Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Bölüm 6: 'Olasılık Çemberi'

@symdaldalli

Yeni gelenler var, hoş geldiniz...

Bölüm telafi bölüm niteliğinde, esas bölüm yakında gelecek. O gelene kadar bol yorum ve oy yaparsanız sevinirim.

keyifli okumalar...

.

"Benden sakladığınız başka bir şey var mı?"

Fazilet abla etrafımızda bir tam tur atınca gözüm, Bora'ya kollarını dolamış ve başını göğsüne yaslamış, arada bir kafasını kaldırıp çocuğun yüzüne ve saçlarına dokunan sonra tekrar eski haline dönen Birce'ye kaydı.

-Birkaç saat önce-

Cansen, içeri girmek için evin kapısına oturmuş, eli yanağında bizi bekliyordu. Araba durdu, Mazhar hızlıca inip kapıyı sert bir şekilde kapatınca bir süre sırtında kaldı gözlerim. O sırada Cansen'in bakışları, çatılan kaşlarının arasından ikimizin arasında gidip geldi. Kapıyı açıp aşağı indim, yanlarına doğru yavaşça yürüdüm.

"Kavga mı ettiniz?" Elini yanağından çekti, parmağını bize doğru uzatarak sağa sola salladı. Bakışlarım Mazhar'a kaydı fakat o yüzüme bakmak yerine kapıya baktı.

Görmezden geldiği yanım ayna karşısında kollarını kendine dolayıp içine kıvrıldı. Alışkınım ben, derken gözlerini hareket eden her nesneden kaçırdı.

"Fazilet Hanım nerede?" Mazhar Cansen'e doğru dönüp sorduğunda, nefesimi bıraktım. Aynada var olan görüntü yavaş yavaş silindi. Önümde yeni bir yansıma oluşunca boğazımda bir baskı oluştu. Ne için savaştığım, aykırı bir görüntüyle bana tekrar hatırlatılırken sessizce öfkesini kabullendim.

Cansen kaşlarını kaldırıp, "Durum o kadar vahim diyorsun." Dedi ve ayağa kalkıp üzerini çırparken bir süre gözlerimde gördüğü derin acıya baktı. Günün yorgunluğu görünmez bir şekilde göz altımdaki çukurlara dolarken yutkundum.

Karanlığın örtemediği bazı şeyler vardı.

Duvara çizdiğimiz çiçek resimlerinde, annelerimizi ararken bunu karanlıkla gizlemeye çalışmamız ama yakalanmamız gibi. Tüm insanlığa meydan okurken birbirimize sarılıp ağlamalarımızı gizlediğimizi sanırken, umursanmadığımızın farkına varmamız gibi ve o sokakta, Mazhar'ın beni arabadan izlerken yaşadığım korkuyu görmemesi gibi...

Aslında karanlık, gerçekleri gizlememişti, her şey tüm çıplaklığıyla yüzlerde izlerini bırakmıştı. Onlar sadece görmeyi reddetmişti, tıpkı şu an olduğu gibi.

"Sonra." Dudaklarımı oynattığımda gözleriyle onayladı. Ufak bir adım atıp kapıya yöneldim. İçimdeki gürültüleri duymazdan gelmek için her ne kadar attığım adım geriye doğru olsa da, şu an ilerlemek zorundaydım, önce Birce ile konuşmamız gerekiyordu.

Geride yeni acılar peyda oldu. Arkamdan seslenmelerine sırtımı döndükçe, gölgeleri büyüyordu. Ve gölgeleri büyüdükçe daha çok arkamı dönüyordum. Sonsuz bir döngü içinde o büyük gölge ve ben başka bir savaş halindeydik. Kimse kazanmıyordu fakat en çok ben yeniliyordum.

Cesaret ellerimde ufalanıp etrafa, esen rüzgarlarla dağılırken, gölgeden kaçıp saklanacak bir yer arıyordum. Issızlığın ve kuraklığın ortasında, saklanacak yerin olmadığı bu yerde kumların arasında bata çıka ilerlerken gözlerime dolan kum taneleri görüş açımı engelliyordu. Ne zaman güneş ortadan kaybolsa ve dondurucu soğuk ortaya çıkıp gölgeleri silse o zaman durup bir köşeye siniyordum. Bu defa da varlığını bana göstermek için, kaba ve kalın sesiyle masal anlatmaya başlıyordu.

Kurt ve kuzu.

Soğuk yavaş yavaş içine çekerken gözlerimi kapatıp teslim oldum. Kurt kılığında yanıma sokulan gölge, gözlerime bakabilse kuzu göreceğini sanıyordu fakat orada olan şey kara deliklerle dolu bir olasılık çemberiydi.

Son adımı attığımda zihnimin sesini susturmaya çalıştım. Zile basıp beklerken Cansen, ikimize baktı. "Bayılması üzerine bahis açıyorum. Üç yüz lira."

Birce, elinde bir kavanoz çikolata, dudaklarında çikolata izleri, paçasının biri aşağıda biri yukarıda ve saçları dağılmış bir halde kapıyı açtı.

