@sylph
|
Aldrin, karşı şeride kayan arabayı keskin bir manevrayla düzeltti. Şaşkınlıkla birkaç saniye donup kaldım. Hızlıca geri çekilerek elimdeki sigara paketini Aldrin'e doğru fırlattım. "Gerizekalı! Ben, sen yola bak diye sana yardım ediyorum! Ne demeye yoldan ayırıyorsun gözlerini, aklım çıktı!" Dudaklarının kenarı kurnazca yukarıya kıvrıldı. "Merak etme, senin yerinde kim olsa benim yakışıklılığıma dayanamayıp aklını oynatırdı." Elimi kalbimin üzerine koyup derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Sen iyi misin? Biraz fazla korktun sanki." dedi endişeyle yüzündeki sırıtış yok olurken. "Korkmadım iyiyim, sıkıntı yok. Köprünün çıkışından sağa dön." "İlaçlarını mı aksatıyorsun?" dedi, şüphelendiğini gizlemeyerek. Başını sallayarak, "Kontrolün altında, ama şimdilik. Bazen kiminle konuştuğunu unuttuğunu düşünüyorum. Şu anda önlük takmıyor olmam seni aldatmasın. Başına ne gelebileceğini bu sabah erken saatlerde gördük sanırım. İlacını ne zamandır kullanmıyorsun?" Başımı çevirip görüş açımdan Aldrin'i çıkardım. Nedense bu durum, şu anda azarlanıyormuş gibi hissettiriyordu. Aldrin'e dönerek, "Tamam tamam, dün hiç almadım. En son dün değil önceki günün sabahı kullandım yani!" dedim. Düşünceli bakışlarla yolu gözlüyordu. "Anlıyorum, belki olayların içerisinde olduğun için fark edemedin ama, her şey birbiriyle alakalı gibi görünüyor." "Nasıl yani?" Sigarasından derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti. "Şöyle yani, kızlarla olan kavgan ilaçlarını bırakmandan dolayı olabilir. Uzun süredir o yüksek dozlu ilaçları kullanıyorsun. Bırakmak senin kararın fakat bunun beraberinde getirdiklerine katlanabilecek misin orasını da düşünmen gerek, ayrıca..." "Ayrıca, daha da mı var?" dedim şaşkınca. "Dün gece gelen çağrıyla hastaneye kaldırıldığını ve kalp krizi geçirmiş olduğunu söylediğimi hatırlıyorsun değil mi?" "Dün gece evden çıktıktan sonra ne yaşadıysan üzerinde yoğun bir etki bıraktığını söyleyebilirim." "Yani şunu mu demek istiyorsun, o kadar yoğundu ki yaşadığımı kalbim kaldıramadı?" dedim, söyleyeceklerinin devamını tahmin ederek. "Tam da bunu kastediyorum. Zehirlenmelere karşı direncin var, ama hepsi bu kadar zehirin kızı. Fiziksel direncinin olması duygusal anlamda da güçlü olacağın anlamına gelmez. Yaşadığın ani ve yüksek duygu dalgalanmalarını vücudun kaldıramıyor olabilir." "Olabilir diyorsun, yani bir ihtimal hakkında değerlendirme yapıyoruz. Bana bununla alakalıymış gibi gelmedi. Düşünecek olursam dün yaşadıklarıma kıyasla daha kötü şeyler yaşadığım oldu. Ayrıca, o ilaçların da bir halta yaradığı yok. İçeriğinin ne olduğu kesin olmayan bir ilacı zorunluluktan kullanıyorum." "Nasıl zorunluluktan, doktor yazmadı mı sana bu ilacı?" dedi tereddütte kalarak. "Söz konusu ilaçların birini çocukluğumdan beri bana kullandırtıyorlar. Bana bunun kendimi kontrol etmem için özel yapım bir ilaç olduğunu söylediler. Diğer ilacı da öfke nöbetlerim için doktor yazdı," dedim açıklama yaparak. Aldrin şüpheyle sordu. "Doktor? Hangi doktor, psikiyatrist mi?" "Evet hastaneden taburcu oduktan sonra muayeneye gittiğimde yazdı ilacı," dedim. Neden şimdi doktoru soruyor ki? "Taburcu olduktan sonra neden muayeneye gittin?" Kafa karışıklığıyla çıkıştım. "Çünkü