan yeterli," dedi, sakin tavrını bozmayarak.


"İrene! Onda bir sorun var! Havalimanından beri bu şekilde," dedim, bilinmezlik içerisinde hissederken.

"Nasıl bir sorunu kastediyorsun?" dedi. Hem yemeğini yiyip yanıt veriyor, hem de gözleriyle mimiklerimi inceliyordu.


"Marco! Yapma ama biliyorsun zaten, her şeyi baştan mı anlatayım!?" dedim dayanamayarak. Kızlar ya da çevredeki adamları, açıkcası kimden öğrendiği umrumda değildi. Ama bildiği halde beni sıkıştırması sinir bozucuydu.


Sakin ol Risin! Her zamanki Marco işte. Sadece seni kışkırtarak sinirlendirmeye çalışıyor.

Öfkelenmemden mutlu olmuş, yamuk bir sırıtış vardı suratında. "Öyle olsun. Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi.


"Elinin körünü! Ne bileyim ben, herkes kafayı yemiş gibi. Biri gider ben evlenicem kocam da kocam der, tamamen kafayı bozmuş. Diğeri gider her halta çanak tutar, ama sorunca da üç maymunu oynar en masum oymuş gibi."
Nefeslenmek için biraz ara verdim ve bu sırada pizzasını yiyerek sessizce beni dinleyen Marco'ya baktım.


"Yapacak neyim var ki? Beni bir halt yerine bile koymuyorlar!"
Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım. Bağırarak içimde kalan öfkeyi kusuyordum, bunu biliyorum.


"Şimdi daha iyi," dedi, elindeki son pizza parçasını ağzına atmış çiğnerken.

Kenardaki peçetelikten bir parça peçete aldı ve ağzının kenarlarını sildi. Pizza sosu bulaşmış peçeteyi buruşturup, bitmiş pizza kutusuna attı ve ağzındaki lokmayı iyice çiğneyip yutkunduktan sonra konuşmaya devam etti.


"Kendine bahaneler üretmeyi tahmini ne zaman bırakırsın?" dedi, sert ve net bir ses tonuyla.
"Ben bahane üretmi..."


Cümlemi yarıda keserek, "Kendini hiç boşuna kandırma," dedi.
Ellerimi havaya kaldırarak kendimi savunmaya çalıştım. "Ama..."


Kaşlarını kaldırarak, "Şşt, beni dinlesen mi artık. Yapacak neyinin olduğunu soruyorsun ama kafanda çoktan kaçmaya karar vermişsin. Ne yani öyle birkaç cümleye kırılınca kaçıp gidecek misin? Saçmalık!
İrene seni hastanede görmeye geldiğinde ne hissediyordu sence, hani bir buçuk yıl boyunca haber alamadığı kardeşi hakkında?

Bir anda ortadan kaybolup bir buçuk yıl onu silen kardeşi, hatırladın mı? O seni sana rağmen affetti Risin! Sen hatırlamıyorum diyip bundan sıyrılabildin ama ona bu fırsatı bile vermeyecek misin, gerçekten mi?"


Bu Marco'nun bu kadar uzun konuştuğunu duyduğum ilk seferdi. O şu anda beni yargılamıyor ya da bana onları savunmaya çalışmıyordu.
Asıl amacı beni ileride pişmanlık duyacağım büyük bir hatadan uzak tutmaktı. İrene benden kaçmamıştı, onun yapmadığı bir şeyi nasıl ona yapabilirim ki!?


"Bu işin aslını öğrenmem gerek. Ancak o zaman mantıklı bir karara varabilirim. Eğer kimsenin etkisinde kalmadan bu kararı vermişse, bana yapılabilecek pek de bir şey kalmıyor demektir," dedim sakince.


"Evet! Aydınlanman bittiyse söyle bakalım, Bay Bilmiş ne diyor bu konu hakkında?" dedi Marco, Aldrin'i kastederek.


