Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Bölüm 13 -Kesi̇k Ruh-

@symdaldalli

...

Daha önce sizin hiç yenilgiden dönen zaferleriniz oldu mu?

Başlangıcında dökülmüş ve kırılmışken, elinize cam kırıkları gibi insan kırığı bata bata kendinize ve en çok da geçmişinizdeki geçmişinize şimdiyi yama yaptığınız oldu mu?

İki tarafın da haklı olduğunu savunduğu bir meydanda haklı ve haksız yanlarımızla birbirimize bakarken ben, bir yandan da ruhumdaki yamaları gizlemeye çalışıyordum.

Her şey bir anda olup bitseydi kabullenmenin ateşinde erir miydik? Yoksa bu zıtlık ruhumuzu daha çok sarar ve biz, korun içinde yavaş yavaş yok olup biter miydik?

Ateşin dumanı önce hayatlarımızı kuşattı ardından hepimizin genzine kaçıp ciğerlerimizde kara lekeler bıraktı. O an ayna parçalara ayrıldı ve gerçeğin yansıması gibi bölündüğümüz aynadan sağ çıkmaya çalıştık.

Sağ çıktık da fakat yaşadığımızı da savunmadık.

Her insan ikinci bir şansı hak eder derdi birileri. Yaptığımız hatayı bir kez daha bilinçli bir şekilde yerine getirirken aslında gözden çıkarırdık karşımızda olanları. Çünkü bilinç, kaybın acısını yaşamaya dayanamazdı. Eğer bir kayıp acı vermiyorsa o halde yapılan hataların sayısı önemsiz olacak derecede artacaktı.

Biliyordum.

Bunu yaşadığımız bir çok an olduğu için değil, bunu yaşamama bir çok kez sebep olunduğu için de değil; bunu hissettiğim için.

Bazı yanlışlar anlık oluşamayacak kadar yüzeysel ve üzerine düşünülmemiş değildi. Ortaya konmuş o insanın geçmişinin kanı da kendi üzerinde kalacak kadar sakin bir yara olmaktan oldukça uzak olacaktı. Sıçrayarak, dağılarak ve her yere bulaşarak sonucu ortaya koymaya çalışacaktı.

Biliyordum.

Çünkü artık göremeyeceğim kadar pus ve kir birikmişti.

Biliyordum çünkü elimi uzattığımda dirseğimden yukarı kadar uzanan bir kızıl leke ile gözlerim birleşiyordu.

Ve bunun sebebi bana sürekli uzaktan siyah gözlerini dikerek bakarken dudaklarından dökülen sayısız sebepler bir boşluğa dağılıp bana ulaşmadan kendini yok ediyordu.

Ölüm iki dudağının arasına sıkışmıştı. Çıktığında yıllardır uyuyan etkenleri uyandırıp zamanı bile geride bırakacak kadar hızlı olayların, yaşanmasına olanak sağlayan bir yapıyla yan yana olduğunu sanıyordu. Yanılmak burada devreye giriyordu.

Bilinç her sandığını yaşayamayacak kadar gerçekten uzaktı. İnsan, kendi dünyasına binlerce insanın zihninin işleme mekanizmasını eklediğini sanarak düşünce eylemi içinde döndüğünü zannediyordu. Fakat tek bir bilinç ve kaide ile binleri, milyonları anlamaya çalışmak şöyle dursun yanına bile yaklaşmak mümkün değildi. Empati kavramının kendini yitirdiği ilk alan buydu.

Yaşam tek kişilikti. Değer verilen ve hissedilmesi istenen tüm his ve düşünceler de tek kişinin yaşamıyla kendini gerçekleştiriyordu. Kimse iki kişi hissedecek kadar yüce değildi. Tek bir yaşamdan başka birini anlamaya çalışmak mümkün olamazdı. İnsan, yaşanan ya da yaşanmasına ihtimal gözüyle bakılan herhangi bir olay içinde, deneyimlerinin hiçbir aşamasında onun gibi düşünemeyecek, algılayamayacak ve kalbinden geçiremeyecekti. Bunun sebebi basit bir sonuca bağlanıyordu, insan beden ve zihni arasına sıkışmış; kendini benci düşünce sistemine kapatmış, olayların sebebine hep kendini yerleştirecek kadar önemli sanmış; bir, tek kişiydi. Empatinin kendini yitirdiği ikinci alan buydu.

