Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 8: 'Bataklık'

@symdaldalli

 

 

 

 

Oy verip yorum yapmayı unutmayın...

 

 

 

 

Keyifli okumalar.
.
.
Instagram: seymadaldalli
.
.

 

 

 

 

Göz pınarıma tutunan damla çekime meydan okuyarak asılı kalmaya devam etti. Sıkıştığımı hissettiğim duvar arasından, çıkış yolu ararken beynimdeki tüm olasılıkları değerlendirmeye başladım. Nereden yürüyeceğimi bilmiyordum. Yolların büyük bir çoğunluğu oldukça karanlık ve çivilerle donatılmıştı. Ayaklarımın altı attığım tüm adımlarla kanamaya başlamıştı bile. Fakat bildiğim tek şey vardı. O da, oyun asıl şimdi başlıyordu.

Az önce hissettiğim çaresizlik değildi, tam olarak ne olduğunu da tarif edemezdim ama bu duyguya yabancı değildi zihnim. Aynısını o yurda ilk adım attığımda da hissetmiştim. Sonra yere yığılan hayatımı uçlarından tutup çırpmış ve havaya kaldırmıştım. Tam o gün...

Önce karanlık odada kaldığımı hissetsem de zamanla ortada bir masa olduğunu gördüm. Masanın etrafında toplanan birilerinin olduğunu fark ettiğimde yanlarına gidip boş sandalyeye oturdum. Kurtlar kuzularla kumar oynuyordu. Herkes ortaya bir şey koyuyor, kaybediyor sonra daha büyüğünü koyup yine kaybediyordu. Kazananların bile kaybettiği oyunu uzun uzun izledim ve sonunda ben de oyuna dahil oldum. Ortaya kendimi koymadım ama yüzünde koyun maskesi olan bir kurt tarafından hayatımın masaya çoktan koyulduğunu anladığımda, ben de yandan bir kurt maskesi alıp yüzüme geçirdim.

Oyun başladı.

Aralarına sızdığımı anlamadılar ama ters bir şeyler olduğunu hissettiler. Sebebini bulamadılar çünkü oyun onlardan sürekli bir şeyler almaya devam ediyordu. Gözlerini masadan çekemiyorlardı. Elimde tuttuğum silahın namlusunu kafalarına çevirdim ve beklemeye başladım. İlk kafasını kaldıran oyundan çıkacaktı ama kimse kafasını kaldırmadı.

Bekledim, oyun uzun yıllar boyunca devam etti.

Ta ki Kutay gelip, benim başıma namlu dayayarak silahı indirmemi söyleyene kadar. Yıllarca beklediğim oyun, bitmek yerine yeni başlangıç için hazırlandığını, acı çığlıklar eşliğinde doğarak anlatıyordu.

Kutay farkında değildi belki ama o masa artık devrilmişti. Kurtlar tüm kuzuları yemişti ve ağızlarının kenarında kan lekeleriyle odadan çıkıp gitmişlerdi. Bizse ellerimizde birbirine uzatılmış namlular ve güvensizliğin yoğunluğuyla birbirimize kenetlenmiştik.

El sıkışmayı bekliyordu, oysa anlaşma kalmamıştı ortada. Yıkım onu da beraberinde alıp gitmişti. Sıkışıp kaldığım duvar dibinden kalkıp ilk adımı attım ve çivilerle dolu yolda yürümeye başladım.

Daha zordu acıya rağmen yürüyebilmek ve görmezden gelmek ama hedefime kısa sürede götürecek olan kestirme yolu bulmuştum. Kutay benim ulaşamadığım alanlara ulaşan maşam olacaktı. İnkar ettiği ve benim de onun doğrusunu kabul etmemi istediği gerçeği gördükçe önce yavaş yavaş o ateşte yanacak sonra iki seçenek içinde ya devam etmeyi öğrenecek ya da pes edip kenara çekilecekti. Hangisinin olacağına ise zaman karar verecekti.

Tik ve tak.

 

Saatten aldığım gözümü önce pencereden dışarı ardından bir süre sonra da ondan tarafa çevirdim. Yüzüne baktığımda kafasını yere eğmiş bir şekilde oturduğunu gördüm. Arkama yaslandım ve kollarımı önümde bağlayıp düz bir ifadeyle hareketlerini inceledim. Kaşlarını çatarak baktığı dünyada sildiği nesneler yavaş yavaş yerine oturuyordu. Yerden kaldırdığı gözleri, koltuktaki dağılmış dosyalara kaydığında odada sessizlik büyüyerek ona, toparlanması için fırsat tanıdı.

Tüm bu olanların nedenini sindirmek için zamana ihtiyacı vardı.

Zamana en çok ihtiyaç duyulan anlar en keskin dönüşlerin yaşandığı anlardır. Yarış arabasının içinde gaza basarak toz yolda ilerlemek gibidir, önünü tozdan zor seçerken bir viraj çıkar ve tek bir hareketle kurtulması beklenir. Direksiyonu kırar ve acı tekerlek sesi, viraja izini bırakıp devam eder. Daha fazla gaza basar, hızlandıkça önünü daha az görmeye başlar ve virajı alamayana kadar bu döngüde devam eder. Sonra...

Aynı viraj vardı önümüzde. Ben direksiyonu kırıp yoluma devam etmiştim şimdi aynı hamleyi ondan bekliyordum.

Kafasını bana doğru çevirip yüzüme baktı. Gözleri yüzümde keşfe çıkar gibi uzuvlarımda yavaş yavaş akıp geçerken yutkundum. Sorgu dolu zihni kendini gizlemeden gözlerine ayna olmuştu. Ve ben gözlerinde sorular yerine, kocaman koltukta kendine saklanıp küçülmüş bedenimi görüyordum. Boynu yutkunmanın etkisiyle hareket etti.

