@symdaldalli
|
Öncelikle yeniden merhaba.
Bölümü okuduktan sonra ne hissettiğinizi bilmek isterim.
Yeni gelenler var hoş geldiniz
Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayın, benim için kıymetli. Yapıcı eleştiriler her yazan için önemlidir.
Yeni bölüm için herhangi bir sınır şu anlık koymuyorum. Ama okuduktan sonra en azından bir oyu esirgemeyin.
Bana ulaşmak isterseniz:
instagram: seymadaldalli
. İnsanların ne yaşadığını ve olaylara nasıl tepkiler verdiğini anlamak için dışarıdan bir gözle yalnızca izlemek yeterli olmaz. 'Mary'nin odası' adlı bir deney argümanı için, Frank Jackson; Bir kişinin beynini tam olarak araştırıp öğrendiğimizi düşünelim, yine de o kişi gibi olmayı bilemeyiz. Demiştir. Hayatta her zaman göründüğü kadar net seçimler olmaz. İnsan bazen öyle bir noktaya gelir ki yaptığı seçim değil, zorunluluğa dönüşür. Tüm seçenekler bire indirgenir. Zaman durur, yalnızca bir şeyin hareketi devam eder. Kader. Adamın etrafını ekip arkadaşlarımızla birlikte kapatmıştık. Cansen, Birce çok geçmeden içeri girmişti. Mazhar en başından beri içerideydi. Önay rehine konumundaydı. Doğrulttuğum silahın hedefine kimi zaman Önay kimi zamansa adam geçiyordu. Doğrulttuğum silah geleceğin ninnisini kulağıma ağır ağır fısıldıyordu. Algım bine bölünmüştü. Odanın içinde olan her hareket benim zihnime de uğruyordu. Gökay yan köşemde olmasına rağmen endişeyle adamı ikna etmeye çalıştığını görebiliyordum. Kutay herhangi bir yanlış hamle olmaması için etrafı sakinleştirmeye çalışıyordu. Beren göz yaşları içinde Kutay'dan destek alarak, kocası için yalvarıyordu. Diğer polis üyeleri etrafımızdaki halkada bekliyordu. Gözler merakla adamın yüzünde geziniyordu. "Sizin bir kimliğiniz yok!" Bakıcımız hepimizi ip gibi tek sıraya dizmişti. Elinde ufak bir iğne tutuyordu. Ellerimizi havaya kaldırıp parmak uçlarımızı bir araya getirtti. Sıra sıra parmaklarımıza iğne batarken sessizlik, acı yüz ifadelerin içinde kıvrandı. "Bu hayatta bir şey olmak istiyorsanız çalışacaksınız!" Yutkundum. Benim minik bebeğim sen benim her şeyimsin. Annemin sesi bakıcının sesini bastırırken gülümsedim. Yanılıyordu. Kendini bizim aramızda büyük görüyordu. O gece ona bir oyun oynamaya karar verdim. Buradaki herkes birbiri ile oynuyordu, ben kimseyle oynamıyordum. Canımın sıkıntısına iyi gelecek ufak bir oyun planladım. Önce her ayrıntıyı yavaş yavaş gözledim. Korkusunu, sevincini, hüznünü, geçmişini, geleceğini her şeyi izledim. Geçmişi yaralarla doluydu. Bunu kocasından anladım. Yaptığı seçim babasını gösterdi bana. Geleceğinde yaralar açılmıştı. Oğlu ile kavgasından anladım. O geçmişin ve geleceğin içinde sıkışıp kalmıştı ve bize de kendine baktığı aynadan bakıyordu. "Sizin bir kimliğiniz yok!" Derken aslında elleriyle bana yeni bir kimlik kazandırdığını görmesi gerekiyordu. Her savaş meydanında ellerde silah olmazdı. Bazen savaşlar zihinlerle yapılırdı. Kimliksiz birinin onunla savaşmasını beklemiyordu. Bense yeni bir kimlik kazanıyordum kimsenin görmediği gölgelerde. Oğlunu ara sıra yurda getirirdi. Yavaşça ona sokulup oğlu ile arkadaş oldum. Çocuk beni çok sevdi. Ben yalnızca savaş meydanında kimliğim için savaşıyordum. "Senin ailen yok mu?" Diye sordu bir gün. Adını bilmediğim yeni arkadaşım benim hakkımda sürekli bir şeyler merak ediyordu. "Yok, gelmiyorlar. Beyaz aldı onları." Çocuk yüzüme baktı. "Ben ailen olurum." Başımı olumsuz anlamda salladım. Yeni aile değil oyun oynamak istiyordum. Bakıcı bizi gördüğünde yanımıza geldi. "Oğlum arabaya geç sen." Bana bakmaya devam etti. Bir şey söylemedi ama bir daha onu getirmedi. Önemli değildi. Ben onun hakkında bir çok şeyi biliyordum artık. Bir gün gelip beni karşısına aldı ve önümde volta atarak yürümeye başladı. "Oğlum senin yüzünden benimle konuşmuyor. Ne anlattın ona?" Gülümsedim. "Ne kadar kötü biri olduğunu." Yüzüme baktı. "Yalan mı?" Diye sordum. "Sen değil misin bize vuran, suçsuz annelerimizin arkasından konuşan?" Başımı yana eğdim. "Ama