@symdaldalli
|
Öncelikle yeniden merhaba.
Bölümü okuduktan sonra ne hissettiğinizi bilmek isterim.
Yeni gelenler var hoş geldiniz.
Hayalet okuyucu olmasanız olur mu bir arkadaş çok üzülüyormuş da...
Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayın, benim için kıymetli. Yapıcı eleştiriler her yazan için önemlidir.
Bana ulaşmak isterseniz:
instagram: seymadaldalli
Seslerin yenildiği bir zihin inşa etmişlerdi. Seslerin yarı yolda kalıp derinlere inemediği bir dünya... Çünkü derinlerde çok başka şeyler vardı. Gerçekleri bulana dek sesler hiçbir zaman olmayacaktı. Karanlık, en az zihnimin içinde yanıp sönen tehlike kadar gerçekti. Ellerime tutunup yavaşça kuşattığını gözlerimi dikip izlediğim camın yansımasında gördüm. Aralanan kapılardan sızan aydınlık bedenimi es geçmeye başladı. Bana dokunmak, bende kaybolmak demekti. Biliyordu. Karanlığımla baş başa kaldım. Bazen karanlık bile yarattığı bedenimde duramazdı, yurt odalarında tek başıma bir savaşın ortasında kaldığımda yanımda olan tek şey boynuma değen eski bir kolyeydi. Öyle parlak ve göz alıcıydı ki yıllar eskitmemiş gibi duruyordu öylece. Kanın sıkıştığı ince çizgileri temizleyememiştim. Metal kolye yeni bir renge ev sahipliği yapmaya başladı. Annemin bana bıraktığı o metalin aydınlığından başka bir aydınlığım hiç olmadı. Karanlık bir tek onu saramadı. Ölülere aydınlık fazla, karanlık az gelirdi. Onlar başka bir kavramın içinde olurlardı. Bu yüzden kolye her kavramdan uzak kaldı. Bir vakit dolup taşan hıçkırıklar olmuştu içimde. Zamanı bile bilmiyordum oysa ben gözü saatlerde takılı kalmış, saati yarımdayken durmuş bir kız çocuğu olarak kalmıştım. Dönen çarkların, akan akrep ve yelkovanın hareketleri gözlerime işlemişti. Baktığım her şeye çeyrek vardı ya da çoktan yarım geçmişti. Tam olmuyordu nesneler. Gözlerim zamanın karşısında yenildi. Hıçkırıklar taşmadı. Susmayı oyunların içinde öğrendim. Zihnim şimdi tıpkı saatlerin çarkları gibi hızla dönüp duruyordu. Bir çark vardı tüm sistemi iptal ediyordu. O çarka ne pahasına olursa olsun elimi soktum. İki ihtimalli bir kumarı elim ve çark başlattı. Ben kazanırsam saat 10.01 olacaktı. O kazanırsa oynayan salise oku da donup kalacaktı. Elimi kolyeye götürüp ucunu avcumun içinde sıktım. Her hareketini göz hapsine almıştım. Odanın içinde olan ahşap kaplamalı sandalyede o otururken, ben etrafında geziniyordum. Tepesinde açık olan ışık yalnızca onu aydınlatıyordu, beni değil. Bana değemiyordu. Adımlarım karanlıkta sakince geziniyordu. İki ihtimal uzandı yine, ya birazdan bana her şeyi anlatmak için konuşmaya başlayacaktı, ya da suskunluğu bozmak için. İki ihtimal de tek bir sonuca çıkıyordu. Konuşmak zorundaydı. Çünkü ona uyguladığım şiddet psikolojisine yönelik bir durumdu. Neden burada olduğunu biliyor ve benim ne kadarını bildiğimden şüphe duyuyordu. Onu şüpheye düşürüp oyunuma çektim. Kolundaki saatin tik tak sesleri odaya dolmuştu. Sessizliği bozan ritimli tını içimi ürpertti ve ben saatin sesinde hareketlerimle yeniden var oldum. "Neden beni buraya getirdin?" Diye sorduğunda tehlikeli bir gülümseme yüzüme kondu. Derin bir nefes alıp dudaklarımı yaladım. Arkasından önüne doğru giderken kollarımı bıraktım. "Ne iş yapıyorsun?" Sorusunu es geçip yönelttiğim soru karşısında yüzü buruştu. Şimdi tam önünde duruyordum. Kafasını eğmiş bir ayağını tedirgince sallıyordu. Ve ben ayağını sallayan bir adam gördüğüm zaman geçmişinin taşıdığı ağırlıktan kurtulması için onu kurtarmak adına çalışıyordum. Kimse bu iyiliğimi görmüyordu herkes zihninde beni kötü polis ilan ediyordu. Daha nasıl iyiliğin dokunabilir insanlığa albayım! Derdi Hikmet olsaydı yerimde. Hüsamettin Tambay ise, saçmalama evlat. Derdi büyük ihtimalle. Fakat albayım görmüyor musunuz? Ben gecemi günüme kattım hep onlar için! Yoksa siz de mi görmediniz? Diye sorunca bu defa albay susardı. Doğruydu. Ben farklı bir uğurda da olsa böyle bir işe kalkışmıştım. Küçük hesaplar yapmadan büyük oyunlar oynayamazdım. En küçükten başladım. Şimdi durduğum yeri görse Hikmet gurur duyardı beninle. O yalnızca oyun yazardı. Ben ise herkesle oynamaya başlamıştım. Albayım yoktu anlatacağım ben de Cansen'e anlattım. Bana saçmalama Ülkü, demedi. Çünkü oyunlarımda diğer başrolü onu yaptım. Böylece saçmalamak kalmadı aramızda. Her şey insanlık adına, her şey insana iyiliği göstermek; düzeni bozanları düzene sokmak için... "Bunun ne alakası var şimdi?" Ellerimi masaya dayadığımda kafası kalktı. Hafif öne doğru eğilip göz kontağı kurdum. "Burada soruları ben sorarım." Tek kaşımı kaldırıp yüzünü süzdüm. "Meslek ne?" Yutkundu. Derin bir nefes alıp kravatını çekiştirdi. "Esnafım, Arnavutköy'de. Küçük bir market işletiyorum." Kafamı yana eğdiğimde, "Öyle mi?" Diye mırıldandım. Gözlerimle onu işaret ettim. "Madem