Aynadan silindiğimde bu defa orada gördüğüm, inanmadığına dair gözünde büyüyen hisle kalbim öfkenin kollarına saklandı. İnkar etmesi ve kabullenmemesi durumda şartlar beklenilenden daha ağır olacaktı. Bu defa anlaşma değil zorunlu bir alanda, hayatlarımızı ortaya koymuş olacaktık. Biri yıllardır, karanlıklar içinde iz aramaktan parmak uçları kararmış bir hayatken diğeri aydınlıklarda büyüyen bir hayattı. Ve birinin, tüm ikiliklerde olduğu gibi daha çok kayıp yaşayacağı öngörülen bir durumdu. Soru şuydu, aydınlıkta yaşamış gözler mi karanlıktan ürkecekti yoksa karanlığa alışmış gözler, aydınlıkta mı göremeyecekti?

Aldığı nefesi yavaşça bırakınca çenesiyle dosyayı gösterdi.

"Kim?" Diye sorunca gözlerinde büyüyen soru işaretlerine baktım. İhtimaller etrafımızda yine uçuşmaya başladı, başımı sağa doğru yatırınca saçlarım yavaşça kulağımın arkasından çıkıp omzuma doğru döküldü.

"Biliyor olsam beni beklerken değil devinim içindeyken yakalardın." Dediğimde dosyalardan birine uzanıp aldım ve ona doğru uzatıp, yüzümde oluşan alaycı gülümsemeyle, "Baban usta bir oyuncu, çok iyi saklıyor." Diye devam ettim.

Uzattığım dosyaya baktı, sert bir ifade gelip gözlerine oturdu. Dosyayı geri çekip aldığım yere doğru attığımda diğerlerinin içinde yerini aldı. Kollarımı yine önümde bağlayıp ayaklarımı kendime doğru çektim. Hareketlerimi dikkatle inceliyordu. Durup ona baktığımı görünce gözlerime bakıp ifadesiz kaldı. Saat sesi, aramızda oluşan gerginliği akrep ve yelkovanın arasında sektirmeye başlamıştı. Gözlerimi çekip göz temasını kestim.

 

Yeterince gergindim zaten bir de göz hapsine alması daha da arttırdı bunu. Uzun bakışlardan hoşlanmıyordum ve Kutay normalden de uzun bakarak rahatsız olmamı sağlıyordu.

Bir süre sonra bakışlarını çekip kollarını dizlerine koydu. Öne doğru eğilip başını ellerinin arasına aldı, başını sıkıştırıp ovuşturmaya başladı.

"Neden bu kadar eminsin?" Diye bir anda başını kaldırınca ufak bir nefes aldım. Beyninde yaşadığı ikilem bitmek yerine daha da artıyordu. Ve zamanla azalmayacak aksine kendini koruyarak varlığında yeni oluşumlar katacak şeylerden biri de, bu tutunmak istediği ihtimal olacaktı. Başımı koltuğun kenarına doğru koyup yan bir şekilde yatırdım.

"Tüm hayatımı," dediğimde dudaklarım acıyla kıvrıldı. Kutay çattığı kaşlarının arasından bakmaya devam etti.

"Çocukluğumu, gençliğimi, şimdimi ve hatta geleceğimi bile..." Tebessümüm yavaş yavaş silinirken, sonunda hissi bile kalmadı dudak köşelerimde; buza döndü tüm izler.

"Her şeyimi verdim." Cümlem bittiği an gözünü kapattı. Yaşadıklarımı anlamak ister gibi gelip geçen bir yüz ifadesinin ardından dudakları açıldı ve kapandı. Kafasını yana doğru çevirip seslice nefes verdi.

Başını yine ellerinin arasına alıp sağa sola hafif hafif sallarken hareketlerini takip ettim. Yine dudakları açıldı ve sözcükleri kusmak yerine nefes alıp kapandı.

"Mümkün değil, bu kadar ileri gitmiş olamaz." Sonunda bir cümle kurabildiğinde başını kaldırdı. Gözleri gözlerime değdi. Felaketim olabilirdi ama şiir bir anda o mısrada bıçak gibi kesildi. Kar tanelerinin yanı başına heceler döküldü gecenin içinde.

Hafifçe gülümsedim. Kaşlarım kalktığında yüzüme baktı. Tepkimi ölçmek ister gibiydi ve verdiğim tepki onda savunma oluşturmaya sebep olmuştu.

"Bile bile bir insanı bu duruma getiremez, çok sağlam bir nedene ihtiyacı var." Dediğinde gözleri kapandı ve başını geriye doğru atıp bir süre bekledi. Hiçbir şey söylemedim. Hatta tepkileri, ani bir gerçeği öğrenmeden sonra doğal bir inkara bağlı olduğu için onu anlamaya çalıştım.

"Senin yalan söylemediğini nereden bileyim, hem babam neden birini saklasın?" Dediğinde duraksadım. Kalbim sızladı, üzerini öfkeyle örtüp yüzüne baktım. Kaşlarım kendiliğinden çatıldığında içimde yıllardır uyanmayı bekleyen yanım, gözlerini bir anda açtı.

"Demek ki sakladığı kişi öylesine biri değil," bir parmağımı havaya kaldırdım. "Sana neden yalan söyleme ihtiyacı duyayım?" İkinci parmağımı kaldırdım. "Ve bana verdiğin bir söz var, unutma Kutay." Dediğimde üç parmağıma baktı. Yavaşça elimi indirdim. Yüzüme yansıyan öfkeyi görünce onun da gözlerine sert bir ifade oturdu.

 

"Bana yalanlarla gelmiş birine bu kadar kolay güvenmemi bekleme." Başını iki yana salladı. "Önce sana inanmam gerekiyor Ülkü." Ayağa kalkıp karşısına doğru yavaş adımlar atarak yürüdüm.