anladım sen dünyaya yenilmişsin kafanda bizimle savaşıp kazandığını sanarak o haz ile mutlu olmaya çalışıyorsun." Aldatılmıştı. Bunun ne demek olduğunu bilmiyordum çünkü daha önce duymamıştım. "Bir gün her gerçek ortaya çıkar derdi babam, senin aldatılman gibi." Birden yanıma gelip sert bir tokat attı. "Kes sesini! Oğlumu harcamayacaksın!" "Oğlumu senin yüzünden kaybettim!" Adam acı içinde bağırırken yutkundum. Geçmişin tokadı gelip yüzüme çarptı. Ürperdim. Yaptığı seçim bundan sonraki yaşantısında bambaşka noktalar açacaktı. Bundan sonra bir yaşantısı olacak mıydı? Anlamak için çok sebebim vardı. Ona rağmen bu adamı anlayacak kapasitem yoktu. O olmanın ne demek olduğunu hiçbir zaman bilemeyecektim. "Silahını bırak!" Diye bağırdım. "Etrafına bak," adamla göz kontağı kurdum. "Buradan yürüyerek çıkabileceğini sanıyor musun?" Bana bakarken gözünden bir damla yaş aktı. Saçlarının çoğu beyaza çalmıştı. Yorgun yüz hatları ve keskin göz halkaları arasında parlayan bir çift kahve rengi gözü vardı. "Sana konuşmak kolay!" Diye bu defa bana bağırdı. "Sen benim ne yaşadığımı nereden bilirsin!" Silahı Önay'ın başına daha çok bastırdı. "Hayatım yok oldu lan benim!" "Mantıklı ol." Diye uyardım. "Kendini ateşe atma." Güldü. Gözünden yine bir yaş aktı. "Karıma ne oldu biliyor musun?" Yutkundu. Sanki gözlerinde geçmiş tekrar oynamıştı. "Gözlerimin önünde oğlunun acısı içinde öldü." Bakışları çok kısa bir süre bir noktada sabit kaldı. Başını iki yana salladı. Kabullenemiyordu hâlâ. Önay adama sadece onun duyacağı bir şey söyledi. "Mecburdum çünkü, çaresizdim!" Silah titredi. "Mecbur kaldım!" Gözlerimi kıstım. Ne söylediğini anlamaya çalıştım ama parçalar eksik kaldı. Adam da bu defa Önay'a sadece onun duyacağı şekilde bir şey söylediğinde Kutay sinirle bağırdı. "Adaletsiz olduğunu düşündüğün için kendi adaletini bu şekilde sağlayamazsın." Babası ile göz göze geldiler. Kutay’a gözlerini kısıp, "Kes sesini!" Diye tükürürcesine bağırdı adam. "Sen hiç konuşma!" Kutay'a baktım, tüm kasları gerilmişti. " Adalet senin ağzına alabileceğin bir kavram değil." Diye devam ederken Önay gözlerini kapatarak elini yumruk yaptı. Kutay, saçlarını geri doğru attı. "İstediğin şeyi biliyoruz, babamı bırak beni al." Adam samimiyetten uzak bir şekilde gülümsedi. "Şimdi mi aklına geldi?" Elimdeki silah titrediğinde, kaslarım kendini bıraktı. Beynimde Kutay’ın sesi dönerken doğrulttuğum silahı güç bela tutmaya zorladım kendimi. O silahı Kutay’ın başına dayayarak, adamla ne gibi bir düşmanlığı olduğunu sormak istedim. İçim kaynarken yalnızca dişlerimi sıkıp, durumu yok saymaya çalıştım. Devrilen masalara tekmeler atarak, kırılmayan yanlarını parçalara ayırmak ve ne kadar çamura battığını sormak için can atan yanımı susturdum. İçimdeki yangını bir kez gözlerimi kapatıp açarak söndürmeye çalıştım. Öfke çok fazlaydı ve artık bu tarz çocukluğuma dair yöntemler sönük kalıyordu. Gökay hemen yanımda Kutay’ın sözlerini anlamaya çalışır bir ifadeyle etrafına bakıyordu. Ona baktığımı bile fark etmedi, Gökay'ın hemen arkasında Mazhar vardı. Bana doğru elini kaldırıp salladı, başımı biraz sağa eğdiğimde görüş açım netleşti. Gözüyle yerde olan elini işaret ettiğinde baktım. Adamın arkasına geçmek istediğini belli eden bir hareket yaptı. Derin bir nefes alıp ipi tekrar kendi elime almak için adama baktım. Öfke yerini hiçliğe bıraktı... "Ben bir ailenin yok olması ne demek çok iyi biliyorum." Adamla bir kez daha göz göze geldim. Gözlerime geçmişin acı yanları serpilirken bakışlarımın üzerine bir bariyer koymadım. Adam bunu gördüğünde duraksadı. "Tek başına kalmak, bir limanının bile olmaması, yalnızlık; dibine kadar yalnızlık, hatta tek başınalık. Ben bunların ne demek olduğunu çok iyi biliyorum." Başımı salladım. "Hesap sormak istiyorsun, tamam. Sor ama sonra ne olacak? Çözümü bu değil." Acı bir tebessüm etti. "Hesap sormak mı?" Başını salladı. "İntikam almak istiyorum ben..." Bakışlarını Önay'a çevirdi. "Arkasında gözü