Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 4- Karanlık-

@symdaldalli

Zamanı aşmayı denedim. Geride bıraktıklarım zihnimin derinlerinde var olduğu müddetçe izlerini taşıyacağıma olan sezgim arttı. Geçmiş zamanda eskiyen bir olgu olmaktan çok uzaktı.


Soğuk baş edilmez bir dereceye ulaştı. Etrafı kaplayan kar kütlesine her saniye yenisi eklendi. Ayak izlerinin yer edindiği kaldırımda yürüyen insan sayısı bire indi. Gözlerim ağaç dallarının sallanan senfonisinde takılı kaldığında havadan süzülen kar taneleri yavaşladı.


Başlangıç karanlıktı.


Karanlık annesiydi evrenin.


Karanlık annesiydi zamanın.


Merkezdeydi karanlık ve her şey bir gün çekim gücüne karşı koymayı bırakıp teslim olurdu etrafında yaşamını söndürdüğü etkene. Zaman işledi bedenlere. Geçen asırlardan sonra yaklaştı merkezine.


Kaos doğmadı.


Düzen yeniden şekil aldı.


Karanlığın içinden doğum çığlıkları yükseldi.


Başlangıç karanlıktı.


Son karanlık olmaya kararlı.


Hala konuşma sırası bendeydi. Biliyordum. En sonunda tüm gözler bana dönmüştü. Ağzımdan çıkan cümlelere rağmen susuyordum. Onlar konuştuğumu düşünüyordu.


"Gösteriye gelecek misin?" Beril'in babama bakan gözlerine  ben de derin bir anlamla ulaşmaya çalıştım. Ulaşamadığım ilk yerdi. Babam gülümsedi. Başını salladığında bakışlarımı farklı bir yöne çevirdim.


Gösteri boyunca sahnenin arkasında perdelere sarılıp insanları izlemiştim. Bir an sahnedeki tüm insanlar ortadan kaybolmuştu. İzleyenlerle sahne arasına bir cam örtü gelmişti. Sahneye çıktım. Tüm gücümle bağırarak o oyunu oynadım. Yüzlerinde donuk bir ifade vardı. Bunun sebebini anlamam uzun sürmedi. Beni duymuyorlardı. Sessizce fısıldamaya başladım.


'Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatlarımız.'


 Gözlerim hepsinin gözlerinde gezindi. Sonraysa dudaklarımdan dökülen çığlık aradaki camı parçalara ayırdı. Parçalar odaya dağıldı. Dehşeti gördüm. Yüzlerindeki derinlik gözlerine yansıdı. 


Onlar korkuyorlardı. Birinin çıkıp rüya gibi izledikleri sahneyi yerle bir etmesinden. 'uykuyla çevrilidir küçücük hayatlarımız.' Perde kapandı.


Alkış sesleriyle zihnim dağıldı. O camı görmeyenlerin olmayan dışında bir ses duymaları imkansızdı. Duymadır. İhtimaller kesinlik kazandı.


Mağarada mahkum olan üç adam deneyini okumuştum. Tüm nesneleri gölgeler olarak gördükleri ve yaşamı ondan ibaret saydıklarını anlatan bir düşünce. İçlerinden biri kurtulduğunda dışarı çıkıyordu. Gölgeler ona daha net gözükmüştü... Bu cümleyi unutamadım. Kurduğum dünyada tek başıma dolanırken neyin gerçek neyin yansıma olduğunu anlamamam uzun sürdü. Şimdiyse var olan tüm gerçekler gözlerimin önünde yıkılmaya başladı. Yansımaların içine gömülüp sonsuz bir döngüde kayboldu.


Her şey ne zaman başlamıştı? Uzak gelen bu yıllara elimi uzattığımda dokunabiliyordum. Saçlarını, dağılmış yüz ifadesini, titrek dudaklarını görebiliyordum. Dokunmak yapabildiğim bir eylemken yaklaşmak imkansızdı.


"Dünya!" En çok düşünmek zordu. İnsan korktuğu her şeyle salt bir biçimde yüzleşebiliyordu. Öfkeyi hissetmekle kalmıyor tekrar tekrar yaşayabiliyordu. Düşündüm. Olmadığım bir hayatı. Öfke hissetmeden.


"Sana diyorum!" Kolumda hissettiğim el ile yerimde durdum. Üzüntü dokunduğu yerden yayılmaya başladı.


"Beril bilmediğin şeyler var." Gözünden bir damla yaş yuvarlanıp çenesinden aşağı kaydı.


"Niye bunu yapıyorsunuz?" Sertçe yutkundum. Kalbimin ritmi arttığında diğer sesler azaldı.


"Ben hiçbir şey yapmıyorum." Sinirle gülüp ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. "Dünya aranızdaki savaşta en çok  bizi yıkıyorsunuz gör artık. " Yutkundum.


