Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.Bölüm: 9 Milimetre

@sylph

Marco'nun geçmişinden (1/2)


Keskin gün ışığı gözümü sızlattı. Saat yedi olmak üzereydi.
Sabah kahvaltısını bahçede yemek gerçekten şart mıydı?

İhtiyarın yanına yerleşeli çok olmuyordu. Bu yüzden olsa gerek hala buranın düzenine alışamamıştım.

Bu yaşıma kadar başka bir evde bakıcıyla yaşıyordum. Ne hikmetse ihtiyar bir anda beni yanında yaşamaya çağırmıştı.

Ölümü mü yaklaştı bunun yoksa? Ölümü yaklaşan kişi sevdiklerini yanında istermiş hani o hesap.

Yeşilliğin ortasındaki masanın baş köşesine oturmuş, elindeki kağıtları inceliyordu. Siyah saçlarının arasına tek tük düşen kırlar, sabah güneşinin altında dikkat çekiyordu.

Sandalyeyi çekip otururken konuştum. "Günaydın ihtiyar!"

Kağıtları gözünün önünden indirmeden karşılık verdi. "Günün aydığını görebiliyorum Maran. İhtiyar lafına da iyi alıştın bakıyorum."

"Sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun baronum. Ayrıca eklemek isterim, Maran ismini bu ülkede kullanmıyorum," dedim önceye kıyasla Türkçe konuşarak.

"Kökenlerini hatırlaman ne de güzel, Marco!" dedi, yüzünde memnun bir ifadeyle. Adımı daha yüksek söylemesinden hoşnut olmadığını anlayabiliyordum.

Elindeki kağıtları masanın kenarına bıraktıktan sonra, eliyle masayı göstererek yemeğe başlamamı işaret etti.

Kenarda duran kırmızı sıvıyı görmezden gelerek, tabağıma gözüme kestirdiğim birkaç kahvaltılıktan ekledim.
"Ben okula gideceğim için erken kalkıyorum, peki sen neden bu saatte uyanıksın ihtiyar? Öğlene kadar uyurdum senin yerinde olsaydım. İşleri zaten yardımcıların hallediyor senin yerine," dedim eski konuşma tarzıma dönerek.

"Velet, insan huylarından bir vaz mı geçsen artık. Uyku gereksiz zaman kaybıdır, keza yemek de öyle," dedi masayı göstererek.

Başımı sallayarak, önünde tertemiz duran servisi inceledim. Ağzıma attığım lokmayı dikkatlice çiğniyordum.

"Hadi ben yemek yemeyi sevdiğim için yiyorum. Sen yemediğin halde neden kahvaltı sofrasına oturuyorsun, sadece kahve ya da çay içmek için mi?" dedim önünde duran demli çay bardağını işaret ederek.

Başını hoşnutsuz bir biçimde salladı. "Eşek herif! Gençler hep saygısız!"

Sırıtarak kahvaltımı yapmaya devam ettim. Ne zaman ben haklı çıksam böyle diyip üste çıkmaya çalışıyor. Onu sıkıştırmak ve sinir etmek gerçekten günümü güzelleştirdi.

Kahvaltımı yapmaya devam ederken sordu. "Ne karar verdin?"

Bakışlarımı tabaktan kaldırmadan, "Hangi konuda?" dedim.

Derin bir iç çekti, masadaki ince belli çay bardağını kavrarken. "Baronluğun halefi olman konusunda?"

Başımı kaldırıp yüzüne baktım.
"İhtiyar aynı konuyu ısıtıp ısıtıp önüme koyuyorsun. Kararımı merak ediyorsan değişmedi hala aynı."

Elimdeki kahvaltı bıçağıyla, arkamda bulunan köşkü ve etraftaki benzer yapıları işaret ettim.
"Sizin kurduğunuz bu düzenle ilgilenmiyorum. Kendi hayatımı yaşayacağım. Zaten bunca yıldır bu yüzden kimliğimi, baronun oğlu olduğumu saklamıyor muydunuz? Hani ben kendi hayatımı özgürce yaşayabileyim diye?"