esnafsın bugün geldiğinde seni içeri kim aldı? Her esnafı almazlar." Ellerini aşağı indirmeye çalışınca sakince gözlerim aşağı indirdiği ellerine kaydı. Parmakları ile oynamaya başlamıştı. "Ben kendim girdim." Kaşlarımı çattım. "Kapıya süs diye koymadık adamları, kimin davetlisiydin?" Derin bir nefes aldı. Kaçmak için bir yol aramaya başladı. "Avukatım olmadan cevap vermeyeceğim." Ellerimi yavaşça masadan çekip bir kaç adım geri gidip aynalı cama sırtımı dayadım. "Mesai saatleri dışındayız. Bugün bir avukatın yok." Yine aramızda derin bir sessizlik oldu. Her köşede yakalanıyordu. Beden hareketleri bana çok şey anlatırken adam karşımda susmayı tercih ediyordu. Uzaktan onu izlemeye devam ettim. "Yarın sorguya al o zaman." Sessizliği yine o bozduğunda keyifle dilimi damağıma koyup şaklattım. "Bugün alacağım." Etrafına baktı. "Beni kimse almadı. Ben kendim girdim." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Nasıl oluyor bu Yusuf?" Diye sorduğumda yüzüme baktı. "İyi yalan söylemeyi beceremiyorsun diyen olmadı mı sana daha önce?" Bir eliyle masaya vurdu. Bakışlarım masaya ve eline gittiğinde içimde uyuyan öfke gözlerini açtı. Yüzüne yavaşça tırmandı bakışlarım. Önay'ın başına silahı dayadığında korkunun arkasına saklanan hiddet oturdu göz bebeklerine. Altı boş bir öfke ile baş kaldırmaya çalıştığını bir metre öteden anlıyordum. Öfkesinin tek kurbanı kendisiydi. Hatta öfke bile değildi. Güçlü görünmeye çalışan bir korkak ile karşı karşıyaydım. En ağır vaka diye geçti içimden. Daha kendinin ne olduğunu bilmeyen adamlara, kim olduklarını öğretmek bize düşüyordu. "Yalan söylemiyorum ben!" Karşılarımı havaya kaldırdım. "Dalağını nakışlarım bağırmadan konuş." Yutkundu. Bir kaç derin nefes alıp verdi ve gözlerini kaçırdı. "Avukatımı istiyorum." Sinirle güldüm. Kahkahalarım odanın içine dolunca tedirgin gözlerini üstümde hissettim. "Senin, bir, avukatın, yok." Diye tek tek söyledim. "Çıkar beni o zaman. Sana verecek cevabım yok benim." Dudak büzdüm. "Çok kırıldım." Dediğimde etrafına baktı. Sırtımı camdan çekip karşısına dikildim tekrardan. "Seni davet eden Önay Demirtaş diyorlar. Sen de gittin onu kafasına silah mı dayadın?" Bacağını sallamaya başlayınca tam kaşlarının ortasına baktım. "Yalan söylemişler." Tırnağımla masaya bir kaç kez ritimli bir şekilde vurdum. "Devlet memuruna iftiradan üç yıl hapis yatarsın, dikkatli konuş bak kamera orada." Kamera hâlâ kapalıydı. "Kimseye iftira atmıyorum ben, çıkarın beni artık buradan." Dudak büzdüm. "E ama daha yeni başlamıştık." Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Dur tahmin edeyim." Bir elimi havaya kaldırdım. "Normalde husumetini yaşayamayacak kadar korkaksın. Kaçmışsın yıllarca kim bilir ne zaman öldü karın da şimdi ahkam kestin. Adalet adalet diye ağlarken karının ölümü zaman aşımına uğradı. Asıl meral ettiğim bu kahraman kesilen yüzünün arkasında gizlediğin asıl amacın ne?" Tek kaşımı kaldırıp kafamı salladım. "Boşuna uğraşma." Diye mırıldandı. "Yok ben boşuna uğraşmıyorum." Yanağımın içini dişledim bir kaç kez. "Kutay sana ne yaptı?" Kutay'ın ismini duyduğunda yine öfkelendi. "Benden her şeyimin alınmasına sebep oldu!" Diye tükürürcesine sesini yükseltti. Aldığım tek doğru dürüst cevap bu oldu. Kutay ile her ne olduysa düşündüğümden daha fazlasıydı. "Kutay ve Önay mı?" Derin bir nefes aldı. Gözleri arkamda bir yerde kaldığında elini yumruk yaptı. Parmak uçlarından kan çekilip beyaz boğumlar oluşturmasının ardından dudakları aralandı. "Her şey onun yüzünden." Diye benim sorumu es geçti. Bu sorulardan ilerlemeye devam ettim. "Bugün ki suç eylemin için intikam planını tek başına mı yaptın sana birileri yardım etti mi?" Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı ve yumruk yaptığı eli gevşedi. "Ben tekim komiser, kimsem yok benim." Bir şey söylemeden yüzüne baktım. "Yine mi inanmıyorsun bana?" Kaşlarımı kaldırdım. "Tipinden kaybediyorsun." Dediğimde anlamsız bir bakışla yüzü gölgeler içine doğru kaydı. Arkasına doğru yaslanmasını sakin hareketlerimle izledim. Zaman yavaşça etrafımızı kuşatmaya başlamıştı. Her an kafamda dönen ihtimaller gerçekliğe kavuşabilirdi. Hızlı davranmam ve adamın üstüne yumuşak karnından gitmem gerekiyordu. Her insanın zayıf noktası vardı. "Ben bu yüz hatlarını iyi bilirim." Dediğimde yutkundu. Odaya girmeden önce Cansen, karısına şiddetten dosyası var. Demişti. O dosyayı bulamadığımdan rastgele bir dosya alıp girmiştim içeri. Gözüm dosyaya kaydı. "Karını dövmüşsün, darp raporu almış kadın." Yüzü birden değişti. Yıllar önce vicdanına gömdüğü affedilmenin kokusu doldu burnuma. Telaşı önce göz bebeklerinin altına yayıldı. Karanlıkta kararmak ne demek bunun gibi bir çok göz bebeğinden öğrenmiştim ve arkasından gelecek her cümle yalan olmaya mahkumdu. "Hayır, yok