Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2 -Beklenmeyen Gün Batımı-

@symdaldalli

Bana dokunduğu için Lesui'e  geçerken bir anda yanımda bulmuştu kendini.


Gözlerimi açtığımda etrafı hızlıca taradım. Dışarıda şu anlık kimse yoktu. Annem geleceğimi bildiği için yapmıştı belki de bilmiyordum.


Etrafımızda ağaçlar vardı. Şehir içine çok yakındık ama geçmemiz gereken bir yol bulunuyordu. Onun diğer tarafında ise kayalık ve ormanlık alanlar vardı. Hala değişmeyen bir çok şey vardı değişenlerin aksine.


"Neden yaptın bunu?" Diye sorarken aynı anda ona doğru dönmüştüm.


"Neredeyiz biz?" Başımı geriye doğru attım.


"Neden bir şey düzgün gitmiyor anlamıyorum ki?"  Diye mırıldandım. Hala bana cevap isteyen gözlerle bakıyordu.


Birazdan hatırlayacak. Sesi yalnızca ben duymadım. Belial de etrafına baktı.


"O ses nereden geliyor?" Dediğinde yutkundum.


"Zaten gün batımında hatırlayacaksın. O yüzden şimdilik bir an önce gitmemiz gereken yere gidebilir miyiz?" Kaşlarını çattı.


"Bana yalan mı söyledin?" Diye sordu. Derin bir nefes alıp kızgınca gözlerimin derinlerine baktı.


"Üzgünüm, şimdi gidebilir miyiz?" Dediğimde bir adım attım. Bir şey demeden yanıma doğru geldi.


Elinden tutup büyük bir kayanın önünde durdum. Elimle işaretlerin üzerinde gezindikten sonra sırasıyla bir kaçına dokundum ve kayanın ortasında çıkan aynaya baktım.


"Hic sum esuriens mom"


Ayna yavaş yavaş formunu kaybedip geçişe izin verdi. Elini bırakmadan geçtiğimde annemi ileri geri gelip giderken gördüm. Beni gördüğünde gelmek için bir adım attı fakat Belial'i görmesiyle yerinde durdu.


"Nasıl oldu bu?" Diye sordu.


Planın istediğin gitmedi anne.  Annem bana bakmaya devam etti. Artık onu herkesin duyuyor olması pek de işime gelmemişti.


"Sonra konuşalım." Dedim sakince. Belial öne doğru adım attı.


"Sen o kadınsın." Diye mırıldandı Belial. Ona ardından tekrar bana döndü.


"Belial önce bir koruma sağlamalıyız. Cevaplayamadığım için üzgünüm. İkiniz de benimle gelin." Annem merdivenlerden aşağı doğru inerken arkasından bir adım attım.


"Belial mi dedi bana?" Diye sordu ve kolumdan tutup önüme geçti. Tutuşu ile yutkundum. Başımı yavaşça salladım.


"Benim adım Belial değil?" Gözlerimi kaçırdım.


"Bazen unuturuz." Dediğimde tutuşu sertleşti ve yüzümü buruşturdum.


"Ama bazen adımızı unutmayız." Kolumu çekmeye çalıştım.


"Bırakır mısın canımı acıtıyorsun." Hiçbir geri harekette bulunmadı.


"Bana sürekli yalan söylüyorsunuz." Dediğinde sesinin altında yatan öfke ile kaslarım gerildi.


Üzgünüm sevgilim. Tutuşu gevşediğinde sinirle soludum.


"Kapa çeneni!" Çenem gerilmişti ve Belial anlam verememişti. Üstelik daha çok kafası karışırken derin bir nefes aldım.


"Usque ad occasum solis, vox mea est."


-Gün batana dek, ses bana ait-


Artık yalnızca beni duyabileceklerdi.


Belial, "Rüyada mıyım yoksa?" Diye sorarken  etrafına baktı.


Bir şey demeden bir adım atıp onu gerimde bıraktım. Merdivenlere ulaştığımda hızla basamakları indim. Arkamdan gelen adım sesleri sayesinde geldiğini anlayabiliyordum.


Annemi bardaklara bölüştürdüğü kırmızı sıvı ile görünce arkasına doğru gittim.


"Anne," bana doğru omzunun üzerinden baktı.


"Ben yeniden bir savaş başlasın istemiyorum." Gözlerime bakıyordu.


Belial bir kez daha benden nefret etsin istemiyorum. Bana doğru döndü.


Akşam üzeri buna engel olamayacağız. Göz kapaklarım yorgun bir şekilde gözlerimin önünü örttü. Ellerimde annemin ellerini hissettim. Güç vermek ister gibi sıktı.