yaşlı insanlar bırakmak ne demek öğrensin istiyorum." Kaşlarımı kaldırdım. "Ceza vermek istediğin kişi ile verdiklerin bir değil, suçu olmayan insanların canını yakacaksın." Dikkati tamamen bana çevrilmişti. Mazhar'a ve Birce'ye anlayacakları bir hareket yaptım. Yavaş yavaş adamın iki yanına doğru hareket etmeye başladılar. O kadar temkinliydik ki adam hiçbir şey fark etmiyordu. Odağı geçmişe dönen kişi şu anı fark edemezdi. "Karımın ne suçu vardı? Oğlumun? Her şeyi onlar yaptı! Tüm planı, sonra da köşeden izlediler!" Derin bir nefes aldım. Zorla bastırdığım öfke gözlerini hızla açıp yüzüme doğru nefesini vermişti. Bu adama ne olmuştu? Mazhar tam arkasına geçmeyi başardı. Dikkatini dağıtmak için silahı tavana çevirip bir el ateş ettim. Beklemediği için şaşırdı ve o küçük bir andan yararlanan Mazhar adamın kolunu tutup geriye çevirdi. Silah parmakları arasından düştü. Birce silahı ayağı ile ittiğinde tahta zeminde kayarak bana doğru geldi. Polislerden birine işaret verdim. "Poşete alın!" Adam yakalandığı zaman Önay'ın yanına gittim. "Savcım iyi misiniz?" Bakışları bana döndü. Nefes alışverişleri fazla düzensizleşmişti. Elini koluma koyup başını salladı. "İyiyim." Dedi nefes nefese. Beren yanımıza doğru koşar adım geldiğinde geri çekildim, Önay'a sarılıp ağladı. Beynim zonkluyordu.Gözüm Kutay’a kaydığında silah olan elim yavaşça boşluğa doğru savruldu. Ne saklıyordu bilmiyordum ama öğrenecektim. Etrafıma bakınca Cansen ile gözlerimiz birleşti. Kafasıyla gel işareti yapıp herkesten uzak bir köşeye çekildi. Yanına gittiğimde arkadaki hareketliliği önüme alarak karşısında durdum. "Farkında olmadan mı geçmişi açtın?" Yutkundum. "O adama ulaşmamın başka bir imkanı yoktu." Dudaklarını yaladı. Fısıldayarak konuşuyorduk. "Önay ailen hakkında bir şey sorarsa ne olacak?" Yüzünde gezindi gözlerim. "Soracak kadar şu anı hatırlamasını beklemiyorum ama olur da sorarsa yalan söyledim derim." Sıkıntıyla nefesini bıraktı. "Sen yine de bir daha ailen hakkında konuşma." Dediğinde yutkundum. "Mazhar sorarsa da ailen yurt dışında, adamı ikna etmek için öyle söyledin." Kaşlarımı çattım. "Ailem hakkında soru mu sordu?" Dudak büzdü. “Geçenlerde konusu muhabbet arasında açıldı." Olumlu anlamda başımı salladım. "Tamam merak etme." Başını salladı. “Adamın söylediği şeylerin üzerine gideceğim.” Dediğimde nefesini verdi. "Bunu daha sonra konuşalım, Gökay buraya geliyor." Diye uyardı. "Ülkü Hanım." Çok geçmeden Gökay'ın sesi duyuldu. Cansen önümden yanıma doğru kaydığında o yanımıza gelmişti. Cansen koluma dokunup diğerlerinin yanına doğru gitmeye başladı. "Öncelikle teşekkür ederim ailem adına. Başka ne denir bilemiyorum." Başımı salladım. "Rica ederim tek başıma değildim." Ellerini kaldırdı. Yüzü donuklaştı. "Ne olduğunu anlayamadık birden..." Aklıma o an adamın içeri kimin aldığı sorusu geldi. İşaret parmağımı kaldırıp beklemesini ima ettim. "Günay!" Bana doğru geldi. "Bu adam içeri elini kolunu sallayarak nasıl girdi?" Diye sordum. "Araştıracağız komiserim." Kaşlarımı kaldırdım. "Ne zaman Günay? Arbede çıkınca mı? Güvenlik önlemi almamak ne demek? İçerideki davetli listesine bak neredeyse tüm teşkilat burada ve önlem yok!" Günay başını eğdi. "Haklısınız komiserim." Derin bir nefes aldım. "Haklı olmanın önemi yok ama, adam hakkında ne kadar bilgi varsa bu gece mailime istiyorum." Başıyla onayladı. "Emredersiniz." Gidebilmesi için başımla onay işareti yaptım. Günay gitti. "Evet Gökay Bey, ne diyordunuz?" Saçını geriye doğru itti. "Gerekli araştırmaları yaptıktan sonra bana bilgi verirseniz iyi olur, bu kartım." Uzattığı kartı aldım. "Olay daha çok kardeşim ve babam arasında dönüyor, ben onlarla da konuşacağım zaten." Kaşlarımı kaldırdım. "Olay hakkında bilginiz var mı?" Olumsuz anlamda başını salladı. "Henüz değil." Duraksadı gözü arkada sürekli ağlayan kızına kaydı. "Şimdi kızım ve eşimin yanına gitmem lazım çok korktular." Başımı olumlu anlamda salladım. "Tabii." Dediğimde yavaşça