öyle bir şey. Yalan söyledi benden kurtulmak için." Tek kaşımı kalırdım. "Ne yaptın da kurtulmak istedi?" Ellerinin içini ovdu bir kaç kez. Gözü ikinci defa duvarın köşe noktasında takılı kaldı. "Hiçbir şey yapmadım, ben ona dokunmadım." Şaşkınlıkla dudaklarım kıvrıldı. "Yalan söylerken görgü tanığı diye bir şeyin varlığından haberdar olarak mı yalana başvursanız acaba?" Diye sordum. "Anlamadım?" Dudaklarımı yaladım. "Anlamayacak bir şey yok bir yalan daha istemiyorum. Karın senden neden kurtulmak istiyordu?" Yutkundu. "O benden hep kurtulmak istedi. Sonunda başardı. Gitti." Dosyanın üzerine elimi koydum. "Sen mi öldürdün?" Gözünü duvardan çekince göz göze geldik. Ayağa kalktı. "Ne diyorsun lan sen!" Önce gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım. Sonra sakin olmaktan vazgeçtim. Yanına doğru gidip karşısına geçtim. "Bir daha bağır hadi!" Diye gürledim. Öfkem uyanmıştı. Bir adım geri gitti. "Otur!" Diye ondan daha sesli bir şekilde bir kez daha bağırdım. Oturmadı. "Yerine otur!" Çenem gerilmişti. Kıpırdamadığında omzundan tuttum. "Benim oturtmamı ister misin?" Gözümü kırpmadan bakıyordum. Bir kaç nefes alıp oturdu. Elimi çekip eski yerime doğru bir kaç adım attım. "Kuyruk acınıza basınca hepiniz dev kesiliyorsunuz başımıza." Diye söylendim, elim belime gitti. "Bu kadar seviyordun madem neden dövdün lan karını o zaman!" Başını eğdi. Bir dizini sallıyordu. "Dövmedim ben onu." Diye dişlerinin arasından konuştu. Dosyayı elime alıp bir kaç kez yüzüne doğru salladım. "Dövmüşsün işte elimde raporu, resmi var neyine sen dövmedin?" Yutkundu. Dosyaya baktı, ardından gözlerini kapattı. Elleriyle başını ovdu bir kaç kez. Saçlarını öne doğru çekti. "Benden gitmesin diye..." Sonunda kendine de itiraf ederek söylediğinde yüzüm zaferle aydınlandı. "Seni bırakmasın diye dövdün mü kadını?" Başını kaldırmıyordu. "Mecburdum." Dediğinde gözlerimi kapattım. Öfkem damarlarımda kabararak hareket etmeye başladı. "Ağlıyordu bir de karım karım diye, kadına kim bilir daha neler yaptın." Sesini çıkarmıyordu. "Konuşsana! Az önce aslan kesildin şimdi kediye mi döndün." Yavaşça kafasını kaldırdı. Gözlerinde belli belirsiz nem oluşmuştu. "Ne istiyorsun benden?" Diye sorunca rahat bir nefes verdim. Tüm ipler elime geçmişti. Masaya ellerimi koyup öne doğru eğildim. "Önay'ı neden öldürmek istedin?" Cevap vermek için ağzını araladı ama o an odanın içine ikimizin sesi dışında bir ses eklendi. "Ülkü hemen kapıyı aç, savcın adına emrediyorum." Mazhar'ın sesini duyunca duraksadım. "Kutay şu an yanımda Önay savcımın kulağına gitmiş sorguyu bitir emri geldi. Dışarı çık." Derin bir nefes aldım. İhtimallerim yeşil ışık yakarak kesinliğe karıştı. Mazhar'ı duymazlıktan geldim ve Yusuf'un gözlerine bakmaya devam ettim. "Soruma cevap ver." Dediğimde Yusuf bir bana bir de arkama baktı. Çok yaklaşmıştım... "Konuşmayacağım." Masaya doğru yaklaşım. Çok yaklaşmıştım. "Konuşacaksın." Dediğimde yutkundu. "Ülkü sana diyoruz!" Mazhar'ın sesi değildi bu defa konuşan Kutay'dı. Sinirle başımı hafif yana eğip gözlerimi kapattım. "Günay yanınızda mı?" Diye sordum camı yan çaprazıma alacak şekilde geri gidip iki tarafı da görüş alanıma alarak durduğumda. "Burada." Dedi Mazhar. Gözlerim aynada hareket etti ben Yusuf'u gördüm, aynanın ardında üçü duruyordu. "Sorgu ben bitti dediğimde bitecek demedim mi Günay?" Sakin bir şekilde sordum. Biraz sessizlik oluştu. "Dışarı çıkın." Diye devam ettim. "Sen de cevap ver." Diye Yusuf'a döndüm. Yusuf ayağa kalktı. "Çıkarın beni buradan." Diye cama doğru seslendi. "Kendine yalvarışa mı geçtin Yusuf? Sensin o baksana. Kendinden mi korktun yoksa?" Yusuf bir kez daha bana baktı. "Tehlikeyle oynuyorsun. Kendinden vazgeçen birini korkutmaya çalışıyorsun." Dediğinde güldüm. Babam yeni bir surette bana bir şeyler söylemeye başlamıştı artık diye geçti içimden. Tehlikeli oyunları beraber oynamak için yeni bir metot geliştirmişti sayemde. Ya da... Evet hikayelerin kazananı 'ya da'lar olur. "Kendi elinle kendine sıkıp sonra yaralandım diye sızlanamazsın." Dediğimde yutkundu. "Sen hem ölmeyeyim istiyorsun hem de yaranla gurur duyuyorsun. Söylesene," bir adım yaklaştım. "Neye sebep oldun da bir savcı sorgunu yarıda kesmek için bu saate karşıma adam dikti?" Yusuf sertçe yutkundu. Gözleri gözlerimden kaçmak için etrafı hızla tarıyordu. "Ülkü kes şunu!" Mazhar'ın sesi ile gözlerimi kapatıp içimden saymaya başladım. 