Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Bölüm 10: "Bilinçaltı Labirenti"

@symdaldalli

 

Kapalı bir pazar gününden merhaba...

 

Hayatınızda hiç her şey yolunda gibi olup ama aslında içsel olarak hiçbir şeyin yolunda gitmediğini hissettiniz oluyor mu? Heh ben şu an öyleyim.

 

Buralar sıcak işte ne olsun geleni ağırlarız ama gelmeyin çok da iyi değil...

 

 

Neyse bölüme gelirsek biraz yan karakterleri de kitaba dahil edeceğimizin kapısını aralayalım.

 

 

Bölüme başlamadan bir desteğinizi alırız...

.

 

 

Instagram: seymadaldalli

.

.

 

Unfurl- Katatonia 🎵

.

 

"Kim kendine dönerse, uykuda olan bir dev uyandırır."

 

Carl Gustav Jung

 

 

Cansen Yalçın,

Ölü bir çocuğun yaşama tuttunduğu topraklara ait bir masalla başladı hayatım. İnanç ve göz yaşı damladı hamuruma ta anne karnındayken. Zamanla elimden tutan parmakların yeri boş kaldığında inanç da terk etti ve yalnızca göz yaşı kaldı. Annemin gözleri...

Babam gitmeseydi o zaman yine o adam eve gelebilir miydi? Annemi zorla tutup abimin yerine geldim diyebilir miydi? Bana dokunabilir miydi?

İyilik ne bu dünyada vardı ne de insanların içinde, bununla yüzleştiğimde henüz ağlamak benim için normaldi. Ve o gün her şey değişti. Çığlıklarıma sayısız tokat izi ve yara karıştı. Ben kaçmaya çalışırken bileklerimi sıkıp daha da kendine çekti. Annemin bir odunla kafasına vurduğunu hatırlıyorum. Sonra da beni alıp apar topar yurda bırakmasını... Onu son kez gördüğümü bilseydim hafızama kazırdım belki ama bilmiyordum o yüzden yüzünü hayal meyal hatırlıyorum ve bu yüzden kendimi her defasında cezalandırıyorum.

Gitmeden önce kolundan yakalayıp yüzüne bakmıştım, “Sen ne olacaksın?” Dediğimde, “Ben kendimi korurum Cansen’im ama sen varken bunu yapamam, seni koruyamazsam ben hiçbir şeyi başaramam.” Demişti. Gözlerine bakmıştım. Bir gözü morarmıştı, ağlamıştı yine. O gün ne kadar güçlü diye geçirmiştim içinden. Ne kadar canı yanarsa yansın ağlamıyordu kolay kolay. Yine yanılmışım. Anneler dermiş ya büyüyünce anlarsın diye, ben de onu büyüyünce anladım.

Annem iyi bir anne ama kötü bir yalancıydı. Güçlü müydü bilmiyorum ama cesur bir kadındı. Kendini koruyamamıştı ve bir gün müdür odasına çağırıp bana şeker uzattığında bir terslik olduğunu anladım. Kolay kolay müdür kimseye şeker vermezdi. Şekeri elime tutuşturup karşısına oturttu.

Başımı okşadı. Şekere bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştım.

“Amcanı tutuklamışlar.” Dedi. Kalbimden bir sürü kuş uçup havalandı. Özgürlük gibi damağıma yayıldı bunun tadı. Başımı eğdim ve şekere bakıp gülümsedim. Annemin gerçekten kendini kurtardığını düşündüm. Beni buradan alabilirdi artık ve Ülkü’yü de alıp evimizde yaşayabilirdik. Derken tekrar müdür konuştu.

“Anneni öldürmüş.” Şekere baktım. Gülümsemem dondu. Annem ölmezdi, o korurdu kendini ben öyle sanıyordum en azından ama öyle olmamıştı. Koruyamamıştı. Kuşlar gökyüzünde mahkum kaldı.

“Seninle cenazeye...” Şekeri elimden attım ve ayağa kalktım. Yalan olsun istedim. Görmediğim annem ölmemiş olabilirdi, belki de canımı yakmak için bana yalan söylüyorlardı bilmiyordum ki...

Ama yine öyle olmadı. Yalan söylemediler. Annem öldü ve bana şeker verdiler.

Cenazeye gitmekten korktum,annemi bir daha göremeyeceğimden korktum; insanların arasında olmaktan, onlarla beraber yaşamaktan, erkeklerin bana uzanan ellerinden, babamın kardeşimi seçmesinden tüm bunlardan kendimi sorumlu tuttum.Annemin ölümünden bile. O evde kalsam ölür müydü yine? Bilmiyordum.

Çocukken her şey belirsizdi.

Sonra büyüdüm.

Beni anlamak artık eskiden olduğu kadar basit olmayacaktı. O kız çocuğu olmayacaktım büyüdüğüm ilk an bu sözümü tuttum. İnsanların gözü bile dokunurken çekindi. Korkmadılar ama bana saygı duydular. Bana saygı duysunlar diye ben her yaşımda geçmişi, geleceğimin ıslattığı çamuru açarak en dibine gömdüm. Tırnak aralarıma bir cinayet bulaştı. Ellerimde olan koku yürürken dik durmamı sağladı. Ben öldükçe çoğaldım.

