@symdaldalli
|
 Önümdeki kalemi elime alıp bir kaç kez çevirdim. Gözlerim sabit bir noktadaydı. Babam bir şeyler anlatıyordu dudaklarının hareketleri çok netti fakat sesi yoktu. Kulağımda uğuldayan bir an vardı. Kaynağı geçmişten doğup gelecekten önüme dökülüyordu. Her ne yaşandıysa geleceğimle beraber şu anımı kendisiyle kaplıyordu. Bir cümle vardı zihnimde dönüp duran. Cümleyi kurana göre her şey bir andan ibaret olarak düşünülüyordu. Şu an, geçmiş ve geleceğin eş zamanlı birleşiminden ibaretti. O halde ölüm 3 kuşağı elinden tutup karşımızda duran bir etken olmaz mıydı? Hissettiğim şey seslerden ziyade kulağımda çınlayan karmaşaydı. O kadar sessiz bir uğultuyla varlığını koruyordu ki ben ona zaman geçtikçe teslim oluyordum. Belirsizlik... Kanımda dolanan ve varlığımla yeni bir kimlik kazanan şey daha netti artık gözümde. Yıllarca harmanlanmıştı ve onu anlamam için oldukça derin bir noktaya baktığını gördüğüm bir zaman diliminin içerisindeydik artık. Bazen insan tam vaktinde olması gereken yere ya olması gerekenden daha erken gelir ya da daha geç gidermiş. Bazı anlarda da ikisini aynı anda yaşarmış. Geç geldiği yer erken olur, erken dediğine geç kalırmış. O anlar hissedilmesi gereken şeyler netleşmekten uzaklaşır ama ona aynı oranda yaklaşırmış. Erken mi karar veriyordum? Yoksa geç mi kalmıştım? Hissetmenin bir andan ibaret olduğunu bu ikilemde daha net anladım. Bir an' içinde bir evrenden daha fazla his yattığını boğuşmak zorunda kaldığım şeyler olunca görmekten kaçamadım. Anlatmanın artık bir şey olamayacağını, oluşumların enkazını görünce anladım. Enkazların ortasındaydık hepimiz. Hayatımda olan ve olmayan, yiten ve yeni başlayan tüm kişi ve zamanların toplamıyla, biz bir enkazdık. Görmek, bilmek için bir sebep değilmiş. Bunu ilk yıkımda anladık. Bilmek, hissetmekten sonra gelip önce acı verirmiş. Bunu üçüncü yıkımda anladık. Hissetmek için görmeye gerek yokmuş. Bunu yedinci yıkımda anladık. Yolun yine görmeye çıktığını ise tüm yıkımlardan sonra, döngüye girince anladık. Geç olmadı ama erken de değildi. Geç değildi ama yıkıldık ve parçalara ayrıldık. Her yıkım, uzuvlarımızdan taştı. Görmedik ama yok da sayamadık. Hissetmek yıkımlar altında kalmasaydı çok canımız yanardı belki ama acıyı bile hissetmedik. Döngü içinde alışılagelmiş bir hayat sahasının tam ortasında döndük durduk. Her şey yıkılırken biz önce kendimizi görmeyi reddettik. Kimliğimiz kayıptır dediğimde henüz yıkım olmamıştı. O zaman ben, ellerini saçlarımda gezindiren parmakların saçlarımda kan izleri bıraktığını henüz görmemiştim. O zamanlar kimliğimin kanımla başlayıp onunla son bulması fikri zihnime yerleştirilmemişti. O zaman kendimi yıkan ve inşa eden kişi bendim. Şimdi ise kumanda ellerimde değildi. Babam elindeki projeksiyon kumandasını bırakıp salona göz gezdirdi. "Bu adamı en kısa zamanda istiyorum." Cümlesinden sonra salon yavaş yavaş boşaldı. Benimle göz göze gelince donuk bakışlarla baktım. "Bu görev senin." Dedi yavaşça masaya yaslanırken. "Anlaşmamıza göre benim size güvenmem gerekiyordu." Sakince ayağa kalkıp karşısına geçerken aldığım nefesi verdim. "Ama siz birinin gözümün önünde