Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 2-Çıkış-

@symdaldalli

Selam, beğeni sayıları biraz az okuduktan sonra oy verirseniz sevinirim ve yorumlarınız benim için kıymetli. Keyifli okumalar.

Instagram: seymadaldalli

Twitter: symdaldalli

.
.

The Kays Lavella- The Hours

.
.

.
.

Zamana anlamlar yükleriz. Yaşadığımız hayatı şekillendiren şey odur gibi gelir. Doğru değil. Seçimlerimiz bu görevi yerine getirir. Kaybolduğumuz bilinç bizimdir.

Çıkış yok.

Var olduğuna inandığım kurtarıcılar bana arkasını döndü. Var olduğuna inandığım insanlar aslında yoktu. Duyulmak için seslere ihtiyaç duymadım. Duymaları için bir çaba harcamadım. Gösterilen yolda emin adımlarla sessizce yürüdüm. Çıkışı bulurum sandım. Yanıldım.

Her görülen yolun bir bitişle sonuçlanmayıp kimi anlarda yansımalardan ibaret olduklarını anlamak için aynalarla yaşamayı öğrendim. Bakmak görmenin bir yansıması, bitiş başlangıcın ana kulvarıymış. Sonlar solunca, en çok ortaya çıkarmış. Meğer yaşam zamanın arta kalanlarının ufak anlamlarıymış...

Gözlerimi araladığımda sabah olduğunu anladım. Yerimden doğrularak ayaklarımı yatağın kenarından sarkıttım. Başımı ellerimin arasına aldığımda keskin acıyı dağıtmak için birkaç kez ovaladım. Etrafıma baktığım zaman çalışma masasının üzerinde bir kutu olduğunu gördüm. Derin bir nefes verdim.

Hediyeleri sevmezdim. Doğum günümüz her yıl farklı anlamlarıyla, bana bir ceza oluyordu. Doğmanın ağır hediyesini annem elleriyle özenle pakete koyup bana sunuyordu. Almak kabullenmek değildi. Genellemeler bana geldiği an kesinliğini yitiriyordu.

Kutuyu çekmeceye koyduğumda banyoya doğru ilerledim. Suyun altına girdiğim zaman gözlerimi kapatıp zihnimi arındırmaya çalıştım. Önemli bir sunumum vardı. Odağım ona yöneldi. Banyodan çıktıktan sonra saçlarımı kurutup açık bir şekilde bıraktım ve hafif bir göz makyajı yaptım. Dolaptan aldığım siyah gömleği ve siyah pantolonumu giyerken aynaya baktım. Yüzüm fazla beyaz durduğu için hafif bir de allık sürüp dolabımdan siyah montumu aldım ve çantamı taktım. Kapıyı açtığımda annem ile karşılaştık.

"Uyuyorsun sandım." Gülümsedim. "Günaydın, erken çıkmam lazım." Gözleri her hissi yansıtıyordu. Biri en çoktu.

"Sunumun var diye hatırlıyorum?" Başımı olumlu anlamda salladım. Ellerini oynattığında o yöne kaydı bakışlarım. Bir kutu duruyordu ince parmaklarının arasında.

"Uyandığında vermek istedim. Mutlu yıllar kızım." Kaşlarım çatıldığında çekmeceye koyduğum hediyeye dönmemek için tuttum kendimi. Dudaklarımı birbirine bastırıp yutkundum.

"Teşekkür ederim anne, gerek yoktu." Sarıldığında şüpheyi silerek ufak bir tebessüm yer etti yüzümde. Sakince sarılmasına karşılık verdim. "Başarılar." Odadan çıktığında elimdeki paketi sıkıca kavradım. Masaya yönelip üzerine bıraktım. Çekmecede olanı aldıktan sonra seri hareketlerle paketi açtım. Bir kolye ile karşı karşıya geldiğim zaman şaşkınlığım büyüdü. Ağaç figürünün olduğu demirle temas ettiğim zaman tüm sinir uçlarım gerildi.

"Behram ne bu kutu?" Açmam için işaret verdi. Kutuyu yavaşça açtım. Ağaç zincirin ucunda sallanıyordu. "Sana benziyor. Kök salmazsa yaşayamaz belki ama ne pahasına olursa olsun kökleri yok. Yaşamı dahi yok saymış..." Şaşkınca dinledim sözlerini. Babamla tartışmadan sonra Behram ile bir haftadır görüşmemiştim. Kaçtığımı anlasa da neden kaçtığıma anlam verememişti.

"Bir sorun mu var, yanlış bir şey mi yaptım?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Yanlış benim Behram derken içten içe, duyulmayan bir hikayede asılı kaldık. "Biraz yoğunum sadece." Kafasını salladı hafifçe. "Bugün müsait misin?" Gözlerim etrafta gezindi. Telefonuma gelen mesajla irkildim. 'Oyalanmadan eve git. Paketi de ben vermeden münasip bir şekilde sen ver.' Babamın mesajına bakarken nefesim ciğerlerimde takıldı. Hayat dedim içten içe, yalnızca bir şans veremez misin bize?

