@symdaldalli
|
Bölüm şarkısı: nothing to fear --- "Silahların yerini öğrendim." Dedim elimdeki bez çantayı masaya koyarken. Kubilay ayaklandı. "Neredeymiş?" Yüzüne baktım. "Bu gece bir depoya taşınacaklarmış." Kaşlarını çattı. "Eğer o silahları kullanmaya başlarlarsa..." Diye mırıldandı. "O yüzden buna izin vermeyeceğiz." Yüzünü sıvazladı. "Nasıl yapacağız?" Ellerimi masaya koydum. "Ya depo patlayacak ya da..." Nefesimi tuttum. "Taşımalarını bekleyeceğiz." Kubilay ayağa kalktı. "Tamam." Dedi sakin bir tınıyla. "Resul ne zaman gelecek?" Gözlerimi kapattım. "Sorma aşık olmuş, memleket kadar mühim diyor." Kubilay güldü. "Kime?" Elimi yüzüme kapattım. "Aynaya." Güldüğünü hissettim. "Nasıl yani?" Dedi sırıtarak. "Bildiğin aynaya aşık olmuş kendimle aramda farklı bir bağ hissediyorum diyor." Gülerek başını salladı. "Akıllı bir kişi yok etrafımda." Dediğinde dudak büzdüm. "Bir kişi bile mi?" Dedim. Başını kaldırdı. "Sen hariç." Dedi yavaşça dudaklarıma bakıp. Eski halimi aldım. "Yeni baskı yapacak mıyız?" Kaşlarını kaldırdı. "Ne basacağız ki bu defa?" Sessiz kaldım. "Gerçi ben bir şeyler yazmaya çalışırım eğer olur dersen." Dediğinde yüzüne baktım. "Yazabilir misin?" Başını kaşıdı. "Yani deneyeceğim ne kadar olur bilmem." Yanına doğru gittim. "Tamam kabul sen yaz o zaman ben biraz hastanede olacağım." Başını sallayarak beni onayladı. "Tamam işin bittiğinde görüşürüz." Binadan kimseye görünmeyip çıktım ve hastaneye doğru ilerledim. Gün doğmuştu artık. Rıhtımdan sesler geliyordu. --- İşim bittiğinde elimi alnıma koyup ovaladım. Başım çatlıyordu. Bitmeyen bir zulmün izlerini silmeye çalışıyordum. Ellerim görünmez kan lekeleriyle doluyor ne kadar yıkarsam yıkayayım geçmiyordu. Zaman o kadar yavaş işliyordu ki bedenler acı içinde kıvranıp iyileşmeyi bekliyordu. Zaman bile iyileştiremiyor yeni yaraların açılmasına olanak sağlıyordu. Analar ağıtlarla bedenleri uğurluyordu ama bir son olmuyordu. Döngü... İçinde sıkıştığımız durum buydu. Her geçen gün eksilen uzuvlara açıklayamadığım durum bu... Yara çoktu yaralı değil. Sarmak için ellerim yetişmiyordu, ellerim yetişse kalbim dayanmıyordu. Canım acıyordu ve hangi ilaç bunu geçirirdi bilmiyordum. "Acil doktor lazim!" Diye bağıran bir Yunan askerini duyunca adımlarım ona yöneldi. "Ne oldu?" Dediğimde bana baktı. "Generalin eşi iyi değil acil gitmen lazim." Kaşlarımı çattım. "Bu kadar insanı bırakıp mı?" Dediğimde kolumdan tuttu. "Bu generalin emri!" Kolumu çektim. "Generalinize... Çantamı alayım bekle burada." Başını salladı. "Acele edin doktor." İçeriden malzeme çantamı aldığımda bir hemşireye seslendim. "Ben gelene kadar size emanet." Onayladığında askerin yanına gittim. "Gidelim." Dediğimde sessizce ve hızlıca karargaha doğru gittik. Kapıya iki kişi koymuşlardı. Babaannemin koyduğu pabuçlar hala kenarda duruyordu. Bakışlarımı çekip merdivenleri çıktım. Bir odanın önünde durduğumuzda bana baktı. "Burasi." Dedi kapıyı açarak. Ürkek adımlarla içeri girdim. "Beni çağırmışsınız." Dediğimde general eşine baktı. "Çok ateşi çikti düşmüyor." Yanına yaklaşıp