Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 3-Araf-

@symdaldalli

Selam, beğeni sayıları biraz az okuduktan sonra oy verirseniz sevinirim ve yorumlarınız benim için kıymetli. Keyifli okumalar.


Instagram: seymadaldalli


Twitter: symdaldalli


.


.


Black Veil Brides- Lost It All


.


.


.


Kayıp olunan yer zihinse çıkış yolu da kayıptır. Korku artık o diyara uzak olan bir olgudur. Tanımlarla yapılan ama hissedilmeyen bu duygular zamanla benliğe karışır. Artık sevmek nefretle birleşip bir yanı olur insanın. Korku diğer yanı. Çöküntü başlar böylece. Karanlığın derinlerinden sesler yükselir. En içten atılan çığlıklar acının derecesini gösterir. Ve acı en yüksek mertebeye ulaştığında sesler boşlukta dağılıp kimsenin duymadığı frekansta varlığını yaşatır.


Kayıplık zihnimde başladı.


Durulmasını bekledikçe benliğime yayıldı.


Ele geçiremez sandım. Yanıldım. Teslim olmayı kabul etmesem de buna mecbur bırakıldım. Bir yanım göz yumdu. Bir yanım çırpındı. Bir yanım nefessiz kalıp boğulurken diğer yanım onu kurtarmak için çabaladı. Sonuç değişmedi. Bir yanımla ölürken diğer yarımla yaşama tutundum. Kendi yasımı tutamadan bir yaş daha büyüdüm.


"Bir gün bana dua edeceksin." Karanlık odaya ittiğinde dengemi kaybettim. Az önce olanları yeni idrak ediyordum. Babamla yine tartışmıştık. Tartışma alev aldıkça boyun eğmediğimi göstermiştim. Bu reveransı karşılıksız bırakmadı. Kendi korktuğu benimse yan yana durduğum varlığın yanına itti. Aramızdaki mesafeye rağmen düşman değildik. Aramızdaki mesafeye rağmen birbirimizi hissedebiliyorduk.


"Seni gerçek hayata hazırlıyorum." Saçlarım önüme dökülmüştü. Kapı yavaş yavaş kapanırken kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım, olduğum yerde oturup bacaklarımı karnıma doğru çektim. Saçlarım kollarımın üzerinden yanlara dağıldı. Zaman gibi iki parçaya bölündü. Hislerimi kaybediyordum yavaşça. Acıyı göz ardı etmeyi öğreniyordum. Bunu sevmiyordu. Korktuğumu görmek içindeki yaratığı besliyordu. Onu büyüttüğünü düşünse bile ondan daha hızlı büyüyen varlığı fark edemiyordu. Bir gün nefretime alt olacağını göremiyordu.


Başımı ellerimin arasına aldığımda oturduğum bankta öne doğru eğildim. Korkusunun etrafında dönmeye başladı. Çekim gücü ilk onu etkiledi. Karşı koyamadı. Zihnimdeki görüntüsüne uzunca baktım. Gözlerinde gördüğüm tek şey hiçlikti. Görüntüsü ortadan kaybolduğunda nefesimi bıraktım. Bunca şeyden sonra nasıl böyle bir duruma düşerdi. Ortaya çıkacağını nasıl düşünemezdi aklım almıyordu. Eksik parçaları bulmak için önce onları görmek ve tanımlayabilmek gerekiyordu. Bense bu eksikliği doldurabilecek bilgi birikimine sahip değildim.


Öldürdüğü yanım karşısına dikilip gözlerinin içine bakarak asıl suçlunun kim olduğunu göster ona diyordu. Uykuya dalma sebebini bilmek ve yüzleşmek istiyordu. Yaşama cılız elleriyle tutunmuş yanım ise tüm hislerini o dosyadaki kağıt parçası üzerine serpiştirmiş boş gözlerle beni izliyordu. Arafı ilk kez bu kadar yoğun hissediyordum. Kötülüğü yapan olmak istemiyordum aynı zamanda kötülüğü doğuracak kadar yoğun bir karanlığa da sahiptim. Bu gücü kullanırsam her şey en az benim zihnimde olan kadar onun için de netleşecekti.


Kayıptım.


Ve bu yalnızca zihnimle alakalı olmaktan daha fazlasıydı.


Zamanın içinde kaybolmayı istedim. Ne yaptığını bilmiyor olsam da öğrendiğimde beni bir kez daha enkaza çevireceğine emindim. Var ettiği binlerce enkaza her defasında arkamı dönüp yeniliğe çıktım. Geri dönebilirdim, onarabilirdim her şeyi fakat hiçliği enkaza tercih ettim. Anlamadı. Yaptıklarım onu tatmin edecek kadar önemli değildi. Genelde görünmez kılıyordu her yanımı. Belki de yıllarca verdiğim o kavganın sonuna yaklaşmaya başlamanın habercisiydi olanlar. Bittiğinde önümüze çıkacak tablodan bihaber devam ediyorduk yürümeye. Bildiğim tek şey ise en önemli o parçalar kayıptı ve tablonun bütünü ikimiz için de eksik kalıyordu.


Onu bekledim. Gelmedi.


Terk ettim. Hissetmedi.


Canını yakmak için kullanabileceğim sayısız koz vardı. Bunu istediğim taktirde beni durdurabilecek bir güce sahip değildi. Öyle olduğunu düşünüyordu. Gerçek olmadığını geçmişteki yanlarım gülümseyerek yüzüne karşı bağırıyordu. O ise her zaman olduğu gibi duymuyordu.


Sevmeyi değil nefreti aşıladığını, tüm topraklarımda acının yeşerip kök saldığını bilmemekten bahsetmiyorum. Bunların en az benim kadar farkındaydı. Ona karşı bastırdığım ne kadar düşüncem varsa bu anı bekliyormuşçasına yüzüme çarptı teker teker. Olayların göremediğim bir parçası hep olmuştu. Bu defa görmek istiyor muydum, arzu ettiğim şey bu muydu? Tüm bu düşünceler sırasıyla beynimin içinde dönüyorken ben yalnızca yorgun hissediyordum. Ve bu istekler puslu bir camın ardından bana bakıyordu.


Batan güneş huzmeler halinde ışınlarını dört bir yana dağıtmıştı.