"Aldrin'e göre İrene her şeyi unutmuş ama biliyormuş gibi rol kesiyormuş. Ona aslı olmayan bazı sorular sordu ama İrene biliyormuş gibi davranınca..." cümlemin devamını getirmeyerek Marco'ya doldurması için boşluk tanıdım.


"Patladı diyorsun yani?"
Başımla onayladım ve kutudan yeni bir pizza dilimi aldım.


Marco bakışlarını üst kata giden merdivene çevirdi. "Telefonum çalıyor. Üst katta unutmuşum, baksam iyi olur. Sen devam et geliyorum birkaç dakikaya," dedi ve ayağa kalkıp merdivene ilerledi.


Nerden anladı bu telefonunun çaldığını? Ses yok seda yok, vahiy mi geldi telefonun çaldığı buna?!

Garip çocuk...


Marco'yla liseden kalma yakın arkadaşlardık.
Benimle olan bağı diğerlerine nazaran daha derin olsada, Marco bizi kız kardeşleri olarak görür ve ona göre davranırdı. Yeri geldiğinde arkamızı kolladığı da olmuyor değildi tabii.


Özellikle babası, gerçekten babacan bir kişiliğe sahipti. Bizleri, kızları olarak gördüğü için üstümüze titrer ve sık sık arayıp ne durumda olduğumuzu kontrol ederdi. Marco'yla kıyaslandığında bizi kayırdığı su götürmez bir gerçekti.


Marco şansına küsmeli kız doğmadığı için.
Şimdi düşününce uzun zaman oluyor onu da görmeyeli. Bir ara iade-i ziyaret yapmak lazım yoksa ayıp olur.


Mağazadan içeriye ilerleyen ağır adım sesleriyle başımı merdivenden kapıya doğru çevirdim.
Bana doğru yürümeye devam eden adamın uzun boyu buralarda pek yaygın olmadığı için dikkat çekiciydi.
İki metre insan mı olur? Sulak yerde büyümüş herhalde.


Dağınık duran koyu siyah saçları, her adımında gözünün önüne geliyordu. Dağınık olmasının aksine saçı bakımlı ve yeni traş edilmişti.


Yataktan kalkar kalkmaz sokağa mı düşmüş?

Giydiği siyah kargo pantolonu üstüne bol duruyordu. Pantolonun paçalarını, uzun siyah botlarının içine yerleştirmiş, fakat bağlamayı unutmuş gibi botun bağcıklarını açık bırakmıştı. Sanki dışarıda bahar havası varmış gibi üstüne yalnızca siyah, ince bir boğazlı kazak giymişti.


Arkadaşın haberi yok galiba... Aloo kışın ortasındayız! Kara kışın ortasında böyle gezersen hipotermi geçirerek ölürsün. İnsanların canı ne değersiz olmuş...


Masanın önüne, yanıma geldiğinde birkaç saniye bakıştık. Yüzünü maskeyle kapattığı için tam görünmese de gözleri koyu renkliydi.


Maske ne ayak, grip filan mı acaba? Niye böyle bakıyor bu sinirimi bozdu. Yemeğimi yiyorum şurda sakin sakin.


Sonunda alfabeyi hatırlamış olacak ki konuşmaya başladı. "Nerde?" dedi kalın, kaba ve buyurgan ses tonuyla.


Lakayıt tavırları sinirimi bozduğu için ben de ani bir kararla onun sinirini bozmaya karar verdim.

Ayaklarımı karşımda olan boş koltuğa uzatarak sordum. "Kim?"
Oturmaya layık değilsin gıcık herif!


Sinirle derin bir nefes çekti ciğerlerine. Gürültülü nefesinin sesini açıkca duymuştum. Nefes alırken sadece göğüs kafesini değil omuzlarını da hareket ettirmişti.


Ne yani kasların var diye hava mı atıyorsun? Yoksa beni mi korkutmaya çalışıyorsun? Salak mısın? Şu an bildiğin cephanelikteyiz, kıytırık olmasa bile kaslarının bir önemi yok!