Binlerce his canlandı ruhsuz bedenimde. Teker teker gözleri açıldı hepsinin. Zihnimde binlerce sese dönüştü ve kaos ruhumdan taşıp her yere dağıldı.

"İnanmak mı istiyorsun?" Diye sert bir tınıyla sorduğumda başını kaldırıp gözlerime baktı.

"Yedi Sekiz yaşlarımdaydım ben Kutay. Nazlı Abla'nın yanına gidip annemlerin gelmesini beklediğimde ve gelmediklerinde." Geçmiş zihnimde tekrar oynarken kaşlarımı çatarak dişlerimi sıktım.

"Beni alıp hastaneye götürdüler. Ölümle tanıştım, ailemin geleceğini düşünürken bir daha gelmeyecek olmasını tam, orada anladım." Yüzündeki maske oynamadı yerinden, hala mesafeyi korumak istiyordu. Ama gözünün derinliklerinden ince ışık huzmesinin girerek aydınlattığı yerde bir sarsılma olduğunu görebiliyordum.

"Ben de inanmak isterdim, beni alıp yuvaya götürürlerken annemlerin gerçekten bir kaza sonucu ölmesine, her acının bir tesadüf yüzünden ruhuma yama olmasını isterdim; bu eve beni getiren memur gittikten sonra, kalbimde yıllardır görmezden geldiğim o boşluğun bir anda tepemden aşağı boca olmamasını da isterdim..." Ellerimi kaldırıp indirince bacaklarıma çarptı.

"Acının kalbimi karartmamasını, karanlıktan korkmayı, gerçekten büyüyebilmeyi." Başımı iki yana salladım. "Bir anda değil ama," Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Yavaş yavaş çünkü bir anda olan her şey çürüyormuş," tam gözlerinin içine baktığımda yutkundu. "Güvenmeyi, ne zaman yüzümü geleceğe dönsem burnuma toprak kokusunun çarpmamasını, ben de çok isterdim biliyor musun?" Diye cümlem bittiğinde dudaklarım yavaşça kıvrıldı.

"Ama olmadı," Derin bir nefes alıp hafifçe ona doğru eğildim.

"Bazen seçenek yoktur. Artık senin için de bir seçenek yok. Yoluma çıkmayı seçtin, şimdi tüm sebepleri öğrenmişken inanmak istiyorum deyip bir kenara çekilemezsin." Dişlerimi birbirine bastırıp yüzüne baktığımda gözlerini ayırmadan yüzüme bakmaya devam etti.

"Ben de sana güvenmedim ama avuçlarına en kırılgan meselemi koydum, o yüzden..." Nefesim yavaş yavaş döküldü.

"İstesen de istemesen de, inansan da inanmasan da durum bu. Kabulleneceksin Kutay, başka bir şansın yok." Oturduğu yerden aniden ayağa kalkınca aramızdaki mesafe bir anda yok oldu. Geri çekilmeye çalıştım ama kolumdan yakaladı.

"Ne bu şimdi?" Diye fısıltıyla sorduğunda nefesi yüzüme çarptı. Gözlerine bakıp kontrolü elimde tutmaya çalıştım.

 

Karanlığın içinden sızan ışıklar ve kar beyazlığı pencerenin önünde izlerini bırakırken bir kısmı yansıyarak yüzünde can buldu. Gözleri bir çok hisle bana bakarken ben de ona kendimi gizlemeye çalışarak duvarın ardından baktım.

"Ben sana yanında olmak için şans tanıdım ama böyle bir şey yapmamış olsam da bunları," çenesiyle dosyaları gösterdi. "Öğrenmiştim zaten." Başım boy farkından dolayı geriye doğru kalkmıştı.

"Şimdi karşıma geçip beni tehdit mi ediyorsun?" Diye sordu ve yüzüme doğru yaklaşıp dişlerini sıktı.

"Kim olduğunu bilmediğin bir katil var ama suç burada benim aileme mi kalıyor?" Diye devam ettiğinde öfkesi aramızda yayıldı. Gerilen kasları loş ışıkta bile hissediliyordu.

"Ne diye senin ailene kalsın?" Diye karşı çıktım.

"Yedi sülalemi araştıran sensin kızım ne demek senin ailene niye kalsın?" Dediğinde kuruyan dudaklarımı ıslattım. Kaşlarını çatıp gözlerimden aldığı bakışlarını dudaklarıma götürdü.

Nefesimi verip, "suçluya ulaşmaya çalışıyorum sadece, kimseyi suçladığım yok, yol beni nereye getirdiyse oraya çıktım." Dedim. Kolumu çekmeye çalıştığımda daha sert tuttu. Acıyla kasıldım. Yüz ifadem çok geçmeden maskeler arasına tekrar gizlendi.

"Yanlış yerde arıyorsun." Diye fısıldadığında yutkundum.

"Madem inanmayacaksın ne diye anlaşmaya oturdun?" Diye öfkeyle göğsünden itmeye çalıştım ama kımıldamadı, hafifçe kıvrılan dudaklarını yaladı.

"Tamam haklısın, söyle kimden şüpheleniyorsun?" Diye kafasını ritmik bir şekilde salladı. İnanmıyordu. Kolumu tutuşu sertliğini kaybetse de hala tutmaya devam ediyordu. Göğsü bedenime birden baskı yapınca midem sızladığı için gerildim. Çok fazla yakındı, öfkemi ne kadar yakından hissedebiliyordu bilmiyorum ama umursamadığı kesindi.

"Dalga mı geçiyorsun?" Diye sorduğumda çatık kaşlarımın oluşturulduğu boşluğa bakıp kafasını iki yana salladı. Başını yukarı kaldırınca boynu açıkta kaldı, dilini damağına vurup başını indirince yüzümüzün arasındaki mesafe biraz daha azaldı. Yanaklarım yavaş yavaş yanmaya başlayınca geri çekilmeye çalıştım, izin vermedi.

