Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Bölüm 15- Karşı Hamle-

@symdaldalli

Eğer geleceğe elimizi uzattığımızda, parmak uçlarımıza değen kan damlalarını içinde barındırıyorsa şu anın pek bir önemi kalmaz. Geçmişten sıçrayan ölüm yazgısı önce varlığa daha sonra zamana dokunur. İnsanların değişme çabasının yalnızca bir çaba olarak kaldığı anlar, bu gerçek ile çıkar ortaya. Geleceğinin yok olmuşluğunu bile bile ona doğru sağlam adımlar atmak yalnızca ölülerin yapacağı bir eylemdir.

Adımlarım, dalından kopan bir yaprak gibi sarsılmaya başladı.

Her zaman geçmişi affetmekten bahsederler. Kişileri yok saymak mümkünmüş gibi.

O an insan, affedemediği herkesle göz göze gelir.

O an bakışlar kaçırılmaz.

Affediyorum. Geçmişi değil.

Hastane koridorunda bir noktaya bakarken zaman üzerimizden geçip yönünü Taylan'a çevirdi.

Mary'nin odası deneyine göre Mary renkleri hiç görmemiş fakat yine de renkleri bilir durumdadır. Somut bir elma rengi ile karşılaştığında gördüğü renk, bildiği renkle örtüşür mü?

Mary'nin odası deneyine göre bir insanın beyninin işlev ve yapısı hakkındaki bütün fiziksel detayları öğrenebiliriz. Yine de o insan gibi olmanın ne anlama geldiğini asla bilemeyiz.

Affetmenin bu saatten sonra mümkün olmadığı geçmişle bu düşünceyle birlikte göz göze geldim.

Gözüm oturan ve başı havada duran insana, babama kaydı. Aykırıydı. Baştan aşağı buraya aykırı bir şekilde var olmaya çalışıyordu. Eline bulaşan kan geçmişimiz ve geleceğimizde asılı kalmıştı. Babam bir katildi. Ölümü hem bize hem de tanıdığı herkese bulaştırmıştı.

Geçen kısacık bu zaman zarfında babam gibi olmanın ne anlama geldiğini anlamaya çalıştım sadece.

Öfkesine haklı bir sebep bulmak için gizlenmiş cümlelerin altını deştim. O yığının altında bulduğum tek şey Beril ve benim çocukluğum oldu. Gözlerini sıkı sıkı kapamış iki küçük ruh ile karşı karşıya kaldım. Ellerinde bir ayna vardı. O ayna kırık geleceği işaret ederken, ben o yığının altında şimdi için bir sebep aradım fakat bulamadım.

Eksik yapılan bir plan demek başarısızlık demekti. Eksiktik ve ortada bir plan falan kalmamıştı. Yine de her şeye rağmen ben onu anlamaya çalışmak adına gözlerinin içine baktım. Bize dair hiçbir şeye rastlamadım.

Vazgeçtim, anlam olmadan yalnızca varlığını görmeye çalıştım. Bu defa zihnim beni, onun yarattığı karanlığa çekti. Yaralar bir anda hiç kabuk bağlamamış gibi kanamaya başaldığında ben durup her şeyi donuk bir halde izledim. Yaralarım kanarken, dudaklarından dökülen sözcüklerin artık daha fazla zarardan başka bir işe yaramayacağını anladım sadece.

Babam gibi olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalışırken, ayaklarım defalarca kez onun bastığı yere bastı ama yaptığı şeyleri hata olarak görmeyi bırakamadı. Parmak uçlarım dokunduğu yerlerde gezindi, parmaklarımdan odaya yayılan kan kokusu ile ellerime baktığımda, bileklerime kadar çıkan kızıllığı gördüm. Var ettiği şey koca bir enkaz ve sayısız yaraydı. Düşüncelerim onunkilere göre şekillenemeye çalıştı. Zihnime düşen bir kız çocuğu bana bakarken, aynı kızın yüzüne gelecek sıçradı ve büyüdü, o kadar büyüdü ki ben olup gözlerime baktı. Başını iki yana sallayıp, "Tercihinde biz olmadık." Dedi. Onu onayladım hafifçe başım sallanırken, tercih edilmemişliğimi onayladım. Ve o an anladım ki olmayacaktı. Ben onu anlamayacaktım.

