Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1-Yüzleşme-

@symdaldalli

Selam, beğenip yorum yaparsanız
sevinirim. Keyifli okumalar.

Instagram: seymadaldalli

Twitter: symdaldalli

.
.

Pim stones- Choas in the jungle

...

Kimliğimiz kayıptır. Bir arabada son sürat giden insan öfkesini kusmak ister. Tekerlerler asfaltta acı bir ses bırakırken hafifleyen hiçbir şey olmaz. Zaman sürat olarak karşılar bizi. Zaman kılık değiştirir durur mekânlar boyunca. Hipotezi değiştirirsek, fren patlamış olsa ve artık hız o arabanın sonunu getiren tek etken olsa o zaman da ölüme bu denli hızla sürülür müydü, yoksa durmak mı isterdi yalnızca?

Kimliğimiz kayıp.

Yaşamayı ölümün salladığı beşikte, söylediği ninnilerle öğrendik. Kelimelerimizin sayısına biz karar vermiyoruz. Hislerimiz büyüdüğümüzü düşündüğümüz yerden kanamaya başlıyor. Zaman iyileştirmiyor. Yenilgi var olan tek zafer. O sayfa yığınlarının arasında anlamı aramaya çalışıyoruz. Anlam, bu kelime aradığımız olgu mu? Yoksa aradığımızı sandığımız mı?..

Zamanın sisi olgulara bulaşıyor.

Kimliğimiz kayıptır. Bulmak zorlaşıyor zaman geçtikçe. Dün, bugün, yarın... Hangisiyiz bilinmiyor. Hisler radyoda değişen parçalar gibi her saniye çark değiştiriyor. Durmayı ya da durdurmayı bilmeden kendimize yoldaş olmaya çalışmak anlamını yitirdi çoğu zaman için.

Nefret bununla başladı. İlk cinayet kendi içinde düşünen o adamın kendine hakim olamayan parmaklarına yayıldı. Kan kokusu kapladı etrafı. Ve tüm sesler karanlığa yenildi. İlk hissedilen duygu korku oldu. Ve sevgi duygusunun yanında nefret doğdu. Dehşet zihnini kapladı yavaşça. Bunu saklamak istedi. Hiç olmadığını var saymak, kurbanını hiç nefes almamış saymak istedi... Mümkün değildi. Sesler bir yerden bir yere her zaman taşınırdı. İlk katil tarihe ismini yazdırdı.

"Benimle konuşmayacak mısın?" Kelimeleri bu denli temkinli kullanmamın sebebi buydu. İpleri elimden kaçırmak istemiyordum. Sahip olduğum tek şey için çoktan savaşa hazırlanmıştım. Enkazı görebiliyordum. Yanacak canları hissedebiliyordum...

"Dünya." Başımı yavaşça yerden kaldırdım.

"Konuşmaya değer bir olay yok." Benden duyduğu bu ilk cümleyi sindirmeye çalıştı. Bağ kurmaya çalışıyordu. Benimle bir bağ kurarsa nasıl biriyle konuştuğunu çözebileceğini sanıyordu.

"Neler yapmaktan keyif alırsın?" Sorular bu kadar anlamsızken tanımak için neden onlara ihtiyaç duyulurdu anlayamazdım. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Gözüm yavaş hareketlerle saate gitti. Vakit daralıyordu.

"Seni tanımama izin vermeyeceksin sanırım?" Art arda sorular devam ederken odama kapanıp derin bir uykuya dalmak istedim. Kaçmak genelde yaptığım son şey olurdu. Fakat burada daha fazla kalmak istemiyordum. Düşüncelerimi öğrenmek istiyordu. Bunu benim için yapmıyordu.

Tanımak için gözleriyle izin isteyen bir kadın oturuyordu karşımda. Kimliğimi merak etti. Bilmediği bir şey vardı. Sadece onun değil daha birçok kişinin de bilmediği bir cümle. Kimliğimiz kayıptır... Önce benden geçmişimi isteyecek, ardından şimdimi ve sonraysa öğrendikleri ışığında geleceğime şekil vermeye çalışacak. Eksikliklerle dolu bir yöntem. Geçmişimi öldürdüğümü asla bilemeyecek. Şimdi ile var olmadığımı anlayamayacak.