Kaşlarını çatmış, çenesindeki kırlaşmış sakalını kaşıyordu.
"Güzel bir konuya değindin. Biz seni bunca yıl sakladık ki kendi hayatını yaşayabil. İşin sonucunda dönüp dolaşıp yine illegallere bulaşan kim? Kim illegallere bulaşmasına rağmen gelip bana, bu düzene bulaşmak istemiyorum mavalını okuyor? Eşek herif! Çoktan bir seçim yaptın ama şimdi seçiminin arkasında durmuyorsun, korkuyorsun!"

Öfkeyle sesim yükseldi. "Neden korkacağım palavrayı kes babalık!"

Elindeki cam bardağı sertçe çay tabağına vurdu. Tiz bir ses çıktı bardaktan, buna rağmen kırılmamıştı.
"Söyleyeyim sana neden ötürü korktuğunu. Sen sorumluluktan korkuyorsun Marco! İllegillerden uzak duramıyorsun ama baronluğun sorumluluğunu da istemiyorsun. Kendi kendine yetebileceğini düşünüyorsun. Asıl hatan da burda, gücün getirdiği sorumluluğu reddederken gücü de reddediyorsun. Kendi gücününün yetmediğini fark ettiğinde çok geç olacak. Sana bunu anlatmaya çalışıyorum, benim düştüğüm hataya düşme diye. Basit gibi görünen o hatanın sonucu çok şey götürür senden."

Öfkeyle düşünmeden konuşuyor gibi görünsede, gözlerindeki acı deneyim kendini fark ettiriyordu.

Çatal ve bıçağımı masaya bırakıp ayağa kalktım. "Benim gücüm kendime yeterli. Kendi kendime yetebiliyorken neden koca baronluğu sırtlayayım?"

Başımı hafifçe eğip selamladım. "Size afiyet olsun Baron Bey. Benim yetişmem gereken bir okulum ve beni beklemekte olan bir hayatım var!"

Arkamı dönüp ilerlerken, bahçede yakınlılanan sesini duydum. "Eşek herif!"

Dışarıdan bakan için çok cazip bir teklif gibi görünebilir. Hatta sokaktan birini çevirip sorsalar bile, silah baronunun halefi olmayı ve bütün işleri devralmayı kimsenin reddedeceğini sanmıyorum.

Bahçenin girişinde park halinde olan arazi aracına bindim ve kontağı çevirip okula sürmeye başladım.

Çoğu kişi için ahlaken bile sorun teşkil etmez. İllegal de olsa para paradır, dışardan bakan böyle düşünür ama konunun parayla alakası yok.

O kadar kolay değil işte. Bir kere kabul ettiğinde geri dönüşü yok! Bütün ömrünü baronluk için paralamam gerekecek. İşlerin içine girdikçe, ilerledikçe daha da batacaksın. Bu köşede bekleyip gelene gidene iki, üç silah satmak gibi bir şey değil!

Sayısız ülke, onlarca klan ve illegal teşkilatla aradaki dengeyi sağlamak demek. Basit bir çete ya da mafya değil, bahsi geçen şey baronluk! Ben bunu yapamam, bu baskıya katlanmak istemiyorum!

Neymiş birkaç illegale bulaştım diye koruyamazmışım kendimi, gücüm yetmezmiş. Çetecilik oynayan götü boklu veletlere mi yetmeyecek gücüm!?

İhtiyarda iyice bunadı, gözleri görmez oldu. Değil biri, öyle on tanesi olsa işlemez bana!

Kolejin otoparkına aracı çektikten sonra araçtan indim. Omzumdaki hafiflik dikkatimi çekmişti.
"Ne eksik, neyi unuttum? Ah, çanta!"
Neyse, sorun olmaz herhalde.