elimi alnına koydum. Ateşler içinde yanıyordu. "İlaç alması lazım." General bana baktı. "Getirteyim hemen." Ellerim duraksadı. Ateşi çıkan eşi için bu denli hızlı karar verirken acı içinde kıvranan insanımız için daha da önümüze taş koyuyordu. Nefesimi bıraktım. "Su hazırlamam lazım." Dediğimde başını salladı. "Mutfak burada siz bakin ben ilaç getirteceğim." Mutfağa doğru gidip metal bir tabak içine ılık su koydum. "Theé mou ti káneis edó? (Tanrım burada ne işin var?)" Andreas'ın sesini duyunca omzumun üzerinden baktım. "Annen ateşlenmiş." Dedim sakince. "Neden iyi mi o?" Dediğinde elimi tabağı alıp yavaş yavaş önünden geçtim. "İlgileniyorum işte." odaya tekrar girdiğimde Helen gözlerini açtı. "Sen?" Dedi kuru dudaklarının arasından. "İyi olacaksın." Diye mırıldandım. Alnına sıktığım bezi koydum. Dirsek içlerine de koyduğumda ince bedeni ürperdi. "Soğuk." Dedi mırıldanarak. "İyi gelecek." Dedim karşılık olarak. Andreas annesine yaklaştı. "Ne oldu sana?" Diye sordu. Helen elini kaldırıp yüzünde gezdirdi parmaklarını. "Den bóresa na se prostatépso apó ton patéra sou, ton gio mou, ton mikró mou Andréa... (seni babandan koruyamadım oğlum, benim küçük Andreas'ım...)" Andreas annesinin elini sıktı. "Geçti." Dedi tek hamlede. "Geçti anne düşünme sen bunlari." Annesinin eli düştü yavaşça. "lypámai gie mou. (Özür dilerim.)" Yavaşça gözleri kapanınca bezleri değiştirdim. "Ne yaşattınız kadına?" Diye sorunca Andreas'ın bakışları bana kaydı. "Ahsen mi soruyor?" Dediğinde yutkundum. "Yok." Dedim yüzüne baktığımda gözlerini kaçırdı. "O zaman cevap vermeyeceğim." Dediğinde kaşlarım çatıldı ama çok uzun sürmedi. "Nasıl istersen." Ayağa kalkınca bana baktı. Birkaç dakika sonra elinde ilaçla general içeri girdi. "Bu ilaçlar mi?" Elinden alıp inceledim. Gerekli olanları avcuma alıp kadına yaklaştım. Boynunu hafifçe kaldırdığımda gözlerini açtı. "İlaçlarınız." Diye gözlerinin içine baktım. Aralanan ağzından ilaçları gönderdim ve su içirdim. Tekrar gözlerini kapattı. Elimi çekip ayağa kalktım. "İlaçlardan sabah da verin." General başını salladı. "İyileşecek değil mi?" Dediğinde gülümsedim. "Korkmayın general, kolu bacağı kopmuş değil ya... Hem bakın bir sözünüzle ilaç geldi. Yarası desen yok, mikrop kaptığı için kesmedik de hiçbir yerini. Aç da değil, ağrılarından inleyerek ölmüyor da..." Gözlerini kapattı. "Korkmayın general, eşiniz Türk doktorlarına emanet." Yerden eğilip çantamı aldım ve odayı geride bırakacak şekilde hızlı bir kaç adım attım. "Doktor." Dedi general arkamdan. "Savaşın bir mantiği yoktur bunu unutmayin." Gülümsedim. Gözüm Andreas'a kaydı. "Biliyorum general, ben daha nice mantıksız savaş gördüm. Ama hepsi bitti ve tek bir yenilgi olmadı. Siz de bunu unutmayın." Arkamı dönüp odadan çıktım. Derin bir nefes verdiğimde kapı yine açıldı. "Ahsen." Diye mırıldandı Adreas. "Yaram aciyor baksana bir ne oldu." Ona doğru döndüm. "Bir şey mi oldu?" Omzunu kaldırıp indirdi. "Bilmiyorum odama gelin." arkasından takip ettim. Odaya girdiğimizde yatağa oturdu. Üzerini çıkardığında yanına yaklaştım. Omzunu