"Merak ettiğiniz şey nedir?" Rahat bir nefes verdi. Bu soruya bir cevap aramadığımı anlayamadı. Bunu bildiğimi göremedi. Sadece bir zafer elde ettiğini zannetti. Bunu gözlerindeki ifadeden anlayabiliyordum. Ona bir yenilgi yahut bir zafer vaat etmemiştim. O ettiğimi düşündü. Zafer olduğuna emindi. İlk kayıp böylece var oldu.

"Sorununuz neyse çözmenize yardımcı olmak istiyorum." Yavaşça ayağa kalktım. Konuşmayı kibarca bitirdiğimi gösteren bu hareketin karşısında donup yüzüme baktı. Hayal kırıklığı... Ulaşmaya çabaladığı bir hayal kırıklığı olmuştum onun için.

"Daha vaktimiz var." Dediğinde şüphe sesine, kimliğine yayılmıştı.

"Aksine vaktim kalmadı, artık gitmem lazım." Bir şey söylemesine izin vermeden adım atamaya başladım. Bakışları keskin gözlere sahip bir kuşun odağını takip etmesi gibi sırtımda takılı kaldı. Artık bir odak olmadığımın farkına varmıştı. İzlemesi için ona sunduğum tek şey bedenimdi. Ulaşmaya çalıştığına yani bana ulaşamadı. Geçmişin göremeyeceğim bir anısı da o oldu. Zaman onun da üstüne kapandı

Kapıyı kapattığımda derin bir nefes verdim.

Kimliğimiz kayıptır. Bulunması kolay değildir.

Bir mezarı açarken yalnızca topraklardan arındırılmaz. Üzerine binen bir de zaman vardır. Zamanı aşmak imkânsızdır.

Hastaneden çıktığım zaman kararmış havaya eşlik eden yağmurla karşılaştım. O merceğe adım attığım an boyut değiştirdiğimi hissettim. Ayakkabılarımın zeminde çıkardığı rahatsız edici ses bir yerden sonra kayboldu. Etrafım geçmişle kuşandığında daha büyük adımlar atmaya başladım. "Bizi hiç sevmedin." Yağmur hoşlandığım bir durum değildi. Savunmasız bırakıyordu. Direnç mekanizmasını yıkıyordu. "Kaçmak iyi hissettiriyor mu?" Sesleri duymamak için kulağımızı kapamamız yeterli olmaz çoğu zaman.

Bilincimizden yükselen derin sesler zihnimizde bir girdap oluşturur. Fısıltılar, çığlığa dönüşür. "Dünya!" Yerimde durdum. Başımı yerden yavaşça kaldırdım. Yüzüme düşen saçlarımı arkaya ittiğimde sertçe yutkundum. Her eski yaşım donuk bakışlarla bakıyordu. Biri ise elinde üzerine mum dikilmiş ufak bir kek tutuyordu. 'Doğum günüm.' Diye dudaklarını oynattığında başımı başka yöne çevirdim. Kimliğimiz kayıptır. Onların hiçbiri yaşamıyor. Kana boyanmış beyaz elbiseler içinde karanlığa yoldaş oldular. Onları özgür bıraktım. Kayboldular.

Uzak bir noktada dikkatimi dağıtan insanların koşuşturması ile geçmiş yavaşça silinip yağmur damlalarının arasında kayboldu. Yağmurun hızı arttığında yürümeye devam ettim.

Ev mesafesi azaldıkça nefes alışverişlerim hızlanıp düzenden çıkıyordu. Yöneltilecek olan soruları tahmin edebiliyordum. Cevap vermeyeceğim sorular ve gürültülü kavga, arta kalan her şey olmak için bir köşede bekliyordu. Ailem tarafından anlaşılmıyordum. Anlaşılmak şöyle dursun ellerimize birbirimize yaralar açtığımız bıçakların gölgeleri sinmişti. Parmak uçlarımız, katil gölgelerin saklandığı bir mesken olmuştu. Bu yüzden ellerimizi değil gözlerimizi gösterdik dünyaya ve ellerimizle koca bir katliam yaşattık kendi iç dünyamızda. Öldürmeyi bir kez tadan insanlar konuşmayı bırakır. Gözlerimize hiç bakmayarak iletişimin önünü kesmemiz bundandı. Bizim savaşımız biterse, dünyamızın bir anlamı kalmazdı.