beni serbest bırakmak için kefil olurken aylık değerlendirmeye girmemi şart koştular. Ayrıca Aldrin ne bu soru yağmuru?!" "Hayır Risin burda garip olan bir şeyler var. Sen, sana verdikleri ilaçları nasıl sorgulamadan bunca zamandır içebilirsin? Kendilerinin verdiği ilaç tamamen saçmalık, zaten doktorun yazdığı ilacın da ne olduğu bile belli değil. Belki de doktoru da kendileri ayarladı?" "Sağa dön! Burası!" dedim, dediklerini anlamaya çalışırken. Onların ayarladığı bir doktora ne kadar güvenebilirim ki. Belki de farklı bir doktora gitmeliyim. Şimdi düşününce her şeyi sorgularken, neden bana zorla içirdikleri ilaçlardan hiç şüphe etmedim? Belki küçük yaşımdan itibaren kullandığım için? Aldrin arabayı sağa çekip park etti. Sigarasını araç içi küllüğüne söndürdü ve araladığı camı geri kapattı. "Hadi in aşağıya. İmkansızların kızı açlıktan ölmek üzere!" dedim, Aldrin'e inmesini işaret ederek. Arabanın kapısını üzerine kapattıktan sonra Aldrin'de arabadan inip arabayı kilitledi. Bakışlarımı kolundan yüzüne çevirdiğimde, dudaklarının ucu hafifçe kıvrıldı ve kaşlarını kaldırarak kolunu işaret etti. Yaklaşık 1,80 boylarında olan Aldrin'in koluna pek boy farkı olmadığından rahatlıkla yetişebilmiştim. Yürümeye devam ederken dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. Kıkırdamaya devam ederken konuştum. "Boyumun uzun olduğunu düşünürken farkında olmadan güldüm. Seninle alakası yok yani!" "Uzun mu? 1,75 civarı bir şeysin alt tarafı," dedi uğraşmaya devam ederek. Boşuna uğraşma oyunlarına gelmeyeceğim Aldrin... Restoranın ana kapısından içeriye girdiğimizde restoran hostesi kısa bir öksürükle bizi karşıladı. Karşılık vererek, "Teşekkür ederiz," dedim. İçerisi pek de kalabalık sayılmazdı. Daha çok sakince kafasını dinlemeye gelen insanlardan oluşuyordu. Önümüzden ilerleyen takım elbise giymiş, 20'li yaşlarında gösteren erkeği takip ederek masamıza vardık. Aldrin sandalyeyi geriye çekerek oturmam için başıyla işaret etti. Rahat bir tavırla çektiği sandalyeye oturdum. Yüzüme takındığım alaycı ifadeyle Aldrin'i incelerken, "Gelişme var var, yok değil!" dedim. Gülerek karşımdaki boş sandalyeye yerleşti. "Aldrin, merak ediyorum da, değişken karakterinin bir açıklaması var mı? Hani bu konularda bilgili olan sensin ya, ondan soruyorum." Gülümseyerek cevapladı. "Buna taktik değiştirmek deniliyor. İyi davranınca pas vermiyorsun ben de saldırgan oynamaya karar verdim." "Ee, İşe yaramış mı bari?" Cevabı beklerken, gözlerimi Aldrin'in yüzüne diktim. "Yaramadı maalesef. İmkansızların kızına taktik işlemiyormuş." Elinde iki menüyle birlikte masaya gelen garson menüleri bıraktıktan sonra yanımızdan uzaklaştı. "Ya? Öyle diyorsun. Şimdi aklıma geldi de, sen hastanede İrene'yi köşeye çekip konuştuğunda ne söyledi?" "Bence elimizde olan en net bilgi bu. İrene geçmişle ilgili hiçbir şey hatırlamıyor," dedi bir çırpıda. Masanın üstündeki menüyü elime aldım. "Hafızasını mı kaybetmiş diyorsun, yani benim gibi?" "Daha farklı, sanki bir şeyler bilmediğini bizden saklamaya çalışıyormuş gibi. Ona babamızın boğulduğu gölü hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bana hatırladığını söyledi ama babam İrene doğmadan önce ortadan kayboldu yani İrene'in babamla ilgili bir bilgisi