uzaklaştı. Mia'yı kucağına alıp sıkıca sarıldı. Mia bir süre daha ağlamaya devam etti. Gökay Vera'ya sarılıp dış kapıya doğru götürdü ikisini de. Kutay görüş alanıma girdiğinde bana doğru sakin adımlarla geldi. Bu sakinliği beni rahatsız etmişti. Her ne olduysa olay hakkındaki her detayı bildiği açık bir şekilde belli oluyordu. "Eve bırakabilirim seni, kötü bir son oldu." Dediğinde ellerini cebine sokmasını izledim. Sorusunu görmezden gelip, "ufak bir sorguya almam lazım seni." Dediğimde gözü dudaklarıma kaydı. "Sor." Dudaklarımdan bakışlarını çektiğinde bir adım yaklaştım. "Adam seni suçladı, daha önce nerede karşılaştınız? Oğluyla ne gibi bir ilgin vardı?" Gözlerini sakince hareket ettirdi.Pes eder gibi iki elini havaya kaldırdı. "Tamam sen kazandın ama avukatım olmadan konuşmayacağım." Kaşlarımı kaldırdım. "Öyle mi? Prosedüre uygun olarak sorgunu alırım o zaman en kısa zamanda." Başını salladı. "Ne zaman istersen, soruma cevap vermedin." "Arabayla geldim, teşekkür ederim teklif için." Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. "Hay aksi," derin bir nefes aldı. "Arabaya kadar eşlik etmemde sakınca var mı?" Elimdeki silah ağırlığını git gide arttırırken tutmam zorlaştı. "Hayır, sakıncası yok." Etrafıma bakıp Günay'ı aradım bakışlarımla. Kapının hafif yan çaprazında duruyordu. Ona yaklaştığımızda, "Günay." Dedim. Bana doğru döndü. "Silah kır saçlı, hafif kilolu mavi gömlek siyah pantolonu olan orta yaşlı bir erkeğe ait. Bakarsın burada değilse ruhsattan adama ulaş karakola çağır teslim alsın." Başını olumlu anlamda salladı. Silahı uzatıp omzumun üstünden içeri doğru baktım. Mazhar ile göz göze geldik. Eliyle bir dakika işareti yaptı, Cansen ve Birce'ye bir şey söyleyip yanıma geldi. "Eve mi?" Başımı salladım. "Evet ama uyumam dosya gelecek onu incelerim, bir şey olursa haberleşiriz." Dediğimde yavaşça Kutay'ı süzdü. "Bir şey konuşmam lazım iki dakika gelsene." Kutay'a son kez ters bir şekilde bakıp beni oradan uzaklaştırdı. "Bu adam niye peşinde kıl kuyruk gibi dolanıp duruyor?" Başımı yana eğdim. Kaşlarım yavaşça yay gibi kıvrıldı. "Baş savcımızın kafasına silah dayadılar, ateş açıldı falan biz bunu mu konuşalım?" Diye sordum. "Bunu konuşalım." Dedi sakince. "Bilmiyorum." Diye kestirip atmaya çalıştım. "Ülkü." Sesi sert çıkmıştı. "Neyin peşindesin?" Bir adım gelip aramızdaki mesafeyi kapattı. "Bir şeyin peşinde değilim." Dediğimde bir adım geri çıktım. "Cansen ailenin yurt dışında olduğunu söylemişti ama sen adama olmadıklarını söyledin, nasıl oluyor bu?" Omuzlarımı dikleştirdim. "O an ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım, yalan değil ailemden yıllardır uzakta tek başıma yaşıyorum. Adamın ikna edilmesi gerekiyordu ben de ettim." Başımı hafifçe salladım. "İnsanlar," dedim sakin bir tavırla. "Benzer yerden acı yaşamış herkesi sorgusuz kabul ederler." Dudak büzdüm. "Kiminle nasıl oynayacağını bilirsen tüm kapıları açarsın." Başını sallayıp ellerini birbirine çarptı. "Tam da senden beklenecek hareket, bravo." Ellerine baktım. "Niye kızdın bu kadar?" Kenara çekildi. "Şu an konuşmayacağım Ülkü, gidebilirsin." Bir süre yalnızca yüzüne baktım. Çenesi gerilmişti. Derin bir nefes aldım. Yanından yavaşça geçip beni bekleyen Kutay'a doğru ilerlerken bakışlarını sırtımda hissediyordum. "Gidebiliriz." Dedim Kutay'a doğru. Başıyla onaylayıp geçmem için kapıyı açarak kenarında durdu. Geçtiğimde arkamdan geldi. Son kez gözüm omzumun üstünden geriye kaydığında Cansen'in Ekin ile bir şeyleri konuşmaya başladığını gördüm. Bakışlarımı ondan çektiğimde Mazhar ile yine gözlerimiz birleşti. Cansenlerin yanındaki boş masada tek başına duruyordu. Elinde tuttuğu kristal bardağı kafasına dikip gözlerini gözlerimden almadan masaya sertçe bardağı koydu. Başımı çevirip yürümeye başladım. "Yarın akşam işin var mı bir şeyler içmeye davet etmek isterim." Önüme baktım. "Avukatıma sormam lazım." Deyip gülümsedim. "Yapma ya, senin de mi?" Dediğinde uzatmamak için, "Genelde son