Bazen kelimeler bu savaşa katılmaya çalıştı. Kelimelerin bıçaklarının en keskin olanlarının olduğunu da bu sayede öğrendik. Her yara kapandı, bir onlar açık kaldı. Bedenim bir sahaf kenarında unutulan eskimiş kitap gibi kelime yarası içinde yaşamı öğrendi. Yağmurlar yağdığında mürekkep değil kanla işlenen satırlardan cümleler sızdı, ben ise satır aralarında bir mağara bulup saklanmak uğruna koca bir kitabı aleve vermeye hazırdım. Tüm sığınaklar kurşun izleriyle doluydu, açıkta kaldım ve vazgeçtim.

Yaşamak her yarayı sevmesek de uğruna harcanan sen için bir anlam aramaktı göğün içinde. Mağaraların dibinde değil...

Yine de bileklerim ağrımaya başlamıştı artık yaşam için tutunmaya çalıştıklarımdan. Anlam köşelerden taşıp yeni bir vücutta birleşmek için dağıldı farklı yönlere. Onu bekleyen şey ise belirsizlikten başka bir şey değildi. Aradığını kaybetti ve mahkum olduğunu kabul etti. Lakin kabul edilmemiş bir anlaşılmazlık her şeyi yerle bir etmeye yetiyordu. Bu yüzden hengameye kendini kaybetmemek için girip ilk yiten şey o oldu.

Adımlarım durduğunda kaybolduğum düşünceler sisli havaya doğru yükselip kayboldu. Eve kayan bakışlarım bir müddet odağını çekmedi. Bedenimi saran ürpertiyle durağanlığı bozup hareket ettim.

Kapıyı yavaşça açarak içeri girdiğim zaman babamın sesini işittim. Başta anlam veremedim sonra konuşmalar boğuklaştı ve yerini pürüzsüz kahkahası aldı. Gülüyordu. "Bu da kızım Beril." O an zihnimde şimşekler çaktı birkaç gün önceye gittim.

"İş yerinden gelecekler. Tanışmak için." Bıçağı tabağın yanına bırakıp dikkatimi onlara verdim. "İyi olur. Farklı insanlar tanımış oluruz biz de değil mi kızlar?" Beril olumlu bir mırıltı çıkardı. Bakışlarım anlamsız bir şekilde hepsinin üzerinde dolandı. Eve çok az misafir gelirdi çünkü babam sınırları korumak adına öğretilen her şeyden bihaberdi. Kavgalar eğer başkalarının yanına taşarsa bu onu tatmin ederdi. Gücünü hissettiğini zannediyordu oysa aciz bakışlarla etrafı çevreleniyordu. "Dünya." Babam bana seslendiğinde bu defa bakışlarımın odağı ona kaydı. "Doktor randevunu aldım. Salı günü." Kaşlarımı kaldırdım. "Gitmeyeceğimi daha ne kadar söylemem lazım?" Sertçe elindeki çatalı tabağa koyduğunda tok bir ses kulaklarımda çınladı. "Sorarsam söylersin!" Derin birkaç nefes aldım. "Gideceksin!" Yavaşça sofradan kalktım. "Afiyet olsun." Odama geçerken bir bardağın duvara çarpıp kırılma sesiyle irkildim.

Kahkahası kesildiğinde günlerden salı olduğunu anımsadım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Ardından kapıyı kapatıp montumu askıya astım. İçeriden bir ses kulaklarıma dolduğunda yutkundum. "Memnun olduk. Çok tatlı bir aileniz var."