Gözlerim yanmaya başlamıştı. Yaşamayı unutturmaya çalışıyordu. İnsan olmayı unutturmak için en ağır savaş bıçaklarını kuşanmıştı. Savunma hatlarım teker teker bu darbeler altında yok oluyordu. Kaybedeceğimi bildiğim savaşlarda kahraman olmak için feda edebileceğim kimse yoktu.

Kutuyu yavaşça geri uzattım. "Çok özür dilerim." Behram'ı ardımda bırakıp hızlıca yürümeye başladım. Bakamamıştım bile yüzüne ama onun bakışlarının ağırlığını hissedebilmiştim. Sırtımda değil, yüreğimde.

Kolyenin zincirini yavaşça açıp boynuma taktım. Yutkunamadım. Elim kolyede gezinirken izledim kendimi. Zaman ne hızlı geçmişti. Hepimiz içerisinde bir şekilde zarar görmüş olmamıza rağmen akış içerinde yaş almaya devam etmiştik. Geçmişten sıyrıldığımda adımlarım odanın dışına doğru yöneldi. Botlarımı giydim.

"Ne zaman duracaksın?" Karakola yanına gitmiştim. Planlarım arasında konuşmak yoktu eğer sınırları bu kadar kolay yıkmasaydı. "Ne zaman durmamı istersin kızım?" Yutkundum.

"Ne istiyorsun?" Arkasına yaslandı. "Sen ne istiyorsan tam tersini." Dudağımı ısırdım.

"Mutluluğunu bir de sağlığını." Dediğimde sesimin alaylı çıkmasına engel olamadım. Yavaşça ayağa kalktı. "Buraya niye geldiğini ikimiz de biliyoruz." Dedi.

"Beni neden takip ettirdin?" Sorum ile odanın içinde gezindi. "Seni daha iyi koruyabilmek için." Ve kurt kızı yedi. Kocaman ağzının kenarında yalan bir tebessümle gizledi çoğu şeyi. Kan hariç. Kokusu yanına yaklaşanlarca alındı fakat müdahaleye geç kalındı.

"Sen beni kendinden bile koruyamadın başkalarından mı koruyacaksın?" Sırtına baktım.

"İsteseydim koruyamaz mıydım?" Kalbim parçalara ayrıldı. Onu da bir sızı ile gizledim.

"İstersem şu an senin tüm hayatını tek bir hamle ile değiştirebilirim." Kazağımın ucundan tutup hafifçe kaldırdım. Yaptığı yaraya baktı. "Tek bir hamle." Diye devam ettim. Bakışları elime kaydı. Aramızda olan sessizlik sesimle bozuldu.

"Vazgeç baba. Yoksa hepimiz ağır yaralar alacağız." Sakince arkamı dönüp odasından çıktım.

Evden çıktığım zaman arabaya binip kemerimi taktım. Hava bozdu hafiften, gri bulutlara gözüm kaydığında bir an zihnimin dışa vurumu olduğunu hissettim. Çünkü düşüncelerim de genelde fırtınaya benziyordu.

Kaostan var olan duygularım vardı. Çelişki onu besleyen bir kaynaktı, o kaynağı ne zaman kurutsam farklı bir yerden fışkırıyordu. Var ettiği değil mecbur kıldığı yollarda adım atmaktan kaçtım sürekli. Kayıplığımı taçlandırmaktı bu. Kayıplığım sevdiğim bir olgu değildi, hiç olmamıştı.

İnsanları mesafeye tabii tuttuğumda oyun bitişini ilan etti. Kaybetmek kazanmak kadar anlamsızdı. Yine de her şeye rağmen, kaybetmeyi göze aldığım savaşlarda onların zafer sevincini duydum. Yenildiğimi düşündüler. Yenildiğimi düşünmelerini istedim. Asıl kaybı görmediler.

Attığım adımlar başından beri belirsizliğe yönünü çevirmişti. Durdum, sesleri dinledim. Durdum, sağır olduğum gerçekleri kalbimde hissettim. Asıl arkamı döndüğüm şey insanlar değildi, kendimdim. Bu benim bilmediğim bir şey değildi. Bu kabul etmeyi istemediğim tek gerçekti. Ve o gerçek tamamen etrafımı kuşatmışken bu çember içerisinden kurtulmanın hayalini ayağımla en uzağa ittim. Kurtulduğum taktirde ne yapacağımı kendim bile bilmiyordum. Yalan söylemenin kimse için bir anlamı yoktu.

Karşılaşacağım ağır tablodan bihaber de değildim. Zaten asıl korkum da bundan kaynaklanıyordu. Çok ağır yaralar almıştım. Çok ağır yaralamıştım. İyilişemedi hiçbiri ama kanamadı da. Yaraların hepsi derin bir şekilde öylece kaldı benden bile uzak bir köşede. Üzerlerine toprak attım görmesinler diye.

Başımı yana doğru eğip kırmızı ışığa baktım.