Olaylar yalnızca bir kez yaşanırdı. Aynı dereye ikinci kere girilmezin mantığı burada kendini gösteriyordu. Akıp giden zaman kavramı, kişinin aynı olay için ikinci kez aynı tepkiyi verse bile aynı hissetmesine engeldi. Çünkü değişim, zamanın içinde yayılıp varlığını kimseye belli ettirmeden her hayatın akışına sıkıştırıyordu. Beklemek bile aynı değildi. Her şey, herkesin içinde değişir ve dönüşürdü. Olayların bir kez yaşanmasının sebebi buydu. Bir daha aynı olay yaşansa bile onun gibi olmayacak, hissettirmeyecek ve o olayın verdiği etkiyi vermeyecekti. Empati kavramı, kişiyi kişiyle bile anlamlandırmaya engeldi. İnsan kendi kendine bile, bir kez aynı şekilde yaklaşabilirken diğerlerinin anlayıp, anlamlandırma çabası yersizdi. Empati kavramının kendini yitirdiği üçüncü alan da buydu.

O halde yaşanılan şeyler için düşünmekten ziyade gelecek için harekete geçmek gerekiyordu. Tek bir boyutta şu anı inşa etmeye çalışırken yardım elinin gelemeyeceğinin bilincine varmak, geleceğe bir pencere açmakla eş değerdi.

Değişime böyle başladım. Akışa ayak uydurarak.

Sakin adımlar atarak eski bahçeli, yeni yapı bir eve doğru yürürken saatime baktım. Gözlerim akışı takip etti. Behram önden gidip kapıya vurduğunda genç, beyaz gömlekli ve siyah pantolonlu, saçları dağılmış bir adam açtı. Bizi gördüğünde ikimize de tek tek baktı.

"Enes kim o?" İçeriden gelen kadın sesinin ardından sahibiyle, genç bir kadın ile karşı karşıya geldik. Behram ikisine de baş selamı verdi. Enes biraz öfkeyle bakıyordu ya da bana öyle gelmişti emin değilim.

Kadın, "Behram?" Dedi şaşırmış bir yüz ifadesiyle.

"Konuşmamız lazım Naz." Dedi Behram kadına. Araya girip boğazımı temziledim.

"Emir Dağlıcan buraya gelmemizi söylemişti." Dediğimde kadın bakışlarını Behram'dan çekti.

"Emir..." Dediğinde gözleri dolmuştu ve o an yaşadığını bilmediği aklıma geldi. Duruşunu düzeltip derin bir nefes aldı. "Behram ne oluyor?" Naz sorusuna cevap beklemeden kapıyı açıp kenara çekildi.

"Neyse gelin içeri babam balkonda." Enes düz bir ifadeyle kenara çekilip bizi izledi. İçeri girdiğimizde hafif kır saçlı bir adam ile karşılaştık.

"Taylan..." Diye mırıldandı Behram, kaşları çatılmıştı.

"Sonunda masaya koyuldum demek yeğen." Dedi Taylan kafasını sallarken. Anlamlandırmak için Behram'a baktığımda o da bana baktı.

"Otursanıza. Size de çay getireyim." Naz dalgın bir şekilde başını eğip giderken Behram hala Taylan'a bakıyordu.

"Sen kendini ateşe attırır mıydın? Nasıl oldu da bu noktaya geldin?" Diye sordu Behram, sandalyeye otururken. Adamın çenesi gerildi.

"Ateşe atmam elbet ama davet varsa geri de durmam bilirsin." Behram gülümsedi.

"Bayılıyorum bu cüretkar hallerine. Parmaklıklar ardında da aynı motivasyonu bekliyorum senden malum yolun sonu en iyi ihtimalle oraya çıkıyor." Taylan sakince gülümsedi.

"Behram, sen bu saatten sonra beni anca toprağın altında ziyarete gelirsin." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu sözler kanımı dondururken boğazımı temizledim.

"Gözden çıkarıldığını anladın demek. Güzel belki bu bize yardım etmene sebep olur artık, kimin yanında durman gerektiğini anlarsın." Taylan Behram'ı dinlerken yüzündeki tebessüm eksilmedi.