Kimliğimiz kayıptır. Bir aileye dâhil olamazken onu bulmak için uğraşmayız çoğu zaman. Yaralarını sarmaktan korkmak değildir sorun, hala sarılmayan yaraların olmasıdır. Zamanında sevgi verirse koşulsuz alacağı eller için artık bir mesafe yaklaştığında zarar görmemek için kaçmaya başlamakla anlar insan yenilgiyi. Anlamak çoğu zaman kabullenmenin ön koşulu olmaz. Bazen anlamak yalnızca anlamdan ibarettir, tek bir parçanın olmadığı. Zihnimdeki her şey olağan kırılganlığı ile daha fazla parçalara ayrıldı. Botlarımı çıkarıp dolaba koydum.

"İzninizle tuvalet ne taraftaydı?" Ayaklanmalar olunca elimde tuttuğum telefon yere düştü. Beynim, içeriden gelen sesin sahibini algılamakta güçlük çekti. Telefonu almak için eğildim, ayağa kalktığım zaman Beril ile göz göze geldik. Arkasında Behram duruyordu. Gözlerimiz birleştiğinde sertçe yutkunmaya çalıştım.

Beril'in kime baktığını babam ve annemin anladığını fakat benden haberi olmayanların bu sessizliğe bir anlam yüklemeye çalıştıklarını tahmin etmek güç değildi.

"Hoş geldiniz." Zorlukla dudaklarımdan dökülen bu cümleyi kurmak için salona yaklaşmak zorunda kalmıştım. Mesafeyi kapatırken aynı zamanda Beril ve Behram ile olan mesafede azaldı. Gözüm çok kısa bir süre zarfında babama değdi. Gülümseyerek bakan gözleri bana ulaştığında donuklaştı. Acıyan bir ifade ile izledim.

Behram yanımda duruyordu. Kokusu burnuma dolduğunda yavaşça gözlerimi kapattım. Bünyem tüm bu saçmalıklar içinde ani bir çıkış yapmadan durabilecek kadar kusursuz bir dayanıklılığa sahipti. Tekrardan gözlerimi açtığımda içeridekilerin bakışları babamı buldu. Ben bu sırada onlara arkamı çoktan dönmüştüm. Odama girip kapıyı kapattım yavaşça.

Gitmek kalmak gibidir çoğu an. Nereye gideceğini bilmeyen ruhlar kalanların, artıkları olmak için bekler. Alev almış gibi gözyaşım yanağımdan süzüldüğünde sırtımı kapıya yasladım. Anılarım birbirine girmişti ama en eski olana elimden tutup götürmeleri daha basit oldu ve zihnim beni o zamana hapsettiğinde gözlerimi kapattım. Hiçbir yerde kalmadım ama çok arada kaldım.

"Dünya misafirlerimiz var." Yeni gitmeye başladığım okuldaki lise edebiyat hocam kendinizi tanıtan bir hikâye yazın ve esas karakterin yerine kendinizi koyun demişti. Bense her zaman üçüncü tekil şahıs olmuştum. Şu an verilen bu fırsat birinci tekil şahsa geçmem için büyük bir şanstı. Gölgeleri konuşanların dünyasında gölgelerin gölgesi gibiydim. İçimde bir deniz vardı ve sürekli dalgalarını gelip kıyısına bırakıyordu, o kadar çoktu kendime dair yazmak istediklerim.

"Ödevim var baba. Geleceğim." Odama gidip beyaz bir kâğıt çıkartmıştım. İlk kelimeye nasıl başlamam gerektiğini bilmiyordum. Birkaç cümle yazdım. Odamın kapısı açıldığında babam hiddetle içeri girdi. Kolumdan tutup ayağa kaldırdığında korkmuş gözlerle yüzüne baktım. Yüzüme sert bir takat indiğinde sesimi çıkaramadım. "Bundan sonra." Dedi dişlerini sıkarak. Yüzüne bakmaya cesaret edemedim. Ona bakmamamı sağlayıp bir kez daha vurdu. Yanağım alev almaya başlamıştı. "Konuşurken yüzüme bak!" Gözlerimi gözlerinden alamadım. Nefret bir yolun uzanması gibi uzanmıştı siyaha çalan gözlerinde. "Gelen misafire, hoş geldiniz demeden gitmeyeceksin! Kim olursa olsun. Anladın mı?" Dişlerimi sıkarak acıyı görmezden gelmeye çalıştım. Gözümden bir damla yaş düştüğünde içindeki canavarı kontrol edemedi. Ağlamam onu daha çok sinirlendirdi. Bir tokatla kalmadı.