Kolej özel olarak tasarlanmıştı. Nüfuzlu aileler varislerini özel olarak yetiştirilmesi için buraya gönderiyordu. Genel derslerin dışında varislik için özel dersler de vardı. Yönetim, ekonomi, hitabet ve daha fazlası.

Giriş kapısına ilerlerken dikkatlice etrafı süzdüm. Bizimkiler nerede?

Genelde bahçenin bir köşesine tünemiş olurlardı. Yine ne işler peşinde bunlar? Kötü düşünmeyeyim belki de daha gelmemişlerdir.

Bileğimdeki saate baktığımda, sorunun benim erken gelmem olduğunu fark ettim.

İyi o zaman ben de bilgisayar sınıfına geçerim.

Okuldan içeriye girip, merdivenlerden üst kata çıktım. Okul ilgi alanlarına göre özel sınıflar açıp ders veriyordu. Bilişim de bunlardan biriydi. Gerçi sınıfı açık tutan alt tarafı beş öğrenciydik. Sanat sınıfıyla kıyaslandığında azınlıktık. Bilişimin pek popüler olmadığı doğruydu, ama orada olan kişiler zaten popülerliğinden dolayı değil hedefleri için oradaydı.

Teknoloji çağı için üstünlük bilişimde gizliydi. İleride çok işimize yarayacak.

Bilgisayar laboratuvarının kapısını açıp içeriye girdimde sessizdi, ama bu şu ana özel değildi. Burası her zaman sessizdi, yani FPS oyunu oynadığımız zamanın dışında.

Hızlıca içeriye göz attım, henüz kimse gelmemişti. Bunu kapalı olan switch şalterinden anlayabiliyordum.
Sınıfın duvarına yaklaşıp şalteri açtığımda, şalterin altındaki kırmızı ışık parladı. Switchin portlarına bağlı kablolardan biri yerinden çıkmıştı. İkinci sıradan dördüncü bilgisayar. Bu benim bilgisayarımın takılı olduğu port ama neden yerinden çıkarılmış?

Switchleri basitçe anlatmak gerekirse yerel ağ içerisindeki bilgisayarları, yazıcıyı ve diğer cihazları birbirine bağlar ve iletişimlerini sağlar.

Biri benim bilgisayarımın bağlantısını bilerek kesmişe benziyor. İyi de bu çok saçma, biri neden böyle bir şeyle uğraşsın ki?

Kabloyu yerine taktıktan sonra bilgisayarıma doğru ilerledim. Sertçe geriye açılan laboratuvar kapısı duvara çarptı.

"Marco!" Yüksek sesle benim adımı haykıran kişiye dönüp baktım. Kiril yüzünde endişeli bir ifadeyle beni arıyordu.

Telaşlı hali beni de tedirgin ediyordu.
"Ne oldu Kiril?"
"Sen... Seni arıyordum haberin yok mu?!" dedi hızlıca.
"Neyden haberim yok mu?"

Sanırım içimdeki boktan hissin nedenini öğrenmek üzereyim.
"O şerefsiz kızları kaçırmış!" dedi telaşla.
Şerefsiz diye bahsedebileceği tek bir kişi geliyor aklıma.
"Nasıl?"
"Okulun girişinden kaldırmışlar. Ben, emin değilim ama kaçırıldıklarını görmüşler. Bunu yapabilecek aptallık olsa olsa onda olur!"

"Görmüşler?" dedim, emin olmadığını vurgulayarak. "Okuldakilerin şakası filan olmasın ya da kızlar kendileri okulu ekmiştir belki?" diye devam ettim.

"Kamera kayıtlarını inceledim Marco. Kendi rızalarıyla bir yere gidiyor olsalar kafalarına dayanmış silah olmazdı!"

"O şerefsize yediği dayak yetmemiş, başka bir şey arıyor kendine!" dedim sinirle, ne yapacağımı bilemeyerek. Bu beni tehdit etmesi veya kavgaya çağırması gibi bir şey değildi.