Bir ömrün cezası ne kadardı? O adama 14 yıl verilmişti. Annemin ölümü 14 yıla sığmıştı ama kalbimin acısı bu kadar kısa sürmeyecekti. Biliyordum. İlk cinayetimi beraat eden adamın canını alarak işledim. Uzaktan, keskin nişancı olarak, tek kurşunla. Bana dokunurken yüzünde oluşan o pis sırtışla dışarı adımını attığı anda, tek kurşunla yüzünden o gülümsemeyi sildim.

Benim yüzüme solgun bir gülümseme yerleştiğinde ekipmanları toparlayıp çantaya yerleştirdim ve başımdan maskeyi çıkarıp saçlarımı özgürlüğe kavuşturdum. Çatıdan indikten sonra arkama bile bakmadan kalabalığa karışıp cesedini geride bıraktım. O gün haberlerde bahsettiler ve tüm ülke beni konuştu. Sonra hep olduğu gibi ben de unutuldum, yavaşça akıllardan silindim. Beni bulamadılar çünkü ben artık bulabilecekleri biri değildim.

Ben Cansen Yalçın. Geçmişime kanı damlayan herkesin geleceğini, tavandan sarkıttığım iplere astım. Onlar daha ulaşamadıkları gelecekte ölü bulundular.

Ben Cansen Yalçın. Güvenim, yeşerirken üzerine bastıkları kirli ayaklarıyla bu duyguyu hiç yaşamamama sebep oldular. Ellerinden kelimeleri çekip aldım ve duvarlara korktukları gerçekleri yazmaya başladım.

Ben Cansen Yalçın. Dünyayı yakıp karşısında kadeh bardağımı kaldırdım.

“Şerefe!”

 

**

 

Karakolun tam tersi istikamette giderken Ekin’in arabasının hemen arkamda olduğunu dikiz aynasından gördüm. Boş bir arazinin yanında ani bir frenle arabayı sağa çekip indiğimde arabanın kapısını tek elimle kapatıp arkama baktım. Ekin arkamda durup indi. Yanıma gelişini boş gözlerle izledim.

“Nereye gidiyorsun?” Sorusu kaşlarımı çatmama sebep olurken kollarımı birbirine bağladım.

“Sana ne?”

“Benimle bu şekilde konuşamazsın!” Diye bağırdı aniden. Kollarımı indirip dibine kadar yürüdüm. Hafif boy farkı vardı aramamızda ama geniş yapısı bunu daha fazlaymış gibi gösteriyordu.Az önce bana sarılan kişi bir başkasıymış gibi bağırması sinirlerime dokunmuştu.

“Öyle bir konuşurum ki...” Diye mırıldandım. Gözlerimin içine bakıp gülümsedi.

“Bunu bir kez daha yapmana izin vermeyeceğim Cansen.” Dudaklarını yalayıp başını iki yana salladı. “Her seferinde sana alt olmayacağım, duydun mu beni?” Kollarını iki yana doğru açtı. “Savaş mı istiyorsun? Seninle savaşırım ama sakın canını yakmam sanma, canını çok fena yakarım.” Ses tonu düştükçe tehditkar bakışları üzerimde dolanıyordu. “Benden olmamı istediğin kişi olurum, yine sen istedin diye ama bu defa suçlu ben olmam.”

“Tehdit mi ediyorsun?”

“Tehdit ediyorum!” Diye bağırdı daha cümlemi bitirmeden.

“Çok merak ediyorum Ekin,” Bir adım daha atıp mesafeyi sıfıra indirdim. “Sınırlarını görmek için sabırsızlanıyorum.” Gözlerim karardı. İçimdeki nefret yüzüme bulaştığında sevimli bir şekilde başımı yana atıp gülümsedim.

“Benimkinin tam üzerine ayak bastın ve bu çok tehlikeli Sayın Savcım. Yalnız kalmak istiyorum sakın peşimden gelmeyin. İyi günler size.” Arkamı hızla dönüp arabaya bindiğimde motoru çalıştırıp gaza kökledim ve tekerlek toz kaldırdı.

Ayağımın altında tek gaz varmış gibi hızlı gidiyordum. Tek düşündüğüm o kadın ve sözleriydi, beni tanıyordu. Ben kendimi tanımıyordum ama beni biri tanıyordu. Geçmişimin sağ kalan yanı çıkıntı gibi uzaktan bana bakarken ben donuk gözlerle olup biteni izliyordum.

His yoktu ama hissizlik de yoktu.

Ani bir şekilde önümdeki yoldan sağa kırıp eski mahalleme doğru sürdüm. Yıllar sonra oraya tekrar gidiyordum. Büyümüştüm, tüm masum hislerim ölmüştü. Annem öldüğü günden sonra ona söz verip bir daha hiç ağlamamıştım. Ama şimdi o mahalleye giderken ağlıyordum, göz yaşlarım yanaklarımdan süzülmüyordu fakat hissediyordum durmadan akıyordu. Kimse görmüyordu ben bile görmüyordum.

Cansen Yalçın, yıllar sonra yine ilk defa bu kadar görünmez ve bu kadar hisli ağlıyordu.

**

Eski eve uzaktan bakıyordum.Annemin mezarına bakıyormuş gibi hissettiriyordu ama ortada bir mezar taşı yoktu. Çatısı olan, pervazları çürümüş, boyası akmış o eski ev mezar taşını andırır şekilde karşımda duruyordu.