yok. Sakince menüyü incelemeye devam ettim. "Evleneceği kişiye söylemiş olma ihtimali yüksek. Ama bu hafıza kaybını ve bunu bizden saklama çabasını açıklamaz." "Sanki biri iradesini kontrol altında tutup, onu yönlendiriyormuş ediyormuş gibi." dedi, kısık sesle kendi kendine konuşurmuşçasına. Restorandaki uğultulu sesin arasından yabancı bir arama sesi yükseldi. Aldrin kabanının cebinden çıkardığı telefonunu kulağına götürdü ve çok sürmeden aramayı sonlandırdı. "Neydi bu dünyada ki en kısa konuşma mı?" dedim alayla. "Acil bir durum var hemen gitmem gerekiyor," dedi ciddi bir ifadeyle. "Eğer benden izin alıyorsan şu an, sıkıntı yok. Arabayla gidebilirsin, ben eve taksiyle geçerim," dedim başımla onaylarken. Hızlıca kalkıp uzaklaşırken konuştu. "Sağ ol, arayacağım sonra görüşürüz!" Aldrin, kaşla göz arasında restoranın kapısından dışarıya fırladı. Arka cebimde unuttuğum telefonum titreşince cebimden çıkardım. Kim arıyor ki? Aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm. "Haberim var az biraz olanlardan. Yemeğe başlamadıysan gel, pizza sipariş edicem. Hem olanları da senin ağzından duymuş olurum." "Pizza diyorsun?" dedim, elimdeki menüden çorbalara bakarken. Çorba içmek istiyordum fakat tek yemek yemek kulağa tatsız geliyordu. "Orta boy Margarita olsun benimki," dedim Marco'ya sipariş vererek. Hızlıca toparlanıp restorandan ayrıldım. Taksi çağırıp restoranın önündeki yolda beklemeye başladım. Taksi durağı çok uzakta sayılmazdı. Bu yüzden gelmesinin uzun sürmeyeceğini biliyordum. Montumun kolunun aşağıya çekilmesiyle dikkatimi soluma yönlendirdim. Bir ilk okul öğrencisi koluma asılıyordu. Ona doğru dönerek yere çömeldim. Yolunu mu kaybetmiş? "Afedersiniz?" dedi, ince çocuksu sesiyle.
Avucumun içindeki katlanmış kağıt parçasını açtım. İçinde bir takım sayılar yazıyordu. Çocuğun gittiği yöne baktım elimdeki kağıt parçasıyla. Gözden kaybolduğu köşeye ilerledim ve etrafa bakındım. Küçük çocuk etrafta görünmüyordu. Taksinin yüksek sesli kornasıyla hızlıca arkamı döndüm. Durağın yakında olmasına rağmen, biraz fazla erken gelmişti. Paranoyak olmamaya çalışarak, elimdeki notu çantama attım ve taksiye bindim. "82. caddeye lütfen." ~ Tutan miktarı ödedikten sonra taksiden indim. Hemen girişin karşısında, genişçe koyu ahşap bir masa ve masanın üstünde de istiflenmiş pizza kutuları duruyordu. Kısa bir öksürükten sonra Marco, "Bende buradayım biliyorsun değil mi?" dedi. Marco'nun karşısında duran, rahat olduğunu önceden tecrübe ettiğim deri koltuğa yerleştim hızlıca. "Pizzalar daha dikkat çekici," derken çoktan kutuları önüme çekmiş, benim olanı bulmak için kapaklarını teker teker açıp kontrol ediyordum. Doğru olanı bulduğumda diğer iki kutuyu Marco'ya doğru ittirdim. Henüz sıcak olan pizzadan bir dilim alıp, birkaç ısırıktan sonra sordum. "Nasılsın?" Önüne ittirdiğim kutulardan birini kendine doğru çekti. "İlerleme var sende. Yemeğinin yarısına gelmeden hal hatır sormak aklına geldi." Yutkunduktan sonra, "Üzgünüm yemeğin geçiş üstünlüğü var, sende biliyorsun," dedim omuz silkerek. Sırıtarak cevap verdi. "Peki öyle olsun. Anlat bakalım neler dönüyor ortalıkta." Oturduğum koltukta yayıldım. "Sanki bilmiyormuş gibi soruyorsun. Bildiklerini tekrar duymak sana ne kazandıracak?"