"Marco nerede?" dedi birkaç adım daha yaklaşıp bana yukardan bakarak.

Annenin yanında Marco dur gidip çağırayım!!
Uf! Sakin ol Risin, neden bu kadar sinirlendirdi ki bu gevşek beni?


Yavaşça konuştum, her kelimemi bastırarak. "Marco... yok, ben varım!"

Verdiğim cevabı beğenmemiş olacak ki, maskesinin kenarlarında kalan boşluktan çene kaslarının şiştiğini gördüm. Dişlerini sıkmış öfkeyle soluyordu.


Gevşeğe bak! Nasılmış davrandığın gibi muamele görmek?!
Hem ne işi var bu merdanenin Marco'yla? Alacağı bir şey olsaydı alır giderdi, Marco'yu sormazdı. Yüzü de maskeli zaten, adamdan şüphe akıyor.


Derin bir nefes alıp yüksek sesle bağırdı. "Marco!!"


Bir çırpıda oturduğum yerden ayağa fırladım.
Aklımda tek soru dönüp duruyordu, teke tekte alabilir miydim? Silahsız zordu. Suikast ve dövüşte yetenekli olmama rağmen, silahlarım olmadan bu kalıptaki birine yapabileceklerim kısıtlıydı.


Boy farkı çok da fazla değildi, taş çatlasın 25-30 santim vardı ama kalıp olarak bayağı büyük bir problemdi.
Başını bana doğru eğdi. Öfkeyle alev alan gözlerini suratıma dikmiş beni izliyordu.


Bu ne şimdi bakışma yarışması mı? Yoksa, hadi bakalım ilk kim gözleriyle diğerini öldürecek filan mı? Olay bakmaksa bende bakarım aslan, o gözden bizde de var hayırdır?


Kollarımı geride bağladım. Başımı hafifçe kaldırdım ve gözlerimi kısıp olacakları izlemeye başladım.

Kimin mekanında, kime ne yapacaksın?


Gözlerimizle birbirimizi süzerken merdivenden gelen hızlı adım sesleri duyuldu. "Geldim geldim!" dedi Marco bize yaklaşırken.


Aramıza girerek, "Hey, sakin olun sorun yok!" dedi.
Maskeli adam, Marco'nun ikazına rağmen hala gözleriyle savaşı sürdürüyordu.


Yok ben bu dürzüyü parçalarım.
Elimi belime doğru götürürken Marco kolumdan kavradı.
"Sorun yok Risin, arkadaş havlasa da ısırmaz. Hem aşıları da tam rahat ol!" dedi gülerek. Onun aksine arkasındaki adam gayet ciddiydi.


Açıkcası zaten blöf yapıyordum. Önceki gün havaalanına gireceğim için silahımı evde bırakmıştım. Bu gün de yalnızca yemek yemeğe gideceğim için yanıma almamıştım. Tabii ne karşımdaki zırto ne de Marco bundan bir haberdi.


"Hadi!" dedi Marco, adamı sürükleyerek dışarıya çıkarırken.
"Alo, nereye?!" diyerek bağırdım arkasından.


"Acil işim çıktı gülüm, sen yemeğini ye, çıkarken kapıyı kilitlersin!" dedi arkasına doğru bana bağırarak.


Hızla gözden kaybolduğu için, ne olup bittiğini anlayamadan koca silah mağazasında tek başıma kalmıştım.


Ee, yani o adam düşman filan değil miydi? Marco rahat rahat onunla gittiğine göre değildi. İyi de o zaman neden ruh hastası gibi davrandı bu adam?


Bir süre ayakta kalıp bunu düşündüm. Kanaat getirdiğim sonuç, Marco'nun da kendi gibi rahatsızlarla iş yaptığıydı.


Masada, ancak yarısını yiyebildiğim pizzama baktım. O ruh hastasının bakışlarından sonra midemin daha fazla yemek alacağını düşünmüyorum.