"Amcanı böyle bir kalemde silmek ayıp olmuyor mu yeğenin?" Az önce kapıyı bize açan Enes balkona gelip karşımıza oturdu. Yüzünde bıkkın bir ifade vardı. Behram'ın söylediği amca kelimesi beynimin içinde dönerken Behram'a baktım.

"Amcan mı?" Behram bana bakıp başını salladı.

"Babam duyduğuma göre senin peşindeymiş Behram?" Dedi Taylan benim sorumu ve şaşkınlığımı es geçip. "Deden artık sana takıntılı mı yoksa çok mu seviyor ben de anlayamıyorum." Behram başını yere eğip iki yana salladı.

"Karşılıksız bizim durum amca biliyorsun. Platonik." Taylan gülümsediğinde Enes öne doğru eğildi.

"Behram ne oluyor abi?" Diye sorduğunda Behram gözünü Taylan'dan alıp Enes'e çevirdi.

"Sırası gelecek onu da konuşacağız Enes.." Dedi sakince ama bu cevap karşısında Enes dudağını ısırdı. Taylan da hafifçe gülümsedi.

Enes, "Amca Behram niye geldi?" Diye sorup Taylan'a kayınca bakışları, Behram derin bir nefes aldı.

"Enes." Diye uyaran bir sesle konuştuğunda Enes öne doğru biraz daha eğildi.Başını sağa sola sallayıp gözlerinin içine baktı.

Behram pes eder gibi, "Gelsene bir konuşalım biz seninle." dediğinde Enes bunu bekliyormuş gibi Behram'dan önce ayağa kalkıp bir kaç adım attı.

"Odaya gel." Diye seslenip yürümeye devam etti. Behram sinirle gülümsediğinde ayağa kalkıp bana baktı. Başımı sorun yok gibisinden belirsizce salladığımda yavaşça Enes'i takip etti.

Balkonda ben ve Taylan kaldık. Bana bakarken ben de ona bakıyordum. Anlamaya ve tanımaya çalışmak için gözlerinden süzülen hikayesini dinlemeye çalışıyordum ama yüzü kendini saklamayı iyi başardığı için bocaladığımı hissediyordum. Yine de bu döngü kırılmıyor ve biz gözlerimizi çekmeyi reddediyorduk.

Naz tekrardan geldiğinde çayı önüme doğru koydu.

"Dünya ismin değil mi?" Dediğinde gülümsedim.

"Evet." Naz derin bir nefes aldı.

"Emir bahsederdi." Sözünü bitince gözleri bir noktada durdu.

"Olayların bir gün bu noktaya geleceğini hepimiz biliyorduk ama hiç ihtimal vermemiştik sanırım. Yoksa bu şekilde hissetmem biraz zor olurdu." Dedi Naz dudaklarını ısırıp.

"Hangi noktaya?" Diye sorup derine inmeye çalıştım.

"Buraya işte..." Elindeki kupada parmaklarını gezdirdi.

"Emir'den önce niceleri bir şekilde kurban oldu. Emir ve sonra da biz." Taylan kızını dinlerken yüzü gerilmişti.

"Sana bir şey olmayacak." Dedi keskin bir sesle.

"Baba sana olduktan sonra bana olmuş olmamış ne fark eder?" Taylan kızının sözlerini duymazdan geldi.

"İzin vermem." Dedi sakince.

"Sizi neden istiyor?" Diye sordum Taylan'a bakarken. Sorum üzerine bana döndü bakışları.

"Yoluna daha fazla taş koymamı istemiyor." Geriye doğru yaslandı. "Bir de bazı bildiği şeyler var onları kullanmak istiyor." Başımı sallarken ortamın gerginliğinden etkilendiğim açıkça belli oluyordu.

Yukarıdan Behram'ın sesi geldiğinde bakışlarım kapıya doğru döndü. Rahatsız olmuştum her anlamda. Kaçmak istedim. Nedenini bilmediğim bir his vardı içimde. Kaçabileceğim tek yer Behram'ın yanıydı. Bu gerçek ile içe dönüp dikkatle kendime baktım. Öfkelendiğim zamanlarda bile ona gidiyordum çünkü tek sağlam yolum vardı.

"Ben Behram'a baksam sorun olur mu?" Naz durmam için kolumu tuttu.