Akşam olmak üzereydi. Havadaki kızıllığa boş gözlerle bakarken hapsolduğum gerçeklikte yok olduğumu hissettim. Tanımlayamadığım kimliklerim karşımda belirdi. O an katili olduğum geçmişimle göz göze geldim. Yanıldığımı söylemek için aralandı her birinin dudağı. Kendimden neden vazgeçtiğimi bilmiyorlardı. Kendimden neden vazgeçtiğimi bilmiyordum. Bu bilinmezlikler önce büyük bir gürültüyle çarpıştı. Gözleri alan bu patlamadan sonra duyulan ses kulakları aşıp duygulara değerken tüm sesler kesildi. Duyulanlar sessiz bir fısıltıdan öte gidemedi.


Kayıplık duygularıma yayıldı.


"Biraz beni dinler misin?" Behram'ın sesiyle irkildim. Yüzümde taşıdığım duygulara bariyer kurduğumda gözlerinden bir şeyleri anladığını görmüştüm. "Yapmayacağım demiştim." Yanıma oturup ileri baktığında yüzünü inceledim.


"Sana dava al demiyorum bunun için avukatlar var. Sadece bana yardım etmeni istiyorum." Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Tüm kapılar yüzüme kapanırken gözlerimi kırpmadan kapanışlarını izledim. Açık kalmasını istediğim bazı kapıların arasına parmaklarımı koymuştum. Ve her şey o an o kapıların da kapanmasıyla kontrolden çıktı. Acı ruhumdan taştı.


"Ne anlatmamı bekliyorsun. Ya da benim anlatmamı umduğun şey ne? Cevabı en saçma olan soruyu da soruyorum, cidden beni mi seçtin?" Saçlarımı geriye doğru ittim. Yüzüm sinirden kızarmıştı. Madem beni tanıdığını düşünüyordu o halde bilmesi gerekirdi. Babamla aramızda soğuk rüzgarlar estirerek duran bariyerleri görmesi gerekirdi.


"Nasıl bir insan, ne düşünüyor." Gözlerimin içine bakıp bekledi. "Kim bu adam? Ve neden onu tanımıyor gibi davranıyorsun?" Başımı öne eğip şakaklarımı ovaladım. Hiçbir sorduğu sorunun cevabının bende olmadığını yüzüne haykırmak istedim. "Baban arkadaşı değil mi? Git ona sor." Çenesi gerildi bakışları benden uzaklaştı.


"Sana çok basit bir şey sordum..." Diye mırıldandığında derin bir nefes aldım. "Bir dava peşine düşmüşsün arkanda beni de sürüklemeye çalışıyorsun ama bana neden babamın peşine düştüğünü anlatmadın bile." Duraksadı.


"Adaletin yerini bulması lazım." Kaşlarımı kaldırıp indirdim. "Tamam, yap o zaman ama sana bunu sormuyorum. Beni neden babamla karşı karşıya getirmeye çalışıyorsun?" Gözlerini kapattı.


"Yakınındasın karşı karşıya getirmeye çalışmıyorum yalnızca yardım edebilecek o insan sensin." Başımı iki yana doğru salladım.


"Mantıklı gelmiyor hala sorumun cevabını vermedin." Sinirle bana doğru döndü. "Ne ya sorun ne?" Gözlerine baktım. "Niye bizi karşı karşıya getirmeye çalışıyorsun?" Dudağımı yaladım.


"Getirmiyorum dedim ya?" Başımı geriye doğru attım. Sinirle gülümsedim aynı zamanda. "Peki, Dünya sana suçunu göstersem bir şansım olur mu?" Tekrar ona bakmamı sağlayan bu soru tebessümü yüzümden yavaşça sildi. Soru birkaç kez içimde tekrarlandı. Ben bu suçun ne olduğunu bilmeye hazır mıydım bilmiyordum. Kabul etmeyişimi yakıştıramadığımdan var ettiğimi sandığını düşündüm ama o yanılıyordu. Karanlıkta filizlenen tohumların, acıyla birleştiği yerde saf acıyı büyüttüğümü anlayamadı. Ölü doğumlar yaptığımı bilemedi.


Kayıptım.


Çıkışı aramaya gücüm yoktu.


Çıkış kayıptı.


"Peki o halde, Beril'e gidip yardım isteyeceğim. Ama bu konuşmada olduğum kadar kibar olmayacağım." Gözlerinin derinlerine yayılan karanlık yutkunmama sebep oldu. "O sana yardım etmez." Zorlukla dudaklarımdan dökülen kelimelere güldü. İçten bir gülümseme değildi. Alaycı yüz ifadesinin bir hediyesiydi.


"Rica edeceğimi kim söyledi? Sevgili kardeşin kendini hala on sekiz yaşında sanıyor." Korku kaynağından dökülen suların miktarı arttı. Su seviyesi arttıkça zihnime doldu. Nefes almam için bir yer kalmadı. "Hiçbir şey yapamazsın." Gözlerimin içine baktığında yutkundum. Orada gördüğüm şey düşüncelerimin aksini iddia ediyordu. "Sınırlarımı görmek ister misin?" Sınırları... Kelimeler bir kez daha ihanet etti. Konuşmayı sevmiyordum. Konuştuğum zaman çıkmaza sürükleniyordum.


"Meydan mı okuyorsun Behram?" Derin bir nefes aldım. "Okuyorum Dünya."


"Göstersene sınırlarını." Bana doğru biraz daha döndü. "Yapamayacağımı mı düşünüyorsun?" Gözlerimi kıstım. "Yok yap diyorum işte. Git al Beril'i konuştur onu ama bu defa babamla akşam yemeğini bizde yemezsiniz.." Telefonunu çıkardı bir numarayı aradı ardından hoparlöre verdi. "Alo?" Kız kardeşimin sesini duyduğumda nefesimi tuttum. "Merhaba Beril akşama işin var mı bir kahve içelim?" Behram'ın yüzüne baktım. Beril, "belli değil mesaj atarım sana." Dediğinde kalbimin kırıldığını hissettim. Telefonu kapatırken sinirle nefes alıp verdim.


"Sende numarası ne arıyor?" Bakışlarını telefondan çekip bana getirdi. "Neden olmasın?" Yutkundum. "Amacın ne? Numarası ne arıyor sende?" Telefonu cebine koydu. "Dün gece verdi."


"Sen de kaydettin." Gözüm yandığında bakışlarımı kaçırdım. "Neden bu kadar dert ettin bunu Dünya?" Dudağımı dişledim. "Dert ettiğim falan yok bizden uzak dur sadece." Gülümsedi. "Kıskandın mı?" Başımı salladım. "Kıskanmadım, midem bulandı." Nefesini bıraktı. "Ee şimdi sen yardım ediyor musun, Beril ile mi halledeyim?"


"Sözde bu kadar güçlüsün ya, neden beni istiyorsun?" Kabul ettiğimi düşündüğü o an rahat bir nefes verdi fakat henüz bir netlik yoktu aramızda. "Yardımın lazım çünkü."