Omuzlarını silkti. "Ben başkalarından değil de senden duymak istiyorum belki." Pizzamı yemeğe devam ederken konuştum. "Sanki ben yaşadıklarımdan bir şey anladım da sana anlatacağım." Göz ucuyla baktığımda, pizzasının yarısını çoktan bitirdiğini gördüm. "Anladığın kadarını anlatsan yeterli," dedi, sakin tavrını bozmayarak. "İrene! Onda bir sorun var! Havalimanından beri bu şekilde," dedim, bilinmezlik içerisinde hissederken. "Nasıl bir sorunu kastediyorsun?" dedi. Hem yemeğini yiyip yanıt veriyor, hem de gözleriyle mimiklerimi inceliyordu. "Marco! Yapma ama biliyorsun zaten, her şeyi baştan mı anlatayım!?" dedim dayanamayarak. Kızlar ya da çevredeki adamları, açıkcası kimden öğrendiği umrumda değildi. Ama bildiği halde beni sıkıştırması sinir bozucuydu. Sakin ol Risin! Her zamanki Marco işte. Sadece seni kışkırtarak sinirlendirmeye çalışıyor. Öfkelenmemden mutlu olmuş, yamuk bir sırıtış vardı suratında. "Öyle olsun. Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi. "Elinin körünü! Ne bileyim ben, herkes kafayı yemiş gibi. Biri gider ben evlenicem kocam da kocam der, tamamen kafayı bozmuş. Diğeri gider her halta çanak tutar, ama sorunca da üç maymunu oynar en masum oymuş gibi." "Yapacak neyim var ki? Beni bir halt yerine bile koymuyorlar!" "Şimdi daha iyi," dedi, elindeki son pizza parçasını ağzına atmış çiğnerken. Kenardaki peçetelikten bir parça peçete aldı ve ağzının kenarlarını sildi. Pizza sosu bulaşmış peçeteyi buruşturup, bitmiş pizza kutusuna attı ve ağzındaki lokmayı iyice çiğneyip yutkunduktan sonra konuşmaya devam etti.