En iyisinin eve gitmek olduğunu düşünerek mağazadan çıktım. Güvenlik sistemi, parmak izi sayesinde mağazayı kilitleyebiliyordu.


Teknoloji sapığının silah mağazası olursa böyle olur.

Kapıyı kilitlemesem bile pek sorun olacağını düşünmüyorum. Güvenlik sistemine yüklediği yazılım sayesinde, silahlardaki sensörlerden biri bile hareket algılarsa, bütün mağaza acil durum moduna geçer.


Marco bana acil durum moduyla ilgili sadece çelik kepenkleri anlatmıştı. Gerçi kurulmuş olan silah düzeneklerini görmemek için kör olmak gerekti. Neyse ne, onları göstermediği için mutluyum.


Çantamı omuzuma astım ve mağazadan çıkmadan önce çağırdığım taksiye bindim. Taksiye gitmesi gereken yeri tarif ettikten sonra geriye yaslanıp rahatladım.


Karar vermem gereken çok şey vardı ve ben nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum. İrene meselesi büyük bir sorundu benim için. Ona ne olduğunu, neden böyle davrandığını açıklamak için yeterince delilim yoktu.


Aldrin'in dediği gibi hafızasını kaybettiyse neden bizi hatırlıyor gibi davranıyor. Her şeyi unuttuysa nasıl bizim hakkımızda bilgi sahibi olabiliyor?


Diyelim ki her şeyi unuttu. Biri de ona bizim hakkımızda bilgi verdi. Bir dakika! Ya hafızasını kaybettiğinde sözde nişanlısı onu yalanlarıyla kandırsıysa? Böylece bizim hakkımızda bilgisi olurdu ve bir anda evlenme fikrinin nereden çıktığını da açıklardı bu.


Saçma ve kırıcı sözleri için mantıklı bir teori. Ama yine de teori.


Derin bir nefes alarak, akan yolu izlemek için camdan dışarıya baktım. Soğuk havadan dolayı buğulanan cam yüzünden, sokak lambalarının ışığı yıldızları andırıyordu.


Yolu görebilmek için elimle camın yüzeyini sildim. Camda bir araya gelen su damlacıkları, kaymak için birbiriyle yarışmaya başladı. Elimde bululan damlalarsa çoktan yarışı kaybetmişti. Elimdeki ıslaklığı altlığıma sildiğimde, elimin üzerindeki dövme dikkatimi çekti.


Buyur burdan yak! Bunu ne ara yaptırdım ki? Bir de bunu araştırmam gerekecek şimdi.

Cebimden telefonumu çıkardım ve Aldrin'e ait olan numarayı aradım. Birkaç çalıştan sonra aramaya cevap verdi.


"Efendim Risin?" Sesi uykulu değildi.
Uyanık olması iyi.

"Aldrin bir şeyi sorucam sana, şimdi aklıma geldi de."

"Evet?" dedi Aldrin, soracağım soruyu bekleyerek.


"Dün gece ambulans beni almaya nereye gelmişti tam olarak biliyor musun adresi, ya da öğrenebilir misin?"

"Ben tam bilmiyorum ama arkadaşa sorarım. Başka bir şey yoksa önemli bir işim var. Ben sana mesaj olarak atarım adresi," dedi hızlıca.


"Peki, başka bir sorum yok kusura bakma rahatsızlık verdim!"
"Yok ya rahatsızlık filan vermedin. Tamam sonra görüşürüz," dedi ve aramayı sonlandırdı.


Şimdi dün evden çıktığımda saat kaçtı? Dört gibiydi, sanırım 3.48'di.
Telefonumdan arama geçmişimi açtım. Acil durum çağrısı 4.23'te yapılmıştı.

Otuz beş dakikada dövmeciye gidip, dövme yaptırmış olma ihtimalim var mı ki?