Vurması yakmadı canımı. İçerideki insanların bunu duyması yaraladı. Beni o şekilde bırakıp hiçbir şey olmamış gibi gittiğinde, anlaşıldı diye fısıldamıştım arkasından. Kendime gelip sandalyeye oturduğumda beyaz kâğıda kan damlamıştı.

Kimliğimiz kayıptır. Bu bazen irademiz dışındadır. Kim olduğumu merak eden hocam o kağıdın kanla süslendiğini bilemezdi. Ödevimi yapmadığımı düşündü. Kimliğimin yok olduğunu anlayamadı.

Elimin tersiyle yanaklarımı silip üzerimdekilerden kurtuldum. Islak saçlarım bedenime temas ettiğinde irkilsem de uzun sürmedi. Kısa ve oldukça hızlı bir duş alıp saçlarımı havluya sildim. Dolaptan siyah boğazlı bir kazak çıkardım, altına da siyah eşofmanımı giydim. Aynanın karşısına geçtiğimde içimde filizlenen sancı tohumları kendilerini gizlemeye çalıştı.

Saçlarımı havadan bağlayıp ufak adımlarla geri gittim. Pencereyi açtığımda içeriye soğuk hava nüfuz etti.. Yağmur dinmişti. Esen rüzgar karşı ağacın dallarıyla dans ederek varlığını, var olduğu yerde bitirmeye çalışıyordu. O ağaç dallarının arasında... Ölümün bile duymayacağı kadar kısık sesli oluşturdukları hışırtılar dakikalarla artıp sonunda bıçak gibi kesilerek son buluyordu. Yalnızca gözlerimi dikip bu manzarayı izledim. Kapım tıkladığında Beril yavaşça içeri girdi.

"Randevun erken mi bitti?" Geçmişin nefreti bu defa gözlerime oturdu. "Neden sordun?" Etrafına bakıp omzunu kaldırıp indirdi. "Yok, ben değil babam soruyor." Beril ile aynı yaştaydık. Çift yumurta ikiziydik ruhsal olarak ise çok farklıydık. Kaşlarımı kaldırıp başımı salladım.

"İçimde potansiyel bir katil uyuyormuş. Uyandırmasınlar dedi." Derin bir nefes alıp bıraktı. "Lisanslı bir doktora gittin değil mi?" Kaşlarımı kaldırdım. "Bence kadın rol yapıyor, asıl akıl hastaları arasında doktor kimliği ile dolaşıyor." Yüzünü ekşitti.

"Bazı şeyleri sen zorlamasan böyle olmayacak." Gülümsedim. "Tabii." Beril derin bir nefes aldı. "Yaşananların bir kısmı sana da bağlı unutma." Başımı salladım. "Kesinlikle." Dediğimde sahte bir gülümseme eşlik etti dudaklarıma. Annem Beril'e seslendiğinde Beril bana son kez baktı.

"Yemek yiyecek misin?" Yutkundum. "Hayır." Dudağını yaladı. "Tabak koydurmadı zaten. Sonra ayarlarız yersin." Odadan çıktığında dudağıma yerleşen gülümseme yavaşça silindi.

Kimliğimiz kayıptır. Ulaşmayı her şeyden çok arzulasak da kimi zaman, buna imkânımız yoktur. Ruhumuzun kapatıldığı kafes ateşten çembere döndüğünde pandora'nın kutusunun açıldığı alelade belli eder kendini. Bir kez kötüye saptıysa olaylar bu şekilde devam eder.

Özgürlük kimi anlarda can yakar.

Bazen ise özgürlük sandığımız şey bütünüyle bir yanılsamadan ibaret çıkar. Şimdi olduğu gibi. Karşımda duran aynaya yansıyan görüntüme baktığımda yutkundum. Bir adımla yaklaşmaya çalıştığımda kapım bir kez daha tıkladı. Durdum, ardından derin bir nefes aldım. Kapım açıldığında annem başını uzattı. "Gelebilir miyim?" Geriye giderek yatağıma oturdum.