"Aa siz mi geldiniz?" Gözleri parlamıştı fakat Mazhar'ı görünce kaşları havaya kalktı, "Sen de mi Brutus? Bensiz niye toplandınız ya!" Diye çemkirerek hepimize kötü olduğunu düşündüğü bakışları yolladı. Mazhar ağzını açtı ama o konuşmadan Birce tekrardan konuşmaya başladı.

"Beni o kadının yanında bırakıp gittiniz sonra abla beni zorla yemeğe götürdü ve oğluna almaya çalıştı. Zor kaçtım ağlaya ağlaya geldim eve!" Cansen'den aldığı bakışları üzerimde gezindi.

"En çok sana küsüyorum Ülkü kuşum, beni o halde bırakıp," elbiseme dokunup havalandırdı. "Böyle güzel güzel giyinip nereye gittin?" Diye devam ederken başımı yana eğip bir süre de öyle bekledim.

"Benim Boram mahpuslardayken, ben depresyonlardayken... Çok ayıp hiç yakıştıramadım size. Yani tamam ben depresyona girdiğim için yerimi doldurmaya çalışmanızı anlarım ama benim yerimi bir erkekle doldurmanızı anlayamam." Bakışları Mazhar'a kaydı.

"Kişisel algılama Mazhar." Diyerek gülümsedi. Daha fazla beklemeden omuzlarından tuttum ve içeri doğru yürümeye başladım. Önümde Birce arkamda diğerleri salona giderken Birce susmadan ve kimseye fırsat tanımadan konuşmaya devam etti.

"Gerçi bir işin vardı senin belki özel bir görüşmede de olabilirdin ama o zaman niye hep berabersiniz?" Birce bir düşüp bir yükselip söylenmeye devam ederken, geniş koltuğa oturmasını sağladım. Oturduktan sonra boy farkımız oluştu, kafasını kaldırıp bana baktı ve masum bir şekilde gülümsedi. Elindeki kavanozu alıp arkamdaki masaya bıraktım. Gülümsemeyi bıraktığında kaşları gerildi.

"Bir şey olmuş." Diye mırıldanırken gözlerimiz birleşti.

"Ay ne oldu? Kötü bir şey olmuş belli. Niye kimse konuşmuyor?" Mazhar'ın elindeki dosyaya kaydı gözü.

"Bora değil mi? Ne oldu, başına bir şey mi geldi? Tuvalette şişlemişler mi, ne olmuş?" Bir an kaşlarım çatıldı. Geceleri yatmadan önce Bora'nın şişlenme ihtimaline karşın, şişlenmeme ritüeli yaptığını söylediğinde ciddiye almamıştım ama gerçekmiş. Çocuğun şişlenmesinden korkuyormuş...

"Balım sakin ol konuşacağız ama önce seni bir düzeltelim." Elime bir peçete alıp yüzünü sildim. Saçlarını da elimle düzeltmeye çalıştım. Saçları o kadar dağılmıştı ki sağa attıklarım ne sağa ne de sola uygun duruyordu. Bir kısmı havaya uçuyor bir kısmı yamuk bir şekilde kıvrılıyordu. Pes edip nefesimi bıraktığımda göz göze geldik. Gözleri dolu dolu bana bakıyordu.

"Korkma." Dedim elini sıkarken, "Korkacak bir şey yok sadece annenin artık devreye girmesi lazım çünkü Bora'nın mahkemesi öne çekilmiş." Sözlerim bittiğinde Birce'nin gözüne tutunan damla kayıp gitti.

Başını iki yana sallayınca Cansen peçete uzattı. "Ya çıkamazsa?" Dediğinde, kapıdan anahtar sesi geldi. Kilit tok sesle açılınca ayağa kalktım. Fazilet abla salona bakıp önüne döndü tam geçmek üzereyken bizi fark edip durdu.

"Niye toplandınız böyle hayırdır?" Dediğinde Cansen, sorma gibisinden ellerini kaldırıp indirdi. Birce de parmağının kenarını ısırarak ayağa kalktı ve bir sağa bir sola doğru yürümeye başladı.

"Ne oldu?" Çatık kaşlarının arasından bakan Fazilet abla cevap alamadıkça sinirlendiğini belli ederken, Birce "Anne Bora'm yok!" Diye sızlandı.

Fazilet abla içerde dönüp duran ve sonra hızını alamayıp kendini bir koltuğa bayılmak suretiyle atan Birce'ye baktı.

"Dedim ben! Üç yüz liraları alayım." Cansen bana ve Mazhar'a elini uzatarak parmaklarını aşağı yukarı sallayınca gözlerimi kapatıp başımı geriye attım. "Neyse borç kesesine yazıyorum." Diye mırıldandı sessizleşmeye karar vererek.

"Ne demek yok koca adam bir anda nereye kayboldu?" Fazilet abla bizi es geçtiğinde Birce elini kalbinin üzerine koyup bazı garip hareketleri yapmaya devam etti. Bir yandan da ağlamaya başladı, Kâinat sesleri duymuş olacak ki merdivenlerden koşarak indi.

"Ne oluyor be?" Diye soru dolu bir sesle Cansen'in omzuna yaslanıp içeri baktığında Birce, birden hem ağlamayı bırakıp hem de hareketsiz kalıp karşıdaki duvara bakmaya başladı.