"Ağzına vurmamak için zor duruyorum, bırak." Diye kendimi tekrar çekmeye çalıştım. Bir kaç adım gerimizde olan duvara bir anda sırtım yapıştı. İki kolumu da tek eliyle tutup üstte birleştirdiğinde açılmış gözlerle yüzüne baktım. Kalp atışlarım hızlanmıştı, ağzımdan kesik kesik bir kaç nefes döküldü.

"Vur." Diye mırıldandı boynuma doğru yaklaşıp. Nefesi tenime değince ürperdim. Başını geri çekip yüz hizama doğru geldi. Aramızdaki mesafeyi koruyor olsa da kalp atışlarımın değişimini hissediyordu, bakışlarından belliydi. Gözbebekleri, göz renginin çoğunu kara delik gibi yutmuştu.

 

"Sen de vur." Diye devam etti yüzüme doğru nefesini vererek. Kollarımı çekmeye çalışınca ellerimi tutuşu sertleşti ve göğsünü vücuduma bastırdı. Kendimi geri çekmeye çalıştım ama duvarla arasında sıkıştım. Boşta olan eli yavaşça saçımı önümden itti ve çenemi havaya doğru kaldırdı. Elinin değdiği yerler karıncalanmaya başlamıştı. Kulağıma doğru yaklaştı, sakalının değdiği ve nefesinin döküldüğü boynum yavaş yavaş yanıyordu.

"Bırak." Diye mırıldandım. Gülümsediğini hissettiğimde yüzünü geri çekip yüzümü inceledi. Dişlerimi sıkıp yüzüne baktım.

"Bu noktaya nasıl çıktın bilmek istiyorum." Dedi gözleri gözlerimdeyken. "Bana her şer şeyi şeffaf bir şekilde anlatacaksın ve," yutkunup başını yana doğru eğdi. Dudaklarında bir gülümseme oluştu. "Bir anlaşma daha yapacağız." Diye mırıldanınca yutkundum.

"Bir süre bu olay hakkında düşünmek istiyorum, babama bahsetmeyeceğim ama sana yardım da etmeyeceğim." Önüme saçlarım tekrar dökülünce boşta olan elinin parmağıyla tutamı tutup kulağımın arkasına yerleştirdi.

"Eğer bir parça bile olsa sana inanıyorsam yanında olacağım." Eli yavaşça kulağımın yanından boynuma doğru kaydı.

"Diğer ihtimali henüz bilmiyorum." Diye cümlesini bitirdi. Nefesimi tuttuğumu fark ettiğimde yavaşça nefes alıp belli etmemeye çalıştım. Bana bakıp anlamış gibi gülümsedi.

"Az önce gayet açık bir şekilde sana tek bir yol olduğunu söyledim." Diye öfkeyle soludum elinden kurtulmaya çalışarak.

"Şşh." Diyerek kulağıma doğru yaklaştı. Nefesi yine boynuma doğru dökülünce mideme kramp girer gibi kıpırdandım.

"Büyük konuşma komiser, daha yolun başındayız." Bir anda beni orada bırakıp geri çekilince, boşluk hissi etrafımı sardı ve ayakta durmam konusunda işleri zorlaştırdı.

"En kısa sürede tekrar görüşeceğiz." Diyerek masadan ceketini aldı, konuşmama fırsat vermeden evden çıktı. Duvara tutunarak kulağımda uğuldayan ince ıslık sesini görmezden gelmeye çalıştım ve banyoya gittim.

Lavaboya tutunup suyu açtığımda bileklerimi akan suyun altına getirdim. Vücudum yavaş yavaş suyun etkisiyle kendine gelirken aynaya kaydı gözüm. Boynuma baktığımda nefesini tekrar hissettim ve karnına yumruk yemişim etkisiyle sarsıldım.

İhanet filizleri tırmandı gözlerimden tüm bedenime. Bana dokunduğunda hissettiğim şeyler yüzünden aileme, geçmişime, geleceğime, Cansen'e, her şeye ihanet etmiş gibi hissediyordum. Yanaklarıma ellerimi koyup gözlerime baktım.

Öfkeli yanım aynada belirince göz göze geldik. Başını iki yana sallarken elinde tuttuğu kanlı gömleği gösterdi. "Yürüyemeyeceğin yola girme." Dediğinde yutkundum. Gömlek elinden düşüp yerle buluşunca görüntüsü yavaşça silindi. Ellerimi yanaklarımdan çekip banyodan çıktım.

.

.***

"Ne yani şimdi herkese karşı oluşmuyor mu bu hisler?" Diye sorduğumda, Cansen'in yatağına yan yatmış bir şekilde duran Birce yerde oturan bana acıyan bir bakıp başını iki yana ritmik bir şekilde salladı.

Dudak büzüp teselli arar gibi Cansen'e baktım. Ters oturduğu sandalyenin başlığına kolunu, kolunun üzerine de kafasını koymuş bizi izliyordu. Birce'nin aksine başını iki yana sallayıp takma manasında göz kırptı.

Birce, "Hayır. Sana yaklaşan herkes hislerine dokunamaz." Diye mırıldandı Cansen'i görmemişti büyük ihtimalle yoksa büyük yaygara kopardı.

"Mesela ben Bora'dan önce hayatıma girenlere karşı hep çekim hissettiğimi düşünürdüm ama Bora'dan sonra aslında bu durumun başka bir şey olduğunu anladım." Diye konuşmasına devam etti. Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

"Ee ben ne bileyim şu an hangisini yaşıyorum?" Dediğimde bu haklı isyanım karşısında Cansen dayanamayıp gözlerini devirdi.

"İnanma romantik aşığa beni dinle yakalandığın için panik oldun, o an da anlayamadın kafan karıştı." Diye elini bana doğru uzatıp başımdan yukarı görünmez bir girdap çizdi. Birce'ye göz ucuyla bakınca bize kitlenmiş olduğunu fark ettim, dikkatim ona kaydığında gözlerini kısmış, Cansen'e bakıyordu. Cansen'e çene ucumla gösterince göz göze geldiler.