Kaşlarını kaldırarak, "Şşt, beni dinlesen mi artık. Yapacak neyinin olduğunu soruyorsun ama kafanda çoktan kaçmaya karar vermişsin. Ne yani öyle birkaç cümleye kırılınca kaçıp gidecek misin? Saçmalık! Bir anda ortadan kaybolup bir buçuk yıl onu silen kardeşi, hatırladın mı? O seni sana rağmen affetti Risin! Sen hatırlamıyorum diyip bundan sıyrılabildin ama ona bu fırsatı bile vermeyecek misin, gerçekten mi?" Bu Marco'nun bu kadar uzun konuştuğunu duyduğum ilk seferdi. O şu anda beni yargılamıyor ya da bana onları savunmaya çalışmıyordu. "Bu işin aslını öğrenmem gerek. Ancak o zaman mantıklı bir karara varabilirim. Eğer kimsenin etkisinde kalmadan bu kararı vermişse, bana yapılabilecek pek de bir şey kalmıyor demektir," dedim sakince. "Evet! Aydınlanman bittiyse söyle bakalım, Bay Bilmiş ne diyor bu konu hakkında?" dedi Marco, Aldrin'i kastederek. "Aldrin'e göre İrene her şeyi unutmuş ama biliyormuş gibi rol kesiyormuş. Ona aslı olmayan bazı sorular sordu ama İrene biliyormuş gibi davranınca..." cümlemin devamını getirmeyerek Marco'ya doldurması için boşluk tanıdım. "Patladı diyorsun yani?" Marco bakışlarını üst kata giden merdivene çevirdi. "Telefonum çalıyor. Üst katta unutmuşum, baksam iyi olur. Sen devam et geliyorum birkaç dakikaya," dedi ve ayağa kalkıp merdivene ilerledi. Nerden anladı bu telefonunun çaldığını? Ses yok seda yok, vahiy mi geldi telefonun çaldığı buna?! Garip çocuk... Marco'yla liseden kalma yakın arkadaşlardık. Özellikle babası, gerçekten babacan bir kişiliğe sahipti. Bizleri, kızları olarak gördüğü için üstümüze titrer ve sık sık arayıp ne durumda olduğumuzu kontrol ederdi. Marco'yla kıyaslandığında bizi kayırdığı su götürmez bir gerçekti. Marco şansına küsmeli kız doğmadığı için. Mağazadan içeriye ilerleyen ağır adım sesleriyle başımı merdivenden kapıya doğru çevirdim. Dağınık duran koyu siyah saçları, her adımında gözünün önüne geliyordu. Dağınık olmasının aksine saçı bakımlı ve yeni traş edilmişti. Yataktan kalkar kalkmaz sokağa mı düşmüş? Giydiği siyah kargo pantolonu üstüne bol duruyordu. Pantolonun paçalarını, uzun siyah botlarının içine yerleştirmiş, fakat bağlamayı unutmuş gibi botun bağcıklarını açık bırakmıştı. Sanki dışarıda bahar havası varmış gibi üstüne yalnızca siyah, ince bir boğazlı kazak giymişti. Arkadaşın haberi yok galiba... Aloo kışın ortasındayız! Kara kışın ortasında böyle gezersen hipotermi geçirerek ölürsün. İnsanların canı ne değersiz olmuş... Masanın önüne, yanıma geldiğinde birkaç saniye bakıştık. Yüzünü maskeyle kapattığı için tam görünmese de gözleri koyu renkliydi. Maske ne ayak, grip filan mı acaba? Niye böyle bakıyor bu sinirimi bozdu. Yemeğimi yiyorum şurda sakin sakin. Sonunda alfabeyi hatırlamış olacak ki konuşmaya başladı. "Nerde?" dedi kalın, kaba ve buyurgan ses tonuyla. Lakayıt tavırları sinirimi bozduğu için ben de ani bir kararla onun sinirini bozmaya karar verdim. Ayaklarımı karşımda olan boş koltuğa uzatarak sordum. "Kim?" Sinirle derin bir nefes çekti ciğerlerine. Gürültülü nefesinin sesini açıkca duymuştum. Nefes alırken sadece göğüs kafesini değil omuzlarını da hareket ettirmişti. Ne yani kasların var diye hava mı atıyorsun? Yoksa beni mi korkutmaya çalışıyorsun? Salak mısın? Şu an bildiğin cephanelikteyiz, kıytırık olmasa bile kaslarının bir önemi yok! "Marco nerede?" dedi birkaç adım daha yaklaşıp