açarak gözlerini kapattı. Yara kızarmıştı. "Pansumana gelmedin hiç." Dediğimde başını salladı. "Kötü durumda mi?" Nefesimi bırakıp merhem sürdüm. "İyileşmesini sağlayabiliriz. o kadar kötü görünmüyor..." Gülümsedi. "Kurtulma sansi var desenize." Başımı sallayıp pansumanını yeniledim. "Ahsen." Dedi bana bakarken başımı salladım. "Silahlar." Yüzüne baktım. "Biliyorum söylemene gerek yok. Böylece orduna ihanet etmiş sayılmayacaksın." Gözlerini kapattı. "O bir tuzak." Dedi sakince. Gözlerim yüzünde gezindi. "Oraya gidildiğinde bir çatişma çikmasi için ve bu işin daha fazla arkasinda dolanmamaniz için hazirlanan bir tuzak." Gözünü açtığında bir damla yaş kaydı yüzünden. "İhanet..." Dedi sessizce. "Benim yaram burada değil," Dedi omzunu gösterip. Sonra kalbine indi parmakları. "Burada çoğaliyor hic bitmiyor." Parmaklarım yüzünde gezindi. "Üzgünüm." Dedim nefesimi verirken. "Silahlar burada." Dedi bir kağıda el yazısıyla yazdığı notu cebinden çıkarıp titreyen eliyle uzatırken. Parmaklarının arasından aldım. Gözü hala kapalıydı. "Bunu unutmayacağım." Dediğimde başını eğdi. "Ben de..." Diye mırıldandı. Önünde diz çöküp gözlerine bakmaya çalıştım. "Yaran için yarın hastaneye gel. Tekrar bakmamız lazım." Merhemi komedinin üzerine bıraktım. "Bunu da sür fırsat buldukça." Başını salladı. Gözleri gözlerime değmiyordu. Bu haline üzülmüştüm. Ayağa tekrar kalkıp kollarımı bedenine sarmalayıp sıkıca sarıldığımda göğsüme doğru yattı. "Şşh," Dedim saçını okşarken. "Geçecek her şey." Diye devam ettim. Ağladığını hissediyordum. Sessiz kalmaya devam etti. Zaman bu defa bu odanın içine dolmaya başladı. İhanet ve gözyaşları içinde bir devri geride bırakmaya hazırdı. Ellerim saçlarında geziniyordu. "Ben istemedim bunu." Dediğinde sesini zar zor duyuyordum. "Ben asker bile olmak istemiyordum ama beni hep zorladi." Ellerim saçlarında dondu. Konuşan gerçekten Andreas idi. "Ben böyle olsun istemedim." Dedi tekrar. Başımı salladım. "Biliyorum." Kafasını kaldırıp gözlerime baktı. "Beni sevemez misin?" Dediğinde duraksadım. "Onunla ayristiğinda bana yine böyle bakamaz misin?" Dudaklarıma yakınlaşmaya başladığında yutkundum. "Yapma." Diye mırıldandım. "Ben sana aşık olmak istemiyorum..." Diye mırıldandı gözlerime bakarken çok az mesafe kalmışken durdu. "Git buradan artik." Dediğinde geri çekildi. Kalbimin ritmi bozulmuştu. "Özür dilerim." Diye ayağa kalktım ve hızlı adımlarla odadan çıktım. Belial'i elinde kanlı bir ceketle görünce başım geriye doğru kaydı. "Sen?" Dediğimde kaşları çatıldı. "24 saat değildi yalan söyledim." Dedi yavaşça. "Ama vakit bitti yine birleşme zamanı." Kafam allak bullak oldu. İçerideki Andreas neden böyle bir şey yapmıştı. İyileşmeyen yarasının sebebini anladım Belial yokken yaraları çabuk iyileşemiyordu. "Acele et." Dedim arkama baktığımda. "Yaran sensiz iyileşmiyor." Gülümsedi. Gözlerim cekete gitti. "O kime ait?" Bakışlarımı takip etti. "Bilmek üzer seni." Diye karşılık verip yanımdan geçti. Arkasından bakarken nefesimi bıraktım. --- Kafam karıştı ben şimdi annemle kardeş miyim? |
0% |