Birce, "Ya saçma saçma konuşma kızım nasıl anlayamadı? Mideme öküz oturdu, nefesim kesildi diyor. İkisini birleştirince sonuç gayet ortada işte Allah Allah." Diye çemkirdi. Yanında paket halinde bir çikolata duruyordu. Yavaşça ona bakıp elini uzattı sonra kendine hakim olarak elini geri çekti. Konuyu hatırlayınca yatış pozisyonundan vazgeçip bağdaş kurarak kavga moduna geçti. Gözlerim Cansen'e kaydı.

"Açlıktandır." Diye kısa kesti Cansen, Birce'nin uzanıp yemediği çikolatayı açıp bir ısırık aldı. Sonra ona doğru uzatıp ısırmasını bekledi. O sırada Cansen bana bakıp göz kırptı. Birce yüzünü büzüp, çatık kaşlarının ardından ikimize baktı. Çikolataya karşı da omuz kaldırıp boyun büktü.

Bora'yı beklerken çok yediği için diyete girme kararı almıştı ama bağımlılıklardan kolay vazgeçemediği için şu an oldukça zorlanıyordu.

Birden ikimize doğru baktı. "Ne yaptılar kızım size duygularınızı mı aldılar?" Sinirle kızardı yanakları. "Aşık oldun sen bu çocuğa bu kadar basit." Diye bana döndü.

"Yuh." Diye araya girdi Cansen. "Yok artık daha neler." Deyince Birce gözlerini kıstı.

 

"Niye olamaz?" Diye sordu. Cansen bir süre bakıp daha sonra, "Hemen söyleyeyim babası bu kızın ailesinin katline ortak." O an gözlerime bakıp kusura bakma diye iki gözünü kırptı.

Birce, "Kutay'ın suçu ne?" Diye sorunca Cansen de, "Ülkü'nün neydi?" Deyip başını soru dolu gözlerle yana eğdi.

"Bu kız yıllardır neyin savaşını verdi?" Sesi sertleşmeye başlamıştı. Ona bakıp başımı dizlerime koydum. Göz göze geldik ama çok tutmadı bakışlarını üzerimde. Çikolatayı kenara bırakıp tek parmağıyla ağzının kenarını sildi.

Birce, "Belki her şey bu şekilde değişecek hayatında, daha farklı hissedecek... Kaçmasanıza aşktan artık. Hayatınızı yaşamak için tek bir şansınız var." Dediğinde Cansen Birce'ye bakıp gülümsedi.

"Hangi hayat?" Diye sorunca Birce susup bize baktı.

"Tamam kabul ediyorum ağır ve gerçekten başardığınız için de gurur duyuyorum sizinle ama büyüdünüz ve bir şekilde bu noktadayız." Ellerini kaldırıp önüne doğru getirdi ve avuçlarını bize doğru açtı. Derin bir nefes alıp verdim.

Birce gözlerini kapatıp açtı ve derin bir nefes aldı, "Ülkü tamam sen şimdi katili bulacaksın, sonra ne olacak?" Diye sorunca ahşap parkenin ortasında duran karartıya çevirdim gözlerimi.

"Bilmiyorum." Diye dürüst oldum. Birce'nin yüzüne o an anaç bir ifade oturdu.

"Biz hep yanındayız ama başka anlamda birinin yanında olmasını istemez misin?" Başını yana eğince gözlerine baktım.

"Bazen bazı hisler iki kez yaşanmaz. Hatta aynı insanı iki kez, bildiğin haliyle tanıyamazsın. Anı değerlendirmek lazım değil mi?" Diye sorunca gülümsemeye çalışarak dudak büzdüm. Cansen sessiz kalmıştı, bakışları üzerimde ağırlık yapıyordu. Bir süre sonra sessizliği bozarak, "Mazhar?" Dediğinde gözlerimiz birleşti.

"Ona karşı böyle miydin?" Diye sordu. Ani sorusuyla yutkundum.

"Benim için çok değerli biri ama açık olmak gerekirse kıyas yapacak kadar kafamda tartmaya vaktim olmadı ve daha önce onunla bu kadar yakınlaşmadık." Hafifçe geriye doğru gittim.

"Aslına bakarsanız ben anlamlandırmaya çalışıyorum bazı şeyleri ama dün yaşanalar hiç kolay değildi benim açımdan." Birce dudak büzüp bana bakınca yüzümü pencereye doğru çevirdim. Soğuk bir rüzgar esip camda nefesini bıraktı.

"Bir anda eve geldi ve dosyaları yüzüme çarpıp her şeyi bildiğini söyledi. Elimden bir anda tüm hayatım çekildi ve o an bittiğini düşündüm." Cansen sessizce hareketlerimi izlerken kısa bir süre ikisinin birbirine baktığını göz ucuyla gördüm. Ardından Birce yanaklarını ellerinin arasına aldı, sessizce dinlemeye başladı.

 

"Telefon konuşmasını duymasam ona bu kadar şeyi anlatır mıydım bilmiyorum bile, sebebimi söyledikten sonra onu izlerken bu defa başka bir şey uyandı içimde. Yeniden hayata tutunmak için bir şey doğdu çığlık çığlığa. Bana başka bir yol açtı ve en başından zorluğu da gösterdi acıyı da, kabul ettim çünkü daha kısaydı. Bazen sadece kısa bir yol istiyor insan. Zor da olsa zamanı kestirebiliyor... O kadar uzun yıllardır sadece yürüyorum ve çabalıyorum ki yoruldum. Elimde bir şey olmaması, adamın etrafında iz aramak için dönüp durmam, saçma sapan yerlerde kendimi onun için tehlikeye atmam... " Burukça gülümsedim.