"Suçunu göster." İtiraz etmedi. Ayağa kalkıp yürümeye başladığında isteksiz bir şekilde yerimden kalkıp onu takip ettim. Siyah bir arabanın önünde durdu. Gözlerimiz buluştuğunda korkunun filizleri etrafıma yayıldı.


Arabaya bindiğinde kapıyı yavaşça açarak bindim. Kemeri takarken zihnimde dönen tek bir cümle vardı. Beni karşısına alacak bir şey yapmamış olması. Bunun ihtimaline o kadar sıkı tutunmuştum ki yanılacak olma ihtimalim bile o uçurumdan düşmeme yetecekti. Beni bir kez daha düşerken izleyecekti. Ama nefretim nefesimin kesileceği yerden dirilecekti. Bilmiyordu. Hiç bilmemişti.


"Babana bu kadar güveniyor olmana şaşırdım." Sözcükler son bulduğunda çenesi gerildi. Benim güven kavramımla bahsettiği arasında fazlaca fark vardı. Güvenmiyordum. Korkuyordum. Ölmekten... Daha önce de ruhumu acıyla uyutmuştum. Ölmek daha farklıydı. Kitap sayfalarında okuduğum ölümlere dahi dayanamazdım. Bir damla sayfayla buluşurdu o anlarda. 'Kimse senin için ağlamayacak. Ben bile.' Diyen iç sesimle kollarımı bedenime sarıp ileriye baktım.


"Sessizliğin kulakları sağır eden bir yanı var." diye mırıldandığımda başım ondan yana döndü. "İnsana acı veren yanlarını gizlemesi için verilmiş bir hediye." Sözüm bittiğinde yüzünde gezindi gözlerim. "Susuyorum. Öldüğümden değil, duymamanız için." Kendince benim için yaptığı çıkarımını çürüten bu sözlerim olmuştu. Bakışlarını yoldan çektiğinde bir tebessüm yayıldı dudağıma.


"Sen daha önce hiç böyle korktun mu?" Tebessümüm yavaşça kaybolurken tekrardan önüme döndüm. Derin bir nefes alıp başımı omzuma koyup gözlerimi kapattım. Bu benim yaşadığım ikinci korkuydu. Birincisini yaşadığımda kaybettiğim şey, bir daha yaşayamayacağımı bildiğim o güven duyguyla birlikte giden bir adamdı. Kaybetmiştim. O yüzden bu defa korkum bile temkinliydi.


Zamanla o kadar fazla yarımı tüm etmeye çalışıp elimde dağılışını izlemiştim ki bir yenisi için gücümün olmayışı bundandı. Bir bütün olarak elimde tutmaya çalıştığım şeyler o kadar parçaya ayrıldı ki bin parçadan izledim dünyayı. Görmediğim köşe kalmadı ama kimse bana, benim baktığım kadar dağınık bakmadı. Gözler ayna olmaktan çıkıp kuyuya döndü. Bakmayı bıraktım, karanlıktan korktuğum için değil. Yeterince karanlığa maruz kaldığım için...


Civar daha da akşam karanlığıyla sarmaya başlamıştı etrafımızı. Yol önümüzde uzanırken sabit bakışlarla tek bir noktaya bakıyordum. Gecekondu mahallesinin girişlerinde olduğumuzu anladığımda göz ucuyla Behram'a baktım. "Salih. 35 yaşında bir işçi. Yedi yıl önceki hayatı bambaşka. Zengin sayılır bir hayattan bu noktaya düşmüş. Beş yıl önce henüz işini kaybetmediği zamanlarda arabayla yolda giderken kavga eden birilerini görmüş. Arabayı durdurup inmiş ve yanlarına yaklaşmış. Küfür ettiklerini ve birbirine tehdit savurduklarını görünce tedirgin olmuş. İçlerinden biri onu görmüş. Diğeri de fark edince Salih adamlara bir sorun olup olmadığını sormuş. Bu zamanlarda iflasın eşiğinde bir adam olduğu için kafası biraz ayıkmış. Adamlar bir sorunun olmadığını söylediğinde arabaya binip yoluna devam etmiş. Tarih 28 Ocak 2015.


İşini kaybettikten sonra elindekileri kaybetmiş. Buraya taşınmışlar. O zamanlar bir iki yaşlarında bir oğlu varmış. Adam kendine çeki düzen verip işe başlamış. Bir gün yine o yoldan tesadüfen geçerken orman içinden gelen bir adam dikkatini çekmiş. Minibüsü durdurup inmiş. Adam yanına doğru geldiğinde tartışırken gördüğü adamın biri olduğunu hatırlamış. Burada ne yaptığını sormuş. O da yürüyüş diye cevap vermiş. Adam Salih'in yanından uzaklaştığında Salih'te işine gitmiş. Tarih 16 Nisan 2016.


Salih işe giderken bu defa adamı ormana giderken görmüş minibüsten inip onu takip etmiş. Bir daha gören olmamış. Tarih 5 Mayıs 2016." Söylediklerini dikkatle dinledikten sonra kaşlarım çatıldı.


"Babamla ne alakası var? Delil sakladı dedin." Araba yavaşladığında eski bir evin önünde durdu. "Tarif edilen kişinin yanında babanın da birkaç kez görüldüğü söylendi. Yine aynı ormanda... Elimde bu ifadelerden başka bir şey yok. Delil sakladığını söylüyorum çünkü onun verdiği ifadeler bununla alakası olmayan türden." Ona doğru döndüğümde nefes kalbimin atışı hızlandı. "Bak bunlarla bir şeyi ispatlayamazsın." Nefes alışverişlerimi kontrol edemiyordum. Tekrar önüme dönüp ellerimi birleştirdim.


"Biliyorum, ağır bir suç ama ortada iki kayıp var. Ve biri bu evde yaşıyordu." Bakışlarım eve kaydığında bir çocuk pencerede göründü. Gülümseme yüzünü kapladığında yutkundum. Yeşil gözleri parlıyordu. Perde tekrar camı kapattığında eski demir kapı açıldı.


"Behram abi!" Behram arabadan indiğinde çocuğa sarıldı. Nefes alamadım. Tüm hislerimin derin bir kuyuya çekilip döngüye kapıldığını hissettim. Zar zor arabadan indiğimde boğazımdan akan nefes ciğerlerimi yakıyordu.


Arabanın yanına doğru yaslanıp yutkundum Behram'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Baktığı derinlik nerede olursa olsun ben yüzeyde salınmaya mahkumdum. Şu saatten sonra sorun yara değildi. Sorun bir daha bir araya gelemeyecek kadar fazla dağılmış olan yalanlardı.