Son dönemeci de arkamda bırakıp okula ulaştığımda park ettiğim arabadan indim. Botlarımın topuğu zeminde tok bir ses bıraktı.

Kantinden kahve alarak sınıfa çıktım. Yerime geçip çantayı boynumdan çıkardım. Bilgisayarı çantadan çıkarıp sunum sayfasını açtım. Kahveden bir yudum aldım. Okuldaki son haftamızdı. Benden sonra Zeynep ile Bensu sınıfa girdi.

"Her şeyi çok özleyeceğim." Diyerek arkaya doğru ilerlerlerken gözlerimi kısıp cümleyi tekrar ettim.

'Suç şüphesi olmadan ceza muhakemesi başlamaz.'

Gözlerimi sunum sayfasından alıp saate götürdüğümde dersin başlamasına yirmi beş dakika olduğunu gördüm. "Dünya." Adımı duyduğum zaman sese doğru baktım. "Çıkışta bir şeyler içeceğiz. Katılmak ister misin?" Yüzüme ufak bir tebessüm kondurdum. "Net bir şey söylemeyeyim." Başını salladığında önüme döndüm. Sunuyu kapatıp bilgisayarı tekrar çantasına aldım. Biraz hava almam gerekiyordu. Kahveyi de alarak bahçeye çıktım.

"İnsanlar seninle neden arkadaş olmayacak biliyor musun?" Başımı tabletteki sunumdan kaldırıp babama baktığımda elindeki dergiyi kenara koydu.

"Çünkü zayıfsın." Bakışlarım anlamını kaybetmişti.

"Büyürken seni izledim." Dedim sakin bir tonla. "Küstah." Diye mırıldandı.

"Konuşma esnasında kelimelerini iyi seç kızım," Dedi bana doğru bir adım gelerek. "Unutma benim evimdesin. Benim kurallarımla yaşayacaksın." Gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım.

"En fazla ne olur görmüştüm," Dudağımı ısırıp kalemi elimde salladım. "bakarsın, kozlarını bu kadar hızlı bitirmek de senin hatan olarak yazılır tarihe." Diye devam ettim. Sakince gülümsedi.

"Yanılıyorsun her zaman bir noktaya bakılmaz." Söylediği ile dudaklarım düz bir çizgi halini aldı.

"Bunu ara ara kendine de hatırlat." Dediğimde çıkış bana uzaktan baktı. Bakılmayan bir noktaydı. Yok hükmündeydi.

Esen rüzgârla zihnim geçmişi yavaşça yok etti. Kahvenin son yudumunu da aldıktan sonra bardağı çöpe attım.

"Dünya." Başımı kaldırıp omzumun üzerinden sesin sahibine baktım. Yanıma geldiğinde yavaşça oturdu. Bakışlarım onu takip ederken hareketlerini inceledim.

"Soğuk hava, neden buradasın?" Gözlerimi kaçırıp etrafa baktım. "Asıl sen neden buradasın?" Ve birçok soru işareti aynı anda hücum etti. Soru dolu gözlerle cevap vermesini bekleyerek ona baktım. "Öyle bir uğradım." Kaşlarımı kaldırdım.

"Dün de öyle bir uğradın herhalde?" Diye sorduğumda etrafı inceledi. Zihnim eksik parçaları tamamlamak için çaba sarf ediyordu. Ama boşluklar dolmuyordu. Bir yanım dünün bir tesadüf olmadığını söylerken bir yanım çelişki yaratıyordu.

"Baban davet etti, dün bana da bir sürprizdi." Başımı yana doğru eğdim. Neden sana inanamıyorum diye geçirdim içimden.

"Bakma öyle, şimdi de bir hoca ile konuşmaya geldim. Seni görünce yanına uğradım." Başımı olumlu anlamda salladığımda bir yağmur damlası ayağımın ucuna düştü. Yanımdan kalktığında saatine baktı. Gözlerim aç bir kurdun yemeğe hazırlandığı hayvanı izlemesi gibiydi, ayrılmıyordu yüzünden. "Gitmem lazım görüşürüz." Sözü bitince gözleri sabah taktığım kolyeye kaydı. Kısa bir an bakışları gözlerimde takıldı. Yutkunup başımı çevirdiğimde o çoktan uzaklaşmak için arkasını dönmüştü.

O an tüm yasalar doğruluğunu kaybetti.

O an tüm fikirler çürüdü.

Gerçek diye bir şey yoktu. Gücümü aldığım kaynaklar kuruyordu. Adımlarımı attığım yerlerde tozla kaplı parçalarım duruyordu. Bu defa ardımda bıraktığım geçmişim değildi.

***

Sunumlar bitmişti. Hoca herkesle teker teker konuşarak iyi yanlarımız için tebrikte bulundu. Bu sunum hepimiz için olmasa da bir çoğumuz için önemliydi. Referans alarak bir çalışma ortamına girebilecektik. Bazı insanların yeri çoktan hazırdı. Bazıları hayatın kolay üslupla yazıldığı kitapları tutuyorlardı ellerinde.