“Cansen.” Mazhar’ın sesi duymayı beklediğim son ses olabilirdi.Arkamı döndüm arabadan inen Ekin’i görünce tekrar Mazhar’a baktım. İkisi gelmişti yalnızca.

“Ne işiniz var burada?” Dediğimde bakışlarım ikisi arasında gidip geldi. Mazhar yan evi gösterdi, komşunun evini, neydi adı? Hatırlamıyordum.

“O kadının ailesine haber vermeye geldik.” Gözlerim Mazhar’ın gözlerinde takılı kaldığında sert bir şekilde yutkundum.

Aklıma anılar dolmaya başladı. ‘Cansen saçlarını örelim mi çok güzel saçların var hiç kesme, hep örelim!” Kısa saçlarım esen rüzgarla yüzüme doğru savruldu. ‘Cansen sen büyüyünce doktor ol, annemlere bir şey olursa sen bakarsın.’ Annemin mezarına baktım yavaşça. ‘Çok iyisin.’ Her şeye rağmen iyi olduğumu söylemişti bir kez daha. Reyhan ablaydı o kadın. Komşumuzun kızı Reyhan abla.

Elim boğazıma gittiğinde yavaşça sıkıp nefes almaya çalıştım.

 

Ekin mesafeyi azalttığında tam karşımda durdu.

“Siz ne yapıyorsunuz burada Cansen hanım? Haberiniz yoktu buraya geleceğimizden,” Şüpheyle baktı. “Değil mi?” Tek kaşı havalandığında bakışlarımı kaçırdım.

“Gidiyordum zaten.” Yana doğru attığım adımı önümü keserek engelledi.

“Neden buraya geldin?” Başımı kaldırıp yüzüne bakınca gözleri dudaklarımda gezindi.

“Mazhar sen önden git.” Dedi keskin bir şekilde. Mazhar eve doğru yürürken hala gözleri gözlerimdeydi.

“Ne işin var dedim.” Geri adım atmaya çalıştığımda belimden tutup kendine çekti.

“O kadını tanıyordun değil mi? O yüzden apar topar geldin?” Başımı olumsuz anlamda salladım. Yüzü çok yakındı ama hiçbir şey hissetmiyordum. Korku, heyecan hiçbiri yoktu.

“Hayır desem inanacak mısın?” Hafifçe gülümsedi. Yüzüme gelen saçları parmağıyla kulağımın arkasına yerleştirirken başımı geri çektim. Belimdeki elinden kurtulmak için tek hamlede geri kaçarak yerimin boş kalmasını sağladım. Gözüm yine bahçeye kaydığında zihnim bana ihanet ederek o günü hatırlamamı sağladı. Gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım.

Hayır Cansen sakın, şu an değil, sırası değil...

“Bana cevap vermeden gitmene izin vermeyeceğim. Ne karıştırıyorsun, burada ne işin var?” Başım yine ona döndü. Gözlerim mekanik bir hareketle yüzünde gezindi.

“İzin mi istedim senden? Ekin o kadını ben mi ittim? Hayır. Ben mi kaçmasına yardım ettim? Hayır. Elinden kaçıran polislerden biri miydim? Hayır.” Başımı yavaşça salladım.

“Ben burada ne yaptığımı kendim biliyor muyum sence? Ben neden buradayım Ekin? Ben bu mahalleye neden geldim?” Yemin etmiştim, ben etmemiştim annem ettirmişti. Ne olursa olsun gelme demişti, ne duyarsan duy, ne hissedersen hisset, ne düşünürsen düşün; ağlayacak mısın ağla, ben hissederim bunu hatta seninle ağlarım ama gelme. Özleyeceksin, ben daha çok özleyeceğim ama gelmeyeceksin. Söz ver bana yemin et. Hadi Cansen vaktimiz yok. Demişti, kurduğu cümleler bunlardı. Bazı kısımları unutmuştum ama bu sözleri hiç unutmamıştım.

Ekin sakince yüzüme bakarken ellerimle yüzümü kapatıp içimi susturmaya çalıştım. Ama içim bana meydan okuyordu, yılların intikamını almak ister gibi beynimde fısıltıya dönüşmüştü her şey. Sesler çok fazlaydı ama ben tektim ve mücadele etmek zordu.

“Neyin savaşını veriyorsun Cansen?” Ellerimi yüzümden indirdim.

“Bana öyle bakma Ekin. Anlıyor gibi bakma, anlamıyorsun! Anlamayacaksın hiçbir zaman hem de.” Başını yana atıp gözlerimin içine baktı.

“Anlaşılmamak için tüm bu mücadeleyi veren sensin.” Dediğinde karnıma yumruk yemişim gibi hissettim. Başımı kaldırıp sakince iki yana salladım.

‘Büyüdüğümde geleceğim anne, seni alacağım.’ Ellerimi tuttu. ‘Hayır gelmeyeceksin Cansen bir daha bu mahalleye gelmeyeceksin. Zihninden sil, sana kimsenin dokunmasına izin verme, sana zarar vermelerine izin verme.’ Annemin vedası kalbimde kocaman bir delik açtı. Aslında o zamandan belliydi bu büyük bir vedaydı. Sadece ben fazla çocuktum, sadece ben çok az tanıyordum dünyayı.

“Evet,” Dedim kabullenerek, “Ben yaptım. Her şeyin sorumlusu benim.” Cansen Yalçın’ın hayatının itirafını katilgillerden Ekin duyuyordu. İçimden güldüm hayat ne şaşırtıcıydı...