"Araya girme istersen Enes biraz agrasif bu aralar." Gülümsedim. "Bırak Naz birbirlerine alışacaklar," Dedi Taylan ardından Naz elini çekti.Kaşlarımı çatıp bir süre durdum. Tekrar harekete geçtiğimde seslerin geldiği odanın önüne gittim. Kapısına tıklayıp içeri başımı uzattığımda devam eden gürültüden benim tıklamamı duymadıkları belli oluyordu.

"Enes bu iş bir şekilde bitecek ya yanımda olursunuz ya da karşımda." Tamamen içeri girdim.

"Senin de amcan lan! Ölmesine göz yumacak mısın? Yine ailemden birileri ölecek ve sen sessiz mi kalacaksın?" Behram bana baktığında gözlerimiz buluştu. Enes de arkasını döndüğünde göz göze geldik.

"Özür dilerim ama gelmem sorun olur mu?" Diye sorduğumda Enes kaşlarını çattı.

"Evet, çık." Dedi kapıyı gösterip. Beklemediğim için duraksayıp Behram'a baktım. Behram sinirle gülümsedi.

"Hayır, gel Dünya." Enes Behram'a doğru döndü. "Gelebilir mi?" Diye sordu agresif bir ses tonuyla.

"Tabii gel. Ben kimim burada Behram bey karar vermiş." İçeri girip kapıyı kapattım. Enes başını iki yana salladı.

"O adamın kızına bu kadar güvenme ya Behram. Kendi ne ki kızı ne olsun?" Enes'in öfkesi bana sıçrayınca duraksadım. Bu beklemediğim bir hamleydi. Bakışlarım bu sözün altında kalan ruhumun aynası oldu.

Behram gözlerimin içine baktığında yutkundum. Enes'in yakasından tuttuğunda ona doğru gidip kolundan tuttum.

"Tamam bırak." Behram Enes'e bakmaya devam ediyorken elini sıktım.

"Behram." Dediğimde yüzüme baktı. "Bırak." Dedim tek kaşım kalkarken, eli yavaşça gevşedi.

"Tanımıyor beni haklı, daha Taylan ile konuşacaksın Behram hadi vaktimiz bu kadar bol değil." Behram Enes'i bırakınca saçını geri itip yatağa oturdu ve başını ellerinin arasına aldı.

İçeride daha fazla kalmak istemedim. Arkamı dönüp kaçma isteği ile dolmuştum. Adımlarım kapıya dönmüştü çoktan. Enes gözümde babama dönüşmüştü. Beni laflarıyla zehirlemeye çalışıyordu ve bunu kullandığı yerde oluşmuş yaraların varlığından bihaberdi.

"Kahraman." Dedi Enes bana bakıp alayla. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım, tekrar açtığımda ona doğru döndüm ve gözlerimiz birleşti.

"Enes haddini aşma, beni tanımıyorsun diye sesimi çıkarmıyorum ama ileri gidersen tanışmak istemeyeceğin kısmıyla, yakından tanışmış olacaksın." Dediğimde dudak büzdü.

"Çok korktum." Dedi alayla. Derin bir nefes aldım.

"Daha önce söyleyen oldu mu bilmiyorum ama baban da böyle," Dediğinde göz kırptı. "Boş atmayı sever." Diye devam etti. Sessiz bir nefes kaçtı ağzımdan.

Dudaklarımı yalayıp gözlerimi kapattım. Dudağımın içini dişlerken bir kaç saniye süren sessizlik ile tekrar baktım. Her hangi bir değişim yoktu herkes aynı yerinde olduğu gibiydi. Behram öfkesini dizginlemeye çalışıyordu.

Enes Behram'a doğru uzattı kafasını. "Ben bu işte yokum, tek başınasın Behram." Dedi ve kapıya doğru yavaşça yürüdü. Tam yanımdayken Behram, "Mecbursun lan yanımda olmaya." Dedi alnını kaşırken. İçinden kendini herkes için derin bir tehlikeye attığını ama bunu kimsenin görmediğini çünkü Behram'ın herkesten gizlediğini ilk o an gördüm.

Burada olmasının sebebi olan amcası, Emir, Ben hepimiz onun omzumun yükü olmuştuk.