dakikaya kadar işim olmasa da son an çıkabilir. Söz veremem o yüzden." Karşıya geçtik. "Ne zaman söz alabilirim?" Baktığımda gülümseyerek bana bakıyordu. "Bir kaç gün sonra haberleşelim, dosyayı halledeyim önce, gerçi daha erken bir görüşmemiz olacak." Başını salladı. "Ben yarın gelirim sen aldırma ama zahmet olmasın." Başımı yana eğdim. "Zahmet olur mu hiç Kutay Beyi almak kime zahmet olmuş?" Başını salladı. "Geleceğim yarın ama sen de bana numaranı ver." Kaşlarımı çattım. Ayağım bir taşa takıldığında dengem bozuldu. Kolumdan tuttuğunda göz göze geldik. Dengemi sağladığımda ayağımı sağa sola oynattım. "Pazarlık mı yapıyoruz?" Diye sordum, güldü. "Beni istemiyor musun? Al sana bir fırsat. Ayağın iyi mi?" Başımı hafifçe sallayıp ona bakmak için çok az geriye attım. "İyi teşekkür ederim. Numara istiyorsan sorguya geldiğinde orada alırsın." Derin bir nefes aldı. "Anlaştık." Arabanın yanına gelmiştik. "O zaman iyi geceler." Dedim gülümsemeye çalışarak. Başını salladı. Ellerini cebine koyup beklemeye devam ederken ben arabaya bindim. Aynadan baş selamı verip motoru çalıştırdım. Park alanını geride bırakırken gözüm geriye kaydı. Yavaş yavaş gidiyordu. Yola çıkınca gaza bastım. Yaşanılan her koşul ardında kurbanlar oluşturur. Bu dev yığın zamanla üst üste binmiş ölü cesetlerin insanlık tarihine ismini geçirmesi ile bilinir. Her koşul bir katil ve bir kurbanın var oluşu ile son bulur. Bazen de ucu kapanmaz bir döngü var olur. Katil, kurban. Kurban, katil. "Cansen." Elimdeki dosyayı masanın üzerine attım. Saçlarımı ellerimle geri doğru ittim. "Önay piçine çıkıyor her yol." Bir kaç kez etrafında dolandım. "Aklım almıyor bir savcı neden bunu yapar?" Cansen sessizce beni izledi. "Katili gizliyor." Yutkundum. İşaret parmağımı havaya doğru salladım. "Hem o hem de yardımcısı Ekin, kaza deyip kapatmışlar." Elimi masaya vurdum. "Kaza değil!" Dudağımı ısırdım. "Okudum! Defalarca kez okudum. Annem babamın yanına gidiyor. Arabaya biniyorlar. Saat 10.30. Araba evimizin tersi istikametinde bir uçuruma gidiyor. Ne tesadüf aşağı düşüyor. Annemin karnında bir kesi var. O da tesadüfen araba parçası. Araba parçası nasıl bu kadar pürüzsüz bir kesi oluşturabildi diye sormamış kimse! O arabanın orada ne işi vardı diye sormamış! Hatırlıyorum ben konuştum 9.30 da çıktılar. Eminim." Tekrar dosyayı aldım. "Güvenlik kamera kaydı silinmiş! Tanık yok! Hiçbir bok yok!" Cansen ayağa kalkıp yanıma geldi. Ellerimden tutup yavaşça dosyayı aldı. "Sence neden yaptı bunu?" Dediğinde, "bilmiyorum!" Diye bağırdım acı içinde. Gözümden geçmişin getirdiği koca bir damla yaş aktı. Elimin tersiyle sildim. Bilmiyordum. Az önce yaka paça tutuklattırdığım adam ile yan yana durup yıkılanları beraber izlediğimizi hissettim. Aileler yıkılan enkazın altında kalırken biz yalnızca uzak bir tepeden bakıyorduk. O ağladı. Ben ağlamadım. İntikam istedi. Ben oyun oynadım. İki koşulda da sonuç aynı yerde bitti. Ellerimizi arkada birleştirip yıkılan geçmişten izlerimizi toplamaya çalıştık. Ellerimizi bile kurtaramadık. Yaşanılan durumun kurbanları olduk. Katiller yoktu. Onlar her zaman bir yolunu bulup gitmeyi öğrenmişti. Kötülerin kazanması iyilerin ölümüne bağlıydı. Biz kurban seçildik, onlar kazansın diye. Elimde tuttuğum silahı kafalarına dayadım ama onlar kazanmanın göz boyayan yalanları içinde bu gerçeği görmedi. Kazanmaya devam ettiklerini düşünmelerini istedim çünkü en çok yaklaştıkları an kara basan gibi aydınlıklarını ellerinden çekip alacaktım. Oyunum böylece başladı. Bulutlar yine kümeler halinde dizilip havayı griye boyadığında gazdan yavaşça ayağımı çekip frene bastım. Evin önüne gelmiştim. İnmeden yine bir süre boş karanlığı izledim. Gök aydınlandı. Bakışlarım düşen yıldırımı ucuna kadar takip etti. Başımı direksiyona dayayıp gözlerimi kapattım. Telefonum çaldığında bir kaç saniye daha durup sonra telefonu elime alıp açtım. "Söyle Cansen." "Geçtin mi eve?" Arabanın kapısını açıp aşağı indim. "Geldim." Kapıyı kapattıktan