"Behram abi annemle babamın mezarına çiçek koyduk birlikte. Bir gün seninle de gidelim mi?" Bir gözyaşı yanağımdan süzüldüğünde arkamı dönüp ileri doğru yürüdüm. Beynim bana bir oyun oynuyordu. Zaman kulaklarımda uğultulu ninniler bırakıp etrafta adını ilerletirken bir köşeye sinip geçmesini beklemeye başladım. Geçen olgular benim aleyhime olanlar değildi.


Tüm gerçekler doğruluğunu yitirdi. Tüm sebepler çıkmaza sürüklendi. Hiçbir neden kendisini öne sürmedi. Hiçbir gerekçe ardında cümleler belirtmedi. Var olan her şey birden karanlığa gömüldü.


"Abla neden üzgünsün?" Elimde hissettiğim el yerimde sıçramama sebep oldu. Yüzümü silip gülümsemeye çalıştım. Elim saçlarına gitti. "Yorgunum biraz." Buruk tebessümüyle bana sarıldığında elim olduğu yerde dondu. Bakışları zihnime silinmemek üzere kazındı. Tek kelime edemedim. Behram durumumu fark edip çocuğu eve götürürken arabaya binip yüzümü ellerimin arasına aldım. Nefes alışverişlerim hızlandı.


Uçurumdan düşmeye başladım. Tutunduğum tüm ihtimaller ufalanıp ellerimde toz zerreleri gibi kaldı. Düşerken etrafıma yayıldı. Karanlıktı. Yere çakılmak canımı yakmayacaktı. Sorun ondan sonrasıydı. Biliyordum. İlk defa geçmişi değil şimdiyi öldürüyordum. Her şey yavaşken bir an için hızlandı. Yere çarpan ruhum kıvranmadı. Teslim oldu ve içimdeki nefret uyandı.


Gözlerimi açıp başımı kaldırdım.


Behram çocuk ve annesi ile konuşurken ben daha fazla duramayıp arabaya bindim. Bir süre sonra yanımda geldiğinde bir nefes kaçtı dudaklarından. Arabayı çalıştırıp yolda ilerlemeye başladığında boş gözlerim camın dışındaki noktalarda kaldı.


Şehir merkezi istikametinde olan ormanlık bir yol kenarındayken karanlığın içinde kendini gizleyen ağaç dallarını izledim. "Beni gelmeden önce olduğumuz parkta indir. Ve kabul ediyorum, yardım edeceğim sana." Yağmur yağmaya başladığında cama çarpan damlalara baktım. Her şey olması gerektiğinden çok daha yavaştı.


"Sen iyi misin?" Cevap vermedim. Sessizlik ikimizin de imzasını attığı belge misali varlığını belli ediyordu. Hızımız düşerken dışarıyı izlemeye devam ettim. "Dünya." Sesi uzaktan geliyordu oysa yanımdaydı. Arabadan inip benim kapıma doğru gelmeye başladı. Kapım açıldığında yüzüne baktım. "Yorgunum, konuşmak istemiyorum." Kolumu tuttuğunda daha fazla direnmedim. İnip kapıyı kapattım.


Karşı karşıya duruyorduk. Gözlerimiz etraf kadar karanlıktı. Ardına sığındığım geçeklikten uzak ne varsa bir bir ortaya çıkıyordu. Yandan bir araba geçip gitti.


"Bunu yapmak istemezdim." Sözü bende hiçbir tesir oluşturmadı.


"Neyi?" Yutkundu.


"Seni bu hale getirecek herhangi bir şeyi." Gülümsedim.


"Ne garip," dediğimde bana baktı. "Mecbur bırakıldığım bir şey için ilk defa üzgün olan biri oldu." Yutkundum.


"Rosenhan deneyini hiç duydun mu?" Zihnimdeki kargaşa büyümeye devam etti. Başımı olumsuz anlamda salladığımda gözlerime bakmayı sürdürdü.


"Deney için dokuz kişilik bir ekip hastaneye başvuruyor. Sesler duyduğunu iddia ederek." Bakışlarım yüzünü taradı. "Hasta olarak kabul ediliyorlar ve zaman geçiyor. Artık sesleri duymadıklarını söyleseler de onlara inanılmıyor ve sekizine şizofreni tanısı koyuluyor." Yutkunduğumda etrafına baktı. "Oradaki hastalar ise onlara siz deli değilsiniz diyorlar bu deney süresince." Öne doğru eğilip bana yaklaştı.


"Yıllardır sana yapılan şey de bu ve ben şu an sana inandığımı söylüyorum. Seni anlayabildiğimi söylüyorum." Zaman yağmur tanelerinin arasına sıkıştığında etrafımızda dağılmaya başladı. Bir adım geri attım.


"Benim için değil." Kendin için. Yaşama tutunan yanım, kollarını cansız tarafına sarıp gözlerini kıstı. Onun, akan gözyaşını sildiğinde öfke yavaş yavaş damarlarına yayıldı.


"Dünya." Gözlerine bakmam susmasına yetti çünkü ilk kez bariyerlerin ardından değil önünden bakmıştım. Nasıl bir enkaz var ettiğimi gördü.


Zaman bedenlerimizi ıslattı.


Geçmiş ayaklarımızın altında kaldı.


Gelecek ise yaralarla kaplandı.


"Seni hiç karıştırmamalıydım." Kendi kendine konuşurken bir damla yaş yanağımdan süzüldü. Başımı tüm geçmişin yükü omuzlarıma binmişken olumsuz anlamda salladım.


"Beril, sevdin mi?" Verdiği hediye paketinde kırmızı bir elbise vardı. Yaka kısmı arkada birleşip kurdele oluşturmuştu. Minik iki cebinin dış kenarına beyaz bir nakış işlenmişti. Elbiseye bakarken yere oturmuş ve başımı kolumun üstüne koymuştum. Kıskanmamıştım. Ona hediye almasını ya da aldığı hediyenin bir önemi yoktu. Sorun bana neden öyle sarılmadığı oluyordu. Bana neden öyle bakmadığı...


Öfke kalbime ulaştı.


Bana öyle bakmamıştı. Bir çocuğun en temel duygusunun yok olmasının dolaylı sebebi olmuştu.


Öfke hislerime bulandı.


"Ne öğrenmek istiyorsun." Sesimin çatallı çıkmasına engel olmamıştım. Fakat bu uzun sürmedi. Tüm hislerimi bariyerin ardına gizlediğimde bakışlarındaki kararsızlık değişmedi.