ölmesine sebep oldunuz. Üstelik beni kullanmaktan yine çekinmeden. Güven nerede?" Salon tamamen boş kaldı. Dişlerini sıkıp gülümsedi. "Anlaşmamıza göre o adamı işten çıkardım zaten ve sandığının aksine hiçbir zaman ortaya koyulmadın" Dediğinde duraksadım. "Öldürdün de." Diye yüzüne baktığımda kaşlarını kaldırdı. Ardından cebimden buruşturduğum kağıdı çıkardım ve avcuna sıkıca bastırarak koydum. Kağıdı açtığında bakışları bana çıktı. "Basit bir denklem kızım sonucunda sana bir zarar gelmedi?" Dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Basit bir denklem?" Diye omu taklit ettiğimde başını salladı. "Ben bu denklemde kurban olmaktan sıkıldım ama baba bir gün kim kurban buna siz karar veremeyeceksiniz." Dediğimde çenemi kastım. "Ne demek bu?" Diye sorunca dudak büzdüm. "Hayat diyorum belli bir çerçevede geçmiyor. Plan yaptığınızı sanıyorsunuz ya o iş hep öyle gitmeyecek ve biliyor musun? İlk bocalamanızda karşınızda göreceğiniz gölge benim olacak." Gözleri gözlerimde kaldığında başını salladı. "Kural mı istiyorsun?" Diye sorunca başımı olumsuz anlamda sağa sola doğru salladım. "Öyle mi görünüyor?" Karşı karşıya kaldığımız zamanların toplamı arkamdaydı ve bize bakıyordu. "Bak Dünya burada senin düzenin tüm düzeni kaydırır. Çok basit bir formül işliyor. Biz ne dersek o olacak." Sözlerini kaşlarımı çatarak dinledim. "Ne derseniz mi?" Dediğimde başını salladı. "O adamı neden istiyorsun?" Diye sorduğumda kollarını göğsünde birleştirdi. "Soru sormak için fazla yenisin ve öfken görüyorum ki dinmemiş." Kaşlarım kalktı. "Bunu sana kızın olarak soruyorum." Dediğimde aramızda bir süre sessizlik oldu. Sessizliği yine ben bozdum. "Atakan Ertekin kartları açık oynayalım mı artık?" Nefesini bırakınca omuzlarım dikleşti. "Fazla cesaret aptallıktandır kızım daha önce de söylemiştim." Gülümsediğimde dudaklarım büküldü. "Çocukken de böyleydin sen baba, karanlığa alış diye içine iterken yaratıklardan bahsetmiyordun. Belki de her şey o zaman başladı?" Gözlerimi kıstım. "Bana cesaret dışında bir şey bırakmadın, böyle düşünelim mi biraz?" Gülümsediğinde dudağına baktım. "İşten çıkarmamı söylediğin biri için bu öfke biraz fazla değil mi?" Sorusuyla beynim zonklamaya başladı. "Öldürmek için beni kullandığın biri için bu rahatlık fazla değilse değil." Tek hamlede kurduğum cümle yüzünde bir gerginlik oluşturdu. "Kimseye işimi yaptığım ve adalet için uğraştığım için hesap verecek değilim." Diye mırıldandı. "Adalet adalet diyorsunuz ama adaleti gömüp filizlenen adaletsizliği gizlemeye çalışıyorsunuz gerçekten bunu görmediğinizi söyleme bana. Baba sen iyi falan değilsin, sen güveni hak etmiyorsun." Dişlerini sıktı. "İleri gitme." Diye uyardı. "İleri gitmeyeyim?" Diye sordum saçlarımı geri iterken. "Ben bir cinayete tanık oldum! Sen ilk defa benim dışımda birine sebep olurken ben izledim, sen ne anlatıyorsun ya!" Kolumu sıkınca geri çekmeye çalıştım. "Sesini kıs yoksa ben yaparım." Diye mırıldandı. Kolumu geri çekince geriye doğru savruldu. "Atakan." Annemin sesini duyunca duraksadım. Beklemediğiniz biriyle karşılaştığınızda önce kalbiniz bozulan ritimle cevap oluştururdu. Kalbimin ritmi bozuldu