"Ne için, bana güvensin ve bir yol daha açılsın diye. Sonuç? Yok. Yıllardır ben bu şekilde aynı yolda yürüyüp duruyorum ve ulaşamıyorum. Kutay, yürümeden geçebileceğim bir yol aslında ve bunun açık bir şekilde o da farkında." Yutkunup biraz nefeslenmek için bekledim. Kimse konuşmadı. Zaten genel olarak bu tarz uzun konuşmalara başlanırsa konuşan kişiye içindekileri aktarabilsin diye fırsat tanırdık. Sessizliği yine ben bozdum.

"Bana yaklaşımı da bu yüzden daha farklı yani ortada kalple alakalı bir durum yok." Gözlerim ikisi arasında gidip geldi.

"İkimiz içinde." Diye belirtince başlarını salladılar.

"Ben bir şey hissetmiyorum zaten. Uzun yıllardır hiçbir şey hissetmiyorum. Acı dahil hayatımda olan her şeye uyuşmuşken bir anda bana dokunmasıyla ruhumda bir şeylerin uyanması beni panikletti. Her hangi biri de bana dokunduğunda aynı şey mi olur mu diye düşündüm. Çünkü," nefesimi bıraktım sessizce.

"Bilmiyorum işte öyle..." Birce yataktan kalkıp yanıma indi ve sıkıca sarıldı.

"Yerim seni şapşal." Diye mırıldandı. "Ne yaparsan yap, ne hissedersen hisset biz buradayız." Başını göğsüme doğru koyunca ben de kollarımı ona doladım.

"Öhm öhm." Cansen öksürünce göz göze geldik.

"Yer açın bakayım bana da." Yanımıza gelince aramıza girdi. Nefes alışverişlerimiz birbirine karışırken Birce gülümsedi.

"Bir gün herkes aşık olacak." Diye ani bir çıkışla öne atıldı. Karşımıza geçip bir parmağını Cansen'e bir parmağını da bana uzattı.

"Sen Kutay'a ya da Mazhar'a, sen de Ekin'a." Cansen gözlerini kapatınca başını yana çevirip acı içinde kıvrıldı ve biraz uzaklaşıp, "Bu küçücük minik ve orantılı kulaklarım neler duyuyor?" Diye mırıldanınca gülmeye başladım. Birce başını uzattığım bacaklarıma koyup tavana doğru baktı.

"Geç dalganı göreceğim ben seni." Diyerek Cansen'in yarım bıraktığı çikolatayı açıp ısırdı.

Cansen, "Bizi para kurtaracak kızım aşk ne öyle?" Dediğinde göz devirip bana baktı.

"Bu kız çikolata yerken biz de kahve mi içsek?" Başımı olumlu anlamda salladım.

 

"İçelim." Diye onayladım. "Ben yemiyorum ki tadına bakıyorum." Diye karşı çıktı Birce. Dudaklarının kenarına çikolata bulaşmıştı dudaklarımı kapatıp gülümsememi gizlemeye çalıştım.

Cansen başını sallayarak, "Kesinlikle tadına bakıyordu." Diye onayladı. O sırada telefonum çalmaya başladı, kenardan alıp elimde çevirdim. Günay arıyordu.

"Efendim?" Birce bacağımdan kalkıp bağdaş kurdu.

"Komiserim bir ceset bulunmuş. Görmeniz gerekiyor." Günay susunca bakışlarım Cansen ve Birce arasında gezindi.

"Şey bir de boynunda sizin fotoğrafınız asılı." Kaşlarımı kaldırdım. Kulağımda bir ıslık sesi öterken sessizce yutkundum.

"Tamam geliyoruz."

 

***

 

"Maktul 42 yaşında, erkek. Kafatasına darbe almış. Karnında bir kesi yarası var ve vücudunun elli altı yerinde ezilme ve darbe izi mevcut." Cesede bakarken Günay konuşmaya ara verdi. Yüzümdeki maskeye rağmen yoğun koku midemi bulandırmaya yetiyordu.

Etrafta sarı, olay yeri şeritleri; polis arabaları ve olay yeri inceleme ekibi vardı. Savcı henüz gelmemişti hatta kimin görevlendirildiği belli değildi. Günay'ın telefonu çalınca cevapladı. Karşı tarafı dinledi bir süre ardından, "Anlaşıldı." Diye cevap verdi. Telefonu kapatınca bana baktı.

"Olay Ekin Savcımın kontrolüne verilmiş." Başımı olumlu anlamda salladım. Cesedi çenemin ucuyla gösterdim.

"Devam et." Dediğimde o da yere baktı.

"Yalnız yaşıyor, ailesi yok. Çalışma arkadaşları en son 1 hafta önce işe geldiğini söylemiş ve görüştüğü kimse olmadığı için bir hafta sonra kayıp ilanında bulunulmuş." Ceset otopsi için gitmeden önce olay yeri civarda fotoğraf çekiyordu ve arama yapıyordu. Delil poşetlerine ormana aykırı olan her şey koyulurken sakince izledim.

Ceset bataklık yanındaki ormanın içinde bulunmuştu, bataklığın içine sarkan vücut parçaları hayvanların saldırısına açık hale geldiği için parçalanmıştı. Adamın yüzü artık pek seçilmiyordu yalnızca saçlarında siyahların arasına düşen aklar net bir şekilde belli oluyordu.

"İhbar edenler kim?" Dediğimde Günay dosyaya baktı.

 

"Yolculuk esnasında camdan içeri giren koku için aramışlar. Fazla kişi yok ama hepsi aynı şeyi söylemiş, normal bir koku değil camları kapattık ama kokuyu engelleyemedik tarzında. Telefon numaralarından tekrardan ulaşacağız." Başımı sallayıp havaya baktım.