"Vazgeçtim yardımını istemiyorum gel seni eve bırakayım." Arkasını döndüğünde şimşek çaktı ve yağmur biraz daha hızlandı.


"Ne şimdi bu?" Yerinde durup bana döndü. "Beni buna mecbur bırakıp sonrasında vazgeçtim mi diyeceksin?" Bir adım geri geldiğinde kaşlarım çatıldı. "Ne farkın kalıyor? Bu kadar dağılmamı sağladıktan sonra artık git diyerek onurlu bir davranış mı yaptığını düşünüyorsun?" Daha çok yaklaşıp kolumu tuttu.


Babamın silueti yüzünden gelip geçti.


"Kiminle kıyasladığına dikkat et." Sözünü kesip kolumu çektim. "Yapma o zaman. Ne bu ilk dağılışım ne de son olacak." Hayata tutunan yanım, cansız kısma daha çok sarıldığında hızlanan nefes alış verişlerim düzene girmeye çalışıyordu.


"Hiçbir şey sandığın kadar kolay olmayacak." Arabaya doğru gitti. Binmeden son kez baktığında gözlerimiz buluştu. Ben de arkasından binerek kemeri taktım. İkimiz de konuşmuyorduk. Klimayı çalıştırdı. Soğuktan kasılan vücudum biraz daha gevşediğinde camdan dışarı baktım. Zaman arabadaydı. Son sürat gitmiyorduk ama öfkeliydim. Öfkeliydi.


Şehir merkezine giriş yaptık. "Meraktan soruyorum eğer çocuk işin ucunda olmasaydı kabul etmeyecek miydin?" Sesi az önceye göre daha yumuşak çıkıyordu. Ona bakmadım. Camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. "Belki." Kısa bir süre için bakışlarını üzerimde hissettim.


Onun gerçekten de bana davrandığı gibi insanlara davranıyor olduğunu kabul eden yanım gözleri dolu bir şekilde tüm geçmişimin izlerini taşıdığı bedenimi izliyordu. Öldürdüğüm geçmiş ruhumu kucağında taşıyordu.


Acıyı henüz hissetmemiştik. Bekliyordum. Bana eşlik etme zamanı gelmişti. Bu defa beni yalnız bırakmayarak bir hissime ortak olacaktı. "Bir çocukla anlaşma yapmış gibi hissediyorum." Dediğinde başını iki yana salladı. Kaşlarımı çatarak ona doğru döndüm.


"Herkes istediğini alacak, istediğin bu değil miydi?" Silecekler ön camı silerken ışıklarda durdu. "Hayır, bu değildi." Gözlerimiz buluştu. "Sen benimle oyun mu oynuyorsun?" Bir dudağı kıvrıldığında kaşlarım çatıldı.


"Oynasam anlayamazdın." Önüne döndüğünde yeşil ışık yandı. Araba öne atılırken yüzüne bakmaya devam ettim. "Annen ve baban iyiler mi?" İçimdeki şüphe sesime yansıdı. "Bilmem." Yüzünde bir mimik bile oynamamıştı. O gecenin yalan olduğunu düşünen tarafım kendini daha çok gösterdi.


"Babamla ne zamandır tanışıyorlar?" Araba biraz daha hızlandı. Babamın arkadaşlarına ilgili olmasam bile zamanında yine karşı karşıya geldiğimiz bir çocuk onun arkadaşının oğlu olsaydı yapacağı şey değişirdi. Yeni tanışmadılarsa eğer. "Beş altı yıl vardır bilmiyorum." Oyundu. Bana ulaşmak için kurduğu bir oyun. Ama nasıl babam arkadaşım demişti. Gerçekten babamın arkadaşını mı katmıştı içine.


"Sahte aile... Güzel plan. Kusursuz görünüyor ama artık eksik olduğunu görebiliyorum." Bu defa gözlerimiz buluşmuştu. Ne hissettiğini anlayamadım. "Demek ki anlayabiliyormuşum."


Klimanın sesi araba motorunun sesine karışarak kulaklarıma dolduğunda zihnim duruldu yavaşça. Göz kapaklarım ağırlaşarak gözlerimi örttüğünde nefes alışverişlerim düzene girdi. Karanlık etrafımı sardı. Zaman, karanlığın içinde rahatsız edici bir tınıyla yerini aldı. Gözlerim kapandı. Zihnim karanlığa meydan okudu.


"Canını yakmalarına izin vermeyeceğim, söz veriyorum." Uyku ve uyanıklık arasında duyduğum bu ses irkilmeme sebep oldu. Güçsüz yanım bu defa hem kendine hem de diğer yanıma daha sıkı sarıldı. Gardımı bir kez indirdiğim için gözlerindeki öfke bana çevrildi. Zaman onun kollarına yayıldı. Zaman gözyaşıyla aktı.


Gözlerimi yavaşça açıp etrafıma baktığımda arabanın durmuş olduğunu gördüm. Parka gelmiştik. "Neden buraya gelmek istedin?" Montuma sarıldım. "Arabam burada."


Gözlerine bakıp az önce o cümleyi kurdu mu yoksa zihnim bana bir oyun mu oynadı anlamaya çalıştım. Hiçbir şey yoktu. Boş bakışlarla bakıyordu. Rahat bir nefes verip kapıyı açtım. İndiğimde çantamı da alarak kapıyı kapattım. Arabaya doğru ilerlerken zaman geride o arabanın içinde kaldı.


Telefonu çıkarıp Ata'yı aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı. "Efendim?"


"Ata ben iyi değilim." Anahtarla kapıyı açtım. "Ne oldu? Neredesin şu an?" Arabaya binip kapımı kapattım. "Evde misin? Bir de Emir var mı?"


"Evet evdeyim, Emir bugün gelmez ama Seda gelecekti sorun olur mu sana?" Gülümsedim. "Hayır olmaz. Geliyorum o zaman." Onayladığında telefonu kapattım. Uzakta değildi evi. Sürmeye başladığımda düşünceler beynimde ağırlık yapmaya başladı. Göz kapaklarım günün yorgunluğunu belli etmek ister gibi kapanmak için direniyordu.


Radyodan bir parça açtığımda sessizlik yavaşça kırılıp ufalandı.


Eve yaklaştığımda bir market yanında durup atıştırmalık bir şeyler aldım. Tekrardan arabaya binip eve ulaştığımda telefonum çaldı. Annem arıyordu.


"Efendim anne?" Birkaç hışırtı geldi. "Ne zaman geleceksin?" Yandan poşeti ve çantamı aldım. "Ufak bir işim kaldı geleceğim sonra." Kapıyı kapatıp kilit düğmesine bastım. Araba kilitlendiğinde arkamı dönüp yürümeye başladım.