Kâinat kaşlarını çatıp kardeşini bir süre izledikten sonra umutsuz bir sesle cıkladı, "Sonunda kafayı yedi değil mi?" Mırıltıları Fazilet ablaya ulaşmıyordu çok fazla ya da kadın Birce'ye kendine gelsin diye tokat attığı için duymuyordu.

Cansen, şu olay ciddi olmasa Kâinat'a ayak uydururum ama Fazilet abla her an ağzıma sıçabilir bakışıyla, başını iki yana sallarken, "Birazdan hep beraber Titanik gibi batacağız ama bizim kurtulan bir mürettebatımız bile olamayacak." Diye karşılık verdi.

Mutfaktan su getirmek için arkamı dönüp çıktığımda arkamdan bir ayak sesi daha geldi. "Kolonya falan bir şey yok mu?" Mazhar'ın sorusuyla omzumun üzerinden bakıp yürümeye devam ettim.

"Salonda vitrinde vardı galiba en son Fazilet abla bayramda, dayınız gelirse üzerine sıkın, diye bir şişe almıştı. Kime niyet kime kısmet." Mutfaktan bir bardağa su doldururken göz göze geldik, yavaşça kaşları çatıldı.

"Üzerine sıkıp ne yapacakmış?" Sürahiyi tezgaha bırakıp yüzüne baktım. "Belki üstünden bir çakmak geçer, bilinmez." Diye mırıldandım.

"Çevren normal değil." Dediğinde başımı salladım. "Hep çevrem kötü." Tekrar içeri girdiğimizde herkes bıraktığımız gibiydi. Suyu Birce'ye içirmeye çalıştım. Biraz içtikten sonra Mazhar da eline döktüğü kolonyayı Birce'nin burnuna soktu, o da refleks olarak başını geri çekip öksürürken gözlerimi kısıp yüzüne baktım. Çok sürmedi kendine gelmesi, nefes alışverişleri normale döndüğünde Fazilet ablaya baktı. "Anne." Dedi sakin bir sesle. Fazilet abla başını salladı. "Düzgün anlat! Ne oldu?" Birce dudak büzdü.

"Anne Bora hapse girdi ve biz hepimiz bunu senden sakladık çünkü kendi başımıza hallederiz sandık. Ama halledememişiz ne olur çıkaralım şişlenmeden..." Yavaşça bir kaç gözyaşı düştü yine göz pınarlarından.

"Ne? Ne zaman girdi? Ne diye girdi durup dururken?" Fazilet ablanın gür sesini duyunca ürperdim ve bir adım geri çekildim.

"Bunu bana şimdi mi söylüyorsunuz! Halledememişler," gözleri hepimizin üzerimizde gezindi. "Hangi noktada fark ettiniz çok merak ediyorum." Mazhar elini kaldırdı.

"Şey mahkemesi iki gün sonra..." Dedikten hemen sonra çıldıran Fazilet ablanın sinirini zar zor geçirdik bir yandan da ayılıp bayılan Birce'yi ayakta tutmaya çalıştık. En sonunda dayanamayan Fazilet abla, Mazhar'ı yanına alıp odasına gitti, uzun bir süre de çıkmadılar.

"Ben bu abisinin tornasını belleticem nerede arayın çabuk!" Birce ayağa kalkıp kapıya doğru gitti. Cansen, Kâinat ve ben arkasından düz bir ifadeye hiçbir şey yapmadan baktık.

"İnsan kardeşini bile bile şişli olması için bırakır mı?" Yavaşça arkasına doğru baktı. Bizi otururken görünce, "Tutsanıza beni." Diye mırıldandı. "Gayet iyi gidiyorsun güzellik." Dedi Cansen bir parmağını kaldırıp . (👍)

"Ama şu an gitmemem lazım ya, çok sinirliyim kendime ve çevremdekilere her an istemeden zarar verebilirim. O yüzden tutun beni." Bize doğru gelip kolunu uzattı.

Cansen başını geriye doğru atıp yüzünü sabit tuttu. "Yok ya çok zarar verecek gibi durmuyorsun yani en fazla bağırıp, insanları uykularından uyandıracak gibi duruyorsun." Dediğinde Birce dudak büzdü.

"Tehlikeliyim aslında." Kâinat gülmemek için dudaklarını bastırdı.

"Ateşim mi çıktı acaba niye böyle bir üşüme geldi bana. Aa ciddiye alınmamışım o yüzdenmiş." Dedi birce bir koltuğa oturup başını geriye atarken.

"Hapse atsanıza beni de ya, başında nöbet falan tutarım." Kainat kaşlarını çattı.

"Erkek koğuşuna almazlar seni." Birce gözlerini kapatıp nefesini verdi.

"O zaman Mazhar'ı atalım içeri." Fazilet abla ve Mazhar kapıdan Birce'ye baktılar.

"Zevzek," diye sinirle söylendi Fazilet abla. Birce ayağa kalkıp yanına gitti. "Yaşayacak mı?" Fazilet abla onu görmezden gelip Kâinat'a baktı.