Kar yağmıyordu ama gri bulutlar ipe dizilir gibi dizilmişti. Adamın boğazına iğne ile fotoğrafımı saplayan kişi kimse normal bir insanla karşı karşıya olmadığımı anlatıyordu bana.

"Soluk borusuna iğne sokmak ne?.." dediğimde Günay yutkundu.

"Bir mesaj mı var sizce neden tam boğaz bölgesi?" Gülümseyerek ona bakınca tedirgin gözleriyle karşılaştım. Cevapsızlığımı cevap olarak alarak önüne döndü yine.

Birce ve Cansen etrafta kontrol ve kanıt için arama yapan ekibin yanındaydı. Birce cesetle çok fazla yan yana olmak istemediğini söylemişti. Cansen de 'boğazına iğneyle saplanmış fotoğrafımı' görünce sinirlenmişti ve delil bulmak adına ona yardım etmek istemişti.

Kendi fotoğrafıma baktım. Eski bir fotoğraf değildi, sorgu günü Mazhar'ı durdurmak istediğim gün karakoldan çıkarken uzaktan çekilmiş bir fotoğraftı. Adamın kanı fotoğrafın her yerine bulaşmıştı. Gözlerimi çekip etrafı tarafım. Polis arabalarının ışıkları karanlık ormanda kasvetli bir hava oluştururken kar bir çok şeyi yutup sessizliği beraberinde getirmişti. Soğuk bir rüzgar esti.

Sessizliğin içinden yükselen ayak seslerini dinlerken bataklığa doğru baktım. Günay sessizliğime ortak oldu. Fotoğrafa gözüm arada bir kayarken başımı iki yana doğru salladım.

"Çok saçma." Diye mırıldandığımda Günay ile göz göze geldik.

"En son yaptığımız operasyonlar için, bu durumda kendince intikam almak isteyen ve göze çarpan her şeyi araştıracağım. Merak etmeyin." Diye mırıldandı.

"Nedense daha büyük bir plan gibi geliyor." Diye karşılık verdiğimde başını sola doğru ufak bir atış hareketi yaptı.

"Şu şey gibi mi, davetli listesi sonrası sorgu olayı falan, tam o gün çekilmiş fotoğraf." Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

"Her şey olabilir." Dediğimde ormana doğru başını çevirdi.

"Her neyse acilen ilgileneceğim komiserim." Diyerek maskesini düzeltti.

Mazhar'ın arabası hızla alana giriş yapıp ani frenle durunca arkamızı dönüp ona baktık. Arabadan inerek kararlı adımlarla yanımıza doğru geldi ve karşımda durdu. Bir gözü adamın boynuna doğru kaydı. Yüzünde maske olmadığı için Günay bir maske uzattı. Alıp takarken gözlerimiz birleşti.

"İyi misin?" Diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Ne demek lan bu resim?" Diye havaya doğru bakarak ardından Günay'a doğru döndü, "Ne var elinizde ne biliyorsun?" Diye öfkesini saklamadan sorunca Günay afalladı.

"Ben şey, yani bilmiyorum geldiğimizde buradaydı araştırıyoruz." Diye toparlamaya çalıştı. Birce seslenince de koşarak yanına gitti.

"Çocuk nereden bilsin?" Diye sordum. Gözü cesetteydi, kıpırdamadan bir süre baktıktan sonra yüzünü buruşturup bataklığın ilerisine çevirdi kafasını.

"Tanıyor musun?" Diye sorarak benim söylemlerimi es geçince ben de baktığı yere doğru çevirdim bakışlarımı. Cesedin yüzü gözlerimin önünde belirdi.

"En yakını bile tanıyamaz bu halde, yüzü yok olmuş." Mazhar başını sallayarak bir sigara çıkardı.

"Fotoğrafın neden boynuna saplanmış bir fikrin var mı?" Sigara dalını ağzında tutup çakmak ararken kısılan gözleriyle sordu. Sertçe yutkunup etrafa baktım. Gerginliğimi belli etmemeye çalışıyordum.

"Uyarı değil mi işte? Basmışız birinin kuyruğuna." Diye öfkeyle mırıldandım.

"Kim, şüphen var mı birine karşı?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Çakmağı dudağına yaklaştırıp boşta olan elini siper etti ve sigarasını yaktı, havaya dumanlar yavaşça yayılmaya başladı. Maktulden uzaklaşmıştı biraz. Aramızdaki mesafe açılmıştı böylece.

"Sorguda mıyız? Zaten içim sıkıldı. Ben uzaklaşıyorum midem iyi değil artık." Arkamı dönüp yürürken saçlarım esen rüzgarla savruldu. Mazhar'ın bakışlarını sırtımda hissetsem de devam ettim. Arabanın yanına geldiğimde kapıyı açıp koldan bir şişe su aldım. Bir iki yudum içsem de burnuma dolan koku ile duraksayıp suyu yerine koydum ve son yudumu yutamadan kenara doğru çıkardım. Suyu araba koltuğuna atıp olay yerini önüme alacak şekilde arabaya yaslandım.

Mazhar bataklığa bakarken bana doğru dönünce göz göze geldik. Olay yeri, incelemesini bitirince otopsi için cesedi aldılar. Ekipler yavaş yavaş olay yerini terk ederken, Mazhar Cansen'in yanına gitti. Bir şeyler konuşmaya başladıklarında bakışlarımı çekip sık ağaçların içine çevirdim. Bir karartı olduğunu görünce sırtımı arabadan çekip ona doğru bir adım attım.

Biri alanı izliyordu.

Beynimde yanan sinyalle ona doğru refleks olarak yürümeye başladım. Ayaklarımın altında ezilen odun ve taşlara yer yer kar sesi de ekleniyordu. Belimdeki silaha uzanıp elime aldım ve daha hızlı bir şekilde yürümeye devam ettim. Aramızdaki mesafe kapanırken beni fark edememiş olması bir adım öne geçmemi sağladı.