Hoca o kişiyi açıklamak için biraz müsaade istedi. Geri geldiğinde elinde tuttuğu dosyaları önüme koydu. İçimde bir ışık yandı. Başarmıştım...

Teşekkür ettikten sonra yanımda oturan Ata ve Seda'ya baktım. Ata gülümserken içimde olan acının tebessüme sıçramış halini onun dudaklarında da gördüm. Anladığı acılarımla bana ayna olduğunu bir gün ona itiraf edebilecek miydim bilmiyorum. Yine de bu his sıfır noktasındayken insanın gözlerini bire dikmesi için yetebiliyordu.

Ders sonlandı. Seda heyecanla ayağa kalkıp sıraya sırtını dayadı. "Tebrikler! Çıkışta geliyorsun değil mi?" Duraksadım. Ata da ayağa kalkıp kolunu Seda'nın omzuma attı.

"Geliyor tabii ki." Ata'ya baktım. Kaşını kaldırıp gülümsedi. İtiraz istemediğini gösteren bu işaretten sonra, "Kaç kişi olacak?" Diye sordum. Ata gözünü kapatıp sayıyor gibi yaptı. "Yüz." Seda yüzünü ekşitti. "Emir, Bensu, Fırat, Ali, Zeynep, Aslı olacak." Başımı salladım.

"Daha yok muydu?" Başını yana eğdi. "Maalesef elimizde bu kadar var."

"Geliyorum ama." Ata benim koluma girip yürümeye başladı.

"Amalar öldürür be Dünya. Fazla amayı kaldıramaz bünyem." Seda gülümsedi. Sınıftan çıktığımızda diğerleri koridorda bekliyordu. Emir ile göz göze geldik, "Geliyor musun?" Diye sorunca başımı olumlu anlamda salladım. "Güzel." Dediğinde okuldan çıkıp otoparka doğru gittik.

Üçer kişiler halinde üç araca dağıldığımızda Ata ve Seda benimle gelmişti. Arka koltuğa yan yana oturdular. Birbirlerinden hoşlanıyorlardı ama ikisi de belli etmemeye çalışıyordu. Anlayan çok kişi olduğunu sanmıyordum ama yine de bazı noktalara bakmak yeterli oluyordu. Bu bilgi güzel bir öğrenim ile belleğime yerleşmemiş olsa da haklılık payı fazlaydı.

"Nereye gidiyoruz?" Ata başını kaşıdı. "Emir'i takip et o halledecek." Seda iç çekti. "Hazır ol hayatının en kötü mekanına gideceksin." Ata gülümsedi. "Abartma Seda, çocuk iyi seçiyor size beğendiremiyoruz." Emir'i takip ediyordum. "Dünya?" Seda'ya dikiz aynasından baktım. "Efendim." Dudağını dişledi. "Sana bir şey sorsam kızar mısın?" Merakla baktım.

"Kızmamayı umuyorum." Gülümsedi. “Behram'ı okulda görmüşler seninle mi alakalıydı o?" Emir köşeden döndüğünde manevra yapıp döndüm.

"Olmadığını söyledi." Ata çenesini ön koltuğun benden tarafa olan kenarına koydu. "Nesini seviyorsan şu çocuğun." Diye söylendi sinirle. Seda Ata'nın omzuna vurdu. "Karışma kıza." Dikiz aynasından baktım.

"Hayır ne karışma kaç yıl geçti yani insan bir unutur, hafızaya ayıp olmasın diye unutur en azından. Ayrıca mürüvvetini ben yapacaktım en çok ona üzülüyorum." Seda kaşlarını kaldırdı.

"Kimi yapacaktın paşam?" Ata duraksadı.

"Onu bulamadım daha ama bulayım, ilk onu halledeceğim." Seda gözlerini devirdi.

"Sen önce kendi başının keline ilacı sür." Dedim. Hafif arkamı döndüğümde Ata ile göz göze geldik. "Haklı kız. Ata bey sizi ne zaman göreceğiz sahalarda?" Seda sorduğu sorunun ardından ciddileşti. Ata hala aynı pozisyondaydı.

"Anlasan görürsünüz." Diye mırıldandığında kulağımın dibinde olduğunu son dakika hatırladı. Tekrar baktığımda gözlerimiz bir kez daha birleşti. Yutkundu.

Seda, "duymadım ne dedi?" Diye bana baktığında omuz kaldırıp indirdim. "Ben de anlamadım ki kendi kendine konuştu." Ata duruşunu düzelttiğinde bu defa dikiz aynasında gözlerimiz birleşti. Gülümsedim. (Her şeyi gördüm Havva...)

Emir bir mekanın önünde durduğunda aracı park ettim. Ata önden inip bir sigara çıkardı. Sigarayı yaktıktan sonra dumanlar izlerini havaya asılı bırakıp yavaş yavaş yok oldu. "Bana da versene." Dedi Emir yanımıza gelirken. Ata bir dal sigara da ona uzattı. Seda bana baktı. "İçeri geçelim biz." Dedi. Ata'ya imalı bir bakış attım. "Bekletme çok."