"Düş önüme gidiyoruz. Sahip çıkın siz de buna." Çatık kaşlarının altından bize baktı. "Bir tane daha vaka istemiyorum." Diye tane tane konuştu. Birce yanımıza gelip Cansen'le aramıza oturdu ve somurttu. Onlar da üzerlerine montlarını giyip çıktılar.

"Ölmüşüm de dünyanın sonuna doğmuşum gibi bir gün." Kapıya bakıp gözlerini kırpıştırdı. Nefes alışverişlerimiz birbirine karışırken odaya saatin akrep ve yelkovan sesi doldu yavaş yavaş.

Kapanan o kapının ardında kaldık. Saçımı geriye itip etrafıma baktım. Sessizlik evin içine önce ince ince sızdı daha sonra köşe kapmaca oynar gibi etrafımızda dolanmaya başladı. Kim konuşursa onun kaybedeceği bu oyun zaman geçtikçe ağızda kekre bir tat bıraktı.

O an her şeyi daha net görmek adına uzak bir köşe aradım, orada durup tüm ihtimal ve yolları değerlendirmek için fakat bildiğim bir şey vardı o da düğüm önce kendi içinde çözülmeli daha sonra gevşeyen bağların çözümü için fırsat tanımalıydı. Biliyordum, çünkü açmak uğruna kopan tırnaklarıma rağmen hiçbir bağı çözemediğim bir zaman dilimi olmuştu. Yara dolu ellerimin sızısı bir rüzgar kadar uzağımdaydı ve küçük bir kargaşada sızlayan ilk yer tırnak uçlarım oluyordu.

"Hatırlıyor musunuz?" Dedi Birce nefesini bırakıp ellerini birbirine sürttüğünde, Cansen hareketsiz bir şekilde karşıya baktı. Hatıralar yaralı bir şekilde etrafımda dönmeye başladığında göz bebeklerim karanlığı izlemeyi tercih ederek, zihnimdekileri es geçti.

"Sizi parkta görmüştüm, köşede olan o saklanmış, her şeyin çok gerisinde kalmış bankta oturuyordunuz." Dudakları acıyla kıvrıldı.

Cansen ağlayarak koşarken ben de arkasından gittim. Yurt çok gerimizde kalmıştı. Cansen'i ilk defa bu kadar kötü bir halde görüyordum. Önüne çıkan parka girip çalıların arkasındaki banka oturunca ayaklarını kendine çekti. Yanına gittiğimde gürültülü nefes alışverişim aramızda bariyer oldu. Bana bakmadan, "git." Diye mırıldandı.

"Ne oldu?" Yaklaşmaya çalışmadan aramızdaki mesafeyi koruyarak sordum. Bir süre sessizce bekledi. Burnunu çekip gözünden akan yaşla bana baktı.

"O adam geldi yine..."

Birce, "Herkes oynuyordu siz oynamıyordunuz. Onlar gülüyordu, siz sadece izliyordunuz." Diye konuşmasına devam ederken geçmişi hatırladığı için Cansen ayağını sallamaya başladı.

"Baban mı?" Sertçe yutkunup başını iki yana salladı.

"Babam değil o benim. Hiçbir şeyim değil." Bana doğru döndü ve kızarmış gözlerinin arasından çaresizlikle gözlerimin içine baktı. Ulaşmak istediği gözler kimindi bilmiyorum ama o çaresizlik tenime iğneyle ilmek ilmek işlendi.

"Sana bir sır versem bana inanır mısın?"

"O gün siz onları izlediniz, ben de sizi izledim. Ertesi gün gelir misiniz bilemeden geldim, yine oradaydınız bu defa yanınıza oturmaya cesaretim oldu." Hafifçe tebessüm etti.

Sertçe yutkundum ve hafifçe başımı olumlu anlamda aşağı yukarı doğru salladım. Gözünden akan damlaya görüntüm ters bir şekilde asılı kaldığında eliyle yüzünü sildi.

"O çok kötü biri." Gözünden sayısız yeni yaş aktı art arda.

"Ne yaptı?" Sustu. Ayaklarını daha çok kendine çekip tekrar ağlamaya başladı.

Sustum.

"Çünkü fark edilmeden var olmak kolaydı. Fark edilmeden yok olmakla eş değerdi hatta ve haklı çıktım o kadar soyuttunuz ki benim oturduğumu bile anlayamamıştınız." Konuşmasına gülümseyişi karışıyordu gözyaşlarının yanında.

"Ben artık büyümek istiyorum..." Cansen gözlerini silip ileri baktı.

Yarasını anlamaya çalıştım. İdrak edemediğim noktalar olsa da onu bu kadar üzmüş olması sebep aramamama yetti. Bazı şeylerin izahı olmaz derlerdi hep. Haklılardı. Belki de ilk defa bir konuda haklılardı.

"Yavaş yavaş kabullenmenizi beklemiştim beni, sonunda da başarmıştım." Cansen başını ellerinin arasına alıp iki yana sallarken ikisi arasında gezindi bakışlarım. Büyümek isteyen o kız, şu an geçmişiyle tekrar yüzleştiği için küçülüyor ve kuruyan yaralar, kabuk aralarından sızıp soğuk teninde ılık bir iz bırakıyordu. Yarasından sızan geçmiş, geleceğe damlayıp geniş alanlara yayılıyordu.