"Nereye götürüldüklerini biliyor musun?" dedim, baş parmağımla şakağımı ovuştururken.
"Hiçbir fikrim yok, ama gittiği güzergahtaki kameralara bakabilirim," dedi omzunda asılı duran bilgisayar çantasını açarken.
Çantadan çıkardığı dizüstü bilgisayarı önümüzdeki masalardan birine bıraktı ve bir sandalye çekip oturdu.

"Neden öyle bakıyorsun bu işler için okul bilgisayarını kullanamam herhalde!" dedi haklı olarak.

Ülkede bilişim suçlarının yaptırımı yok denecek kadar azdı. Bu açığı bilip de kullanmamak aptallık olurdu.
Gerçi okul önünden silahla adam kaldırıyorlar sıraları bize gelene kadar ülkedeki krizi çözsünler.

Sivil silahlanma ve örgütler öyle bir hale gelmişti ki yetkililerin direnmek için hiçbir yolu kalmamıştı.

Siyasetçiler, diplomatlar, polisler, askerler ve ülke yönetimine kadar herkes rüşvet alıyor, ortada dönen curcunadan pay koparmaya çalışıyordu. İşini layıkıyla yapan azınlıksa hem illegillerle hem de kendi içlerindeki yozlaşmışlarla savaşıyordu.

"Buldum!" diyerek bağırdı Kiril. Ben bunca düşünce arasında dolaşırken, o sızdığı kameralardan kızların güncel yerini tespit etmişti.

"Okulun kuzeyinde kalan eski bir kereste fabrikası tahminimce. En son o yol üzerinde yakaladım, büyük ihtimalle oraya götürüyorlar," dedi, elde ettiği verileri ve tahminlerini dile getirerek.

"Tamamdır o zaman," dedim kapıya doğru atılırken.

Kiril kolumdan kavrayıp durdurdu. "Nereye?"

Kaşlarım şaşkınca havalandı. "Nereye olacak depoyu basmaya!"

Kiril başını salladı. "Onu mu diyorum gerizekalı, tek başına nereye gidiyorsun?"

"Aptal geleceksen sende peşimden gelsene, ne diye beni durduruyorsun vakit kaybediyoruz!" dedim ve kolumu Kiril'den kurtararak koşmaya başladım.

Okul bahçesine çıktığım gibi araca yöneldim. Arazi aracım normalden daha alçak görünüyordu. Bakışlarımı yere eğmemle nedenini fark etmem fazla sürmedi.
"S**tir git ya!"

Kiril çantasını ancak toplayıp bana yetişmişti. "Ne oldu, neden sövüyorsun yine?"

"Şerefsizler lastikleri patlatmış!" derken sönmüş lastiğe tekme attım.

"Benimkiyle gidelim o zaman," dedi, araba anahtarlarını bana doğru fırlatıp.

Kendi aracımın bagajını açıp, içindeki siyah spor çantayı çıkardım. Bakışlarımla Kiril'in arabasını ararken bagajı kapatıp aracı kilitledim.

Kiril bakışlarımı fark edip konuştu. "Solundaki sarı olan."
Anahtarla açtığım arabanın sürücü koltuğuna oturdum. Kiril yanımdaki koltuğa yerleşince, elimdeki çantayı kucağına bıraktım.

"Bu ne?" dedi, merakla çantayı incelerken.
Kontağı çevirerek, "O şerefsize vereceğim hediye!" dedim.
Çantanın ağzını açarak, "Ne hediyesi?" dedi.
"Veda hediyesi!"
Parlayan gözlerle çantanın içindekileri inceliyordu. "Kaç milimetrelik bunlar?" dedi Kiril, şaşkınlık içerisinde.

Hızlıca hareket edip okulun bahçesinden çıkmış, kereste deposuna giden yönde ilerliyorduk.
"9 milimetre yarı otomatik, 17+1 şarjör kapasitesi var," dedim tek nefeste.