bana yukardan bakarak. Annenin yanında Marco dur gidip çağırayım!! Yavaşça konuştum, her kelimemi bastırarak. "Marco... yok, ben varım!" Verdiğim cevabı beğenmemiş olacak ki, maskesinin kenarlarında kalan boşluktan çene kaslarının şiştiğini gördüm. Dişlerini sıkmış öfkeyle soluyordu. Gevşeğe bak! Nasılmış davrandığın gibi muamele görmek?! Derin bir nefes alıp yüksek sesle bağırdı. "Marco!!" Bir çırpıda oturduğum yerden ayağa fırladım. Boy farkı çok da fazla değildi, taş çatlasın 25-30 santim vardı ama kalıp olarak bayağı büyük bir problemdi. Bu ne şimdi bakışma yarışması mı? Yoksa, hadi bakalım ilk kim gözleriyle diğerini öldürecek filan mı? Olay bakmaksa bende bakarım aslan, o gözden bizde de var hayırdır? Kollarımı geride bağladım. Başımı hafifçe kaldırdım ve gözlerimi kısıp olacakları izlemeye başladım. Kimin mekanında, kime ne yapacaksın? Gözlerimizle birbirimizi süzerken merdivenden gelen hızlı adım sesleri duyuldu. "Geldim geldim!" dedi Marco bize yaklaşırken. Aramıza girerek, "Hey, sakin olun sorun yok!" dedi. Yok ben bu dürzüyü parçalarım. Açıkcası zaten blöf yapıyordum. Önceki gün havaalanına gireceğim için silahımı evde bırakmıştım. Bu gün de yalnızca yemek yemeğe gideceğim için yanıma almamıştım. Tabii ne karşımdaki zırto ne de Marco bundan bir haberdi. "Hadi!" dedi Marco, adamı sürükleyerek dışarıya çıkarırken. "Acil işim çıktı gülüm, sen yemeğini ye, çıkarken kapıyı kilitlersin!" dedi arkasına doğru bana bağırarak. Hızla gözden kaybolduğu için, ne olup bittiğini anlayamadan koca silah mağazasında tek başıma kalmıştım. Ee, yani o adam düşman filan değil miydi? Marco rahat rahat onunla gittiğine göre değildi. İyi de o zaman neden ruh hastası gibi davrandı bu adam? Bir süre ayakta kalıp bunu düşündüm. Kanaat getirdiğim sonuç, Marco'nun da kendi gibi rahatsızlarla iş yaptığıydı. Masada, ancak yarısını yiyebildiğim pizzama baktım. O ruh hastasının bakışlarından sonra midemin daha fazla yemek alacağını düşünmüyorum. En iyisinin eve gitmek olduğunu düşünerek mağazadan çıktım. Güvenlik sistemi, parmak izi sayesinde mağazayı kilitleyebiliyordu. Teknoloji sapığının silah mağazası olursa böyle olur. Kapıyı kilitlemesem bile pek sorun olacağını düşünmüyorum. Güvenlik sistemine yüklediği yazılım sayesinde, silahlardaki sensörlerden biri bile hareket algılarsa, bütün mağaza acil durum moduna geçer. Marco bana acil durum moduyla ilgili sadece çelik kepenkleri anlatmıştı. Gerçi kurulmuş olan silah düzeneklerini görmemek için kör olmak gerekti. Neyse ne, onları göstermediği için mutluyum. Çantamı omuzuma astım ve mağazadan çıkmadan önce çağırdığım taksiye bindim. Taksiye gitmesi gereken yeri tarif ettikten sonra geriye yaslanıp rahatladım. Karar vermem gereken çok şey vardı ve ben nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum. İrene meselesi büyük bir sorundu benim için. Ona ne olduğunu, neden böyle davrandığını açıklamak için yeterince delilim yoktu. Aldrin'in dediği gibi hafızasını kaybettiyse neden bizi hatırlıyor gibi davranıyor. Her şeyi unuttuysa nasıl bizim hakkımızda bilgi sahibi olabiliyor? Diyelim ki her şeyi unuttu. Biri de ona bizim hakkımızda bilgi verdi. Bir dakika! Ya hafızasını kaybettiğinde sözde nişanlısı onu yalanlarıyla kandırsıysa? Böylece bizim hakkımızda bilgisi olurdu ve bir anda evlenme fikrinin nereden çıktığını da açıklardı bu.