sonra kilitledim. "Sana geleceğim dosyaya beraber bakalım." Apartmana doğru ilerledim. "Bekliyorum." Dediğimde telefonu kapattı. Kulağımdan çekip içeri girmek için anahtarı çıkardım. Kilidin tok sesinin ardından tek elimle gücümü kapıya doğru verdim. Kapı açıldı. Merdivenleri çıktım. Eve girdiğimde ayakkabıları elime alıp kenara koydum. Odama geçip üzerindekileri çıkardım. Banyoya girip kısa bir duş aldım. Üzerime siyah sweatshirt ve siyah şortumu giyip saçımı üstten topuz yaptım. Kapı çaldığında odadan çıkıp kapıya doğru ilerledim. Delikten baktım. Kapıyı açtım. Cansen içeri girip bana baktı. "Nasıl bir gün geçirdik biz?" Diye sordu. Kaşlarımı kaldırdım. "Hiç sorma. Kahve?" Ayakkabılarını çıkarıp kenara koydu. "Zirf seçenekli olanı alalım." Başımı salladım. "Duşa gir istiyorsan sonra başlayalım." Başını olumsuz anlamda salladı. "Rahat bir şeyler versen yeter." Odadan bir kaç parça kıyafet getirdim. Elimden alıp banyoda üzerini değiştirdi. Ben de o sırada kahveleri yaptım. Mutfak masasına oturdum ve bilgisayarı açtım. Cansen geldiğinde gözüm kısa bir süre ona kaydı. "Ekin geldi yanına." Başını salladı. Sandalyeyi çekip oturdu. "Hala ilgisi var. Üzerine gideceğim ama asıl o değil Mazhar ile ne oldu?" Yutkundum. "Bir şey mi söyledi?" Dediğimde kahveyi avucuna alıp bir süre tuttu. "Söylemedi ama normal değildi. Seninle alakalı konularda hep çok hassas anlam veremiyorum ama düşündürüyor." Dedi imalı bir ses tonuyla, parmağı kupanın üzerinde dolanırken. "Asıl sorunumuz bundan sonra sen ne yapacaksın?" Diye devam ettiğinde bakışlarım parmağının üzerinde kaldı. "Bilmiyorum," dedim dürüst davranarak. "Yalnızca amacım artık dışarıda elini kolunu sallayarak gezen katili bulmak. Onun için ne yol olursa olsun geçeceğim." Cansen kupayı yavaşça masaya bıraktı. "Ya bir şeylere geç kalırsan?" Yüzüne baktım. "Hayat her zaman bir olasılık sunar." Dediğimde derin bir nefes aldı. "Kutay'a karşı dikkatli ol." Kaşlarımı çattım. "Neredeyse onun hakkında her bilgiye hakimiz korkacak bir şey yok." Cansen derin bir nefes alıp bana yaklaştı. "Her zaman mantık yönüyle bakıyorsun ama duyguları görmezden geliyorsun." Gözlerini kıstı. "Güzel bir kız ve sürekli iten biri." Parmağını şaklattı. "Yani tam olarak ulaşılmaz kadın profilindesin. Otomatikman sana ulaşmayı arzulayacak. Ve bir gün hislerinin oluşması kaçınılmaz son olacak." Yüzüne bakmaya devam ettim. "Sana karşı his besleyen erkek, asıl amacını öğrendiğinde çok da masum kalmayacaktır." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Ha bir de Mazhar var. O ne yapacak onu tahmin etmek mümkün değil zaten." Gözlerimi açıp kapadım. "Yani sen herkese karşı dikkatli ol." Başımı salladım. "Şimdi gelelim konumuza. Önay adamın ailesine de bir şekilde zarar vermiş. Adam şu an nezarette tutuluyor.” Konuşmasını kestim. “Kutay’a söylediği şey hakkında ne düşünüyorsun?” Duraksadı. “Kutay sandığımızdan daha fazla şey biliyor.” Diye cevapladı. “Büyük bir suça karışmış olabilir mi?” Dosyayı elimde çevirdim ve kahveden bir yudum aldım. “Ne gibi?” Dediğinde başımı kaldırdım. “Cinayet?” Gülümseyip başını sağa sola salladı. “Kutay her şey olabilir ama katil olamaz.” Sesli bir şekilde nefesimi verdim. “Nasıl bu kadar eminsin?” Dediğimde omuzlarını kaldırıp indirdi. “Tecrübe. Hiçbir katil öyle bakmaz Ülkü, o ifadeyi tanıyorum.” Bakışlarım Cansen’in yüzünde donup kaldığında konuyu değiştirmek için bilgisayara baktı. “Her neyse bu Kutay’ın bir işler çevirdiği gerçeğini değiştirmiyor. Babası ve onun hakkında kafamızda oluşan soru işaretleri yerini, yakında cevaplara bırakacak.” Diye mırıldanıp bir sayfa açtı. “Önce abinin derdi neymiş, karısına oğluna ne olmuş onu bulalım.” Yüzü bilgisayar ekranın parlaklığıyla aydınlandı. “Bu arada Mazhar sorguya girmeye gitti." Dediğinde kaşlarımı çattım. "Mazhar mı?" Başını salladı. "Şuursuz bu çocuk ya." Diye sitem ettim. "Ben gidiyorum karakola bir şey yapacak adama bu kafayla." Yavaşça kalktım. O sırada Günay’dan