1,2,3... Yine vazgeçtim. Sinirle elimi yandaki duvara vurdum. Dişlerimi birbirine bastırıp adama doğru yürüdüm. Dibine kadar girdim neredeyse. Sesim yalnızca ikimizin arasında duyuldu. "Sakın bitti sanma, ensendeyim." Diye parmağımı sallayıp gözlerimi bir kaç saniye boyunca kırpmadan gözlerinde misafir ettim. "Ülkü!" Yakasından tutup kapıya doğru sürükledim. "Tamam be!" Kapının kilidini açtığımda karşında Mazhar ve Kutay duruyordu. "Alın." Günay adamı elimden alıp tekrar nezarete doğru götürmeye başladı. Görüyorsunuz albayım insanlık adına insanlık tutuklandı az önce. Kollarına kelepçeyi ben taktım. Görüyorsunuz, beni kanun namına durdurmak isteyenlerle savaşıyorum. Derdi Hikmet yerimde olsaydı albaya. Albay ne derdi? İkisinin arasından geçip dışarı çıktığımda yağmurun yola düşüp karanlıkta beyaz noktalar bırakarak izler oluşturmasını izledim. Ardından boş olan caddeye bakıp öne doğru ufak bir kaç adımla yürüdüm. Konuşmaya çok yaklaşmıştı. Önay'ın bir suçunu belki de bu adam sayesinde yakalayacaktım. Eğer beni durdurmamış olsaydı... Fakat bana bir konuda yanılmadığımı göstermiş oldu. Artık kimin üzerinden ilerleyeceğimi biliyordum. Önay'a yavaş yavaş yaklaşacaktım. Ne olduğunu anlamayacaktı. Başımı kaldırıp gözlerimi kapattım. Yağmur damlaları yüzümden kayarak saçlarıma tutundu. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Diye arkamdan gelip önüme Mazhar geçtiğinde başımı indirdim. "Az önce beni sorgudan sen çıkarmadın mı? Başına iş alma diye beni durdurmadın mı?" Diye sordu. Yağmur ikimizi de ıslatıyordu. Bir adım daha yaklaştı. "Ne bu yaptığın şimdi?" Kaşlarımı çattım. Aramızda milimler vardı sadece. Dibime kadar girmişti neredeyse. Yüzünde korkunun yarattığı bir öfke vardı. Gözleri gecenin içinde saklansa da altında yatan duygular kendini gizleyememişti. Gözleri yüzümde gezinirken damlalar saçlarından akıp yüzünden kaydı. Dudakları kızarmaya başlamıştı. Bakışlarım dudaklarına kaydı. Hafif bir rüzgar esince kokusu burnuma doldu. Onun da gözleri dudaklarıma kayınca yutkundum. "Niye böldün beni?" Diye sorarak bir adım uzaklaştım. Nefes alışverişlerim düzenden çıkmıştı. Sertçe yutkundum üst üste. Kendime gelmek için yukarı doğru baktım. Nefesim düzene girmeyi başarsa da kulaklarımda kalbimin atışını duyabiliyordum. Aramıza bir duvar koyup hislerimin çok gerisinden baktım. Sözleri doğruydu ama hedeflerimiz çok başkaydı. Öfkem kendini yine belli ettiğinde, derimin altından taşmaması için mücadelem başladı. "Konuşmak üzereydi. Niye böldün? Önay Demirtaş neden beni durdurdu?" Ne ara geldiğini anlamadığım Kutay arkadan bizi izliyordu. Siluetini belli belirsiz görmüştüm. Mazhar bana biraz daha yaklaşınca Kutay yanımıza yaklaşmış, onu kolundan tutup hafif geri çekmeye çalışmıştı ama yerinden oynatamamıştı. "Kendisi sorgulayacak çünkü." Başımı sallayıp alayla güldüm. İnanmak ihtimallerden biriydi. Fakat öyle bir masada oturuyordum ki kaybeden taraf hayatını koyuyordu ortaya. Benim onlara verecek veya kokuşmuş yıllarına armağan edecek bir hayatım yoktu. İnandıkları her neyse gerçekten oldukça uzaktaydı. Kutay'a doğru bakışlarım kaydığında bir adım yana kaydım. "Baban bu adamın sorgusunu yapacaksa eğer," ona doğru gidip kolundan tuttum. "Seninle de ben bir konuşayım o zaman." Diye bitirdim. Mazhar önümü kesti. "Şimdi değil Ülkü!" Mazhar'ın elimi tutması ile irkildim. "Buna sen karar veremezsin!" Elimi çektiğimde boşluğa düştüğümü hissettim. Bakışları yumuşadı. "Uyu biraz artık. Yorulmadın mı?" Duraksadığımda göz kapaklarım bir kaç kez kapanıp açıldı. "Yoruldum! Ensesine yapıştıklarımın elimden kaçmasından yoruldum! Adalet arayanların arkasında kapı gibi durup bize güvenin diyememekten yoruldum!" Kutay'ı bıraktım. "Karısını döven leşlerin 'ama ben seviyorum,'larından yoruldum. Beni bölmenizden yoruldum..." Acıyla gülümsediğinde yüzünü inceledim. "Ben hiçbir zaman seni önlemek için araya elimi sokmadım, amacım hedefken bile seni korumaktı. Neden bunu göremiyorsun?" Göğsüm yavaşça inip kalktı. "Bana gelen kurşunu elinle durduramazsın Mazhar." Yağmur hızını arttırdı. "Göğsüm yeter mi?" Bakışlarımı yere indirdim. Yeter... "Yetmez." Dediğimde tekrar Kutay'ın kolundan tutup içeri çektim. Bir süre kimse konuşmadı. Harekete geçtiğimde pes eden bir ifade geçip gitti Mazhar'ın yüzünden. "İyi, neyse merak ettiğin beraber soralım geç hadi." Adımları yanımda yerini aldı. Durdurmadım. Odaya girdiğimizde Kutay az önce Yusuf'un kalktığı sandalyeye oturdu. Yüzü düşmüştü. "Yusuf'u nereden tanıyorsun?" Diye direkt sordum. Derin bir nefes aldı. Gözü Mazhar'a kayıp tekrar beni bulduğunda çapkın bir gülümseme eşlik etti. "E benim avukatım yok." Mazhar ellerini ensesine koyup etrafında gezinirken ben de masadan aldığım peçeteyle yüzümü sildim. "Korkma daha zor sorulara gelmedik." Diye karşılık verdi Mahzar imalı bir tınıyla, Kutay ellerini hafifçe ritimle masaya vururken. " Ne zamandır sektörünüzde kolay ve zor soru ayrımı yapılmaya başlandı?" Kutay manidar bir ifadeyle Mazhar'a doğru baktı. "Ayrıca ben senin sorguna girdiğimi sanıyordum." Diye bana dönüp devam etti konuşmasına. Bir kaç kez alnımı ovdum. Başım ağrımaya