"Gel anne." Sesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Bir kez ipler elinizden kaçarsa bir daha yakalayamazsınız.

"Doktora gitmek istemediğini biliyordum. Buna engel olmaya da çalıştım ama..." Gözlerini kaçırdı. Elini sıkıca tutup gülümsedim.

Savaşmanın bile bir etiği vardı. Babam kendi uğruna tüm sınırları yakıp yıkarken görmediği şey benim o sınırları çoktan terk ettiğimdi. Bu uğurda harcadığı kişi ben olmuyordum, onun için bu durum daha farklıydı. Tüm sorunu bendim, o sınırlarla birlikte benim de yok olduğumu düşünüyordu. Ben en yüksek tepeden alevlerin etrafını sarmaladığı anları izliyordum. Dumanlar yükseldikçe sarhoşluğu artıyordu. Beyni azalan oksijen yüzünden sağlam düşünemiyordu ve o sınırlarla yok olurken beni yaktığını düşünüyordu...

"Yemeğe gel hadi." Tereddütle baktım yüzüne. En çok birileri varken bana yokmuşum gibi davranıyordu. Ve ben o anlarda kimliğimi sorgulamayı bırakıyordum. Cevap karşımda oluyordu. Elleri saf kana bulanmış babam, hiç öldürmemiş gibi güzel anılardan bahsediyordu. Ölümü timsal bellemiş gözlerime hiç bakmıyordu. Oysa her katil olay yerine döner diye okumuştum bir kitabın sayfalarında. Bu onun için doğruluğu olmayan bir satırdı. Bana hiç dönmemişti.

"Ben yemesem daha iyi olacak. Uyumak istiyorum." Midem bana ihanet ederek açlığını dışa vurdu. "Dünya, bir şey olmayacak. Söz..." Sözünü kestiğimde bakışlarımı farklı yönde çevirdim. "Söz verme." Tutamıyordu. Babamın zehirli oklarını durduramıyordu. O oklar bana zarar vermiyor sanıyordu. Babamın verdiği silahı kullanmadığımı düşünüyordu. Kullanıyordum. Anlayamıyordu.

Yanımdan kalkıp kapıya doğru ilerlemeye başladı. Başımı ellerimin arasına aldım. Yerimden kalkıp aynanın önüne gittiğimde hafif nemlenmiş gözlerimi sildim. Saçlarımı düzeltip görüntüme baktım. İndirmeye çalıştığı omuzlarım dimdik duruyordu. Hiç zayıf gibi görünmüyordum dışarıdan. Gözlerimin derinlerinde geçmişimin katili olarak güçlü görünsem de, acı içinde çığlıklarımı gökyüzüne doğru bağırıyordum. Dipteyseniz, o sesler duyulmaz. Dipteydim, duymadılar.

Odamdan çıkıp mutfaktan bir adet tabak aldıktan sonra salona girdim. Bakışlar bir an için beni bulduğunda yüzüme sahte bir gülümse yerleştirip boş olan sandalyeye oturdum. Annem çorbaları ikram etmişti. Başladıklarında bana da çorbadan biraz verdi, elime kaşığı alıp çorbadan içtim. Üzerimde yoğun bir bakış hissettiğimde gözlerim sahibine kaydı. Behram ile göz göze geldik. "Behram da senin okulundaydı. O üst sınıfta olduğu için hatırlamazsın belki." Gözlerimi kadına götürdüğümde Behram'ın bakışlarının etkisinde kalmaya devam etmiştim. Yutkundum. Hatırlıyordum hatta hatırlamaktan da öte sofradaki herkesin anlamadığı geçmişin silik izlerini taşıyorduk.