ama her şey bedenimin altında gizli kaldı. "Ne yapıyorsunuz herkes size bakıyor!" Babamın gözleri arkaya kaydı ben ise arkam kapıya dönük şekilde sabit bir noktaya bakmaya devam ettim. Şu andan itibaren bu odada üç ceset vardı. Kokusu bizden başlayarak üç kuşak yayılacak kadar yoğun bir karanlık barındırıyordu içinde. Zamanın silemediği ve dindiremediği bazı istisnai olayların ortasında duran bir aynanın göbeğinden yansıyarak etrafa gerçek olmayan izler saçılıyordu. Ayna sırrını kaybederken izler siliniyordu. Gerçek ortaya çıktıkça dehşet artıyor ve kanla dolmuş odanın içi gün yüzüne çıkıyordu. Cesetler gün ışığını gördüğü an kokmaya başlıyor ve kurtçukların yuvası haline geliyordu. "Dünya odama gel konuşacağız." Zaman geçti. Ceset kokuları rutubet dolmuş, geçmişin yuvası haline gelmiş o odada kalmadı. Yavaş yavaş yayıldı ve yavaş yavaş varlığını odanın dışına taşıdı. Kokuyu duyanlar kaçtı. "Odama dedim!" Dediğinde yüzüne bakmayı reddettim. Varlığına bakmak aynaya bakmak demekti. Ayna üç kişilikti. Tek bir bedende gördüğüm yansıma daha ağır bir yıkım olmaktan öte gidemeyecekti. "Dünya!" Diye sessiz olmaya çalışarak bağırdı. "Hayır." Dedim keskin bir tınıyla. "Seninle konuşacak bir şeyim yok." Babam cevabımdan sonra anlamsız bir şekilde yüzüme baktı. Aynayı görmedi. Bir kaç saniye durup dudaklarını araladı. "Ne kadar devam edecek bu aranızdaki gerginlik?" Diye sorduğunda sorusuna bir cevap vermedim. Annem, "Dünya odama gel dedim sana." Dediğinde pes etmediğini gösteren ses tınısını odanın içine, sırrın yanına hapsettim. "Hayır." Dedim arkamı dönüp yüzüne ilk defa baktığımda. Gözleri bir demir kadar sertti ama içten içe cam kırıkları doluydu. Gözlerim parmaklarına kaydığında saçlarıma bulaştırdığı kan elbiseme damladı. "Böyle mi devam edeceğiz?" Diye sordu sakince... Aslında sakin olmaya çalışarak. "Her şey istediğiniz gibi gidiyor işte. Kafanıza göre adam öldürüyorsunuz. Ben de buradayım. Daha ne?" Diye cevapladığımda gözlerini kapattı. "Karşında akranın yok senin." Dediğinde tekrar gözlerini açıp bana baktı. Artık cam kırıkları yoktu, demir parçaları vardı. "Birinden hem cevap bekleyip hem de istediğini söylemedi diye ona kızamazsın." Dediğimde gülümsedi. "Anlamıyorum mu sanıyorsun? Babana karşı bir gardın yok ama ben?" Ellerini kaldırıp bıraktığında dizine çarpan elinden odaya bir ses yayıldı. "Bana mı yöneldi tüm öfken?" Diye bana doğru geldi. Önümde durduğunda tam gözlerimin içine baktı. "Böyle mi rahat ediyorsun? Vicdanın böyle mi temizleniyor? Tamam et, devam et." Babam ikimize de bakıyordu. Annem kısa bir süre babama dönüp başının ucuyla onu gösterdi. "Benim yüzüme bakmıyorsun ya," sinirle gülümsedi. "Geçmişe rağmen babanla nasıl konuşabiliyorsun o zaman?" Sorusundan sonra çenem kasıldı. Ellerimi yumruk haline getirirken gözlerimi kıstım. "En azından mertçe yaptı düşmanlığını, senin gibi değil." Annemin kaşları çatıldı. "Düşmanın mıyız?" Gülümsedim. "Metafor." Diye kestirip attım. "O çocuk için hesap soruyorsun sen değil mi? Ben sana söyleyeyim, girerken oldukça istekliydi ve öylece bitiremeyeceği bir anlaşmaydı bu. Kabul etti, imza attı. Bütün şartlar