başlamıştı. Gözlerim ikisi arasında gidip geldi. "Avukat mı istiyorsun?" Dediğimde belli etmemeye çalıştığı öfkesi yüz hatlarında gizlendi. Telefonu çıkarıp numarasını kaydettiğim Gökay'ı aradım. Bir kaç çalıştan sonra açtı. "Gökay bey kardeşiniz karakolda ifade almam lazım, avukat istiyor ona refakat eder misiniz yoksa sorguyu tek başıma mı halledeyim?" Kutay gözlerini kapatıp elini yumruk yaptı. "Öyle mi avukat dedik be komiser." Diye mırıldandığında, "avukat da beğendiremiyoruz." Diye boş bırakmadan cevapladı Mazhar. Birbirlerini boğazlamak isteyen iki kişi az önce camın arkasından beni durdurmuştu. Bunu yapmayı birlikte başarmış olmalarını ayakta alkışladım. "Geliyorum." Gökay'ın cevabının ardından telefonu kapattım. Elimin içinde döndürüp, "geliyor avukatın." Dedim. Karşısında duran sandalyeyi gürültüyle araya belli bir mesafe koyarak çektim ve oturdum, dirseğimi sandalyenin başına koydum; başımı da dirseğime dayadım. Odada bir sessizlik oluştu. Nefes alışverişlerimi dinlerken yutkundum. İçimdeki soru bekleyen cevaplar karanlıkta filizlenip açtı. Onu besleyen tek şey kuşku oldu. Güven ellerimin arasından kayıp gitti. Mazhar'ın adım sesleri nefesimin gürültüsüne karıştı. Yanıma doğru gelip dizlerinin üzerinde çöktü. "Önay Savcım oğlu için müdahale etmek isteyecek yine. O zaman ne yapacağız?" Gözlerinin içine baktım. "Olan oldu." Dediğimde derin bir nefes alıp ellerini yumruk yaptı ve dizlerimin üstüne koydu. Ardından başını yumruk yaptığı ellerine koyup beklemeye başladı. Teması ile irkildim. Gözlerim saçlarında kaldı. "Keyfiniz yerinde herhalde." Kutay'ın sesi ile yutkundum ve bakışlarım ani bir biçimde ona kaydı, gözü Mazhar'daydı. Cevaplamadım. Mazhar bir süre daha durup yavaşça başını kaldırdı, yüzüme baktı. "Ben sigaraya çıkıyorum." Yavaşça ayağa kalkıp odadan çıktığında kapanan kapıyı ağır göz hareketleri eşliğinde izledim. "Sorularını alayım." Kutay'ın aniden lafa girmesi ile kaşlarımı çattım. "Avukatın yok." Güldü. "Anlaşmamızda ben sana cevap verecektim sen de bana numaranı. Unuttun mu?" Ayağa kalkıp ona doğru yürüdüm. "Avukat deyip durdun her yerde nereden bileyim neyse en baştan söyleseydin ya." Diye homurdandım. "Sevgilinden fırsat olmadı." Sessizce söylendiğinde duraksadım ve o fark etmeden toparladım. "Sevgilim yok benim." Dediğimde başını salladı. Bir dudağı çok küçük mikro bir ifadeyle kıvrılmıştı. Keyif aldığı şey benim midemi bulandırdı. Yandan bir bakış atıp ağzının içinde bir kaç şey gevelerken masaya ellerimi koydum. "Yusuf seni nereden tanıyordu?" Sorumla kaşını kaldırdı bir süre gözlerimin içine baktı, hafifçe nefes alıp geriye doğru yaslandı. "Bir kez babamın davasına baktığı bir sanıktı. O zaman 12 yaşlarında falandım. İçeri girerken babamı tehdit etmişti. Çıktığında çok zaman geçmemişti üstünden ama yine karşı karşıya kalmıştık." Tek kaşım kalktı. "Baban önlem almadı mı?" Omuz silkti. "Gerek duymadı. Böyle tipler çok olur onun çevresinde." Başımı salladım. "Sana çok kızgın ama?" Gülümsedi. "Bir kez benim de karşıma çıktı çünkü çok sonraydı tabii. Yüzünü anımsadım ama kim olduğunu hatırlayamadım. Sonra hatırladığımda uzaklaştırdım kendimden." Başımı salladım. Devam etmesini bekledim etmeyince araya girdim. "Tehdit etti mi?" Dirseklerini masaya koyup sırıttığında beyaz dişleri soğuktan hafif kızaran dudaklarının arasından parladı. Kirli sakalı yüzüne gölge katmıştı. Ela gözlerine de ışığın altında kirpiklerinin gölgesi düşüyordu. Siyah saçları yüz hatlarını tamamlıyordu. Çenesinin bitim noktasında hafif belli olan silik bir beni vardı. "Hep etti ama icraat yoktu. Bugün beni de şaşırttı onun gibi bir heriften bu cesareti beklemezdim." O da benim yüzümü süzüyordu. Verdiği cevaplarla kalan boşlukları doldurmaya çalışırken boşlukların derinleştiğini hissettim. Beynim yalan çanlarını çalıyordu. Bu çocuk çok daha fazlasıydı. Babasının söylemesi ile karakola gelip beni durdurmaya çalışmazdı bile... Eğer ucu ona dokunmuyor olmasaydı. "Kutay." Dediğimde yaslandığı yerden dikleşti. "Söyle." Dediğinde göğsüm yavaşça aşağı inip yukarı kalktı. "Sorgu bitti. Gidebilirsin." Dosyanın kenarında olan siyah kalemi aldım. Bir eline uzanıp avcunu açtığımda hareketlerimi izliyordu. Kalemin kapağını ağzımla açıp telefonumu eline yazdım. Elini bıraktığımda kapağı kaleme kapatıp masaya doğru attım. Kalem biraz yuvarlanıp durdu. Kutay eline bakıp ardından gülümsedi. "Teşekkür ederim komiser. Hiç kolay olmadı ama değdi." Kapıya doğru döndüğümde esnedim. Değip değmediğini sonra anlayacağız, diye geçirdim içimden. Kapının ardından adım sesleri geldi ve kol aşağı inip kapı açılınca Mazhar ve Gökay içeri girdi. "Neler oluyor?" Diye sordu Gökay. Endişeli yüz hatlarında gezindi gözüm. Başımı hiç gibisinden salladım. "Kardeşinizi götürebilirsiniz sorgu