Bıraktığında sırtımı taştan tezgaha yaslayıp Belial'e doğru döndüm.


Gözlerimiz birleştiğinde gözlerini kaçırmadan baktı. Bir süre yalnızca birbirimize baktık. Annem ikimize de bardakları uzatırken derin bir nefes aldı.


"İki yudumda içeceksiniz." Başımı salladım.


İlk yudumu aldıktan sonra yüzüm ekşidi. Bu tadı hatırladığım yaşıma gitti aklım. Acı geçmiş oldu, kalbime aktı.


İkinci yudumu da alıp bardağı bitirince tezgaha koyduğumda tok bir ses duyuldu.


"Artık dinlenebilirsiniz. Nereye gideceğini biliyorsun Eftalya Belial ile birlikte gidebilirsin." Hadi ama ben mi? Seninle kalsa ne olur sanki?


Ahşap kapıya doğru yürüdüm. Demir yuvarlak kulpu tutup çektiğimde kapı yavaşça açıldı. Metalik gıcırdama sesi duyunca geriye doğru döndüm.


"Geliyor musun?" Gözlerini devirdi.


"Başka şansım var mı?" Gülümsedim.


"Henüz değil." Dedim. Cevap vermeden arkamdan geldi. Çıktığımızda bahçeli ve tek katlı taştan yapılmış eve doğru yürümeye başladık.


Ağaçlar kaplamıştı her yeri. Yerde taşlar vardı. Çiçekler yalnızca ağaç köklerinin yanında büyümüştü.


"Beni tanıyordun değil mi?" Dediğinde ona doğru döndüm.


"Evet." Dediğimde başını yavaşça salladı.


"Ve tanımıyorum dedin?" Ayaklarım ile önüme gelen bir taşı ileri doğru ittim.


"Fazla seçeneğim yoktu." Diye cevapladım. Güneş çarpaz açı yapmıştı.


"O ses nereden geliyordu?" İç yanım gözlerini dikmiş bana bakarken yutkundum.


"Bunu şu an anlatamam." Güldüğünde başımı yerden kaldırıp ona baktım.


"Aman ne güzel." Dedi sinirle. "En azından yalan söylemedin."


Eve ulaştığımızda kapıyı açıp içeri girdim.


"Şu odada sen dinlenebilirsin. Ben burada uyuyor olacağım. Gücümü toplamam lazım." Kafasını yana eğdi.


"Ya uyurken sana zarar verirsem?" Omuz silktim.


"Teferruat senin." Koltuğa uzanıp bacaklarımı karnıma doğru çektim.


Gözlerim yavaş yavaş kapanırken bakışlarını üzerimde hissediyordum.


***


Biri kolumdan dürtünce mırıltılı bir ses çıkardım.


"Hı?" Bir kez daha dürttü. Gözlerim açılmakta zorlanıyordu.


"Ne?" Ve bir kez daha...


Soluğumu bırakıp yavaşça gözlerimi açtım ve yüzüme gelen saçlarımı geriye doğru ittim. Belial karşımda dizlerinin üzerine doğru eğilmişti.


"Bana bir şeyler olmuş ben böyle değildim." Yüzüne baktım.


"Dünya'da kullandığın formunu kaybediyorsun. Önemli bir şey olmuyor eski haline dönüyorsun." Tekrar başımı yastığa bıraktım.


"Her gün form değiştiriyorum ya doğru haklısın." Sesi alaylı çıkmıştı.


Form değiştiriyorsa güneş batmaya yaklaşmış demekti. Gözlerim tekrardan açıldı. Kafamı kaldırıp ayaklarımı sarkıttım. Bu defa da dizlerinin  üzerine çökmüş bana bakıyordu.


Yüzü eski haline dönmüş ve boyu biraz daha uzamıştı. Kasları gerilmiş olmalıydı çünkü daha yapılı bir bedene sahipti. Yutkundum.


"Saat kaç?" Başı ile yandaki saati gösterdi.


"18.49" pencereden giren gün ışığı etkisi azalmıştı.


"Korkuyor musun?"  Sorusu ile saatte bakmayı kestim. "İçimden bir ses öyle söylüyor da." Diye devam etti.


"Bana şimdi anlatırsan sana kızmayacağım." Başımı yana doğru eğdim.


"Ne olmuş olursa olsun mu?" Gözlerini onaylar gibi kapattı ve bir kaç saniye sonra açtı.


"Canını yakmış olsam bile mi?" Başını yavaşça iki yana doğru salladı.


"En kötü ne olmuş olabilir ki?" Derin bir nefes aldım.