bir posta bildirimi geldi. "Sen gelen maili de incele ben Mazhar'ı alayım, hemen döneceğim." Cansen elini yanağına koyup başını salladı. "Koş kurtar adamı ileride lazım bize." Kısa bir bakış attım. "Değil mi potansiyel suçlumuzu araştıramadık daha." Diye mırıldandım. Gülümseyip kahvesinden içti. "Öyle." Ayağıma beyaz spor ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Karakol yakındı ama saat geç olduğu için arabayla gittim. Karakola girdiğimde Günay'ı gördüm. "Günay, Mazhar nerede?" Günay beni görünce yanıma doğru geldi. "Amirim sorgu odasında ama baksanız iyi olacak." Başımı sallayıp omzuna dokundum. Sorgu odasına gittiğimde, kapıda duran polis beni gördüğünde kenara kaydı. "Gel benimle, içeriden adamı alıp nezarete götür." Başıyla onayladı. İçeri girince Mazhar ile göz göze geldik. "Çıkın dışarı." Dedi bize doğru. Derin bir nefes alıp polise işaret verdim. Polis adama yaklaşınca Mazhar sinirle üstüne yürüdü. Bir adım atıp Mazhar'ın önüne geçtim. "Çıkacaklar." Dediğimde sinirle gülüp burnunu kaşıdı, saçlarını dağıttı. Polis ile adam çıktığında yüzüne bakmaya devam ettim. "Yarın yaparsın sorguyu, eve bırakayım seni." Dediğimde sinirle sandalyeye ayağı ile vurdu. "Sana ne!" Bağırınca etrafıma baktım. "Bana bağırma." Diye sakince uyardım. "Ne istiyorsun ya sen benden? Sorgumu ne diye bölüyorsun?" Deyip üzerime doğru geldi. "Hem ben bilmiyor muyum senin neyin peşinde olduğunu?" Gözlerine baktım. Korkuyla kalbim atmaya başladı. Her zaman bir gizli tarafı vardı bize karşı. Ne kadar yıl geçse de üstünden onun hep gizli kalacak yanları olacaktı. Yavaşça belli etmemeye çalışarak arkadaki kameraya baktığımda güldü. "Korkma, kapalı." Tekrar göz göze geldik. "Neyin peşindeymişim ben?" Yüzüme doğru eğildi. "Çok akıllı sanıyorsun kendini. Herkesi inandırabilirsin ama beni değil." Bir adım geri çıktım. "Yanılıyorsun." Dediğimde güldü. "Kendini bir hiç uğruna harcamana izin vermeyeceğim!" Beynimin içinde başlayan kargaşa bedenime de sıçradı. Bu defa da ben üzerine doğru gidip gözlerinin içine baktım. "Öyle mi?" Diye sordum kararlı bir ses tonuyla. "Kendimi bir hiç uğruna harcadığım falan yok." Gözleri kısıldı. "En son ne zaman düzgün bir uyku uyudun söyle o halde." Gizli bir öfkeyle nefes alıp vermeye devam ettim. "En son ne zaman arkana bakmadan bir yolda yürüdün?" Küçük bir adım da o geldi. " En son ne zaman kendine şefkat duydun?" Hala gözlerim gözlerindeydi. Bir şeyleri kanıtlama uğruna geçmişimi yakmak üzere olduğunu görmeden, üstüme gelmeye devam ediyordu. Geçmişim ise tüm zamanlarımın en üstünü kaplamış bir sarmaşık gibi her yere dolanmıştı. Yakmak üzere olduğu şey hayatımın ta kendisiydi. "Nereden biliyorsun sen tüm bunları?" Diye sordum. Cevap vermeden yutkundu. "Cevap ver." Dediğimde çenesini sıktı. "Bilmem belki de kader bizi bir noktada aynı yere bağlamıştır." Sakince nefesini bıraktı. "Sen kimden kaçıyorsun söylesene." Dedi. "Kaçtığım şeylerin başında sen varsın." Diye mırıldandım. Gözlerine bakmayı bıraktım. Çenesi gerildi. "Benden değil, benim sana gösterdiğim şeylerden kaçıyorsun." Başımı iki yana salladım. "Bizzat senden." Kararlı duruşum bozulmadı. Gözlerinin ardında gizlediği hüznün belli edilen tüm hisleri benim çok uzağımdaydı. "Hadi itiraf et." Bir adım daha yaklaştı. "Yalanları öğrenmek uğruna gerçeği harcıyorsun." Nefesi yüzüme çarptı. "İtiraf et." Dedi yine tam gözlerimin içine bakarken. Derinlerde ulaşmak istediği ruhuma soğuk parmak uçlarının değdiğini düşünerek sakince gezindirdi elini. Dokunduğu ruhum değil korkumdu ve korkum yıllardır derin bir uykuyla gözlerini kapatmıştı. Hissetmiyordu bile neyin onu tuttuğunu. Yalnızca uyanacağı günün rüyalarına tutunup tüm hayatımı kaplayan kabuslardan kaçmaya çalışıyordu. "İtiraf ediyorum." Dedim tek kaşımı kaldırırken. "Her şeyin cevabını bir gün karşına dikilip, gözlerinin içine bakarak vereceğim." Yutkundum. " Kim olduğumu değil," alevler ruhumu kıvrandıracak kadar büyüdü. "Neye sebep olduklarını