bitti." Gökay'ın kaşlarının arası biraz daha derinleşti. "Abi çok şey kaçırdın, karakola gelen sorgu odasında alıyor soluğu, yok mu beni de odaya atacak? Diye düşünürken Ülkü sağ olsun duydu sesimi." Bakışları bana kaydı. Yüzünde eğlenen bir ifade vardı. "Seviyesiz şakaların sırası mı Kutay?" Abisi endişelenmişti. İçimden bir ses Gökay'ın gerçekten masum olduğunu söylüyordu. Diğer yansa hiç kimse masum değildir nasıl görünürse görünsün diyerek beni bir ikilemde baş başa bırakıyordu. "Tamam abi sakin ol bir şey yok gidebiliriz biz de, komiser öyle söyledi zaten." Odadan çıkmak için kapıya doğru yürüdüğüm sırada Mazhar'ın bakışları ağırlığını arttırdı. Yanından geçerken çok kısa bir süre gözlerimiz birleşti. Eşiği geçip çıktığımda geride çok büyük bir yük bıraktığımı hissettim. Arabaya hızlı adımlarla gidip kapıyı açtım. Koltuğa oturup motoru çalıştırdım ve gaza bastım. Aşırı uyarılardan koruma sadece dıştan gelen uyarılara karşı etkindir, içten gelen dürtü taleplerine karşı koruma sağlanmaz. Diyordu Freud. İlk planın kendini açıkça belli etti. Dışa karşı surlarla kendilerini korumaya çalışan herkesin yanında olup içlerinden bir noktadayken oyunu bitirecektim. Herkes o oyunu benim oynadığımı sanacaktı. Ben sadece zemin hazırlayıp uzaktan izleyecektim. Herkes oyun bittiğinde benim oynayıp da yenildiğimi düşünecekti ben ise hiç oynamadan bir zafer elde edecektim. Elim yavaşça boynuma gitti. Kolyeye dokunup biraz daha gaza bastım. Zihnimin içinde karanlık bir orman belirdi. Bir çok göz ağaçların ardından beni izliyordu. Geçmiş ve gelecek o ormanda şimdinin etrafında toplanmıştı. Yalnızca tek bir gerçek uğruna, ellerim titreyerek o ormanı ateşe verdim. Geçmiş ve gelecek aydınlandı fakat daha hiçbir şey netleşmeden bir anda kül oldu. Gözler ortadan kayboldu. Geçmiş, gelecek, şu an içinde olanları da yok ederek küle çevrildi. Bir tek ben yanmadım. Yakanlar yanmazdı. Bir şimşek çoğalarak yer yüzüne indiğinde etraf aydınlandı. Arabayı park edip motoru kapattım. Farların sönmesi ile cama yağmur damlaları gürültüyle düşmeye başladı. Bir kaç saniye sonra gök gürledi. "Ülkü." Cansen bana bir kaç kez dokunmuştu. Yatağından gizlice çıkıp yanıma gelmişti. "Efendim?" Diye cevapladım onu, karanlıkta gözlerine bakarak. "Korkuyorum." Biraz doğrulup camdan bakmaya çalışınca etrafın bir kaç saniye içinde aydınlanıp ardından gürültüyle göğü çizen çizgilerle dolduğunu gördüm. "Gök gürültüsünden mi?" Dediğimde başını salladı. "Burada yatabilir miyim?" Yorganın bir ucunu kaldırdım. "Olur ama sabah bakıcı gelmeden uyanıp yatağına geçmen lazım yoksa ceza alırız." Başını salladı. Yanıma yattığında yorgana sıkıcı tutundu. Nefes alışverişleri çok geçmeden düzene girdi. Onun sakinleşmesiyle ben de uykuya daldım. Birinin seslenmesi ile gözlerimi açtım. Sabah olmuştu. Bakıcı yatakların ortasından bize bakıyordu. Diğer kızlar yataklarında oturmuş bakıcının gözlerinin aksine korku dolu ifadeyle, bizim yatağımıza bakıyordu. "Cansen!" Diye bağırdığında Cansen de birden doğrulup etrafına baktı. "Yataklarınızdan çıkamazsınız demedim mi?" Cansen'e baktığımda yutkundu. "Korktum." Diye mırıldandı ama onu bir tek ben duydum. "Cezalısın!" Cansen ile göz göze geldik. Yağmur damlaları arasına bir gürültü daha karıştığında kafamı eve doğru çevirdim. Etraf tekrar mora çalan bir aydınlığa kavuştu. Cansen'i camda duruyorken gördüm. Gözleri araba camını aşıp beni bulmuştu. Göz göze geldik. *** "Meziyetsiz! Sen benimle nasıl böyle konuşursun ben göstereceğim sana!" Fazilet abla kapattığı telefonu masaya koydu önce. Sonra bir şey unuttuğunu fark edip mutfağa döndü, hiçbir şey unutmadığını da yarı yolda hatırladı. Eski yerine oturdu. Birce sabah epey erken bir saatte bizi arayıp annem kahvaltıya çağırıyor demişti. Fazilet abla çok otoriter, saygın ve tanınan bir avukattı. Sinirleri çok çabuk yükseliyordu. Birce'nin bir de ablası vardı. Kainat. Fazilet abla Kainat ile sürekli atışırdı. Onları çok uzun yıllardır tanıyorduk. Artık diğer kızları gibi davranıyordu Cansen'e ve bana. Her zaman gösteremese de şefkatle bakan gözleri bize oldukça iyi gelirdi. Sarı saçlı, kahverengi gözlüydü ve her zaman takım giyerdi. Kainat'ta saçı ve takım giyme huyuyla ona benziyordu. Tel fark Kainat'ın saçları daha kısa ve arkası çok az bir hizaya kadar kazınmıştı. Birce ise kestane kahvesi uzun saçları ve ela gözleriyle bir de çiçekli elbiseleriyle ikisinin de çok dışında kalıyordu. "Kainat söylediğim davayı hallettin mi?" Kainat çatalına batırdığı peyniri ağzına attı. "Yoo. Hangi dava?" Hareketleri hala tam olarak normale dönmemişti ve bu da gece eve geç geldiği anlamına geliyordu. Fazilet abla gözlerini kısıp baktı. "Sen dün neredeydin?" Biraz daha yaklaştı masanın ona yakın olan kısmına. "Kıvırcığın yanına mı gittin