"Kimse dokunmasın bana!"

"Şu an ne hissediyorum biliyor musunuz?" Dediğinde gözlerim Cansen'den ayrıldı.

"Gelmesin de..."

"Yine o çocuğum, hayat canımı yakmasın diye beni görmemesi için uğraşıyorum." Eliyle yanaklarını sildi.

"Hareketsiz durmak çocukken daha kolaymış ama," güldüğünde Cansen başını iki yana salladı, "Şimdi ne yapsam gözleri üzerimdeymiş gibi hissediyorum." Cümlesi bittiğinde dudağımı yaladım.

Cansen, kaçmaya çalıştığına hazırlıksız yakalanmıştı, bakışlarımızın hiç buluşmaması bu yüzdendi. İçimden bir çok şey kopup gitti.

"Tıpkı o banktaki gibi kimsenin bizi görmemesini engelleyemez miyiz?.." Diye mırıldandı, cümlesine noktayı gözünden akan gözyaşı damlası koydu. Birce'ye sarıldığımda Cansen ayağa kalkıp banyoya girdi ve kapıyı arkasından kapatıp kilitledi. Su sesi evin sessizliğini yok etti.

Birce kollarını bana doladığında ellerim saçlarında gezindi.

"Kutay ile buluştun değil mi?" Diye yüzüme baktığında kaşlarımı çattım. "Mazhar çok sinirliydi." Diye açıklama yaparken nefesimi bıraktım.

"Karışık durumlar biraz, sonra konuşuruz bunları." Beni dinlerken gözlerini kapattı.

"Cansen'e bakmam gerekiyor gibi hissediyorum, sen iyisin değil mi?" Başını sallayıp benden ayrıldı.

"Evet evet, bak sen ona ben de yüzümü falan yıkayayım bir." Ayağa kalkınca yukarı kattaki banyoya doğru ilerledi. Ben de salonun karşısında olan kapının önüne gelip tıkladım.

"Cansen." Kapı açıldığında göz göze geldik. Saçlarının tutamları ıslanmıştı. Çenesi sıkmaktan gerilmişti ve gözleri yine benden kaçıyordu.

"İyi misin?" Başını salladı.

"Evet, Birce nerede?" Elimle yukarıya gösterdim. Başını salladı ve salona geçmek için hamle yaptı. Arkasından gittim, bir koltuğa oturup başını geriye attı, gözlerini kapattı.

"Şu lanet olası günün kapanışını yapabilir miyiz artık?" Diye söylendiğinde pencereden karanlık sokağı izledim. Yukarıdan su sesleri yoğun bir şekilde gelince Cansen gülümsedi.

"Bir insan her kötü olayda duşa girip kendini onarmaya çalışabilir mi ya?" Dudaklarım kıvrıldı.

"En azından çabalıyor." Diye dudak büzdüğümde başını iki yana salladı.

"Çabalıyor." Diye beni taklit etti. O köşede öylece bekledik. Kulaklarımız saat sesinden kamaştı ama konuşmadık. Sessizlikte nefes alışverişlerimiz bile yavaş yavaş silindi saniyelerle, yine sesleri reddettik, insanları ettiğimiz gibi.

Tik, tak.

Ve gelmedi kimse...

-Birkaç saatin ardından-

Gün doğmaya en yakın zamana doğru ilerlerken bir far aydınlattı sokağı, pencerenin önüne geçip baktım. Gelmişlerdi ve yanlarında Bora da vardı. Mazhar ile bakışlarımız birleşince yorgun gözlerinde kayboldum. Arabadan indiler, kollarımı birleştirip izlemeye devam ettim, kapı açıldı. Cansen hafif daldığı uykudan kapı sesiyle, sıçrayarak uyandı. Etrafına baktı. "Birce nerede?" Diye mırıldandı. Arkamı dönerek elimle yukarı katı gösterdim. Su sesleri hala dinmemişti. "İstanbul'un suyunu bitirdi." Diye homurdanırken Fazilet abla önde Bora ve Mazhar arkada içeri girdiler.

"Ben Birce'ye seslenip geliyorum." Dedi Cansen yukarı çıkmak için hamle yaptığında. Sonra durup Bora'yı fark etti.

"Bora sen de mi geldin?" Bora gülümseyip başını salladı. "Geldim, elim de boş değil," biraz yaklaşıp sesini azalttı. "Dedikodum var." Göz kırpınca Cansen Bora'ya hoş geldin demek adına sarıldı. "Az kalsın Birce'yi hastaneye kapatıyorduk iyi ki geldin." Fazilet ablaya baktım.

Fazilet abla elini havaya kaldırdı. "O Kainat'a söyleyin, birazdan hesabı görülecek! Meziyetsiz yuvasına dönmüş ev." Diye söylenerek odasına doğru gitti, Cansen de yukarı, Birce'nin odasına çıktı.