Reyhan ablanın evinden bir çığlık yükseldi. Başım hızla sese yöneldiğinde annesinin kapıda dizlerine vurarak ağladığını gördüm. “Senin yüzünden!” Diye bağırıyordu kocasına. “Almadın onu! Kurtarmadın! Katilsin! Katilsiniz! Defol evden, git gelme! Gelme istemiyorum gelme! Kızım öldü benim! Kızımı öldürdüler! O pezevenk kızımı satmaya çalıştı! Kurtarmadın onu! Allah hepinizin belasını versin!” Kocası bir kaç merdiven inip sırtını duvara yasladı ve ağlamaya başladı.

Kadın kendinden geçmiş gibi ağlamaya devam etti.

“Suzan!” Annemdi... Serçe yutkundum. “Suzan senin de yaktılar kalbini böyle! Ben sana yoldaş olurum dedimdi bak oldum sonunda! Benimde bağrımı yaktılar Suzan! Aldılar kızımı elimden! Reyhan’ımı aldılar Canseni’ni aldıkları gibi Suzan!” Adımı duyduktan sonra kaskatı kesildim. Ekin’ın başı hızla bana döndü. Başım dönmeye başladı, Ekin’ın kolundan tutundum. Yere doğru eğilip gözlerimi kapattım. Midem bulanıyordu. Hayır bulanmıyordu, buradan gidecektim.

“Neler oluyor Cansen o kadın seni nereden tanıyor?” Ayağa kalkıp Ekin’in endişeli yüzüne baktım. Ağlamayacktım...

“Tanımıyor,” Dedim sakince. “Yalnızca benim adım Cansen değil.” Bir adım attığımda dik durmaya çalıştım. Ağlamayacaktım.

“Gidiyorum ben, kocasının sorgusuna bakacağım.” Ekin kolumdan tuttu. “Hastanede adam, uyanmasını bekliyoruz.” Başımı salladım. “Bekleyelim.” Dedim.

Ekin birden bana doğru yaklaştı. “Er ya da geç neler döndüğünü öğreneceğim.” Yüzüme doğru fısıldarken ona bakıp zorla tebessüm ettim.

“İyi günler savcım.”

 

**

“Cansen.” Birce ve Ülkü aynı anda adımı söyleyince başımı kaldırıp onlara baktım.Arkalarında Ekin ve Mazhar da vardı. Adam içeride deve gibi uyuyordu, karşımda annesi babası birde kardeşleri vardı. Annesi ağlıyordu ama gelinini bir kez bile sormamıştı. Ne halde olduğunu bilmiyorlardı ve akıllarıyla kalpleri oğullarındaydı. Suçluda, katilde...

Kendime hakim olmaya çalışıyordum ama üst üste gelen tüm olayların toplamı beni sanki o günlere geri götürmüştü. Kimsem yoktu ve bana inanan bir çift göz için her şeyi vermeye hazırdım. Aile bunun gibi şeyler için vardı diye düşünürdüm ama hayır, salt bir gerçekle bunu da öğrendim. Bana kimse inanmadı ve ben yalnızlığın içinde gerçeği kucağımda sallaya sallaya büyüttüm.

Adım bile ihanet etti bana can olamadı.

“Ne yapıyorsun burada?” Dedi Ülkü. Endişeliydi henüz hiçbir şey bilmediğini biliyordum ama hissettiğinden emindim. O hep hissederdi....

Elimle arkamızdaki hasta odasını gösterdim. Reyhan abla eğer yaşıyor olsaydı nefsi müdafaa sayılırdı bu yaralamanın düzeyi ama o kadar şanslı olamamıştı.

“Bu pezevengin uyanmasını bekliyorum.” Dediğimde sakinliğim hepsini şaşkına çevirdi. Ruhum çekilmiş gibiydi sesim hiçbir duygu barınmıyordu içinde. Babasının başı birden bana dönünce gözlerimi Ülkü’den aldım ve ona bakıp elimi kaldırdım.

“Ah pardon,” Dedim mahcup bir sesle. “Yoksa siz bilmiyor muydunuz?” Annesi çatık kaşlarının arasından bana baktı.

“Neyi bilmiyor muyduk?” Ağzımı elimle kapattım. “Tüh ağzımdan kaçtı görüyor musunuz?” Gözlerime ve yüzüme aniden sert bir ifade oturdu. Bu kadar gamsız olabilir miydi? Hayır dedi iç sesim duygularını karıştırıyorsun işin içine ama onu dinlemek istemiyordu canım. Bugün de duygularımla oyuna devam etmek istiyordum.

“Oğlunuzun pezevenk olduğunu gerçekten bilmiyor muydunuz?” Babasının bir adım bana doğru geldiğini gördüm. Ülkü yana doğru kayıp adamla arama geçti. O an pamuk ipliğine tutunan hislerim bağından ayrıldı.

“Hanım! Sen ne dediğini duyuyor musun?” Yavaşça ayağa kalkıp Ülkü’nün yanına geçtim.

“Şeker.” Dedim sakince parmağımı uzatıp. “Şeker var mı sizde?” Adam anlamsız bir şekilde baktı.

“Var.” Dediğinde başımı salladım. “Evet anlamıştım, bu kadar öfke sağlığınıza zararlı.” Diye mırıldandım muzip bit gülümseme eşliğinde.