"Ne mecbursun lan? Emir öldü olum sizin yüzünüzden! Babam öldü, annem öldü şimdi de amcan ölecek diyorsun sonra? Sen, naz belki ben... Ne vaadediyorsun bana bu yolda?" Dedi Enes öfkeyle arkasını dönünce. Bana baktığında göz göze geldik. O an bakışlarını görünce diline ket vurulsun ve konuşmasın istedim çünkü ağzından çıkacaklar söz değil kurşun gibi saplanacaktı ruhuma.

"Kimin yüzünden?" Başını sağa sola salladı. "Sevgili Dünya!" Dedi alayla ve devam etti, "Farkında mısın Dünya?" Dedi tamamen bana dönüp. Başını daha güçlü iki yana salladı iç yanım duymak istemedi ama Enes susmadı.

"İnsanlar senin yüzünden ölebiliyor. Sırada da amcam var. Taylan ismi, diğerleri gibi ismi hafızandan kolayca silinmesin." Diye devam etti son kelimelerine baskı yaparak.

"Ona rağmen odama gelip ahkam kesebiliyor olman şaşırtıcı." Son sözleriyle birlikte omuzlarımı daha da dikleştirmeye çalıştım. Behram yanıma doğru geldi.

"Sus Enes yeter!" Diye bağırdığında Enes güldü. Tekrar bana baktığında dudak büzdü.

"Niye sevgilin mi üzülüyor?" Behram yumruğunu sıkınca kolundan tuttum.

"Üzülsün ya, hatta daha iyi bir fikrim var. Ortaya kendini koymaya ne dersin Dünya? Belki birilerinin ölümüne sebep olmaktansa kendine olursan vicdanın rahatlar. Ya da arkandan ağlayan üç beş kişi bulursun, biri ben olurum söz." Dedi elini kaldırıp. Gözlerimi kapattığımda içimde ölen yanlarım gözleri yaşlı bir şekilde Enes'e baktı. 'Sen zaten kimseye göstermeden hep kendini ortaya attın.' dediğinde içlerinden biri diğeri susturdu onu. Ağzına, ellerinin üstüne kadar beyazlayacak bir baskı oluştururken gözlerini kapattı hepsi. Eğer konuşmaya devam edebilseydi, 'Kimse onun için ağlamayacak, ben bile.' diye devam edecekti. Bir zamanlar ona bir söz vermiştim kimse bizim için ağlayamayacaktı, o bu sözü duyduğu andan beri hep gözlerimin içine bakıp tekrarladı. Çünkü ölmüştü ve ben onun için bir damla bile akıtmamıştım... Çünkü ölmüştüm.

"Senin..." Diye Enes'in üzerine yürüdü Behram. Aldığım nefes boğazımda kalırken Behram Enes'e sertçe vurdu. Beynim hareket et komutu veriyordu ama kitlenmiş gibiydim. Enes sendeleyip geri gitti ama çok sürmeden Behram'a karşılık verdiğinde bir kaç saniye daha uzaktan izledim. Kendime geldiğimde Behram'ı tutmaya çalıştım.

"Ne yapıyorsunuz!" Dediğimde sesim kırgın çıkmıştı ama kararlıydı da, Behram bir kez daha vurdu. Enes sinirle itip vurmak için hamle yaptığında, "Emir ölmedi!" Diye bağırdım. Duyduğu şeyden sonra eli havada kaldı ve Behram'ı tutan eli boşluğa düştü. Bir süre hareket etmeden bekledi. Behram o sırada burnunu silip odada gezinirken derin bir kaç nefes aldı.

"Doğru mu söylüyor?" Dedi Behram'a bakıp. Behram hala öfkesini sindirmeye çalışıyordu.

"Doğru söylüyorum, Enes. Emir yaşıyor. Ben senin iddia ettiğin gibi biri değilim ve sandığının aksine, kimseye zarar vermedim." Kendim dışında...

Enes başını geriye atıp nefesini verdiğinde kapıya doğru yöneldim.

"Ben dışarıdayım Behram konuşulacak ne varsa konuşup gelirsin." Kolu aşağı indirdiğimde omzumun üzerinden baktım.

"Ha bir de tanık korumada eğer yaşadığı öğrenilirse ölür. O yüzden çeneni kapalı tut." Dediğimde Enes hala kabullenmeye çalışıyor gibiydi. O an gözüme masum gözüktü çünkü herkesi kaybetmişti daha fazla kayıp vermek istemiyordu.