"Öylece arkanı dönüp gidemezsin." Dediğinde yüzüne baktım.


"Siz hiç arada kalmadınız." Diye kendimi savundum. Gülümsedi.


"Öyle mi dersin?" Gözlerinde beliren hayal kırıklığını izledim.


"Görünen köy kılavuz istemiyor." Bir adım geri gitti.


"Ben sizden çok yoruldum ya." Diye arkasını döndüğünde boğazımda bir yumru oluştu. Yıllarca alışkın olduğum sessizliğe inen balyozlar, bir anda parçalara ayırdı. Uğultular geriye kalan tek şeydi.


Yürümeye başladığımda arkamı döndüğüm kişinin o olmadığını fısıldadı bazı gerçekler.


Sürekli bir girdap içindeydim. Bu defa farklıydı. Kaos baş edemeyeceğim bir büyüklüğe ulaşmıştı. Merkezinden başlayan ve etrafındakileri içine doğru sürükleyen çekim gücüne karşı koyamayacaktım. Görüyordum.


İnsanların arasından geçerken düşüncelerimin arasında sıkışıp kaldım. Tüm sesler bana değmeden yanımdan akıp gidiyordu.


Telefonum çaldığı sırada bir duvara yaslanıp etrafıma baktım. Karşıda bir kafe vardı. İçinde oturan insanlara gözüm takıldı. Telefonum sustuğunda cebimden çıkarmıştım. Sönen ekran tekrardan aydınlandı. Behram'ın ismi yanıp telefon hafifçe titremeye başladığında gözlerimin içindeki boşluk büyüdü.


Telefonu cebime koyup tekrar yürümeye başladım.


Her şey o zaman başladı. Bu bildiğim ama her zaman reddettiğim bir gerçekti. 


O odada, annemin çığlıklarının arasında. Gözyaşına ürkek bakışlarım yansıdığında. Gözyaşıyla birlikte devrilip yere kapaklanan görüntümün dağıldığı yerde. Saat kaçtı bilmiyorum. Etraf sessizdi. 


O oda geleceğimin nefesiyle dolduğu yerdi. Babamı durdurmaya çalıştığımda gözlerindeki karanlıkta kayboldum. Çıkış annemin çığlıklarında mıydı? Çıkış babama siper olan minik bedenime mi saklanmıştı? Hayır, çıkış yoktu. Bunu bilerek araya girdim. Bunu bilerek yanağımda patlayan acıyı görmezden geldim. 


Ve o oda, o anımın geleceğimle birlikte ateşe verildiği yer oldu. Babamın 'Bundan sonra,' diye duvarlara çarpan sesi çok tazeydi. 'Tüm öfkem senin olacak.' Diye devam ettirdiği sözcükleri zihnimde yankılandı. 'Sebebine iyi bak!' Kolumdan sarsıp annemi gösterdi. Elinden almaya çalışmayan anneme kırgın gözlerle baktığımı anımsıyorum. O zaman onun gözlerinde gördüğüm tek şey korku olmuştu.


Sahi anne, tüm bunlardan yarattığın sessizlikte hala mutlu musun? Ben senin uğruna mahkum olduğum bu sessizliğe hala alışamadım. Bunu bir kez olsun görmene ihtiyacım vardı. Her şey için çok gel kalındı. Dün kızın sarp bir yamaçtan boşluğa atlayıp yere çakıldı. Ve zamanın bile uğramadığı yerde öylece kaldı.


Zihnimdeki bu girdap devam ederken bir yandan da tetikteydim.


Karşıdan karşıya geçmek için insanların arasında yerimi aldığımda karşı kaldırımda tanıdık bir yüz ile gözlerim buluştu. Düşüncelerim yerde parçalara ayrılan cam parçasını andırıyordu. Bir an için birleşiyor çok geçmeden yeniden etrafa dağılıyordu. İnsanlarla birlikte karşı kaldırıma ulaştığım anda karşımda durdu. Görüş alanım gömleğinde kaldığında bir müddet öyle durdum. Nefesi düzensizdi. Elleri bileğimi kavrayıp sakin adımlarla ilerlemeye başladığında sessizce takip ettim. Sakin bir yere geldiğinde durup bana döndü. "Sana söyleyecektim." yanımızdan biri geçip kalabalığın arasına karışmak için yol aldı.


"Söylemedin, dün tüm gün benimleydin söylemek için bir çok fırsatın oldu ama söylemedin. Savunmaya da çalışma, önceden yapmışsın belli yani bir gece de mi açtın davayı?" Yüzüne baktığımda gözlerimiz buluştu. "Bak sorun bu değil, daha önem..." Kaşlarım çatıldı. "Sorun bu değil mi?" Susup etrafına baktı. "Sorun ne söyleyeyim mi? Sabah o zarfın babama gelmesi, benim o evde yaşamam, önlem almadan bunu yapman! Her şey bu kadar basit mi sanıyorsun?" Tekrardan gözlerimiz buluştu.