Çok geçmeden Birce'nin 'Ne!" Nidasını duyduk. Cansen de gülerek aşağı indi. Yüzüne baktığımda, "Bora'yı şişlemişler dedim." Diye keyifle oturdu, başımı yana eğdim ve dudak büzdüm. Kainat'ın yavaşça anahtarla içeri girmesini ve başını salona doğru uzatıp içeri bakmasını izlerken bu defa da onunla göz göze geldik.

"Ana kraliçe yok değil mi?" Kaşlarım havalandı.

"Ne yaptın yine?" Diye sorduğumda gülümsedi.

"Boku yedim de ben haber vereyim önden size de ama şey yapayım bir önce çay demleyeyim." Kâinat azar kısmının uzun süreceğini tahmin ettiği için çay demledi, yanına çerez hazırlayıp getirdi. Birce koşarak aşağı indi, nefes nefese üzerine montunu alıp, salonun kapısına geldi.

"Çabuk hangi hastanedeyse gidelim!" Bora ile göz göze geldiler. Birce durup dudağı titreyerek ona baktı.

"Aşkım..." Deyip yavaş yavaş içeri girdi ve Bora'ya sarıldı. "Cansen sana üç buçuk gün küsüm, bir süre görüşmeyelim." Cansen bıyık altından güldü.

"Şaka yaptım alınma ya." Birce yüzünü buruşturdu. Bora çenesinden tutup gözlerine bakınca nefesini verdi. "Gözlere bak kan çanağına dönmüş." Birce omuz silkti.

"Ben o abini var ya önce sıcak zifte oturtup sonra..." Fazilet abla içeri girince Bora Birce'nin ağzını paniklekapattı ve gülümseyerek Fazilet ablaya baktı. Birce önce anlamadı sövmeye devam etti ama sonra annesini fark edip sustu.

Fazilet abla hepimize teker teker baktı. "Dökülün." Diye kollarını birleştirip tekli koltuğa geçti. "Hemen."

Birce gülümseyip Bora ile dip dibe koltuğa oturdu ve ellerini önünde birleştirdi. Başını sağa sola salladıktan sonra, "Anneciğim başka bir suçumuz yok gerçekten." Kainat boğazını temizleyerek araya girdi.

"Anne bence sen hepsinin bir siciline bak, hazır eline böyle bir fırsat geçmişken." Elinde tuttuğu çerezi ağzına atıp yavaş yavaş çiğnedi.

"Sen hiç konuşma!" Dedi Fazilet abla gözlerini kısıp ona doğru döndüğünde. "Evliyim dedin duydum!" Kainat'a baktığımızda derin bir nefes aldı.

"Anne." Dediğinde, Fazilet abla gözünü kısıp başını ne gibisinden iki yana salladı. Kâinat, "Ya ben evlensem sana davetiye yollamaz mıyım?" Diye sordu. Birce kafasını Bora'nın göğsünden kaldırıp gözlerini kıstı.

"Küçük hain! Hangi ara evlendin sen ya? Benim kocam mahpuslara düşmüşken bizsiz düğün nasıl geçti boğazından!" Kainat bu şovla dolu yakarışların ardından gözlerini devirdi.

"Baktım evde enişte kotası bitmiş, ee her eve de bir tane lazım dediler ben de gerekeni yaptım, iyilik de yaramıyor size." Diye sinirle soluğunda Birce'nin dudakları titredi. Gözüm olayların en başından beri sessizce köşede oturan Mazhar'a kaydı. Kısa bir an buluşan bakışlarımızı Mazhar gözlerini çekerek bitirdi.

Birce sakin bir tınıyla, "Bari beni çağırsaydın." Dediğinde, Kainat derin bir nefes aldı.

"Bana bu kadar fazla güven duymanız gözlerimi yaşarttı. Delirtme beni Birce evlenme falan yok. Yalan söyledim adama." Dediğinde, Fazilet abla ayaklanıp bir kaç tur daha attı.

"Bir de marifetmiş gibi söylüyor. Yalana alıştı herkes bu evde!" Diye öfkeyle bağırdı. "Biri hapse girer bana söylemez, biri evliyim der ne niyetle olduğu bilinmez!" Derin bir nefes alıp cümlesini yarıda kesti.

"Hadi benim kızlarım normal değil de sen," Birden bana doğru döndü. "Sana ne demeli?" Sorusundan sonra başımı iki yana sallayıp 'hı' diye bir ses çıkardım.

"Bir sürü şey olmuş, bugün haberim oluyor." Dediğinde yutkundum. "Hem de o kel gelip ben Bora için uğraşırken söylüyor bunu." Saçını geriye itti.

"Neyi, kim söyledi anlamadım?" Gözlerini kısıp başını aşağı yukarı salladı.

"Yok öyle sen benim ne demek istediğimi çok iyi anladın küçük hanım." Çalışma odasının olduğu kata doğru yöneldi.

"Tansiyonum 23/14 falan olmuş olabilir şu an." Elini beline koyup yürürken onu izledik.

"Babamın vasıfsız İhsan için hissettiği şeyleri kınadım diye mi yaşıyorum bunları acaba?" Sesi yavaş yavaş azaldığında Birce ile Kâinat göz göze geldi. İkisi de 'ben değil.' işareti yaptı.