Ata geride kalırken arkamdan bir şeyler mırıldandı. Kulağım çınlamıştı ama iyi yönlü bir çınlama olduğunu düşünmüyordum. Bir masaya oturduğumuzda kızlar da yanımıza oturdular. Garson gelip menüyü bıraktı. Kızlar kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladıklarında mekana göz gezdirdim. Bir duvarın önüne akvaryum koymuşlardı. Küçük bir çocuk önüne gidip balıklara bakarken elini uzatıp dokunmaya çalıştı. Aradaki cam sınır oluşturdu. Dokunmaya çalıştığı balık yavaşça yüzerek uzaklaştı.

Ata, Emir ve Ali masaya geldiği zaman odağımı arkadan aldım. "Bu ne soğuk ya." Diyerek oturdu Ata. Zeynep Ali'nin omzuna doğru yatıp menüye baktı. Emir'in bana baktığını hissettiğimde ben de baktım. Bir süre sonra gözlerini çekti.

"Dünya siz devam mı ediyorsunuz Behram ile?" Diye sorunca Ali, Zeynep gülümseyip Ali'in koluna vurdu. "Yanlış bir şey mi sordum? Okula gelmiş bugün merak ettim." Dün bir de evime gelip hediye bıraktığını duysalar neler sorarlardı acaba diye düşünmeden edemedim. Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır." Emir kaşlarını kaldırdı. "E niye gelmiş o zaman?" Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bilmiyorum." Başımı çevirip akvaryum tarafına baktım. Küçük kız yoktu. Gitmişti.

Siparişlerimizi almak için garson geldi. Herkes söyledikten sonra kahve isteyip masadan birkaç dakika ayrılmak adına lavaboya gittim. İçeriye girip kapıyı arkamdan kapattım. Aynaların önüne doğru yavaşça yürürken hafif bir yorgunluk çöktü üstüme.

Siz hiç başlamadınız ki dedi iç sesim. Sustum. Devam etmek için önce bir başlangıcın olması gerekir. Sen bu başlangıcı yapamadın Dünya. Ne garip değil mi? Alanına girmeden de bazen merkezinde olabildiğin durumlar olabiliyormuş...

Aynada kendime bakmaya devam ettim. Öne doğru hafif eğilince kolye sarsılarak havada sallandı. Elim metali tuttuğunda güç almak ister gibi sıktım. Doğrulup kendime bir kez daha baktım. Ardından bileklerimi yıkadım. Elimde kalan suyla da boynumu ıslattım. Soğuktu su. Kendime getirmişti. Kağıt havluyla nemi alıp çıktım. Masaya döndüğümde konuşmalar devam ediyordu. Yerime oturdum. Seda bana doğru eğildi. "İyi misin?" Gözlerimi kapatıp açtım. "İyiyim, çok kalmayabilirim ama sonra yine görüşürüz sizinle." Başını salladı. "Tamam zorlamayacağım nasıl istersen." Garson siparişleri getirdiğinde kupayı avuçlarımın arasında tuttum. Avuçlarım ısınmaya başladı.

Ata karşımızdaydı. "N'aber hanımlar?" Seda omuz kaldırıp indirdi. "Ben seninle konuşmuyorum." Ata yüzünü ekşitti. "Niye, ne yaptım?" Seda kollarını birbirine bağladı. Kahveden bir yudum aldım. Boğazım yandı ardından sıcaklık mideme indi. Kupayı tutmaya devam ettim.

"Söylemiyorsun bir şey nasıl arkadaşsın?" Ata öne doğru gelip bize yaklaştı. "Ya olsa niye söylemeyeyim?" Seda omzunu kaldırıp indirdi. "Yalancı." Ata dudağını yalayıp elini ensesine koydu. "Seda harbi yalan söylemiyorum." Seda birden yumuşayıp Ata'ya baktı. Güldüm ve kahveden içmeye devam ettim.

"Babanın senin için bir planı var mı?" Ata bana döndüğünde içtiğim yudum boğazıma kaçtı. Bardağı bırakıp öksürdüm birkaç kez. Ardından yutkundum. "Sıcak meşrubatı kaçırdı bir de boğazına." Diye söylendi Ata. Duraksayıp baktım. "Aniden sormanın hiçbir etkisi yok ama değil mi?" Bir kez daha öksürdüm.

"Yok tabii gayet normal bir soru sordum çünkü. Koca emniyet amiri yani kafasında mezun olan kızıyla bir yerde iş yapmayı düşünmüştür herhalde." Bardağın kulpunda gezindi parmağım.

"Ben başka bir yol çizeceğim." Arkasına yaslandı. "Benimle çalışır mı ya?" Gözlerimi kıstım. "Hayır." Kalbinden vurulmuş gibi yaptı. "Yazık bana ama istenmeyen adam oldum çıktım iyice." Seda güldü. "Ya ne demezsin." Ata ona baktı. "O ne demek?" Seda bilmiyormuş gibi omuz kaldırdı. "Bilemem. Kulağıma geldiğine göre etrafta birkaç isteyenin varmış o yüzden diyorum."