Çok büyük bir dövme değildi. Aksine, şişe kapağından biraz daha büyük bir lotus çiçeği dövmesiydi. Tasarımı eşsiz olsada yapımında basit ve sade çizgiler kullanılmıştı. Ne içi doldurulmuştu nede gölgelendirme yapılmıştı.


Yakınlarda dövmeci vardıysa bile o saatte açık dövmeciyi nasıl buldum? Bulsam bile o sarhoş halimle nasıl gittim? Hadi gittim diyelim kalan vakitte nasıl dövmeyi yetiştirdiler?


Telefonum gelen mesajla titreşti. Mesaj Aldrin'den gelmişti. Bana mesaj olarak yolladığı adres evimin bir bir sokak ötesiydi.


Eve giderken fenalaştıysam ne ara bu dövmeyi yaptırdım?

Taksinin yavaşlayıp durmasıyla başımı telefondan kaldırdım ve çoktan eve vardığımı fark ettim.
Ücreti ödedikten sonra taksiden indim.


Dışarıya çıkar çıkmaz esen soğuk rüzgar iliklerime kadar işledi. Hava gerçekten soğuktu, fakat henüz bu kışın karını görememiştik.


Soğuk rüzgarın etkisinden kurtulmak için, hızlı adımlarla sitenin içine ilerledim. Blok kapısından içeri girdiğim an sert rüzgarlar kesilmişti. Asansöre binip kendi katımın tuşuna bastım.


Bir anlığına asansör aynasında kendi yansımamı gördüm.
Rüzgar saçımda çift kale maç yapmış gibi görünüyordu. Evden çıkarken yaptığım dağınık topuzdan geriye artık sadece dağınık kalmış, rüzgar topuzumu alıp götürmüştü. Karışmış saçımın içinde tokamı ararken, kapanmak üzere olan asansör kapısı durdu.


Aynadaki yansımadan kapının neden durduğuna baktım. Kapının arasına uzanmış el, sensörü tetiklemişti. Asansörün kapısı geri açıldığında, içeriye binen adam kendi katına basmadan asansörün köşesine geçti. Asansörün kapısı kapanıp yukarıya doğru hareket etmeye başladığında köşeye doğru döndüm.


Hale bak rezillik!

Aceleyle tokamı bulup saçımı açtım ve hızlıca saçımı topladım.
Dağılmış sıfatımı adam ettiğime emin olduğumda önümü döndüm.


Asansöre binen adamın yüzündeki maske anında dikkatimi çekti.


Ne bu kış olduğu için grip salgını mı var? Bu aralar herkesin yüzünde bir maske.

Bir dakika neden bu adam kendi katının tuşuna basmadı, sapık filan mı? Zaten maskeyle de yüzünü kapatmış.


İyice köşeye çekildim ve arkamda hissettiğim asansör duvarıyla kendimi güvene aldım.

Paranoyak olma Risin! Belki de sadece... Kimi kandırıyorum ki, bu elemanın sorunlu olduğu kesin.


Saniyesinde yere serebilirdim, bu sorun değildi. Yalnızca ilk saldırıyı onun yapması gerekiyordu. Zaten asansör kamerası kayıttaydı.
Sadece basit bir saldırı hamlesi. Yumruğu bana değmeden kendisini yerde bulur.


Bu düşüncelerle aklımı meşgul ederken, ellerimi birkaç defa sıkıp açtım.

Asansör, varış noktasına varmasıyla yavaşladı ve kapısı açıldı. Hareket etmeden, önce adamın inmesini bekledim. Bana kısa bir bakış attıktan sonra, asansörden indi ve sağdaki daireye yöneldi.


Dikkatlice adamı izleyerek sol taraftaki daireme ilerledim. Anahtarlarımı çıkarırken ara ara adama bakıyordum.

Kapısını anahtarıyla açtı ve içeriye girdi. Kapıyı kapatırken kenardan bana bakarak, "Sapık!" dedi.
Ardından sertçe kapıyı kapatarak içeriden kilitledi.


Şok olmuş şekilde ağzım açık kaldı. "Ne?"