Bir daha anlamaya çalışmamak üzere kaldırdım en üst rafa. Kollarım bir daha hiç yetişmesin diye bulduğum en yüksek merdivenle koydum. Sonra her şeyi ateşe verdim.

Elinde tuttuğu sözde adalet silahıyla, masum suçlu ayırt etmeden vurup kıran o insanın, hayatından sessizce çıkmak için kocaman bir adım attım. Adımlarımın silik izleri olarak, ardımda dinmek bilmeyen beklentiler dizisi kaldı. Tüm bu beklentilere rağmen başım hiç geri dönmedi.

Bu defa içimdeki boşluğu doldurmak yerine o boşluğu kendimle büyüttüm. Bir kara delik gibi tüm hislerimi ve duygularımı içine çekmesine müsaade ettim.

Böylece boşluk büyüdü.

Ben büyüdüm.

Annem gibi olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalıştım bu defa.

Sevdiği insanın ölümüne sebep olmanın onun için ne ifade ettiğini anlamaya çalıştım. Hırs ve öfke ile geçen bir hayat içinde mutlu olmayı bile unutmanın, kendini bir hiç uğruna harcamanın ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Müsaade ettiği ve hayatına mâl olan tüm durumları yalnızca uzak bir köşeden izledim. Sessizlikelrinde kendim cümleler var ederek o boş kalan yerleri doldurmaya çalıştım.

Ama anlayamadım.

Ben ulaşmak istenen hedef için bir insanın hayatının büyük bir kısmını öldüremedim. Sağlam düşüncelerine balyozlar indirip kırık dökük bir hale getiremedim. Sevdiğim insanı bırakıp bir intikam için var ettiğim ailemi, parçalara bölemedim. Yaşadığım kayıpları, daha fazla kayıplıkla süsleyemedim.

Ben onu anlayamadım. 

Yalanlarla beraber ateş büyümeye devam ederken hepsini izledim ve kabullendim, artık anlamaktan çok uzaktık.

Her şeyi ateşe verdiğim yere doğru fırladı bu düşüncelerim de. Bir daha ulaşamayacağımı, ulaşsam bile elimizde kalanın küller olacağını biliyordum.

Ateş önce büyüdü. Alevler havaya doğru siyah bulutlar olarak yükseldi. Annem karardı. Babam karardı. Duygularım karardı. Geçmiş karardı. Aydınlıkta kalamayana kadar hayatıma değen herkes ve her şey karardı.

Alevler yakacak başka bir şey bulamadığı zaman küçüldü yavaşça. Külleri kaldı zamanla. Bir rüzgâr esti. Geçmişi alıp süpürdü uzaklara.

Geçmişi olmayan bir insan kadardı artık boşluğum. Ateşe verdiğim hiçbir şeyi hatırlamasaydım unutmak daha kolay olacaktı. Ama ben hatırlayacaktım. Her şey zihnimde kalmaya devam edecekti.

O ateşi başlatan ellerimin nasıl titrediğini kimse bilmese de ben unutmayacaktım. Alevleri izlerken yüzümde oluşan dehşeti kimse görmese de ben unutmayacaktım. Külleri dağılırken etrafa, dik duruşumun altında yıkılan benliğimi kimse hissetmese de ben unutmayacaktım.

İyi bir hafıza cehennemdir der Tolstoy. Unutulmayanlar insana acı verir. Ama acıyı yok sayacaktım. Bir tek onu unutacaktım.

Geçmişim geride kalırken tüm yaralı yanlarım teker teker yere yığılmaya başladı. Büyüttüğüm ateş onları da çekti içine. Ölmeyen ne kadar yaşım varsa hepsi teker teker kapattı gözlerini usulca.

Yürüdüm, o enkazı geride bırakmak için. Yeni bir yer var etmek yeni bir acı var etmekti. Ayaklarımın duracağı her noktada bunu hatırlayarak yürümeye devam ettim.

Affettim. Geçmişi değil. Kendimi.

Gözlerim kapının camından yansıyan görüntümde takılı kaldığında nefesimi tuttum. Bu kadar acı tek bir bedende kimseye görünmeden, içten içe nasıl dev gibi oluyordu? Hiçbir acı temazsız değildi ama bulmak imkansızdı.