“Kamera şakası mı çekiyorsunuz siz?” Dedi adam bu defa. Omuzlarımı kaldırıp indirdim.Cebimden çıkardığım polis kimliğini açıp adama doğru uzattım.

“Ben ne anlarım kameradan, devletin memuruyum.” Kimliği görünce bir adım geri gitti. Buraya gelmeden önce Günay ile konuşmuştuk ve söyledikleri ile kanım çekilmişti. Adamın yapmadığı pislik kalmamıştı. Ve her şikayet ondan yalnızca bir kaç saat çalıp daha sonra tekrar devam edebilsin diye serbest bırakılması yönünde işlemişti. Kızgındım, kırgındım; gördüğüm tüm yanlışlar başımdan aşağı boca olurken ben devam etmeye çalışıyordum. Ve bir yerlerde birileri bir kaç saat alınıp sonra devam etsin diye bırakılmaya devam ediyordu. Sonra onlar bir internet sayacına rakam oluyordu, nefesine teminat verilmese de.

“Duyduğuma göre oğlunuz gelininizi bu şekilde de tehdit etmiş.” Annesi başını iki yana salladı. “Yok, yapmaz benim oğlum.” Dudak büzdüm.

“Ablacığım oğlunun pezevenk olduğuna ikna oluyorsun da şantaja mı ikna olmuyorsun?” Kadın başını yine iki yana salladı. Gözünden yaşlar süzülmeye devam ederken başımı yana eğip yutkundum. Neden böyle yetiştirdin onu, her şeyi yapabileceğine nasıl inandırdın? Bir katil için göz yaşı akıtıyorsun şimdi, aynı kan bulaşmadı mı ellerine?

Öfkeliydim ve bunun farkındaydım, hayata karşı, insanlara karşı, annelere karşı... Bitmek tükenmek bilmeyen bir öfkeyle devam etmek nedir bilmezdi çoğu insan. Satır satır işlediğimi, beni hayatta tutan şeyin kaynağını onların aksine biliyordum.

Senin ellerine kan bulaşmadı mı? Dedi iç sesim. Aynı şey değil. Dedim. Sustu ama ikimizde biliyorduk ki o günden sonra çok şey değişmişti. O çatıya çıkan kızla aşağı inen kadın aynı değildi. Bir kaç dakikada tüm hayatımı etkileyecek bir duygu yaşadım. Pişmanlık hiçbir zaman olmadı, hatta daha erken olma ihtimalini düşündüğüm her an annem hayatta kamayı başarıyordu. Ben ondan önce annemin kurtarılma ihtimalini kaybedip çoktan katil olmuştum. Kimse kimseyi koruyamaz.Derdi ama yanılıyordu beni kurtarmıştı kendi pahasına. Ben babamın bizi bırakmasının ardından tüm ihtimallerde katil olmaya mahkum kaldım. Önce annemin sonra kendimin ve en sonda o adamların...

“Torununuz boğularak vefat etmiş. Bilin bakalım bebeği kim öldürmüş? Parmak izi kime aitmiş? Aa evet bildiniz sizin pezevenk aynı zamanda bebeğinin de katili.” Adam sırtını duvara yasladı ve gözlerini kapattı.

“Senin oğlun yapmaz dimi? Sizin oğlunuz yapmaz... Tabii ama yapıyor işte. Hep de sizin oğullarınız yapıyor. Adalet diye ağlayan annelerin gözündeki yaş oluyorsunuz siz.” Geçmişten gelen sesler doldu kulağıma yavaş yavaş. Yalan söylüyorsun diyordu biri, yapmaz o sen yalan söylüyorsun, benim oğlum annene koca olmaya geldi sen yalan söylüyorsun, yapmaz benim oğlum... Baba oldu o sana, sus... Sesler şiddetini arttırınca dişlerimi sıktım.

“Yapıyor oğullarınız.” Sesimin nefret dolu çıkmasına engel olamadım. Tutamadım kendimi. Sus dedim kendime sus artık, herkes burada ama susmamak için çok sebebim vardı. Benim annemi öldüren kişi amcamdı. Beni istismar eden kişi amcamdı. Reyhan abla intihar etmişti. Ülkü’nün canını yakmışlardı. Benim çok sebebim vardı. Konuşmak için hiç bu kadar fazla nedenim olmamıştı ama sus dedi iç sesim. Sus herkes burada.

“Hepiniz sınıfta kaldınız, iğrenç insanlar yetiştirdiniz. Yaparsın dediniz, yaptılar.”Diye mırıldandım. Anlamsız mırıltılar olarak ulaştı sesim, hepsinin kulaklarına. Elimi yumruk yaptım. Ülkü’nün kolumdan tuttuğunu çok sonra fark ettim. Durup bir kaç derin nefes aldım, sakinleş dedim içimden birkaç kere.

Beynimin içindeki tüm sesler yavaşça silindi. Boş bir yerde gibi hissettim. Zihnimdeki tüm kavga bıçak gibi kesildi. Sonra yüzüme sakin bir gülümseme yayıldı.

“Affedersiniz zor bir gün geçiriyorum, önümde bir kadın intihar etti de, bebeğini emanet etmişti bana ama bebeği ölmüş, farkına da varmamış. Nasıl can havliyle kaçtıysa, bebeğinin öldüğünü dahi anlayamamış.” Başımı yana atıp tebessüm ettim.