Birce, "Ben sadece kocam hapse girdi onu söylemedim. Sen evlendim diye yalan söylemişsin. Bana diyecek hali yok sensin işte." Dedi. Bu savunması Sokrates'i epey bir geride bırakınca Kâinat yüzünü buruşturup ağzına badem attı ve çiğnedi.

Fazilet ablanın yukarıdan tekrar sesi duyuldu. "Ülkü, telefonla görüşüyorum on, on beş dakika sonra yanıma gel."

Kainat aklına gelen olayla bana döndü. "Bugündü görüşme, halledebildiniz mi?"

Mazhar'ın bakışlarını yüzümde hissettim ve Kâinat'ı başımla onayladım. Bugün o kadar çok olay yaşanmıştı ki, sabah aradığımız adam, Kutay ve Mazhar olayları birbirine girmişti. O yüzden bu konuyu rafa kaldırıp bir kaç gün sonra tekrar bakmaya karar verdim.

"Evliyim mi dedin gerçekten?" Diye yüzümü buruşturup ona doğru yaklaşınca tek kaşı kalktı.

"Sorma, hem de kiminle evli olduğumu duysan herhalde delirirsin, annemi tımarhaneye Birce'yi de," gözü ona kaydı. "O kalır bir süre daha Boracığıyla." Diye devam etti. Birce ayağa kalkınca ona baktık.

"Aşk böceklerim konu bize gelmişken ben biraz Bora'yla konuşmak için müsaadenizi istiyorum. Teşekkür ederim bugün için." Bakışları Mazhar'a döndü.

"Mazhar çok sağ ol çok uğraştın, sana özel kurabiyemi yapıp ayrıca teşekkür edeceğim." Deyip şirin şirin gülümsedi. Mazhar başını sağa sola sallayıp. "Önemli değil her zaman." Diye karşılık verdi. Birceler çıkınca tekrar Kâinat'a döndüm.

"Kiminle diye sormaya çok korkuyorum ama yine de soruyorum. Kiminle evlisin?" Dediğimde içimden arka fon olarak, Ama evlisin... Çaldı. Cansen araya girerek öksürünce ona baktık.

"Ben tahmin edebilir miyim?" Diye parmağını kaldırdı. Kâinat başını olumlu anlamda sallayıp elini açtı. "Tabii lütfen." Dedi sakince.

"Egemen." Cansen parmağını ileri doğru uzatmıştı. Kainat'ın kaşları havaya kalktı.

"Senin istihbarat beni biraz korkutmaya başladı yalnız." Geri çekilip gözleri açık şekilde Cansen'e baktı, o da kollarını iki yana açtı.

"Teşekkür etmekten başka bir seçeneğim kalmadı." Diye mırıldandı keyifle.

Mazhar, "Olay çözüldüğüne göre kalksam iyi olur." Dediğinde Kainat başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayatta olmaz şu an Cansen bana lazım, Egemen mevzusunu bir küçük derinlemesine araştıracağız. Ana kraliçem de Ülkü'yü haşlayacak, onu eve ulaştırması lazım birinin değil mi?" Cansen başını salladı.

Mazhar, "Dayanaklıdır o, halleder kendi." Deyip göz kırptı.

"Gidebilirsin Mazhar." Diye mırıldanıp ayağa kalktım ve Fazilet ablanın odasına gitmek için salondan çıktım, çalışma odasına doğru yürüdüm.

Kapının önüne geldiğimde yutkundum. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıp tıkladım, içeri girdim. Önay yaşananları anlatmıştı büyük ihtimalle. Hangi kısma kadar cesaret gösterdiğini merak ediyordum.

"Gel kızım." Fazilet abla önündeki dosyaya imza atıp kapağını kapattı ve kenara koydu. O sırada yavaşça karşısına geçip oturdum.

"Neden bana anlatmadın?" Diye direkt konuya girince yüzüne baktım.

"Neyi?" Başını yana doğru eğdi. Gözlerine babam gizlenmiş gibi hissedince tırnağım parmak kenarlarımı kazımaya başladı.

"Silahlı saldırı, izinsiz sorgu... Önay'ın oğlu sorgunu bölmek zorunda kalmış." Söyledikleri içten içe rahatlamamı sağladı. Önay'ın karşısına geçip, korkak, dedi içimden yükselen ses.

"O iş biraz karışık aslında, şu an anlatamam ama ben yanlış bir şey yapmadım." Parmak uçlarıma kaydı bakışlarım.

"O meziyetsiz sana çok güveniyor ama nedense benim burnuma pek hoş olmayan kokular geliyor." Tırnağımla parmağımın kenarını kopardığımda, derinin altından sızan kan birkaç saniye içinde kurudu.

"Ne gibi?" Gülümsedi.

"Sen ona güveniyor musun?" Tek kaşı kalkmıştı soruyu sorarken. Cevabını bilmediği soruları sormazdı ve ikimiz de bunun cevabını biliyorduk. Omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Bir insan yaptığı yanlışlara rağmen birine güvenebilir mi?" Dediğimde başımı kaldırıp gözlerine baktım. Kalabalıktayken olduğu halinden sıyrılıp anında anaç yüz ifadesini takınmıştı yine.