Doktor ve hemşire bize doğru gelirken Behram, Enes ve Naz ayağa kalktı. Babam hâlâ aykırıydı, ben kayıp.

Doktorun yüzüne baktım. Dudaklarından bir kaç cümle döküldü. Başını anlamadım ama, 'başınız sağ olsun'u anladım.

Naz ağlamaya başladığında avuç içlerime kaçan kalbim korkuyla atarken bileklerim titredi.


***

-1 hafta sonra-

İçeri girip masaya göz gezdirdim. Herkes buradaydı. Naz, Enes, Beril, Behram ve tanımadığım diğer yüzler. Adımlarım masanın önüne geldiğinde durdu. Beril ile göz göze geldik.

-4 gün önce-

Beril'e baktım. "Her şeyi biliyorum." Diye mırıldandığımda kaşları kalktı.

"Nasıl?" Diye sordu. Neyi demedi, nasıl dedi...

"Taylan," deyip yutkundum. Adını söylemek ağzımda acı bir tat bıraktı. "O söyledi." Başını sallayıp geriye yaslandı.

"İyi, artık aptal kızı oynamak zorunda değilim desene." Deyip göz kırpınca yutkundum.

"Sen hiçbir zaman aptal değildin Beril." Dediğimde başını kaldırıp bana baktı.

"O aptal pastayı üflerken de değil miydi Dünya? Ya da sen doktordan geldiğinde ne olduğunu sormak için odana geldiğimde? Babam bana hediyeler verirken ve sevgi gösterisi yaparken de değil miydim?" Saçlarını geri itti. "Kandırmayalım birbirimizi." Diye mırıldandı.

"O kadar kendine odaklanmıştın ki, tüm bunların saçma bir zorundalık olduğunu göremedin bile. Mecbur bırakıldığımı görmedin ve beni suçladın. Değil mi öyle yaptın?" Konuşmama fırsat vermeden devam ettiğinde duraksadım. Bu gerçek kalbime batarken etraf kan gölüne dönmüştü. Hayal kırıklığı gözlerinde çoğaldı ama bunlar şu anın değil geçmişin misafirleriydi. Kökleri çok eskiye dayanıyordu...

"Özür dilerim, ben bilmiyordum." Diye mırıldandığımda sakince güldü.

"Aynı cümleyi defalarca kez gözlerinin içine haykırdım Dünya ama sen bilmiyordun..." Dedi saçlarını geri atarken.

"Sen oku diye benim hayallerimi yıktılar ama sen bilmiyordun, hayatını avuçlarıma koyduklarında ben daha çocuktum ben de bilmiyordum ama öğrendim." Duraksadı. "Öğrenmek zorunda kaldım. Çünkü orada sen vardın." Başını salladı. "Senin için öğrenmek zorundaydım." Bir nefes kaçtı dudaklarından.

"Oyunları gördün ama beni görmedin Dünya, her şeyi çözdün bir beni çözmedin. Bir ben fazla geldim bu oyuna." Serçe yutkundum ve gözlerimin dolmasını engelleyemedim.

"Öyle değil." Diye mırıldandım ama duymadı.

"Seninle küçükken bir oyun oaynardık hatırlıyor musun?" Diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladım. Hikaye tamamlamaca oynardık.

"Hatırlıyorum." Dediğimde yerinde dikleşti.

"Hadi yine oynayalım. Kar tanesinin ve kar topunun hikayesi olsun. Ben başlıyorum." Deyip benden onay ister gibi gözlerime baktı. Başımı aşağı indirip kaldırdım. Boğazımdaki yumruyu görmezden gelmeye çalıştım. Görmeyeceğim kadar büyüktü ve bu ilk defa başıma gelmiyordu.

"Bir gün bir kar tanesi yer yüzüne inerken gördüğü manzara ile dünyaya aşık olmuş. O beyazlığa ait hissedememiş ama gözlerini de alamamış." Kar tanesi Beril'di...

"Aşağıda gördüğü şeyin kendisinden geldiğini görememiş ama aslında hayran olduğu görüntü içindeymiş." Diye devam ettim. Bir süre durup ardından başını salladı.

"Bir anda beklenmeyen bir şey olmuş ve sert bir rüzgar esip yanındaki kar tanesini dağıtmış, yarım bırakmış." Sustuğunda yüzümü inceledi. Yarım kalan kar tanesi de bendim...