"Tamam dikkatli ol." Vedalaştıktan sonra telefonu kapattım. Binanın önüne geldiğimde Ata'nın ziline basıp açmasını beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra kapı açıldı.


İkinci katta oturuyordu. Merdivenleri kullanarak yukarı çıktım.


"Hoş geldiniz buyurun efendim." Gülümsedim. İçeri girip ayakkabıları çıkardığımda terlik uzattı. "Hoş buldum." Poşeti uzattım alırken dudak büzdü. "Sen mi yaptın güzel olmuşlar."


"Elim değdi." Deyip içeri geçtim. Arkamdan girip salon ile birleşik olan mutfağın tezgahına koyduktan sonra üç kupadan ikisine çay koyup geldi.


"Ne oldu anlat bakalım." Kupayı alıp iki elimle tuttum. "Düşünüyorum kaç gündür ama bir yere kadar gidebiliyorum oradan sonrasında eksik bir şeyler kalıyor." Susup bir yudum aldım.


"Sen düşündüğün yere kadar anlat o zaman." Gözlerine baktım.


"Sunum yapmadan bir gün önce Behram bize geliyor ailesiyle ama gerçek ailesiyle değil. Babamla aynı ortama giriyor. Bir gün sonra sunum yapıyorum okulda görüyorum ve hoca bana referans oluyor. Referans olduğu yere gidiyorum yine Behram." Kaşlarını çattı.


"Bir dava açmaktan bahsediyor babama ve yardım istiyor, kabul etmeyince bana bir detay gösteriyor ve kabul ediyorum." Dudaklarımı yaladım. "Neyi kabul ettin?" Omzumu kaldırıp indirdim. "İnan şu an nasıl yapacağım konusunu geçtim ne yapıyorum onu ben bile bilmiyorum." Çaydan bir yudum daha aldım.


"Ne alaka baban ile Behram? Behram o mevzuyu biliyor mu ayrıca?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bilmiyor." Kaşlarını kaldırdı.


"Bak Dünya her konuda yanındayım biliyorsun ama bazen susman bana anlamsız geliyor." Gülümsedim. "Konumuza dönelim mi?" Derin bir nefes aldı.


"Dönelim. Bu ikisi arasında olan bağlantıyı çok uzun bir süreye gerek duymadan çözeceksin bence. Anlamadığım baban ne yapmış tam olarak?" Yutkundum. "Ben de anlatabilecek kadar bilmiyorum." Başını salladı. "Ya bu arada ben seninle konuştuktan sonra Emir'i biraz sıkıştırdım yakında çıkar kokusu ne iş karıştırıyorsa." Başımı salladım.


"Haber verirsin." Kapı çaldığında kupayı kenara koyup kalktı. Kapıyı açtığında Seda içeri girip, "Bu ne soğuk. Sen çıktıyı aldın değil mi? Ona göre rapor yazacağız." Beni görünce duraksadı. "Ya Dünya sen de mi vardın? Hoş geldin." Sarılırken Ata elime baktı. "Yakma kızı." Seda benden ayrılıp montunu çıkardı ve Ata'ya uzattı.


"Ne yapıyordunuz?" Yerime tekrar oturup alnımı sıvazladım. "Konuşuyorduk öyle." Ata Seda'ya da çay doldurup geldi.


"Emir mevzusu mu?" Diye sorunca başımı salladım. "O da var evet, derdi ne anlamıyorum." Seda bir ayağını topladı. "Çok açık aslında, sevdiğini söylüyor."


"Sadece söylemiyor." Dediğimde anahtar sesi gelince kapıya doğru döndüm ardından Ata'ya baktım. "Gelmeyeceğim demişti." Diye mırıldandı. Seda'da girdi lafa. "Beni de öyle çağırdı zaten haberi yoktu." Başımı önemi yok gibisinden salladım.


"Oo kimler gelmiş." Diye içeri girdi Emir. Çaydan bir yudum aldım. "Bir şeyi unutmuştum da onu almaya geldim." Odasına gidip oradan bir dosya aldı ve tekrar yanımıza geldi.


"Siz ne yapıyordunuz?" Ata kupayı havaya kaldırdı. "Çay içiyoruz, gel sen de iç." Elindeki dosyayı önümdeki masaya doğru atınca dosyaya baktım. Üzerinde mavi ve kırmızı dairelerin olduğu bir logo vardı. Garip bir işareti kapsamıştı. Baktığımı gördüğünde Ters çevirdi.


"İçeyim." Gidip kendine çay alıp geldi ve yan tarafıma oturdu.


"Dünya görüşmeye gittin mi?" Kısa bir bakış atıp önüme döndüm.


"Bu ne ya kaç yaşındayız?" Diye Ata'ya ve Seda'ya baktı. Cevap vermedim yine.


"Tamam bir şey yok ortada büyütmeyin." Diye araya girdi Ata. Başımı salladım.


"Doğru diyorsun önce bir sebep var edelim Emir. Sen ne işler karıştırıyorsun?" Dönüp yüzüne baktım.


"Ne işi karıştırıyormuşum anlamadım?" Kaşlarını çattı.


"Hiç öyle bakma bana, senin yaptığın ima çok açıktı. Kafamda yalnızca bağlantıyı kuramıyorum. Ne alaka diye düşünüyorum yoksa anladım ben senin ne demek istediğini." Kaçtığım kişi babamdı. Behram da aynı derken neyi kast etmişti?


"Ne demek istedin sen?" Yutkunup çayını içti. "Ben sana bir imada bulunmadım." Bakmaya devam ettim.


"Cesaretim yok diyorsun?" Diyerek kaşımı kaldırdım. Elindeki bardağı masaya bıraktı. "Alakası yok diyorum." Verdiği cevaba güldüm.


"Yakında çözeceğim ve yine açılacak bu konu o zaman ne diyeceksin bakalım." Ayağa kalkıp önümden dosyayı aldı. "Ben çıkıyorum." Deyip kaçar gibi çıktığında Seda arkasından baktı.


Ata sinirle soludu. "Ulan ne işlere karıştı bu ya!" Kupasını koyup ayağa kalkınca bende ayaklandım. "Anlayacağız yakında, ben öğrenir öğrenmez haber vereceğim sana." Bana bakınca başını salladı.


"En azından doğru yolda olduğumu anlamış oldum. Neyse ben şimdi kalkayım siz de işinizi halledin. Haberleşiriz." Seda kalkıp bana sarıldı. "Dikkat et." Gülümsedim. "Sen de." Ata arkamdan gelip montu uzattı giydim.