"Ben..." Aldığım nefes boğazımda takılı kaldığında sertçe yutkundum.


"Dışarı çıkıp biraz hava alacağım." Ayağa kalkıp onu gerimde bıraktım ve açık kapıdan çıkıp bir ağacın köküne doğru oturup ayaklarımı öne doğru uzattım.


Başım gövdesine yaslanırken gökyüzüne doğru baktım.


En fazla yarım saat kalmıştı.


Arkamdan gelip yanıma doğru oturdu.


"Eskiden böyleydim yani?" Ona doğru baktığımda iç yanım sessizce köşesinden izliyordu. Ağlamalarını göstermemek için zifiriye boyamıştı her yeri. Ve sessizlikten çok korktuğunu biliyordum. Ona bu cezayı vermek demek en başa dönmek demekti...


"Evet." Başını salladı.


"Belial ne demek?" Ona doğru döndüm. Etrafına bakıyordu.


"Karanlığın oğullarının lideri." Bakışları bana doğru döndü.


"O yüzden mi güneşin batmasını bekliyoruz?" Başımı hafifçe salladım.


"Evet güneş battığında hatırlayacaksın." Yerdeki uzamış çiçeklere baktı.


"Üzülecekmişsin gibi hissediyorum." Karanlığa doğru daha da sığındı iç yanım.


Bir şey demedim. Zaten yaralarımızı çok önceden almıştık. Üzülecektim ve bu geçmişin bir cevabı olacaktı.


Zamanında üzülmediğim ne varsa ben şimdi üzülecektim.


"Anemon çiçeği." Dediğimde bana baktığını hissediyordum. "Duydun mu daha önce?" Diye sordum.


"Duydum." Dediğinde kaşlarımı kaldırıp indirdim.


"Hikayesini duydun mu?" Bu kez başını olumsuz anlamda sallamakla yetindi.


"Yakışıklı Adonis, Afrodit'ten çok avlanmakla ilgilense de Afrodit, sırf onu görebilmek için her gün Adonis'in avlandığı ormana gidiyormuş. Ancak bir tanrıçanın bir ölümlüye aşık olmasının getirdiği lanet yüzünden Adonis, yabani bir domuz tarafından saldırıya uğrayıp hayatını kaybetmiş." Derin bir nefes alıp sertçe yutkundum.


"Adonis'in ölümü karşısında kendini tutamayan Afrodit, aşkını kolları arasına alıp ağlamaya başlamış ve toprağa düşen gözyaşlarının arasından kırmızı bir anemon çiçeği bitmiş. Bu efsane nedeniyle anemon çiçekleri, kayıpları ve karşılıksız aşkı temsil ediyor derler." Diye devam edip bitirdim.


Gözlerimiz birleştiğinde sakince kafasını geriye doğru bıraktı.


"Buradaki her ağaç kökü anemonlar ile dolu. Ama ilk geldiğimiz o yerde farklı çiçekler vardı." Bende onun gibi başımı geriye doğru attım.


"Bu bahçe benim bahçem." Dediğimde iç yanım hafif öne doğru geldi. Bunu söylememi beklemiyor olacak ki şaşırmıştı.


Güneş yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başladığında anemonun birinin yapraklarına dokundum.


Gözlerimi kapatınca bir rüzgar esti. Saçlarım yanlarımdan havalanıp uçuştu. Gözlerimi açmasam da bir damla göz yaşı yavaşça yanağımdan süzülmeye başladı.


"Ağlıyor musun?" Gözlerimi açmaya cesaretim yoktu. Birazdan olacaklardan ölesiye korkuyordum.


Damla yavaşça çenemden kayıp yere damladı. Sessizdim.


Bakışlarını yüzümde hissediyordum.


Her gerçek ortaya çıkar. İç yanımın sesini tekrar duyduğumuzda dudaklarımı birbirine bastırıp alabildiğin en kuvvetli nefesi sessizce içime çektim.


Gün batmıştı.


Kırıpdamadan duruyordu.


Aldığım nefes ürkekçe dudaklarımdan dışarı doğru kaçtı.



Bölüm nasıldı?


Sizce Belial ile Eftalya arasında nasıl bir geçmiş var?


Bundan sonra gelecek bölümleri eğer sınav haftam değilse ve ödevim olmazsa her hafta aynı gün yükleyeceğim.


Beğeni ve yorum yapmayı ihmal etmeyin. Görüşlerinizi ve o an hissettiğiniz duyguları paylaşmanız mutlu eder beni.


O halde yeni bölüm gelen dek, iyi kalın.


Loading...
0%