“Affedersiniz zor bir gün geçiriyorum, kucağımda ölü bir bebek tuttum da, annesi de gözlerimin önünde intihar etti.” Kadın gözlerini kapattı. Son kez, “Affedersiniz zor bir gün geçiriyorum.” Diye mırıldandım.

“Ama sakın oğlunuz için endişelenmeyin, en güzel hücreyi ayarlayacağım ona.” Diye içten bir şekilde gülümsedim bu defa. Arkamı dönüp herkesi arkamda bırakırken derin bir kaç nefes aldım. Birce ve Ülkü arkamdan geliyordu. Dışarı çıkınca nefes alıp vermeye devam ettim. Sakin kalmam gerekiyordu, hayır dünyayı ateşe vermek için çok sebebim vardı. Evet ben içimdeki yangından bir parça ile tüm dünyayı yakabilirdim. Ama hayır, yapmadım yalnızca nefes alıp sakin kalmaya çalıştım.

“Ağzına sağlık fındıklı çikolatam ama ne oldu sana, korkutuyorsun beni.” Diye yüzüme baktı Birce.

Dudaklarımı yalayıp nefesimi sesli bir şekilde bıraktım. Ülkü ile göz göze geldiğimde gözleri anladım, diye mırıldandı. Kendimi gördüm gözlerinde. Hayat bir an omuzlarımda taşıyamayacağım kadar ağırlaştı ve omuzlarım öne doğru düştü. Hayır dedi iç sesim, kaldır omuzlarını çeneni dik tut. Sen başlangıçsın. Bitiş içinde gizli ama vakti değil, kaldır omzunu...

Çok mu ileri gittim?” Dediğimde Birce başını salladı.

“Hayır çok haklıydın ne olursa olsun insan kadın ne halde diye bir merak eder.” Dedi Birce. Dudak büzdüm.

“Sormadılar bile.” Diye mırıldandım. Birce yüzünü ekşitti. Derin bir nefes alıp verdim. Ne kadar uzun bir gündü bugün...

“İhbar geldiğinde çıktık önce yaralıları bulduk sonra kadının peşine düştük. Hastaneye girdi, çatıya çıkmış. O an orada beni tanıdığını ima etti. Bebeği bana verdi, her şeye rağmen iyi bir insan olmuşsun dedi.” Ülkü ile göz göze geldiğimizde içimde yatan o gerçeği gördü ve başını ufakça yapma der gibi salladı. Yutkundum.

“Bir an yapmayacağım bir şekilde eski mahalleye gittim,” Dudaklarımı yaladım. Zihnimin ve kalbimin her yerinde mezar taşı ağırlığı vardı.

“Komşumuz vardı onun kızıymış sonradan hatırladım. Ben oradayken Ekin ve Mazhar haber vermek için gelmişler. Ekin orada da sorguladı, neden gittiğimin üzerinde duracak ve açıkça söyledi.” Dudağımı ısırıp mahcup bir şekilde gözlerine baktım.

“Ülkü plan bu değildi farkındayım ona yakın olmam gerekiyordu ama bu hesaplarımda olan bir durum değildi. Özür dilerim.” Ülkü kaşlarını çatıp elimi tuttu. “Saçmalama şu an en son düşüneceğim şey Ekin’a yakın olman. Gerek kalmadı zaten boş ver, Kutay yeterli.” Gözlerime baktı. Hiçbir zaman ona karşı olmayan ama bu defa az da olsa hissettiği bariyerler ile ellerimi sıktı.

“Cansen tamam mı? Ulaşamıyorum şu an sana korkutma beni.” Dediğinde başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. “Neyse işte komşumuz ağlarken annemin adını söyledi. Cansen’ini aldıkları gibi aldılar Reyhan’ımı dedi.Onu da Ekin duydu, hatta Mazhar da duydu.” Başımı yana eğip gözlerimi kapattım.

“Şşh tamam, sorun değil.” Dedi Ülkü. “Hallederiz sorun değil, iyi ol yeter.” Başımı salladım.

“Çok sinirliyim.” Diye mırıldandım. “Geçmesi gerek artık. Yoksa kendimden korkmaya başlayacağım.” Ülkü bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı.

“Buradan gider gitmez elimizden geleni yapacağız değil mi Birce?” Birce kafasını aşağı yukarı salladı.

“O pezevengin ağzına çorap bile sokacağım!” Diye soludu. Hafifçe gülümseyip başımı iki yana salladım. Birce yanıma doğru gelip, “Gel buraya.” diye mırıldandı. Kollarını bana dolayıp sarılınca ben de ona sarılıp karşıya baktım. Saçlarından gelen bebek kokusu burnuma dolunca istemsiz olarak gülümsedim.

Hastanenin dışına Ekin ve Mazhar çıktı. Ekin’in gözleri bahçede gezindi sonra bizi görünce bana baktı. Gözlerimiz birleştiğinde ikimiz de gözlerimizi çekmedik.

**

 

Zaman eline aldığı bıçaklarla herkesin teninde o kutsal dansını yaptı...

Başım ağrıyor ve ben zamana meydan okuyorum. Elimde bir kum saati parçalayarak değil, kara delikler oluşturarak yapıyorum bunu. İçimden başlayan sonra dünyama uzanan birçok kara delikle, kendimi karanlığa boğuyorum.