"Ne zaman açılacaksın?" Gözlerini kapattı. "Ben de konuyu ne zaman açarsın diye bekliyordum." Diye fısıldadı. "Açtım işte." Ensesini kaşıdı. "Bilmiyorum ya."


"Neyi bekliyorsun?" Diye fısıldadım. "Emin olamıyorum ki." Kaşlarımı kaldırdım. "Bir metre öteden anlaşılıyor ikinizin de bir şeyler hissettiği nasıl emin olamıyorsun?" Başını havaya kaldırdı.


"Bana niye öyle gelmiyor?" Dudak büzdüm. "Dikkatli bakmıyorsun demek ki. Ata eğer bir gün olursanız ve bunu göremezsem gözlerim açık gidecek." Kaşlarını çattı.


"Hayırdır sen nereye?" Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Ardından botlarımı giydim. "Belli olmaz hayat." Kolunu sıktım. "Görüşürüz. Fazla bekletme." Başını salladı.


Çıktıktan sonra ellerimi cebime koyup yürümeye başladım. Yağmur çok hızlı yağıyordu. Zaten yeterince ıslanmıştım. Koşar adım hareket ettim. Arabaya gelince kilidi açıp bindim. Motoru çalıştırıp sürmeye başladım.


Babamın çalışma odasına bakma fikri düştü aklıma. Kırmızı ışıkta durup derin bir nefes aldım.


***


Arabayı park edip apartmana girdim. Merdivenleri çıkıp daireye ulaştığımda yerimde durdum. Derin bir nefes alıp içeri girerken. ıslak olan kıyafetlerimin verdiği rahatsızlık biraz daha kendini belli etti. "Dünya. Nerede kaldın kızım merak ettim. Görüşmen nasıldı?" Anneme yorgun gözlerle baktım. "Yorucuydu anne. Öyle birkaç iş daha vardı yoruldum o yüzden erken uyuyacağım." Yanından geçip odama girdim.


Banyoya girdiğimde üstümdekilerden kurtuldum. Kısa bir duş aldığımda su biraz daha zinde hissetmemi sağladı. Üzerime bir kazakla rahat bir eşofman giyip yatağa uzandım.


Küçüklüğüme dair hatırladığım güzel anılarda biri annemin dizine yattığım ve bana anlattığı bir masaldı. Alice bir tavşanla karşılaşıyordu. Çukura girip dar tünelden kaydıktan sonra yepyeni bir diyarda buluyordu kendini. Tavşan istediğimi anımsıyorum. Beni yeni bir yere götürmese de bana ait olan bir canlı istemiştim.. Bir yerden sonra zihnimde bir dünya var ettim. Masaldaki gibi güzel değildi. Sadece benim görebildiğim karanlık vardı. Gerçek dünyadan farkı ışığın hiç olmamasıydı.


Şimdi karanlık daha da koyu bir hal aldı.


Nefret, rüzgarla birlikte etrafımı kuşattı.


Artık hissediyordum. Öldüğümü, parmak uçlarıma kadar yayılan öfke kanıtlıyordu. Sandığım gibi değildi. Sandığımdan daha kötüydü. Kayıplık ölümü de içine aldı. Kayıplık zihnimden taştı.


Yorganın altına girdiğimde gözlerimi kapattım. Herkesin uyumasını bekliyordum. Çok geçmeden odalarına çekilip uykuya daldılar. Bir kabus gibi tepeme çöken geçmişten kaçmayı bıraktığım yaşımın elinden tuttum.


Yavaşça odadan çıkıp babamın çalışma odasına girdim. Kapıyı ardımdan kapatıp masaya doğru ilerledim. Sokak lambasının yanındaki pencereden içeri giren ışık bana yetiyordu. Çekmecelere bakmaya başladığımda kapaklarda adamın ismini aramaya başladım.


Bir dolap içinde kilitli bir kasa gördüğümde anahtarını etrafta aradım. Şifre de vardı. Anahtarı kısa bir süre arayıp bulamadığımda şifre kombinasyonları yaptım. Bir kaç deneme sonrası kilidin tok sesi ile açıldığını duydum. Rahat bir nefes verip içine bakmaya başladım.


Bir dosya bulduğumda sayfalarının resmini hızlıca çekip yerine koydum. İki kişi tarafından imzalanmış eski bir kağıt parçasını elime aldım. Sertçe yutkunduğumda gözlerim kağıtta gezindi. Saklamak, ele vermemek gibi kelimeler aklımda kalırken onunda fotoğrafını çektim. Onun yanında bir de eski bir telefon duruyordu. Onun da fotoğrafını çektim. Kağıdı da yerine koyup çekmeceyi kapatmak üzereyken bir dosya dikkatimi çekti. Emir'in önüme koyduğu dosyanın logonun aynısıydı. Kaşlarım çatıldığında yutkundum.


Düşünmek için zaman yoktu bu yüzden kasayı kapatıp çıkmak için kapıya yöneldim. Kapıyı yavaşça açtığımda mutfağa doğru ilerleyen bir siluet gördüm. Gözden kaybolmasını bekledim, gittikten sonra yavaşça odadan çıkıp salona girdim. Bir koltuğa oturup telefonu açtım. Sosyal medyada gezerken kalp atışlarım hızla atmaya devam ediyordu.


"Sen burada mıydın?" Babamın sesiyle kalbim daha hızlı atmaya başladı. Sanki şeffaftım ve ne yaptığımı görebiliyor gibi hissediyordum. "Evet." Omuz silkip odasına doğru gitti. Rahat bir nefes verip başımı geriye doğru attım. Birkaç dakika geçip kalp atışlarım normale döndüğünde odama gidip bilgisayarı çalıştırdım.


Telefonu ona bağlayıp fotoğrafını çektiğim dosyaları yükledim. Dosyada yazan şeyleri dikkatle okudum. Bu okuma kendini başa sardığında bir kez daha okudum. İnanmak istemediğim gerçek karşımda duruyordu.


Dosyayı kaydederek haber sitelerinden adamın kalıplığıyla alakalı yapılmış haberlere bakınırken 'Dava hakkında bulunan ipuçları ortadan kayboldu. S.B davasının C.A davasıyla olan bağlantısını emniyet güçleri yalanladı. İki ayrı vaka olarak ele alınan davalar hakkında hiçbir gelişme yok.' Kaşlarım çatıldığında yemek masasında geçen bir diyalog hafızamda belirdi.