yoksa?" Kainat duraksadı, başını anlamsız çehresiyle sağa sola doğru olumsuz anlamda salladı. "Başladı bizim mesai, anne kıvırcık kim ya?" Fazilet abla elini salladı. "Meziyetsiz!" Dedi yine. "Daha dün gece kiminle olduğunu bilmiyor." Birce konuyu dağıtmak için iyi kardeş iplerini eline alıp araya girdi. "Dün ne olduğunu tahmin edemezsiniz." Fazilet abla onu da eliyle susturdu. "Sonunda biri Önay'ın kafasına silah dayamış." Diyerek memnuniyet dolu yüz ifadesiyle zeytin çiğnemeye başladı. "Anne hemen nasıl haberin olabilir ya?" Diye sitem etti Birce. Fincanı tutup yavaşça çayını içti. "Sabah sabah beni hangi meziyetsiz rahatsız etti sanıyorsun? Ben göstereceğim ama o saçsıza." Kainat yüzünü buruşturdu. "Eğer Önay amca seni dava ederse ben seni savunurum anne." Fazilet abla fincanı yerine koyup Kainat'a baktı. "Hadsiz." Dedi ardından yavaşça Cansen'e döndü. "Bir haftadır bana ne sen," ardından bana döndü. "Ne de sen geldin. Unutulduk mu?" Cansen öne doğru geldi. "Olur mu öyle şey hep aklımızdasın ama sen de çok yoğun bir hafta geçirmiştin ondan biraz uğrayamadık." Başımı onaylar şekilde salladım. Bana gözlerini kısıp baktı. "Sen hiç araya girme özel olarak ifadeni alacağım. Sen dün gidip silahlı sahtekarı tek başına sorguya mı aldın?" Bakışlarımı kaçırdım. "Bir dakika ne yaptı?" Birce bana doğru baktı. "Olaylar olaylar..." Dedim elimi sallayarak. Yüzümdeki gülümsemeye, yemezler bakışını her iki cephe de cevap olarak gönderdi. Kainat, "vazgeçtim," diyerek bana doğru döndü. "Eğer savunulmaya ihtiyaç duyarsan ben seni savunurum Ülkü'm." Fazilet abla Kainat'a baktı. "Hadsiz ben varken seni mi çağırır!" Bakışlarım yavaşça ikisi arasında dolandı. "İlla mahkemeye çıkaracaksınız beni." Dedim. Birce bana doğru eğildi. "Niye yaptın bunu? Mazhar girecekti zaten sorguya." Dudağım bir yana doğru düşünür ifadesiyle kırıldı. "Uzun bir konu aslında Mazhar pek sorgu moodunda olmadığı için onu gönderdim sonrası malum biraz sinirler sinirlendi." Fazilet abla saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Mazhar kim?" Birce'ye doğru baktım. "Ekipten biri." Diye kestirip attı, düşen yüzünün altından. Fazilet ablanın telefonu çaldı yine. Ekranı kaldırıp gösterdi. "Bu saçsız beni delirtmeye çalışıyor yine." Dediğinde yavaşça masadan kalktı. Onun kalkması ile Birce bize doğru masanın üstünden atlar şekilde yaklaştı. "Siz ikiniz ne iş çeviriyorsunuz dökülün hemen." Elinde tuttuğu kesme kapasitesi düşük bıçağı salladığında kaşlarımı kaldırdım. "O bıçakla mı?" Diye sorduğumda gözlerini daha da kıstı. "Dökülün dedim." Elimi havaya kaldırdım. "Tamam sakin anlatacağım ama şimdi değil." Kainat dudağını büzdü. "Benden de mi saklıyorsun pop kekim?" Kainat'a baktım. Ufak bir iç çekişin ardından ,"yalnızca annenden." Diye dudaklarımı oynattım. "Ben ikna oldum, kraliçem iğnesini senin uğruna saçsıza her an batırabilir. Onu karıştırmayalım bu işe." Fazilet ablanın sesi duyuldu. "Sahtekarı mı savunacağım ben, çok beklersin!" Önay ve Fazilet abla aynı okuldan mezun olmuş ve neredeyse 35 yıldır tanışıkları olan iki insandı. Birbirlerinden pek haz etmeseler de hiçbir zaman yolları ayıracak kadar büyük olaylar da yaşamamışlardı. Fazilet abla masaya geldiğinde telefonun ucundan ikna etmeye çalışan sesler yükseliyordu. Fazilet abla telefonu hafif kulağından çekip, "Bak sana ne diyeceğim." Dedi. Telefonu kulağından tamamen çekip telefonu Önay'ın yüzüne kapattı, gülümseyerek çayını içti. "Anne ayıp ama." Dediğinde Kainat, Fazilet abla ona baktı. "Aa buldum sen savun beceriksiz tetikçiyi." Kainat yüzünü buruşturdu. "Niye ben?" Fazilet abla omuzlarını kaldırıp indirdi. "Kaybet de hapislerde çürüsün diye." Kainat gözlerini kırpıştırarak bize baktı. "Resmen mesleğime hakaret, dava da açamıyorum annemsin diye kurban olduğum." Siteminin ardından ayaklandı. "Fazilet Hanım yine moodunda ama benim artık kaçmam lazım, malum baroya erken gitmek lazım. Bizim patron hala işe gitmedi çünkü." Annesine göz ucuyla baktı. "Meziyetsiz ne zaman erken gittin sen? Bana diyor bir de! Kıvırcığa mı kaçıyorsun sen işe diye?" Kainat duraksadı. "Ya bu kıvırcık kim?" Bakışları annesinden Birce'ye kaydı. "Kim olacak dün bana resim atmadın mı sen gecenin bir yarısında 'Anne bu bizim olsun çok sevdim ben bunu.' Diye." Gözlerim açılıp Fazilet ablaya bakarken boğazıma çay kaçtı. Öldürmeye başladım. "Ölme yavrum bunlar Kainat'ın normal vakaları." "Ne yaptım?" Kainat'ın da sesi oldukça şaşkın bir tınıya hakimdi. Aceleyle telefonunu aldı. O sırada gözüm Birce'ye kaydı ve dudaklarımı birbirine bastırdım. O da tutuyordu kendini. "Gerçek mi bu ya..." Diye mırıldandı. Sonra hiçbir şey yapmamış gibi duruşunu düzeltti. "Zamanında istediğim kapibarayı bana alsaydın böyle olmazdı Fazilet hanım." Annesi tek kaşını kaldırıp