Derin bir nefes alarak, akan yolu izlemek için camdan dışarıya baktım. Soğuk havadan dolayı buğulanan cam yüzünden, sokak lambalarının ışığı yıldızları andırıyordu. Yolu görebilmek için elimle camın yüzeyini sildim. Camda bir araya gelen su damlacıkları, kaymak için birbiriyle yarışmaya başladı. Elimde bululan damlalarsa çoktan yarışı kaybetmişti. Elimdeki ıslaklığı altlığıma sildiğimde, elimin üzerindeki dövme dikkatimi çekti. Buyur burdan yak! Bunu ne ara yaptırdım ki? Bir de bunu araştırmam gerekecek şimdi. Cebimden telefonumu çıkardım ve Aldrin'e ait olan numarayı aradım. Birkaç çalıştan sonra aramaya cevap verdi. "Efendim Risin?" Sesi uykulu değildi. "Aldrin bir şeyi sorucam sana, şimdi aklıma geldi de." "Evet?" dedi Aldrin, soracağım soruyu bekleyerek. "Dün gece ambulans beni almaya nereye gelmişti tam olarak biliyor musun adresi, ya da öğrenebilir misin?" "Ben tam bilmiyorum ama arkadaşa sorarım. Başka bir şey yoksa önemli bir işim var. Ben sana mesaj olarak atarım adresi," dedi hızlıca. "Peki, başka bir sorum yok kusura bakma rahatsızlık verdim!" Şimdi dün evden çıktığımda saat kaçtı? Dört gibiydi, sanırım 3.48'di. Otuz beş dakikada dövmeciye gidip, dövme yaptırmış olma ihtimalim var mı ki? Çok büyük bir dövme değildi. Aksine, şişe kapağından biraz daha büyük bir lotus çiçeği dövmesiydi. Tasarımı eşsiz olsada yapımında basit ve sade çizgiler kullanılmıştı. Ne içi doldurulmuştu nede gölgelendirme yapılmıştı. Yakınlarda dövmeci vardıysa bile o saatte açık dövmeciyi nasıl buldum? Bulsam bile o sarhoş halimle nasıl gittim? Hadi gittim diyelim kalan vakitte nasıl dövmeyi yetiştirdiler? Telefonum gelen mesajla titreşti. Mesaj Aldrin'den gelmişti. Bana mesaj olarak yolladığı adres evimin bir bir sokak ötesiydi. Eve giderken fenalaştıysam ne ara bu dövmeyi yaptırdım? Taksinin yavaşlayıp durmasıyla başımı telefondan kaldırdım ve çoktan eve vardığımı fark ettim. Dışarıya çıkar çıkmaz esen soğuk rüzgar iliklerime kadar işledi. Hava gerçekten soğuktu, fakat henüz bu kışın karını görememiştik. Soğuk rüzgarın etkisinden kurtulmak için, hızlı adımlarla sitenin içine ilerledim. Blok kapısından içeri girdiğim an sert rüzgarlar kesilmişti. Asansöre binip kendi katımın tuşuna bastım. Bir anlığına asansör aynasında kendi yansımamı gördüm. Aynadaki yansımadan kapının neden durduğuna baktım. Kapının arasına uzanmış el, sensörü tetiklemişti. Asansörün kapısı geri açıldığında, içeriye binen adam kendi katına basmadan asansörün köşesine geçti. Asansörün kapısı kapanıp yukarıya doğru hareket etmeye başladığında köşeye doğru döndüm. Hale bak rezillik! Aceleyle tokamı bulup saçımı açtım ve hızlıca saçımı topladım. Asansöre binen adamın yüzündeki maske anında dikkatimi çekti. Ne bu kış olduğu için grip salgını mı var? Bu aralar herkesin yüzünde bir maske. Bir dakika neden bu adam kendi katının tuşuna basmadı, sapık filan mı? Zaten maskeyle de yüzünü kapatmış. İyice köşeye çekildim ve arkamda hissettiğim asansör duvarıyla kendimi güvene aldım. Paranoyak olma Risin! Belki de sadece... Kimi kandırıyorum ki, bu elemanın sorunlu olduğu kesin. Saniyesinde yere serebilirdim, bu sorun değildi. Yalnızca ilk saldırıyı onun yapması gerekiyordu. Zaten asansör kamerası kayıttaydı. Bu düşüncelerle aklımı meşgul ederken, ellerimi birkaç defa sıkıp açtım. Asansör, varış noktasına varmasıyla yavaşladı ve kapısı açıldı. Hareket etmeden, önce adamın inmesini bekledim. Bana kısa bir bakış attıktan sonra, asansörden indi ve sağdaki daireye yöneldi. Dikkatlice adamı izleyerek sol taraftaki daireme ilerledim. Anahtarlarımı çıkarırken ara ara adama bakıyordum. Kapısını anahtarıyla açtı ve içeriye girdi. Kapıyı kapatırken kenardan bana bakarak, "Sapık!" dedi. Şok olmuş şekilde ağzım açık kaldı. "Ne?" Birkaç saniye kapanmış olan kapıya bakmaya devam ettim. "Ne?"