sana göstereceğim." Yanından geçip odadan çıktığımda sırtımı kapıya koyup çok kısa bir an bekledim. Kalbim deli gibi atıyordu. Duyduklarımı reddetmek istiyordum. Hiçbir şey bildiği yoktu. Önünde durduğum kapı tekrar açıldı. Bileğimden tutan eli yine içeri çekti. Kapıyı kapatıp kilitlediğinde Mazhar'ın yüzüne baktım. "Ülkü bana mantıklı tek bir sebep söyle!" Kolumu çekmeye çalıştım. "Kendini bile bile ateşe atarken seni tutmaktan vaz geçirecek tek neden!" "Mazhar bırak beni gideceğim. Sen de ne halt yiyorsan ye! Adamı döver misin, başına bir şey gelir mi? Umurumda değil." Kolumu biraz daha sıkı tutunca yüzümü buruşturdum. "Neye sebep oldular Ülkü? Kim bunlar!" Yutkundum. "Mazhar dur artık. Cevap alamayacağın sorular soruyorsun." Gözlerini kapattı. Dudakları yavaşça kıvrıldı ve acıyla gülümsedi. "Bir gün konuşacağız ama o gün bu kadar anlayışlı olmayacağım." Dedi. Bir adım geri çıktığında göğsü düzensiz bir şekilde aşağı inip kalkıyordu. "Git." Dediğinde kapının kilidini açıp çıktım. Karakolda hafifçe artmaya başlayan gerilim sırtıma çarptı. Koşar adım giderken, 'Aptal Ülkü. Niye geldin.' Diye mırıldandım kendi kendime. Arabaya bindiğimde derin bir kaç nefes aldım. Yağmur taneleri yavaş yavaş cama düşmeye başladı. Gözlerim karakolun girişinde kaldığında yutkundum. Mazhar kapıda göründüğünde hızlı adımlarını gözlerimle takip ettim. Arabasına binip yola çıktı. Hızla gaza bastığında tekerlek kayarak acı bir ses çıkardı. Gözden kaybolurken damlalar tüm camı doldurmuştu. Motoru çalıştırıp silecekleri çalıştırdım. Yola çıkıp eve doğru sürdüm. Telefonum çalmaya başladığında Cansen'in aradığını gördüm. "Efendim?" Dedim açarak. "Ülkü ben bir şey buldum." Yola bakarken bir gözüm telefona kaydı. "Ne buldun?" Silecekler çalışırken kulak tırmalayan bir ses doldu arabanın içine. "Adamın bir dosyası daha var 2002 yılında." Ayağım frene bastığında öne doğru sendeledim. "Erişim yasağı var. Neyle ilgili bilmiyorum." Kaşlarımı çattım. Kalbimi biri avcuna alıp sıkıyordu. Karakola hala çok yakındım. Geri geri giderek dönüş yaptım. "Benim Günay'a sormam gereken bir şey var Cansen, sen devam et ben öğrenip geliyorum." Telefonu kapatıp hızla karakola tekrar giriş yaptım. Tekerlekler sürterek durdu. Arabadan inip koşar adım içeri girdim. Günay bilgisayarda uğraşıyordu. Kapıdan baktım. "Günay gelsene iki dakika konuşalım." Başını sallayıp yanıma geldi. "Buyurun komiserim." Dudaklarımı yaladım. "Adamın dosyasını ve davetli listesini getir." Günay sıkıntıyla dudaklarını yaladı. "O konuda ben de sizinle görüşecektim. Dosya Savcı Beye gitti ve şu an erişimimiz yok." Başımı salladım. "Davetli listesini getir o zaman." Dosyayı içeriden getirip bana uzattı. Alıp nezarete adamın yanına gittim. İçeri girdiğimde ayağa kalktı. "Adın soyadın ne?" Yüzüme baktı. Kağıdı aşağıda tutuyordum. "Yusuf Eker. Ben ne zaman çıkacağım?" Kağıdı kaldırıp isimleri hızlıca taradım. İsmi davetli listesinde duruyordu. Kaşlarım çatıldı. Bir kaç kez daha baktım ama oradaydı. Yanında parantez içinde 'Önay' yazıyordu. Davet eden oydu. Dudaklarımı yalayıp gülmeye başladım. Oyunuma oyun kattıkları için güldüm. Kendilerini akıllı sandıkları için güldüm. Olasılıkların burada bitmesine güldüm. Adam bana hayret içinde bakarken ben gülmeye devam ettim. Kader bu anı bekleyen bir edayla soğuk gözlerini dikmiş hareketlerimi inceliyor gibi hissettim. Zaman durmuştu. Kulağımda koca bir boşluk uğulduyordu. Saate baktım. 10.00 Kaderin nefesi bu defa enseme çöktü. Parmak uçlarımda yükselip dış kapılarda gözümün kaldığı saatlerin soğuğu kadar soğuk bir nefesti. Tersine akan zamanı şu anda durdurmak için bir nedenim vardı. Kağıdı elimde buruşturup yere attığımda gözüm yavaşça adama kaydı. "Şimdi seninle uzun bir sorguya gireceğiz." Dediğimde anahtarı getirmesi için Günay'a seslendim. Anahtar geldiğinde kapıyı açıp sorgu odasına götürdüm. İçeri ittikten sonra Günay'a baktım. "Ben bitti diyene kadar buraya kimse girmeyecek." Şeyma DALDALLI
|
0% |