Kâinat'a baktı. "Niye istediğin kapibaranın da kıvırcık saçı vardı da ben mi unuttum?" Birce saatine baktı. "Saça takılma anne. O ufak bir detay." Fazilet ablanın bir kez daha telefonu çaldı. "Gayet büyük bir detay bak şu saçsıza hiç ufak gibi duruyor mu?" Telefonu açmadan önce bize döndü. "Bunu ufak bir ziyaret sayıyorum. Biz çıkıyoruz şununla bir yüz yüze konuşayım. Karnınızı doyurun." Kainat bize el sallayarak çıktı. "Afiyet olsun tuzlu krakerlerim." Dedi bağırarak. Fazilet abla arkasından çıktıktan sonra Birce'ye baktım. Onun da bakışları ikimizin üzerinde geziniyordu. "Benim duygusal dönemlerim diye beni dışlamaya mı karar verdiniz?" Cansen dudaklarını büzdü. "Olur mu öyle şey, niye dışlayalım seni miniğim. En son nişanlını tutukladık diye duygusal olman da çok normal zaten değil mi Ülkü?" Başımı olumlu anlamda sallayıp gülümsedim ve iki parmağımın arasında tuttuğum çaydan içtim. "Yani her şey oldukça normal sen bunların içinde göze batmıyorsun merak etme." Birce yanaklarını ellerinin arasına aldı. "Benin sevgilimi ne zaman bırakacaklar ya masum o, abisi dolandırdı çocuğumu... Milletin dayısı dolandırır bizimkine abisi düştü, biz ne yapalım?" Cansen iç çekti. "Fazilet Hanım bir duysa damadı maphuslarda..." başını iki yana salladı. "Olacakları düşünemiyorum." Birce dudak büzdü. "Canım sevgilim..." Duraksadı ellerini çekip gözlerini kıstı. "Odak değiştirip konu saptırmaya çalışmayın!" Ucu kesmeyen bıçağa davrandı yine. "Yakarım ikinizi de." Başımı yana doğru eğdim. "Savaşa balta diye kürdanla gidiyorsun." Elimi salladım. "Neyse, anlatıyorum." Diye devam ettim. Birce bana bakıp tatlı tatlı dinleme mooduna geçti. "Şu dünkü adam her ne yaşadıysa Kutay'ı suçluyor. Önay onun için dokunulmaz, başına silah dayamak falan tamamen şov. Anlamadığım şey Önay da onu korumak için sorgumu yarıda kesiyor. Adam karım, oğlum diye ağlıyor ama kadının darp raporu varmış. Anlayacağın dün olanlar, söylenenler kısacası yaşananlar yalan, yalan, yalan..." Birce dudağını ısırmaya başladı. "Olayı anlamak için de Kutay yeni rota oluyor o zaman?" Başımı olumlu anlamda salladım. "Mazhar'a psikolog önermem lazım çocuk hem canım nişanlımla uğraşıyor hem de yârini Kutay'a oyundan kaptırıyor ama oyunu bilmiyor." Cansen'in çayından çay kaşığını alıp Birce'nin eline değdirdim. "Ya!" Diye elini kaçırdı. "Mazhar falan yok." Dedim homurdanarak. "Sana göre yok belki ama aşık bu çocuk sana. Cansen sen de mi görmüyorsun Allah aşkına?" Cansen eliyle ağzına bir fermuar çekti. "Ölmek için çok gencim daha Ekin'ı kendime aşık edeceğim." Birce'nin gözleri açıldı. Sandalyesinde zıplamaya başladı. "Savcı olan mı? Biliyordum, biliyordum!" Cansen'de çay kaşığı aradı ama bulamadı. "Kızım bizimkisi görev aşkı, Allah Allah!" Birce başını salladı. "Göreceğim ben ikinizi de," ellerini düz bir zemin gibi yapıp çenesini koydu ve uzaklara daldı. "Her ne kadar benimki zindanlara düşmüş olsa da bizi aşk kurtaracak..." Cansen öne doğru eğildi. "Beni para kurtarır anca o da miktarca fazla olması şartıyla." Birce yüzünü ekşitti. "Dedi ve Ekin'ın aşkından divane oldu." Diye devam ettirdi konuşmasını. Cansen göz ucuyla bana baktı. "O değil de Fazilet abla ne yaptı acaba?" Birce iç çekti. Çatal hafifçe arasında durduğu parmaklarının içinde sağa sola oynayıp bir salatalığa saplandı. Salatalığı ağzına atıp yavaş yavaş çiğnerken önce bana ardından Cansen'e baktı. "Önay amca için masraftan kaçmayıp fıstıklı helva kavurma yapsam mı acaba?" Cansen güldü. "O derece diyorsun yani?" Birce başını salladı. "Annemden bahsediyorsak..." Duraksadı. "İyi de Önay amca niye böyle bir şey yapsın? Hadi yaptı diyelim annemden yardım isteyecek kadar ne yaşadı?" Gözlerini kıstı, "annemle biliyorsunuz bu konular için nadir görüşürler. Ballı krakerim adamı her seferinde haşladığı için." Omzumu kaldırıp indirdim. İhtimallerden emindim, nedenler bilinmezlikteydi. Benim için önemli olan şey ise artık nedenler değildi. Her insan seçimler arasından çıkarak hayatını kurardı. Hiçbir seçim başkalarının sebebi olmazdı. Yahut sonuçlar için aranan suçlu uzakta değil insanın bir ayna kadar uzağındaydı. "Öğrenmek için bugün Arnavutköy'e gidiyoruz kızlar. Hazırlan minik asker." Birce ayağa kalkıp dört parmağını alnına kodu. "Hemen komiserim." Deyip odasına doğru koştu. Aramızda 1.60 olan tek minik Birce'ydi. Yaşını göstermiyor ve sevgi dolu dünyasında her şeyi güzelleştirerek yaşıyordu. "Mazhar'ı da ilk Birce tahmin etmişti eğer Ekin sapsızına aşık olursam beni Muş'a sürgün edin veya kodese kapatın emin değilim şu an tam olarak ne istediğimden." Başımı olumlu anlamda salladım. "Gözümüzün önünde ol kodes iyi." Çatık kaşlarının arasından bana bakıp gözlerini kıstı. Sesini Fazilet ablanın sesine benzeterek, "Meziyetsiz!" Dedi. ŞEYMA DALDALLI
|
0% |