Başrol olduğumu düşünmüyorum hatta dünyada herhangi birinin de bunu yaşama düşüncesi mantıklı gelmiyor. Aynalarla kaplı bir gezegende, içini görmeyi reddeden ama dışarısı hakkında sürekli konuşan bir yığınla yaşıyoruz.

Başım ağrıyor ve tüm dünya yavaş yavaş yanıyor. Başlarda tüm emeller gizli yapılırken şimdi tüm kartlar açık oynanıyor. Savaşırken artık, kimse mertçe savaşmıyor.

Biliyorum, çünkü savaş meydanında ellerimden baltaları çekip aldılar, ardından kullandığım kara deliklerle her yeri karanlığa boğduğum için beni suçladılar.

Cezalandırmak istemedim, sadece savaşa tek bir savaş aletiyle gidilmeyeceğini gizlice öğretmeye çalıştım. Bir yandan da içlerindeki karanlığı görsünler diye yaptım. Kaçamasınlar ve durup baksınlar ama her zaman yaptıkları gibi savaşmak için bir şey buldular, bu defa da aydınlık için savaşmaya başladılar. Kaybettiler defalarca, kaybettikçe savaşma arzuları arttı. Kaybettikçe aydınlığın arzusu büyüdü.

Ve mütemadiyen sürecek bir döngü başlamış oldu.

Kayıplar ve aydınlık.

Karanlık ve kara delikler.

Ben ve onlar...

Bilgisayarı kapatıp başımı ovdum. Şifreyi çözmek için yaklaşık bir haftadır uğraşıyordum. İhtimalleri azaltmıştım. Kombinasyonları deneyerek eleme yapıyordum ve yaklaştığımı hissediyordum. Ekin sabah arayıp akşam görüşmek istediğini söylemişti. Mazhar ile arada geçen günlerde bir arada olmaktan ve onunla karşılaşmaktan kaçınmıştım. Hem annesinin kim olduğunu öğrendiğim için hem de benim kim olduğumu anlamaya yakın olduğu için ve bu iki durumda başımda dönüp duruyordu.

Tüm zamanları avcumda tutup birinin parçalanacağını düşünmek bir yerden sonra çıkmaza sürüklemişti.

Tarihe baktım.

20.12.2024

Gözlerimi kapatıp başımı geriye doğru attım. Hayat, uzaktan bana bakıp gözlerini kırpmadan izliyordu. Soğuk nefesinin her salilsede nasıl tenime değdiğini, belirgin kırmızı göz damarlarının, ağzından yükselen buğu arasında bir görünüp bir kaybolduğunu, geniş kıllı omuzlarının aldığı nefesle nasıl gerildiğini, ayağını saniyelerle artan bir ritimle pat pat yere vurup, ağzından çıkan iniltili nefes verme sesini; tüm bunlar hislerimin içinde bir yerde, gördüklerim ve duyduklarımla beraber var oluyordu.

Tam karşımdaydı, gözlerinin içine bakarak meydan okuduğum cansız yaşlarım, elinde olan uzun bir ipe sıra sıra asılmış bir ileri bir geri yavaş yavaş sallanıyordu. O yalnızca beni izliyordu. Tek bir kararımla hepimizi yok edebilirdim, bunu biliyordu.

Kapı çaldığında ellerimi başımdan çekip nefesimi verdim ve kapıyı açmak için ilerledim. Adımlarımla birlikte bir gerçeğin penceresinden çıkıp diğerine giriyordum.Bir insan için gerçeğinin sayısı ne kadar fazlaysa aynı oranda artıyordu içindeki kaos, içim dışımdan taşarken nefesimi verdim.

Kapıyı açtığımda Ekin elinde bir dosya tutuyordu. Dosyadan bakışlarımı çekip yüzünde gezdirdim. Bir hafta olmuştu onu da görmeyeli. Hatırladığım babam kadar uzundu ya da ondan bir iki santim daha uzun, genişti omuzları, kumral saçları vardı saçları da ne uzundu ne de kısa; yüzüne göreydi. İfadesi sert değildi ama soğuktu. Biçimli alnı ve yanakları derin kaş çukurları ve belirgin olan elmacıklara sebepti .Sakalını hep kirli bırakıyordu. Gözlerimi üzerinden çekmeden kapıdan çekilince, içeri girdi. Salona yönlendirdim arkasından da ben girdim.

“Cansen Yalçın.” Dedi dosyayı elinde salladığında. “Oğuz Yalçın’ın kızı, Caner Yalçın’ın kardeşi... Babanın müdür kardeşinin de avukat olduğunu neden gizledin?” Sözleriyle yüzümün önüne çektiğim bariyerin altında tüm hayatıma sıçrayan derin bir yıkım oldu ama görmedi. Beynimde babama dair bilgiler dönerken onları bir kez bulmak için adım atmış daha sonra cesaretim kırıldığı için geri adım attığım dönmeye başladı. Kardeşim...Karşısına çıkıp annem öldü demeye cesaret edemediğim küçük kardeşim, avukat mı olmuştu?

“Sen beni mi araştırdın?” Dedim çattığım kaşların ardından bakarken. Söylemesine rağmen bu denli ileri gitme cesaretine sahip olması öfkemi uyandırmıştı. Ekin bir kaç dakika sessiz kaldı. O bir kaç dakikada sırtımda olan mezar taşı, omuzlarımı öne eğdi.

“O mahalleye gitmene anlam veremedim ve açıkça söyledim sana. Ailen orada yaşamayacak kadar iyi durumdalar, değil mi?” Soru kısmında duraksayıp onay almak ister gibi bakmıştı.