Siyah kapüşon yüzünü kapatmıştı. İri bir vücuda sahipti. Çok az bir mesafe kaldığında beni gördü ve arkasını dönüp koşmaya başladı.

"Dur yoksa ateş edeceğim!" Diye uyardım ama koşmaya devam etti. Arkasından koşarken ağaç dallarının sıkılaştığı yerlerde içimden küfür edip dişimi sıktım.

 

"Son ikazım!" Diye bir kez daha uyardım. Sol bacağına nişan alıp ateş ettiğimde kaba etini sıyırıp geçti kurşun. Acı dolu sesi ormanda yankılandı ama durmadı.

"Daha fazla devam edemezsin!" Diye seslendim. Ciğerlerim yanmaya başlamıştı. Arada duran toprak yolda bir araba park halindeydi. Ona binip gaza bastığında yola yeni ulaşmıştım. Sinirle bacağıma vurup yerimde durdum ve arkasından bakarak plakayı almaya çalıştım ama toz birden havaya kalkınca öksürüp yüzümü kapattım.

Görüş alanımdan çıkınca telefondan Günay'ı aradım.

"Bu orman yolunun iki ucuna da hemen görevlendirme yap, beyaz bir araba geçişinde alın." Günay telsizden geçerken nefes alışverişimi düzene sokmaya çalışıyordum. Telefonu kapatıp arkamı döndüğümde Mazhar'ı bana doğru gelirken gördüm.

"Kimdi o, ateş mi ettin? Sesleri duyduk." Başımı olumlu anlamda salladım.

"Bilmiyorum bizi izliyordu göremedim kim olduğunu ama bacağından vurdum." Yolun arkasından baktı.

"Gidelim artık biz de ifade alacağız daha ama sen eve geç dinlen bu işte olmayacak, uzak duracaksın." Yüzüne bakıp başımı sağa sola doğru minik hareketlerle salladım.

"Neden?" Gözlerini yüzüme dikti.

"Az önce bir ceset bulduk boynunda da senin fotoğrafın vardı. İkna eden bir sebep mi?" Diye sordu.

"Hayır, değil." Dediğimde nefesini verdi.

"Ne olsun istiyorsun?" Diye sorduğunda ellerimi kaldırıp indirdim. Silah elimde ağırlık yapınca kemerime takıp yüzüne baktım.

"Korkmak istemiyorum mesela, benim için tedirgin olmanızı da istemiyorum." Diye mırıldandım yumuşak bir sesle. Hafifçe gülümseyip başını salladı.

"Bu cesaretin ya çok bilmekten ya da aptallıktan başka bir seçenek yok." Kaşlarımı çatınca gözlerini kıstı.

"Hiç öyle bakma. Sana hala sinirliyim bir vakan bitmeden diğeri başlıyor. Ne yapacağız seninle Ülkü?" Omuzlarımı kaldırıp indirdim.

"Ne yaparsanız yapın." Diye mırıldandım gülerek. Bana bakıp gözlerini kısınca koluna girip kızların yanına doğru çektim. Sessiz bir şekilde geldiğimiz yolu geri döndük.

Alana ulaşınca Birce ve Cansen bize baktılar. Birce, "Ne oldu, iyisin değil mi?" Diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladım.

"Kimdi?" Diye sordu Cansen. Mazhar'ın kolundan çıkıp arabaya baktım.

 

"Kaçtı elimden, görmedim." Nefesini verip sinirle soludu.

"Kimin planıysa şu ağacı götüne sokacağım onun." Diye öfkeyle söylendi. Birce burnunu kapatıp öne doğru yürüdü.

"Gidelim artık midem alt üst oldu." Yavaşça onu takip edip arabalara bindik. Benim yanıma Birce bindi, Mazhar'ın yanına da Cansen bindi. Motoru çalıştırıp ormanlık alandan çıkarken son kez dikiz aynasından baktım. Ağaçlar, gölgeler ve bataklık dışında bir şey yoktu.

Günay, arayınca açtım ve hoparlöre verdim, "Buldunuz mu?" Diye sordum, taş yolda ilerlerken, Birce arkasını yaslanıp başını ovdu.

"Hayır komiserim dediğiniz istikamette yabancı bir plakaya rastlanmadı." Nefesimi yavaşça bıraktım.

"O zaman içimizden biriydi." Diye mırıldanınca Birce kafasını kaldırıp bana baktı ve kaşlarını çattı.

Günay, "Kim komiserim anlamadım?" Diye sorunca yola bakmaya devam ettim.

"Sonra konuşuruz Günay sorgu için geliyoruz şimdi, bugün buradan çıkan tüm herkesin bilgisini de istiyorum." Telefonu kapattığımda camı açtım. Birce sıkıntıyla bana bakarken, "Kim yapmış olabilir?" Diye sordu.

"Nedense burnuma hoş olmayan kokular geliyor." Diye mırıldanıp gaza bastım. Araba hızla yolda akarken Birce uzunca nefesini verdi. Gözlerini kapatınca ben de direksiyonu daha sıkı kavradım. Parmak boğumlarım beyazlaştığında dişlerimi sıkıp son kez dikiz aynasından baktım.

İçimizden biriydi...

Beynimde dönmeye başlayan bu cümle zamanla derinlik kazandı. Karakolun önüne gelene kadar çıkmazlara sürüklendim ve çıkış bir türlü oluşmadı. Arabayı karakolu görecek şekilde park edince, Önay'ı içeri girerken gördüm.

Birce'ye baktım, kafasını cama koymuştu, saçları yüzünde yayılmıştı ve uyukluyordu. Başımı tekrar öne doğru çevirerek ifadesiz bir yüzle Önay'ın gidişini izledim. Anahtarı çevirip motoru susturdum. Araba derin bir sessizliğe gömüldü.

İçimizden biri...

Şeyma DALDALLI

 

Loading...
0%