"Biraz daha açar mısın?" Sakin hareketlerle gözlüğünü düzeltti.

"Yalanların gerçekleri kirlettiğini söylerdiniz bize hep," Dediğimde gülümsedi. "Gerçekleri gizlemek de yalanları kirletmez mi?" Diye devam ettim.

"Hangi boyutta peki bu?" Anlamaya çalışmak için gözlerini kıstı. Sakince kıvrıldı dudaklarım.

"Fark eder mi?" Başını olumlu anlamda salladı.

"Niyetinden emin misin?" Sessiz kalmayı tercih ettim.

"Aranızdaki sorun ne?" Diye sordu öne doğru eğilip. Derin bir nefes alıp etrafa baktım.

"Ona göre yanlış olan bir şeyler yaptım ama o bunun aslında literatürde doğru olduğunun farkındaydı. İkileminden eğer kendi doğrusunu seçerse evet, o zaman güveni zedelenecek fakat ya diğer doğru? Ona ne olacak?" Diye sorduğumda geri yaslanıp ellerini masada birleştirdi.

"Yani çıkar çatışması oldu. Doğru mu anladım?" Kollarımı bağlayıp geriye yaslandım.

"Bilmiyorum ama aklım karıştı, neden ona silah doğrultan birini korudu? Bu da benim etik ikilemim ve güven zedelenmem olabilir mesela." Kaşları havalandı ve başını salladı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Kızım," Ayağa kalkıp karşımdaki boş olan sandalyeye oturdu. Elini dizimin üzerine koyup, "Benim haberim olmayan bir şey mi yaşadın sen?" Diye sordu. Gözlerine bakarken karnıma yumruk yemiş gibi hissettim.

"Ben bu bakışı Birce ile ilk tanıştığınızda da görmüştüm, yabancı değiller bana." Kırık aynadan kendine bakan yanım kollarını etrafına doğru doladı. Anladı biri, diye mırıldandı. Demek ki anlamak isteyen bakışlarla da anlıyormuş...

"Sana bir şey mi yaptı?" Ailemin katillerini gizledi... Sorusundan sonra yaşadığım boşluk hissinden zorla çıkıp güçlükle başımı iki yana salladım.

"Hayır." Yutkundum. "Ben işimi yapmaya çalışıyorum sadece." Diye mırıldandım. Geri çekilince başını yana eğip yüzüme baktı.

"Bir gün tekrar konuşacağız bu konuları." Gülümsedi. "O zamana kadar yardıma ihtiyacın olur ve yalnız hissedersen buradayım. O meziyet yoksunu da eğer canını sıkmaya kalkarsa haberim olsun. O benim dilimden anlar sadece." Nefesimi bıraktım.

"Tamam, söylerim." Ayağa kalktım. "Teşekkür ederim konuşma için." Dediğimde o da ayağa kalktı.

"Her zaman benimle konuşabilirsin biliyorsun." Başımla onaylayıp geri birkaç adım attım. Odadan çıkınca karşıdaki duvara bir süre baktım. Önay, bunları Fazilet ablaya anlatarak ne yapmayı planlamıştı?

Çok saçma, diye mırıldandım. O an zihnime düşen gerçeğin gölgesi ile perdeye başka bir netlik daha yansıdı. Onun kirli geçmişini bilen herkes, korkusunu tetikliyordu. Bu yüzden de garantiye almaya çalışıyordu. Fakat fark edemediği şey, korktuğu an kendini ele verecek olmasıydı.

Odağım bu defa o gölgeleri izlediğim perdenin altına doğru büyüdü. Her korku bir gün ortaya çıkardı yahut çıkarılırdı. İki seçenek olurdu böyle anlarda. Ya kaçardı insan ya da savaşırdı. Güç göreceli bir kavramdı. Güce direnmek görecenin parçası.

En dayanaklı sandığımız kişi, yüzleşmekten kaçtığı o gizli korkusuna ne kadar dayanabilirdi?

Dene yanıl, hayat bundan ibaretti...

Şimdi olduğumuz noktada artık tüm kartlar bizi bir adım ileri ya da geri götürecekti. Ve uçurumlarla dolu köşelerin ne zaman kimin için belireceği muallaktaydı.

Kara deliklerle dolu olasılık çemberi...

Elimde tuttuğum ilk koz, avuçlarımda derin yaralar açarken bırakmak yerine daha sıkı tuttum. Köpek balıkları kanla beslenirdi. Kokusunu er geç alacaktı. Tuzağı görmek, kan kokusu almak kadar kolay değildi. İç güdü devreye girdiğinde mantığın sesi az çıkardı.

Tırabzandan tutup yavaşça bir adım attım. Bir çok ses zihnimde yankılanmaya başladı.
Merdivenlerin köşesinde bekleyen Mazhar'ı görünce adımlarım yavaşladı.

Sesler yavaş yavaş kayboldu.

"Bitti mi işin? Çıkalım." Ondan bir kaç merdiven yukarıda durduğumda yorgun gözlerle yüzüne baktım.

"Beklemişsin." Başını salladı.

"Bekledim."

(Hep.)

Şeyma Daldallı

...

Loading...
0%