belliydi, bütün sonlar belliydi Dünya. Biz kimseye uyarmadığımız bir şeyi yapmadık." Dediğinde gülümsedim. Görmek istemediği gerçek gözlerinin derinlerinde çırpınıyordu. Yalanına kendi bile inanmıyordu... "Birinin ölümden uyarı diye bahsediyorsun farkında mısın?" Diye dehşete düşmüş gibi sorduğumda başını dikleştirdi. "Kurallar beliydi." Diye yineledi. "Ben bir uyarı almadım. Diyelim ki çıkmak istiyorum beni de mi öldüreceksiniz?" Sorumla birlikte babam anneme doğru baktı. Annem, "Saçmalama." Diye karşılık verdiğinde babama baktım bu defa. "Sen yaparsın ama değil mi alışkınsın sen." Dedim yüzümü buruşturup. Babam gözlerini kapattı. "Beni geçmişle cezalandırmaya ne zaman son vereceksin?" Diye sorduğunda omuzlarım indi kalktı. "Mesele ne geçmiş olacak kadar eski ne de unutulacak kadar sıradan." Duraksadım. "Ama yine de cevap vereyim, yalnızlık ve tek başına olmanın farkına varmadığımda, ruhumdaki tüm bıçak darbeleri iyileştiğinde, aile kavramını okulda öğrendiğim saflığıyla düşündüğüm yaştakiyle aynı hissettiğimde, üzüldüğümde ağlayabildiğimde, biri beni sevdiğinde ne zaman canım yanacak diye beklemediğimde..." Anneme baktım. "Annem bana ihanet etmediğinde, saçımı okşayan eli sana iş birliği tutmadığında, korkmadan çocuk olduğumda, güvenebildiğimde. Bunların hepsi olduğunda söz veriyorum geçmişin lafı bir daha hiç açılmayacak." Sustuğumda bir süre sessizlik oldu. "Açılacak mı sence baba?" Tek kaşım yavaşça havaya kalktı. "Ya da sen söyle anne sen bilirsin her şeyi, bunu da bilirsin sen." Annem başını çevirdi. Elimle saçımı kulağımın arkasına koydum. "Bizi getirdiğiniz nokta bu. Ben bu saatten sonra size niye güveneyim? Bir sebep mi var?" Kapı tıkladı. Arkama baktığımda Behram'ı gördüm. İçer girip bana doğru geldi. "Bölüyorum ama Dünya çıkmamız lazım artık." Annem bana baktı ardından Behram'a kaydı bakışları. "Bu çocuğa mı güveniyorsun?" Behram duraksadı ve "Anlamadım?" Diye sordu, annemin gözlerinin içine baktım. "Bize güvenmiyorsun ama ona güveniyorsun öyle mi?" Gülümsedim. "Güveniyorum." Dediğimde bir çok bakışın odağı olmuştum. Annem güldüğünde başımı ne gibisinden salladım. "Bizimle iş birliğini yaptığını sana bu yüzden yanaştığını biliyorsun o zaman?" Diye sordu. "En başından beri." Diye ani bir cevap verdiğimde babam Behram'a baktı. "Babam sana söylemedi sanırım biz onunla daha önce tanışıyorduk, hatta benim onu sevdiğimi de biliyordu. Teklifi Behram'a niye götürdü sanıyorsun?" Dediğimde annem babama baktı. "Doğru mu bu?" Dedi kaşlarını çatarken. "Aa anne, nasıl hatırlamazsın benim kaburgamı kırdığı günü nasıl unuttun? Çok üzülmüştün bir de... Ben o dayağı niye yedim anne?" Diye sorduğumda annem afalladı ve pes ettiğini inen omuzlarından anladım. "Atakan konuşalım seninle bir." Diye babama döndüğünde ben de babama baktım. "Hanımcı olacaksın kafan rahat edecek işte bunlar hep bilmediğinde olan şeyler." Diye mırıldandım. Annem daha fazla dinlemedi ve arkasını dönüp giderken babam alnını kaşıyıp bana baktı. "Tamam kızım, aldın intikamını bitti mi?" Kaşlarımı kaldırdım. "Daha yeni başlıyoruz." Diye gülümsedim. Onlar çıkınca Behram'ın nefesini hissettim. "Sana dokunmaya