"O kadar güçlüymüş ki rüzgara alt olmamış."

"O kadar zayıfmış ki rüzgar diğer kar tanesini parçalara ayırırken hiçbir şey yapamamış." Dedi düşünmeden. Başımı sağa sola sallayıp omzuma doğru koydum. Gözlerime bakmıyordu. Geçmiş acı acı aramızda ninnisini söylerken o en çok da bunu görmeyi reddediyordu.

"O kar tanesi yere inmeyi başarmış, rüzgara rağmen." Diye devam ettirdiğimde kısa bir an gözlerime baktı.

"Yere iner inmez kırık kar tanesini aramaya başlamış. Ama zamanla ona tutunan kar taneleri içine alıp onu hapsetmiş. Göz yaşlarını görmemiş kimse böylece herkesten gizleyebilmiş." Bu defa meydan okur gibi başını yana eğip beni izledi. Sessizlik yavaşça dağılmaya başlamıştı ve buna kulaklarım uğuldayarak başlamıştı.

"Yolda mücadele ettiği şeyler onu daha güçlü yapmış." Başını sağa sola salladı bu söylediğimden sonra.

"Yolda güçlü olmayı değil yalnızca iyi yalan söyleyebilmeyi öğrenmiş." Diye mırıldandı.

"Kırık kar tanesine ulaşana kadar yalnız kalmamış, etrafında olanlar hep onunlaymış."

"Onlar yalnızca hapsolduğu ölü bedenlermiş. Yolda düşündüğü tek şey kırık kar tanesine ulaşıp onu tamamlamakmış. Ama devam etmek için gücü yavaş yavaş tükenmiş."

"O anda kırık kar tanesiyle karşı karşya gelmiş." Dedim.

"Kollarını açıp ölü yığınların arasında kırık tanenin onu görüp sarılmasını beklemiş." Dediğinde kollarını açıp bana baktı. "Ama kar tanesi onu görmemiş..." Dediğinde başımı yana eğip kollarına baktım.

"Yine görmeyecek mi? Sarılmayacak mı?" Dediğinde ayağa kalkıp sıkıca sarıldım. Gözlerimden bir kaç damla kayıp yere düştü.

"Her şey için özür dilerim."

"Hiçbir şey için özür dileme, senin suçun değildi." Burnumu çektim.

"Ben sana zarar vermek istemedim." Dedim mırıltıyla. Gülümseyip benden ayrıldı. O an ikimizde ellerimizin tersiyle yüzlerimizi sildik.

"Kardeşler ablalarına zarar veremez." Deyip gülümsedi.

"Ablam değilsin." Diye başımı yana eğdim ama o başını iki yana salladı.

"Seni korumaya başladığım gün o hisler değişti. Bunca yıldır öyleyken şu an değişecek mi sence?" Dudaklarım acıyla kıvrıldı. Benim için her şeyi kaybetmişti. Ellerinden tutup yüzüne baktım.

"Artık hiçbir şey için zorunda değilsin ama..." Derin bir nefes alıp saate baktım. "Beril bir planımız var ve benim sana da ihtiyacım var. Her şeyi anlatacağım ama önce buradan gidelim olur mu? Artık bu evde kalmayacaksın."


-4 gün sonra-

Masaya ellerimi dayayıp hafifçe gözlerimi etrafta gezdirdim. Behram yanıma geldiğinde belimden tutup kendine doğru çekti.

"Burada olma sebebimizi merak ediyorsunuz," Dedi sakince ardından gözleri beni buldu. Sözleri dudaklarından çıkarken tok sesi odaya doluyordu. Planı yaparken yüzüne oturan ciddiyet vardı yine gözlerinde. Dışarıdan bakan biri korkabilirdi ama ben yalnızca güveniyordum.

"Birliği bitireceğiz."


şeyma daldallı.


***

Nasıl üzgünüm... Bu bölümü yazarken bilgisayar bir anda kapandı ve bunu ikinci kez yazmak zorunda kaldım ama aklım ilkinin güzelliğinde kaldı. Bu yalnızca ona benzemeye çalışan bir bölüm oldu. Neyse halledicez, bunu da halledicez...

instagram, seymadaldalli.


Loading...
0%