Okulda yapılan etkinliklerden birini izlemek için oturduğum yerden gözlerimi kısarak insanları izlemeye başlamıştım. O an yanıma gelip oturmuştu. Uzattığı suya bakmıştım. "Sıcaktan bunalmışsındır." Elinden suyu alıp bir iki yudum içitmiştim. "Zuhal Hocayla konuştuk. Senden çok övgüyle bahsetti. Bir ödevim vardı farklı bir şey olsun istiyorum, bakış açınla yardım eder misin?" Güneş vurmaya devam ediyordu. Kafasını yana eğip gözlerimin içine baktığında gülümsemişti. "Ne hakkında ödev?" Nefesini tutup bir iki dakika sessiz kaldıktan sonra devam etmişti. "Dava oluşturma aslında. Biraz farklı bir durumu işlemek istiyorum. Ya da normal bir durumu sıradanlıktan uzaklaştırmak" O ödev için sunduğum fikirlerden ne çıkardı bilmiyorum ama en yüksek notu aldığı içi bana sarıldığını ve yarı mahcup teşekkür edişini taş bloklara kazınmış gibi hafızamdan hiç silemiyorum. "Kuru bir teşekkür etmek istemiyorum bir kahve içelim mi?" Olumlu bir cevap vermek istemiştim. Fakat o anlar babamın uyguladığı baskılar en üst safhadaydı. O gün eve geldiğimde bir sarılmanın karşılığının tokat olduğunu öğretmişti. "Okula bunun için mi gidiyorsun!" Diye hiddetle gürlemişti. Ve ne zaman sevildiğimi hissetsem ardından gelecek o can yakıcı şiddeti bekledim. Belki de bu yüzden insanlar beni hiç sevemedi.

"Hatırlıyorum." Behram ile gözlerimiz tekrar birleşti. Ben de onun kadar uzun olmasa da çekemedim bir süre gözlerimi gözlerinden. Ne kadar zaman geçmişti üstünden?

Yemeğe geri döndüğümde çorbayı içip gitmeyi hedefliyordum. Boğazımda varlığını sürekli belli eden o yumru olmasa işim daha kolay olabilirdi. "Senden söz etmişti." Kaşığı yavaşça bıraktım. Tamamen kadına baktığımda yüzündeki gülümseme azalmamıştı. Ben de buruk bir gülümseme ile karşılık verdim.

"Benim bir dosya hazırlamam gerekiyor. Size afiyet olsun." Masayı arkamda bırakıp salondan çıktım.

"Nerede kalmıştık?" Babamın sesi tekrardan kulaklarımı doldurdu. "Ha, evet. Beril'in doğum gününden söz ediyordum. Büyüdüğünü söylüyor ama onun pastasını görseniz aksini düşünebileceğinizden eminim." İçeridekilerin gülüşmesi kulağıma dolduğunda duvara sırtımı koydum. "Baba ya." Diye Beril gülümseyerek konuştu. Odama çekilip kapıyı kapattım. Ait olduğum yeri bana böylece tekrar gösterdi. Şahsıma yöneltmek için kelimelere ihtiyaç dahi duymamıştı.

Zorlamanın alemi yok dedi iç sesim. Yutkundum. Hep böyleydi. Diye devam etti. Kabullendim.

Yatağa uzandığımda gözlerimi kapattım. Bir damla yaş yanağımdan süzüldü. O halde saf varlık ve saf hiçlik özdeştirler. Hegel'in bu sözü zihnimi doldurduğunda doğruluğu canımı acıttı.

Kaybetmek için illa oynamak mı gerekirdi. Ben oyunun dışındayken kaybetmiştim. Var olduğum kadar yoktum. Yokluğum kadar vardım burada. Yokluk... Hiçlikti. Bazı sözleri duymak, okunduğu zamandan daha farklı hissettiriyordu. Canlanmasına olanak sağlayan etten bedenler bunu fark etmiyor, öylesine kurduğu cümleler oluyor olsa da sonuç değişmiyordu.

O an en büyük hayal kırıklığımı yaşamadım.

O an en fazla can acısını yaşamadım.

O an sadece hissettim.

Bir damla gözyaşı karanlığa karışırken hiçliğimi ilk kez bu kadar yoğun hissettim.

Kimliğimiz kayıptır. Bir an için yolunu buldu sandığımızda ulaştığı kapı kapanır yüzüne, bir an için yolunu buldu sansak dahi o yol karmaşıklığını yitirmez. Ve kayıplık öyle kolay bulunmaz.

"Mutlu yıllar."


Loading...
0%