korkuyorum artık." Dediğinde yüzüne baktım. "Paramparça edilmiş yanların kanatır diye değil, benim yüzümden zaten zor duran bir yanın daha dağılır diye." Sertçe yutkundum. Karşısında tüm kalkanlarım inmiş ve görünür bir hedef olmuşum gibi hissettim. Zarar vermeyecek olsa bile birinin beni bu kadar fazla görmesi, hayatımın doğal akışına tersti. "Çok acıdı mı?" Diye biraz daha yanıma gelip göğsüme baktığında yüzündeki hüzün büyüdü. "Acımadı." Dedim sakince. Dişlerini sıkıp nefesini verdi. "Bu kadar dağılmış bir geçmişi, nasıl oldu da bu kadar iyi sakladın herkesten?" Gözlerime baktığında, derin bir nefes alıp geri çıkmaya çalıştım. "Anlattım ya," ellerine baktım. "Avuçlarında duruyor hepsi." Gözlerini kapattı. "Bir daha ellerim birbirinden ayrılmayacak." Yüzüne bakınca gözlerini açtı. "Söz." Diye devam etti. Gözlerimi kaçırdım. Kalbim bu toplantı salonunda hem kırılmış hem de teslim olmuştu. Güvenmişti, inanmıştı ama en önemlisi meydan okuyarak ilk kez bağırmıştı. Sesi başta çıkmasa da kademe kademe duyulacak ve yavaşça artacaktı. Yıllardır yazmayan bir kalem gibi önce izini sonra kendisini koyacaktı ortaya. "Bir gelişmemi oldu?" Diye konuyu kapatınca cebinden telefonunu çıkardı. "Evet şimdi seninle senden istedikleri görevi yerine getirmeye gideceğiz." Başımı salladım. "Sonra?" Diye sordum. "Arabada anlatacağım." Kapıyı açtığında yavaşça yürüdük. Çıkışa yaklaşmışken annemin odasına kaydı gözüm. Babamla tartışıyorlardı. Behram da benim baktığım yere baktı. "Kızgın olduğunu anladılar, artık sana koşulsuz bir şekilde güvenemeyecekler." Dedi bakışları bana dönerken. Başımı yavaşça onaylayarak salladım. "Her şey karşılıklı." Dediğimde gözlerimi önüme diktim. "Bunu beni kullanarak birini öldürmeye çalışmadan önce düşünmeleri gerekiyordu. Gerekli önlemi almamış olsaydın sonucu düşünmek bile istemiyorum." Diye mırıldandım. "Haklısın ama onlar senin gibi düşünmüyor." Omuz silktim. "Tüm dünyanın karşısına geçip yeni bir sitem için savaşıyorlarsa kaybı göze alacaklar." Gülümsediğinde yüzüme baktı. "Vazgeçerler mi dersin?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayat herkese istediği yaşamı sunmaz. Vazgeçmek de bir erdemdir." Diye mırıldandığımda ona doğru döndüm. "Biliyor musun Beril'in de bir rolü olduğunu düşünüyorum." Behram kaşlarını çattı. "Nasıl yani?" Diye sorduğunda derin bir nefes aldım. "O evde yaşayıp her şey normalmiş gibi devam edemez kimse, Beril de bir piyon. Biz anne babasının hırsına kurban verilen taşlarız." Dediğimde dışarı çıkmıştık. Temiz hava aniden yüzüme çarpınca derin bir nefes aldım. "Kötü bir ihtimal, birine zorla iyiyi oynatmak kötüden daha fazla can yakar. Eğer dediğin gibiyse Beril'in yaraları daha derin demektir." Arabaya giderken Behram'a baktım. "Belki de o yüzden gözlerinde yatan o öfke gerçektir. Canı yandıkça ve kaçışı olmadıkça o cehennemin ortasında kalma sebebine yöneltmiştir." Arabaya bindiğimizde kemeri takıp arkama yaslandım. "En kısa zamanda ilgileneceğiz. Fakat şu anki işimiz babanın radarına girdi çoktan." Dedi camdan binaya bakarken. Şeyma DALDALLI ... 2013'e geri dönüş bileti istiyorum tek kişilik sadece gidiş... |
0% |