Ata başını yana eğdi. "Kim söyledi?" Seda dudak büktü. "Ne önemi var?" Ata Seda'ya öyle yumuşak bir hisle baktı ki bir metre öteden anlaşılırdı kalbinden geçirdikleri.

"Ben şimdilik kalksam sorun olmaz diye düşünüyorum." Emir bakarken Seda lafa girdi. "Yok ama kısa bir sürede tekrardan herleşelim." Başımı salladım. "Tamam haberleşiriz." Kalkıp üzerime montumu giydim. "Görüşürüz arkadaşlar." Kasanın olduğu yere gidip hesabın bana ait olan kısmını hallettim. Mekandan çıktığımda hızlı adımlarla arabaya doğru yürüdüm.

"Dünya!" Emir seslenmişti. Durup ona doğru baktım. Biraz koştuktan sonra yürüyerek yanıma gelmeye başladı. "Kötü bir şey mi oldu?" Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır ne gibi bir şeyden bahsediyorsun?" Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bilmem birden kalkınca merak ettim.." Gülümsedim. "Sorun yok."

"Dünya." Diye lafa girdi tekrardan. "Dinliyorum." Ensesini kaşıdı. "Benden neden kaçıyorsun?" Kaşlarımı çattım. "Senden neden kaçayım ki? Yok öyle bir durum." Derin bir nefes aldı. "Sana karşı olan his..."

"Emir." Diye lafını kestiğimde sustu. "Cevabından korktuğum soruları genelde sormamayı tercih ettim. Fakat sorduğum her sorunun da sorumluluğunu üstlendim." Güldü. Vermek istediğim mesaj yerine ulaşmıştı fakat pes etmedi. "Ne buluyorsun şu çocukta?" Bakışlarım yere indi.

"Sevmek bulmaktan mı ibaret?" Dudaklarını ıslattı. "Sana zarar verecek." Dedi.

"Zarar vermek için önce yakınımda olması gerekiyor." Başını salladı. "Bir gün beni anlayacaksın Dünya." Gülümsedim. "Bildiğin halde niye benim için uğraşmaya devam ediyorsun?" Dediğimde duraksadı.

"Sevmek bu değil mi?" Diye sorunca kaşlarımı kaldırdım.

"Sen beni sevmiyorsun, sen sevilmemeyi seviyorsun." Kaşları çatıldı. "Nereden biliyorsun?"

"Biliyorum Emir çünkü seni görüyorum. Nasıl bir çocukluk geçirdiğini biliyorum. Etrafında olan insanları biliyorum. Senin bir kadına nasıl yaklaştığını biliyorum. İnkar edebilir misin bunları?" Derin bir nefes aldı. "Anlatsana Dünya bütün bu bildiklerin benim nasıl bir insan olduğumu gösteriyor sana?"

"Dedim ya olmazlar varsa oldurmayı seviyorsun." Gözlerini kapattı. "Bravo. Çok iyi çalışmışsın dersine." Bakmaya devam ettim. "İkimiz de aynı konudan kalmışız ama farkında mısın Dünya?" Bir iki saniyelik bir sessizlik oluştu.

"İkimiz de zarar gördüğümüz yerde inatla durmaya devam ediyoruz." Derin bir nefes aldım.

"Zarar gördüğümü nereden çıkardın?" Tek kaşını kaldırıp indirdi. "Görüyorum ve hatırlatayım, kaçmaya çalıştığın yerle varmak üzere olduğun yer aynı haberin olsun."

"Açık ol ne demek bu?" Gülümsedi. "Bence sen gayet iyi anladın." Dedi göz kırptığında.

Arkamı dönüp arabaya doğru yürüdüm. Bindiğimde motoru çalıştırdım. Hala bana bakıyordu gaza basıp yola çıktım. Dikiz aynasına baktığımda yerde duran bir taşa tekmeyle vurup arkamdan bakmaya devam ettiğini gördüm. Birkaç dakika sonra görüş alanımdan çıktı.

Sinirlerim gerilmişti. Ata'yı arayıp bluetooth bağlantı sağladım. "Neyini unuttun?"

"Yalnız bir yere geçer misin?" Hareketlenme oldu. "Ne oldu?"

"Emir ne demek istiyor?" Işıkların olduğu yere yaklaşırken hızımı düşürdüm.

"Hislerinden bahsetti demek." Yutkundum. "Ata Behram'dan başkası olmaz biliyorsun."

"Ya biliyorum da dinlemedi ne yapayım?" Durdum. Işık geriye saymaya başladı.

"Bana en son bir imada bulundu, bir şeyler biliyor gibi saçma sapan konuştu. Benden sakladığın bir şey yok değil mi senin?" Derin bir nefes aldı.

"Bilmiyorum bana da pek bahsetmiyor artık.”

“Çalıştığı yeri hatırlıyor musun?” Diye sordum. “Hayır söylemedi ama artık garip davranıyor. Ne dedi sana o?" Yeşil yandığında geçtim.