Arkamı dönüp anahtarlarımla kapıyı açtım. "Nasıl ya? Karşı dairemde yaşlı bir çift oturmuyor muydu?" Bütünüyle devrelerim yanmıştı. Kafamdan dumanlar çıkıyordu sanki. Hatta yanık kokusunu bile alabiliyor gibiydim. Şaşkınlığımı bir köşeye bırakmam gerektiğini düşünerek, dövme konusuna odaklanmaya karar verdim. Mutfak adasının yanındaki taburelerden birine oturdum ve cebimden telefonumu çıkarıp çevredeki dövmecileri araştırmaya başladım. En yakında olan dövmeci bir kilometre ötedeydi. Arabayla gitmiş olsam, araba park ettiğim yerinden ayrılmamıştı. Taksiyle gitmiş olsam, cüzdanım evdeydi. Cüzdanım evdeyken nasıl dövme yaptırdım? O yolu nasıl gittim? Başım çatlayacak düşünmekten! Dövmecinin internet sitesinden numarasını buldum ve hızlıca yarın öğlene bir randevu ayarladım. Ama neden lotus dövmesi yaptırayım ki? Belki anlamından ötürüdür. Sonuçta lotus yeniden doğuşu, aydınlanmayı ve zor şartlarda hayatta kalmayı temsil ediyor. Evet şimdi düşününce bu mantıklı. Çantama koyduğum ama yine içmeyi unuttuğum ilacımdan tane aldım. Ne olduğunu bilmiyorum ama ay sonundaki değerlendirmede tahlil sonuçlarıma bakınca kullanmadığımı fark edebilirler. Tekrar hastaneye yatırılmamak için içmek zorundayım. Elimde tuttuğum ilaçlarla beraber mutfak lavabosuna ilerledim. Tezgahın üstünde duran su bardağını alarak ilaçları içmek için bardağa su doldurdum. Hızlıca ağzıma attığım ilaçları, birkaç yudum suyun yardımıyla mideme gönderdim. Su bardağını tezgaha geri bırakırken dikkatimi camın kenarında duran çiçek çekti. Çiçek, içinde biraz su bulunan cam bardakla beraber camın kenarına yerleştirilmişti. Kesin Aida'nın işi bu! Şimdi de gelmiş gönlümü almaya çalışıyor. Çiçeğe biraz daha yakından baktığımda, elimdeki lotus dövmesiyle benzer olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Şaka gibi, bir de gelmiş dövmemle dalga geçmek için lotus getirmiş! Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalışırken odama geçtim. Pelüş penguenli pijamalarımı giydikten sonra yatağa uzandım. Yorgunluğun beraberinde getirdiği hafif titremeyle gözlerimi kapatıp, kendimi derin uykunun karanlık çukuruna bıraktım. Okuduğunuz için teşekkürlerr... Yeni bölümlerden önceden haberdar olmak için, instagram hesabımdan takipte kalabilirsiniz💖 |
0% |