“Ekin benim hayatımdan,” Parmağımı kaldırıp göğsüne bastırdım. “Benim ailemden,” Bir kez daha kaldırıp indirdim. “Hayatımdan uzak dur.” Parmağımı çekmek üzereyken kolumdan tuttu.

“Sen başlatmadın mı bu oyunu?” Dedi sakin bir sesle.

“Oyun mu diyorsun? Peki o halde anlayacağın şekilde söyleyeyim. Artık, oyun, bitti.” Kolumu biraz daha sıkınca, ifadesiz bir şekilde bakmaya devam ettim. Canım yanmazdı ki benim...

Tam 3 yıl boyunca ben seni bekledim.” Sözleriyle gözlerimi kapattım. Duymak neyi değiştirirdi bilmiyordum ama bunu dile getirmesi kötü hissettiriyordu. Biliyordum içten içe, yıllar önce yaptığım bir hatanın onda nasıl bir hasar bıraktığını ama dönemiyordum bir türlü geriye. Kimseye bırakamıyordum kendimi.

“Ya sen bazen öyle bir bakıyorsun ki tamam diyorum, ikna oluyorum ama sonra beni alaşağı ediyorsun. İstemiyor musun? Açıkça söyle o zaman,” Kolumdan tutup kendine doğru çekti, “sakın bana ikili davranma.” Cümlesi bitince öfkeyi gördüm, gözlerinde; uyanmayı bekliyordu. O öfkeyi anımsar gibi olduğumda yutkundum.

“İstemiyorum.” Dedim sakince. Hayatıma girmek istemesine gülüyordum bir köşeden, aslında acıyordum ona, hayatı olmayan biri için mücadele ediyordu. Son çok açık bir şekilde belliydi ve benim için mutlu son diye bir şey yoktu.

“Neden?” Dedi dişlerinin arasından, “O gün neden yine öyle baktın o zaman?”

“Yanlış anlamışsın.” Dediğimde kolumu çekmeye çalıştım. “Yanlış falan anlamadım Cansen.” Dedi kolumu bırakırken.

“Ekin biz seninle bir ekibin içindeki iki insanız.” Diye mırıldandım. “Bu hep böyleydi.”

“İfadeni alacağım.” Dedi duruşunu düzeltirken, yüzünde gezindi gözlerim. Kaşlarım hafif bir çukur oluşturdu alnımda.

“Anlamadım?”

“Gayet açık. O gün neden oradaydın? Bunun ifadesini yazılı bir şekilde kalemimle alacağım. Yarın mesai başlayınca gelirsin.” Dudağımı dişleyip gülümsedim. Ekin çıkmak için arkasını döndü.

“O kadar yalnızsın ki, tutunacak hiçbir şeyin yok. Sen babanın, kardeşinin bile farkında değilsin. Senin gibi birinden duygu görmeye çalışmak hataydı. En başından beri hem de...” Evden çıkarken söyledikleriyle dengen sarsıldı. Hafifçe boynumu geriye atıp dişlerimi birbirine bastırdım. Ellerim yumruk halini almıştı. Sinirle gülümseyip başımı iki yana salladım.

“Bilmediğin hayat hakkında atıp tutmak ne kolay değil mi savcı? Sen mesleğine kan bulaştırmamış gibi benim hayatımın enkazından bahsediyorsun ya, ben ona tutuluyorum.”

-1 saat sonra-

Saate bakıp kadehten bir yudum daha içtim. Artık akrebe tutunmak ya da yelkovanla kovalamaca oynamak gibi bir derdim kalmamıştı. Bırakmıştım tüm her şey gibi bu meseleyi de ama bu defa farklı bir konu için dikmiştim gözlerimi.

Annemin ölüm yıl dönümüydü.

Ve ben onunla aynı yaşta olmayı bir yıl geçmiştim. Annem artık benden daha küçük bir kadındı. Omuzlarımda örtülü olan hırkam yavaşça kayıp düşünce soğukla ürperdim.

Boş gözlerle karşımdaki duvara bakarken açık pencereden giren buz gibi hava, kanımda dolanan kırmızı renkli sıvıyla çarpışıyordu. Öfkem ve şarap, tüm bedenimi yakıyordu.

Derecelerle donatılmış dünyanın, meydan okuyan noktasındaydım.Eksiler benden daha yukarıda kalmıştı. Yıldızlar gibi değil, onlara başımı kaldırıp bakabilme imkanım vardı fakat olduğum noktada gördüğüm tek şey uzun bir boşluktan ibaretti.

Çenemi elimin altına alıp koltuğun başlığına yasladım. Saçlarım yavaşça tutunamayıp önüme kaydı. Rüzgar onları da savurmaya başladı. Karşımda olan pencereden yansıyan görüntüme baktım. Karanlığın arasından sızan ışıkla belli olan bedenime, uçan ufak saçlarıma, parmaklarımın arasında sallanan sıvıya, beynimdeki kaosa... Dıştan bütün olan her şeye baktım. İçten hiçbir şey göremedim ama tek görünmeye devam ettim.

“Ben bu kadar büyümek istemiyordum ki...” Diye mırıldandım kadehi elimde çevirirken, zamanı da içine katıp döndürmek istedim.

Ben annemden büyük olmak da istemiyordum...

 

🌑

 

Loading...
0%