"Sinirimi bozmak için saçmaladı bir şeyler neyse tamam, eğer bir şey öğrenirsen bana haber ver." Dedim.

"Tamam masaya döneyim şimdi göze batmasın. Ararım seni." Onayladıktan sonra kapattım. Eve gelmiştim. Park ettikten sonra kapıları kilitleyip eve doğru yürüdüm. Anahtarımla kilidi açıp içeri geçtim. Odama girerken gözüm mutfağa doğru kaydı.

"Anne?" Diye seslendim. Cevap gelmeyince odama girip arkamdan kapıyı kapattım.

***

Emir'in söylediği sözcükler duvarlara çarpıp kafamın içinde yankılanıyordu. Daha fazla kendimle baş başa kalmak istemiyordum. Hazırlanıp evden çıktım. Hocam referans olduğu adresi mesaj olarak atmıştı. Navigasyon ile söylediği adrese doğru gitmeye başladım.

Tüm karanlık yoğun hacmiyle büyük bir yer kaplarken gıcırtıyla kapı açıldı.

Geçmiş geleceğin ham maddesiydi.

Kapı aralandı. Yıllardır delikten korkuyla baktığım karanlık ilk defa ufacık da olsa aydınlandı. Bilmediğim o adres içimdeki kandili yakmayı başardı.

Yürüyen insanlara gözüm kaydığında tepkisiz bir şekilde izledim.

Arabanın camına birkaç yaprak çarptığında yutkundum. Bahsedilen yere geldiğimde araçtan inip binanın önünde durdum. Zihnim durulmadı. Düşünceler cepheyi uzaktan izleyen birinin gördüğü kurşunların birbirine girdiği o karmaşaydı.

İçeri girdiğim zaman ahşaptan kaplı parkeleri tamamlayan tavana baktım. Bir kadın bana doğru gelirken bakışlarımı ona çevirdim. "Dünya Ertekin?" Sözcükler bir kez daha ihanet etti. Başımı sallamakla yetindim.

"Buyurun bu taraftan. Cv'niz elimizde ulaştı." Kadını takip ederken etrafımı inceledim. Bir odanın önüne geldiğimizde kapıyı tıkladı ardından açarak girmeme olanak sağladı.

Kapı ardımdan kapanırken gözlerim karşımda oturan kişiye bariz bir şüpheyle baktı. Saklamadım. Görmesini istedim. Nedenler meşgul etmedi. Sebepler her zaman için o denli önemli değildi. Bir oyunun içinde olduğumu idrak etmem zamanımı almadı. Kim için yaptığını düşünen yanımın ise tüm uzuvları soğukta kalmışçasına donup buz kesmişti bile.

Geçmiş parçalanan bir cam gibi etrafa gürültüyle saçıldı. Artık o eski Behram değildi. Artık o beni umursamıyordu. Dün gelme sebebi farklıydı. Bugün farklı. Değişmişti.

"Oturmayacak mısın?" Sakinliğimi korudum. Sandalyenin birine oturduğumda çantayı boynumdan çıkararak yanıma aldım. Ellerim birleştiğinde tırnağımla avucuma baskı yaptım.

"Öyle bakmaya devam etmeyeceksin değil mi?" Beklediğim kurtuluşun ellerimin arasından kayıp yokluğa bulandığını hissettim. Sebebini bilmediğim bir huzursuzluğa yuva olmuştum.

"Neden?" Bu sözcükler dudaklarımdan döküldüğünde ilk defa yorgunluğumu saklamak istemedim. Sorduğu soru için bunu sorduğumu düşündü. Kaşları çatıldığında bir yanım ona bakarak gülümsedi. Karşına aldığı insanı tanıdığını düşünüyordu. Karşısına aldığı insan ise onun tanıdığı kimliğini çoktan diğerlerinin yanına göndermişti. Yine de onca yaşanmışlığa rağmen içim sızladı. O parçam ufak da olsa nefes almasaydı sızlamazdı. Başarılı olmadığım tek kurbanım olduğu gerçeğiyle burun buruna geldim.

"Neden buradayım?" Sorumu daha açık sorduğumda arkasına yaslandı. "Hocan rica etti." Aldığım nefesi gürültüyle dışarı verdim. "Hayır, sen ona rica ettin." Afalladı. Gözlerinde emin olmadan söylediğim bu sözün cevabı yatıyordu. Kazandığımı kabul etti. Kendini toparladığında masaya doğru eğildi. "Sana bir imkân sundum." İfadesiz yüzümü dikkatle inceledi. Yanlış bir şey söylemekten korkuyordu. Gözleri tekrar kolyeyi buldu.

Herkesten kaçan ruhum aralanan o kapıdan göz ucuyla bakmaya devam etti.

Işığa adım atmadan önce gözlerimin tanımasına izin vermem gerekiyordu. Yoksa tökezlerdim. Kalkmak düşmek kadar kolay değildi.