Birkaç saniye kapanmış olan kapıya bakmaya devam ettim. "Ne?"
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.


Dünyanın çivisi çıkmış da kafama saplanmış gibi hissediyordum.


Arkamı dönüp anahtarlarımla kapıyı açtım.
Yavaşça içeriye girdim ve arkamdan kapıyı kilitledim.
Işıkları açıp, ayakkabımla montumu çıkardım. Eşyalarımı yerlerine yerleştirdim ve terliklerimi giyip mutfağa geçtim.


"Nasıl ya? Karşı dairemde yaşlı bir çift oturmuyor muydu?"

Bütünüyle devrelerim yanmıştı. Kafamdan dumanlar çıkıyordu sanki. Hatta yanık kokusunu bile alabiliyor gibiydim.


Şaşkınlığımı bir köşeye bırakmam gerektiğini düşünerek, dövme konusuna odaklanmaya karar verdim. Mutfak adasının yanındaki taburelerden birine oturdum ve cebimden telefonumu çıkarıp çevredeki dövmecileri araştırmaya başladım.


En yakında olan dövmeci bir kilometre ötedeydi.
Otuz beş dakika, sarhoş birinin bir kilometreyi gidip, dövme yaptırmasına yeter miydi? Hiç sanmıyorum!


Arabayla gitmiş olsam, araba park ettiğim yerinden ayrılmamıştı. Taksiyle gitmiş olsam, cüzdanım evdeydi.

Cüzdanım evdeyken nasıl dövme yaptırdım? O yolu nasıl gittim? Başım çatlayacak düşünmekten!


Dövmecinin internet sitesinden numarasını buldum ve hızlıca yarın öğlene bir randevu ayarladım.

Ama neden lotus dövmesi yaptırayım ki? Belki anlamından ötürüdür. Sonuçta lotus yeniden doğuşu, aydınlanmayı ve zor şartlarda hayatta kalmayı temsil ediyor. Evet şimdi düşününce bu mantıklı.


Çantama koyduğum ama yine içmeyi unuttuğum ilacımdan tane aldım. Ne olduğunu bilmiyorum ama ay sonundaki değerlendirmede tahlil sonuçlarıma bakınca kullanmadığımı fark edebilirler. Tekrar hastaneye yatırılmamak için içmek zorundayım.


Elimde tuttuğum ilaçlarla beraber mutfak lavabosuna ilerledim. Tezgahın üstünde duran su bardağını alarak ilaçları içmek için bardağa su doldurdum. Hızlıca ağzıma attığım ilaçları, birkaç yudum suyun yardımıyla mideme gönderdim. Su bardağını tezgaha geri bırakırken dikkatimi camın kenarında duran çiçek çekti.


Çiçek, içinde biraz su bulunan cam bardakla beraber camın kenarına yerleştirilmişti. Kesin Aida'nın işi bu! Şimdi de gelmiş gönlümü almaya çalışıyor.


Çiçeğe biraz daha yakından baktığımda, elimdeki lotus dövmesiyle benzer olduğunu fark etmem uzun sürmedi.
"Benimle dalga mı geçiyor bu!"
Sinirlenerek bardağın içindeki çiçeği tezgahın üstünde bulunan çöp kutusuna attım.


Şaka gibi, bir de gelmiş dövmemle dalga geçmek için lotus getirmiş!

Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalışırken odama geçtim. Pelüş penguenli pijamalarımı giydikten sonra yatağa uzandım. Yorgunluğun beraberinde getirdiği hafif titremeyle gözlerimi kapatıp, kendimi derin uykunun karanlık çukuruna bıraktım.


Okuduğunuz için teşekkürlerr...
Oy verip yorum yapmayı unutmayın, yazarınız gazla çalışıyor 😂✨💖

Yeni bölümlerden önceden haberdar olmak için, instagram hesabımdan takipte kalabilirsiniz💖
İg: sylphnn_


Loading...
0%