"Cemil diye bir adamdı kaybolan şimdi bir de Salih girdi işin içine. İkisi arasında bağlantı var mı diye sorup duruyorlar." Annem endişeli gözlerle dinliyordu onu. "Var mı?" Ağzına aldığı zeytini birkaç kez çiğneyip çekirdeğini çıkardı. "Yok. Öyle söyleyeceğiz zaten."


Haber sayfalarını da dosyanın olduğu klasöre koyup bilgisayarı kapattım.


***


Sabah olduğunda üzerimi değiştirip dosya sayfalarının çıktısını aldım. Beklerken bir elim belime gitmiş hafif yana eğilmiştim. Kağıtlar tek tek çıkarken gözlerim boş bir şekilde akan sayfalara bakıyordu. Hepsi bittiğinde sırt çantama koyup çıktım. Yemek masasında oturuyorlardı, yerime geçip saatime baktığım sırada annem tabağıma bir şeyler koymaya başlamıştı. Ve akrep yelkovanla akıp giderken zihnim de karışmaya devam etti.


Zamanın değiştiremediği bulguların içerisinde hapsolduğumu düşünürdüm. Zaten kaybolduğumu öğrenmem zaman aldı. Etkenler aramayı bıraktığımda tek bir etken kaldı. İsimlendiremedim. Korkamadım. Yalnızca karşısında dikilip uzun uzun baktım.


Geçmiş geleceğe bulaştı.


Her şey bir gün son bulur. Bu nedenle korkumu göz ardı ettim. Bir şey hariç... Ve kayıplığımı kuşatan o etkene karşı koymadım.


"Yemeyeceksen kalabalık yapma." Zihnimdeki çatışma devam etti. İki yanım vardı. Biri bile barış için adım atmadı. Arada kalan yoktu. Olsaydı yokluğa bulanırdı. Başımı yerden kaldırıp ona baktım. Gözleri hedefini bulduğunu belli edercesine parladı. İçimdeki öfke parmaklarıma yayıldı.


"Söylesene." Gözlerinde var olan ışığı söndürebilecek sözcükleri sıralamamak için tuttum kendimi. Sırası olmadığından değildi. Tam sırasıydı. Mantığım öfkemin önüne geçti.


"Sahip olduğunu düşündüklerine gerçekten sahip misin?" Sorumu sorduğum an kaşları çatıldı. Masadaki sessizlik elle tutulur olduğunda gülümsedim. Onurla yapıyor musun mesleğini?


"Ne demek istiyorsun?" Ellerimi masanın altından çıkarıp önümdeki tabağı ileri doğru ittim. Gözlerimdeki meydan okuma onu tedirgin etti. Alayla gülümsediğimde sessizlik arttı.


"Herkese övünerek anlattığın mesleğin, sevgi dolu ailen," Bakışları Beril'e doğru kaydığında başımı o tarafa doğru eğip tekrardan bana bakmasını sağladığımda eski halimi aldım. "Ben hariç." Meydan okumamı kabul etti. Yine kazanacağını düşünüyordu. "Gerçekten öyle mi?" Annem elimi tuttuğunda yavaşça ona doğru döndüm.


"Kızım." Diyen uyarı dolu sesi ile gülümsedim. O an herkesi suçlu bulmak istedim. Herkesi suçuna ortak etmek istedim. Bilmediğimi sandıkları her şeyi yüzlerine çarpmak istedim. En az benim kadar canları yansın istedim. Ama yalnızca babama doğrulttum okları. Ve biri çoktan yola koyulmuştu.


"Açık olsana, ne demek istiyorsan söyle." Tükürürcesine söylediği sözler kaşlarımı kaldırmama sebep oldu. Boyun eğmemi bekliyordu. Her zaman güçlü tarafın o olacağına inandırmıştı kendini. Bu defa o ilk yenilgisini kazandı.


Ok bedenine saplandı.


"Neden, anlamıyor musun böyle?" Sakinliğim masadaki gerginliği arttırmaya yetiyordu. Sakinliğimi kullanıp beni kaybettiğini kabul edeceği gün ben özgür olacaktım. Bu çok yakındı.


"Elimde kalacaksın şimdi." Masadan kalkıp odama doğru yürümeye başladım. "Başka türlü nasıl kahraman olacaksın zaten." Bunu söylemek için durup ona bakmıştım. Gözleri yine beni bulduğunda sinirden çenesi gerildi.


İçeriden montumu alıp sinirle üstüme geçirdim. O sırada telefonuma Behram'dan bir mesaj geldi. Okurken çenem gerildi.


Çantamın içini açıp eksik var mı diye baktıktan sonra çantayı kapatıp omzuma doğru aldım ve odadan çıkıp dolabın önünde durdum. Botlarımı giymek üzereyken kapı çaldı. Annemin açmak için geldiğini gördüğümde elimle durdurup kapıyı açtım.


"Atakan Ertekin?" Sarı bir paket uzattığında elim havaya kalktı. "Kızıyım." Dosyayı teslim edip imzamı aldıktan sonra merdivenleri inmeye başladı. Kapıyı kapattığımda annemle tekrar göz göze geldik. Paketi sakin hareketlerle açıp mutfağa doğru yürüdüm. Yüzümdeki ifade nasıldı bilmiyorum ama annemi korkutmaya yetmişti. Her şeye rağmen bu yaşadığımız durumda hissettiklerimi gizlemek zorunda kaldım.


Mutfağa girdim. Bir ok daha yola çıktı. Savaş başlamıştı. Savunmasızdı. Yıllarca sömürdüğü ruhum tahmin edemeyeceği kadar büyümüştü. Nefretle beslenmişti. Kendi nefretiyle.


"Atakan Ertekin, mahkemen var. Kendine bir avukat bul. İşin pek kolay olmayacak." Dosyayı önüne koydum. Bu defa oku hissetmişti. Canı yanmıştı. Artık beni anlamaya yakındı ve beni anlamak için sebebi vardı.


"Sen." Sözüne devam etmesine izin vermedim. Bu defa suçlayacağı kişi ben değildim. "Ben değil baba. Sen. Bir tek suçlu var o da karşımda." Arkamı dönüp mutfağı ardımda bıraktım. Seri hareketlerle botlarımı giyip evden çıktım.


Savaş başlamıştı.


Kayıplar anlam kazanmıştı.


Ruhumda yara açan oklar sahibine yönelmişti. Yaşadığı kayıpsa hiçbir şeydi. Henüz anlamamıştı ama anlayacaktı.


Telefonu çıkarıp Behram'ı aradım. Telefon çaldı. Çaldı ve açtı. Öfkeli sesim boş sokakta yankılandı. "Nasıl bana söylemeden davayı açarsın?"


ŞEYMA DALDALLI


Loading...
0%