"Ve?" Ayağa kalkıp karşımdaki sandalyeye doğru yürüdü. Masadan bir dosya alıp karşıma oturduğunda dikkatle takip ettim. "Tanıdığın birinin davası var. Henüz açılmadı ama yakında başlayacak. Sen onu çok iyi tanıyorsun, bitirecek kadar ve bu yüzden yardımın gerekli." Dosyayı bana uzattığında elinden alarak kapağını açtım.

Atakan Ertekin. Babamın ismini gördüğüm zaman yutkunamadım. Gözüm aşağılara indiğinde nedenini aradı.

"Bir suç dosyasını kapatmış. Delilleri imha ederek..." Bakışlarım ona kaydığında gözlerimiz buluştu.

"İntihar." Bakışlarım derinlik kazanmadı. Ne olduğunu anlamaya çalışmadım. Sadece dinledim. Gözleri yüzümde gezindiği süre zarfında kaçırmadım onlardan. "Sen susmuyorsun..." Anladığını bir yanım kabullenirken bir yanım reddetti. "Sen ölüyorsun." İnsan ancak anladığı şeyleri duyar. Diyor Evliya Çelebi.

Geçmişim ağıtlar okurken benim için, ölüm var olan tek gerçekken anlaşılmayı isteyecek kadar bencil değildim. İlk defa korkmam gerektiğini bildiğim bu konuşma esnasında tedirginlik aramızda büyüyüp var olduğunu gözler önüne serdi.

O an yine susmayı istedim.

O an bu konuşma hiç olmamış var saymak istedim.

O an sadece isteyebildim.

Ve hiçbir istediğim gerçek olamayacak kadar hayal kalıyordu. Ben gerçeklerin kollarında söylediği ninniyle uykuya dalarken, sarsıcı rüzgâra teslim edildim. Savunmasız değildim. Hiç olmamıştım. Merak ettiğim şey amacını ortaya net bir şekilde koyduktan sonra neden bu kadar derinlere inmeye çalıştığıydı.

"Konuşmanın gidişatı hiç hoşuma gitmiyor. Sorularımı cevapsız bırakıyorsun. Bildiğini sanıyorsun. Gerçekten biliyor musun?"Dediğimde gözlerini kırpmadan ağzımdan çıkan sözcükleri dinledi. Ben sustuğumda oluşan sessizliği de aynı dikkatle dinledi.

"Sorularını cevapsız bırakmıyorum. Sorularına cevap olmaya çalışıyorum." Bir an güleceğimi düşündüm..

"Zamanla göreceksin." Diye devam edince dosyayı masaya bırakıp öne doğru eğildim. Beni sevmiyor olabilirdi. Beni hiçbir zaman istememiş olabilirdi. Beni yok saymış da olabilirdi. Ama başkaları için bu kadar acımasız değildi. Onlar için birçok şeyden taviz verebilirdi.

"Yapmayacağım." Meydan okuyan gözlerime uzunca baktı.

"Yapman için bulunduğum rica, bir gün senin zorunluluğun olabilir." Tek kaşımı havaya kaldırdığımda çantamı kucağıma aldım.

Elinde tuttuğu kitabı uzattı. "Biraz gülümsemene yardımcı olur belki." Behram o günden sonra yine bana ulaşmaya çalışıyordu. Kitabı alıp arkasını çevirdiğimde dersin başlamasına on dakika vardı. "Teşekkür ederim ama neden bana hala yardım etmek istiyorsun?" Gözlerini ayırmadı.

"Bazen baş etmeye çalıştığın çok büyük sorunlar var gibi hissediyorum. O yüzden yardım etmek istiyorum sadece." Kalbim korkuyla çarpmıştı. Yanağımdaki babamın sayısız izi sızlayınca gülümsemiştim, her şeye rağmen. "Sandığın gibi bir durum yok." Bir yanım uzattığı eli tutmak için öne atılırken diğer yanım onu tüm gücüyle tuttu. Eliyle kitabı işaret etmişti.

"Kitabı seveceksin eminim." Teşekkür edip derse girmiştim. İnsanların neden anlaşılmak için çırpındığını ilk kez o an anlayabilmiştim. Altı çizili her cümleyi ezberlemiştim onu tanımak için. Şu an karşımda olan ve benimle konuşan kişi o değildi. Ben ne kadar değiştiysem o da değişmişti. O artık bir yabancıydı. Geriye baktığım zaman o anın parçalara ayrılıp yıldızların gökten düşmesi gibi zihnime düştüğünü hissettim.

"Biliyor musun? Farkın yok." Yerimden kalkıp odayı gerimde bıraktım.

Benim için bir tehdit değildi.

Anlamaya yaklaşamamıştı. Korkum yersizdi. Her şeyi o odada bıraktığımı düşündüm. Bu defa da ben yanıldım. Hiçbir şey orada kalmadı. Taştı, hiçbir yere sığamadı.

Kapı yüzüme kapandı.

Çıkış büsbütün yok oldu.

Karanlık yerini daha güçlü bir şekilde aldı. Ve aydınlık ulaşmayı başaramadığım acı veren bir gerçek olmaktan öte gidemedi.


Loading...
0%