Kavşağa geldiğimizde, Kiril son anda başını çantanın içinden çıkarıp yola baktı.
"Sol, sola!!"

El frenini çekip hızlıca direksiyonu kırdım.
Yolun karşısına kayarken acı bir feryat çıktı, yolda yarısını bırakan tekerlerden.
Ani frenleme yüzünden arabanın etrafını beyaz duman çevrelemişti.

Son anda durabildiğim için şanslıyız, aksi taktirde yolun ayrım noktasındaki bariyere kafalamasına çakılmış olurduk.

Birkaç saniye nefeslenip yükselen kalp atışımı dengelemeye çalıştım. "Lan, zamanında söylesene gerizekalı!!"

Kiril yüzünde hüzünlü bir ifadeyle arabasına bakıyordu. "Asıl sen dikkatli sürsene lastiklerin içinden geçtin. Ah canım arabam, canını mı yaktı bu kasap!?"

"Lastikler mi, Kiril sence şu an sorunumuz lastikler mi?! Beyinsiz tost oluyorduk diyorum sana, sen bana hala lastik diyorsun!! Zaten iğrenç bir rengi var arabanın, çok aradın mı bu rengi?!"

Şaşkınca yüzüme bakakaldı. "Nesi iğrenç? Altın rengi işte ne güzel!"

Başımı olumsuz anlamda sallayarak el frenini indirdim. Keskin bir manevrayla aracı yola geri çevirip sürmeye devam ettim.

Bu gerizekalının paraya ve altına olan düşkünlüğü bir gün bizi bitirecek!

Hala kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
"Tamam Kiril! Sana sıfır bir takım lastik alıcam, oldu mu? Şu an lastiklerinden daha önemli meselelerimiz var. Farkındaysan silahlı bir grup velet kankalarımı kaçırdı!"

Yolu izlerken başıyla onayladı. "Doğru!"

Elimle sertçe direksiyona vurdum. "O şerefsize sivilleri illegal meselelere karıştırmak neymiş göstereceğim!"

"Burdan sağa sap!" dedi Kiril, bu sefer önceden haber vermeye dikkat ederek.

Saptığım yoldan bir süre daha ilerledikten sonra kereste fabrikası sağda göründü.

"Sanırım burası," dedi, başıyla terk edilmiş fabrikayı göstererek.

Sessizce fabrikanın yanına yanaşıp aracı park ettim.
Kiril'in kucağındaki çantaya uzanıp, içindeki silahlardan birini aldım ve hızlıca şarjörünü kontrol ettim.

Yedek şarjörü de aldıktan sonra Kiril'e baktım. O da silahını hazırlamış beni bekliyordu. "Önden tek girişi var, herhangi bir kaçacak yerleri olmayacak," dedi.

Kısık sesle konuştum. "Ben önden gireceğim. Kaç kişi olduklarını bilmiyoruz, o yüzden tek tek halletmemiz daha iyi olur."

Başıyla onayladıktan sonra devam ettim. "Yalnız dikkat et kızlar çapraz ateşte kalmasın, malum senin nişancılık eh..."

Kiril'in boş bakışlarına karşılıksız bırakarak başımla arabadan inmesini işaret ettim. Araçtan çıkıp dikkatlice deponun demir kapısına yanaştım. Kiril'de sessizce kapının diğer ucuna geçti.

El işaretleriyle anlaşarak, "Önden ben gideceğim," dedim.
Beni başıyla onayladıktan sonra hızlıca demir kapıyı tekmeledim.

Okuduğunuz için teşekkürlerr...
Oy verip yorum yapmayı unutmayın, yazarınız gazla çalışıyor 😂✨💖

Yeni bölümlerden önceden haberdar olmak için, instagram hesabımdan takipte kalabilirsiniz💖
İg: sylphnn_


Loading...
0%