"Bekle." Dedi Behram bana doğru gelirken.

"Atakan planını yaptı Enes, bir kaç güne kalmaz gelirler. Ben uyarımı yaptım, planım belli ama reddettin. O yüzden başınızın çaresine bakarsın." Dedi gözlerini benden çekmeden. Yanıma geldiğinde elimden tuttu.

"Gel hadi." Dediğinde kapıdan çıkmak için adım attık.

"Arkanı mı döneceksin lan bize?" Dedi Enes arkamızdan. Behram duraksayıp nefesini bıraktı.

"Ben kimseye arkamı dönmedim. Sen arkamı dönmem için az önce tüm imkanlarını kullandın." Dedi sakince.

"Özür dilerim Dünya." Dedi Enes. Behram gözlerimin içine baktı, bu sırada içerisi darmadağın olmuştu. Gözlerimi kaçırdım çünkü zihnim, kalbim ile yollarını çok keskin bir şekilde ayırmıştı. İnanç tüm kaynaklarını kurutmuştu çünkü Enes yüzüme karşı ölmem gerektiğini haykırmıştı. Ama bir yandan da sevdiklerini korumaya çalışmıştı...

Yaşama pamuk ipliğiyle tutunmuş insanların gözlerine bir kez olsun baktınız mı hiç? Ya da ruhlarının bileklerinde, derin bir yara izi olduğunu gördünüz mü?

Enes tüm yaralarıma parmak basmış ve tüm iplerimi koparmama sebep olacak bir öfkeyi uyandırmıştı. O öfkeyi hisseden yanım hala gözlerimin içine bakıp ağzından parmakların çekilmesini bekliyordu. Ölüm artık ona yakın değildi, ölüler tek bir hakka sahipti; o bunu çoktan kullanmıştı... Ben kullanmıştım.

"Siz konuşun Behram." Dediğimde Behram elimi biraz daha sıktı.

"Konuşmayacağım şimdi." Omzunun üzerinden Enes'e baktı. "Öfkem seni dinlemeye izin verse Dünya'nın gözlerinde olan kırgınlık vermez. Yarın gelirsin yanıma ne konuşulacaksa konuşuruz." Odayı geride bırakarak yürürken bir yerden sonra onu yavaş adımlarla takip ettim.

"Amca ben yanına tekken geleceğim." Amcası kaşlarını çattı.

"Kavga mı ettiniz yine?" Behram burnunu kenardan aldığı peçeteyle silince kan izleri kaldı.

"O da konuşulacak." Dedi başını sallayıp. Evden çıktığımızda arabaya doğru yürüdük. Sessiz bir şekilde binip çalıştırdı. Arkamı yaslanıp gözümü kapattım.

"Söyledikleri aptalcaydı sakın ciddiye alma." Dediğinde gözlerim kapalı bir şekilde başımı salladım.

"Dünya." Dediğinde gözümü açtım. Gözü yol ve benim aramda gidip geliyordu.

"O geri zekâlı adına özür dilerim." Gülümsedim.

"Dileme, kızma da kimseye, herkes kendi doğrusu uğruna yaşıyor Behram. Kimseye bu yüzden kızamayız. Beni tanımıyor o yüzden ön yargısı var ama o senin kuzenin ne sen ne de o birbirinizi anlamayacak durumda değilsiniz. Vurmadan, kırmadan halledin bazı şeyleri ki lazım olduğunda toparlaması kolay olsun." Dediğimde nefesini verdi.

"İyi değilsin sen." Dediğinde bir şarkı açtım.

"Susalım mı biraz? Sessizliği çok özledim. Hep koşuyoruz, hep kalabalık içinde sürükleniyoruz..." Yutkundum. "Duralım mı biraz?" Diye devam ettim. "Ben çok yoruldum koşmaktan, konuşmaktan..." Gözümden bir damla yuvarlandı.

Arabayı kenara çektiğinde burnumu çektim. "Susalım." Dedi dışarıya doğru bakıp, ardından kafasını geriye doğru atıp gözlerini kapattı. Başımı dışarı çevirip omzuma doğru koydum.

Sessizlik kulağıma dolarken sakince kendime daha fazla sokuldum.

...

Şeyma Daldallı


Loading...
0%