"Hiçbir şey bildiğin yok!" Diyerek ellerimi yüzüme kapattım. Beril'in sözleri zihnimde dans etmeye başladı. Yanından geçip bir iki adım attıktan sonra saçlarımı geriye doğru itip tekrar ona baktım. Dikkatle bakmaya devam ediyordu. "Başka şansım yoktu." Yanına gidip ittim.


"Kanıt isteyecekler! Göster hadi! Ne var elinde?" Bir iki adım geri gitti. Bana karşı bir güç göstermediğini anlayabiliyordum. "Tanıklar konuşacak." Sinirle gülümsediğimde ellerim iki yanıma doğru savruldu. 


"Bunca yıl susup beni mi beklediler konuşmak için? Kafayı yedirmeye mi çalışıyorsun Behram?" Gazete kupürlerini, dosyayı kanıt olarak sunabilirdim. Fakat bunu yaptığım taktirde sonuçların ne olacağını da biliyordum.


"Diyelim ki tutuklandılar. Babam delil saklamaktan en fazla kaç yıl yatacak? Ben söyleyeyim iki he o da olursa görevini konuşmamıza gerek yok. Sonra ne olacak sanıyorsun?" Bana doğru geldiğinde geri gittim. "Elimden geleni yapacağım." Başımı sağa sola sallayıp sırtımı duvara yasladım. "Hiçbir şey yapamazsın." Pes ettiğim bir anı olarak hafızamda yer edecekti bu konuşma.


Cansız tarafımın yanına giden diğer yarıma baktım. Öfkeli bakmayan bir yüz ifadesi vardı. Hep istediği şeye ona vermiştim. İkiye bölünmeden tek bir beden haline geliyorlardı. Bu birleşme gerçekleştiğinde insani özelliklerim darbe alacaktı.


Sakin hareketlerle çantamı açıp çıktı haline getirdiğim dosyayı uzattım. Ne diye çabalayacaktım? Her şey ortadaydı. Savaş çoktan bitmişti. O sessizliğe alışmak kolay değildi sadece. Bu yüzden bu ikilemi yaşıyordum. Tüm sesler terk etmişti beni. Kendi sesim bile ihanet etmişti. Kaşları çatılıp dosyayı aldığında çantayı kapatmıştım. "Bunlar ne?" Yorgunluk omuzlarımda birikmeye devam ediyordu.


"Okursun." Yanından geçip yürümeye başladığımda her şey birbirine girdi. "Benimlesin Dünya.  Emniyete gidiyoruz." Bileğimi elinden kurtardım. 


"Yardım ettim, benden bu kadar." Kaşları havaya kalktı. 


"Seni anlamaya çalışıyorum ama olmuyor. Sana dün vazgeç dedim! Şimdi o yetkiyi sana vermemişim gibi davranma." Gerilen çenesine baktım. 


"Dün bana eve bir zarf göndereceğini söylememiştin. İkimiz de bazı şeyleri konuşmamışız demek ki. Ona rağmen yardım ettim daha ne istiyorsun?"


Hannah Richell, kalbiniz affetse bile, ruhunuz ihaneti unutup yeniden sevemez. Diyor. Yıllar önce ihanete uğradım. Sevmemeye kendimle başladım ve bu zaman geçtikçe büyüdü. Etrafımdaki herkes bir tehdit oldu benim için. Kimseyi sevmedim. O hariç. Kimseye beni sevmesi için fırsat vermedim. Ona bile. Böylece karanlık içimde filizlendi. Yuva olduğum varlığı tanımadan büyüdü. Tanıdığımdaysa karşı koymak imkansız bir hale geldi.


Başlangıç karanlıktı.


Karanlık baktığım yerdeydi. Duyduğum seste.


"Benimle devam etmeni istiyorum." Sesler bu yüzden uğramıyordu bana. Hepsini yutan çok güçlü bir varlığa annelik yapıyor, onu besliyordum. Artık beslenmeye ihtiyaç duymuyordu. Dün gece ruhumun terk ettiği beden kalıp oldu. Ve ele geçiremediği tek yer, zihnimin ücra köşeleri olarak kaldı.


"Sana verebilecek bir şeyim kalmadı." Gözlerinde gördüğüm şey geri adım atmama sebep olduğunda yüzünü inceledim. 


"Sen varsın. En büyük delil bu Dünya. Sana nasıl davrandığını anlatırsan verilen ceza şekillenecektir." Ben varım... Beni ortaya koymuştu. Ben bir delildim. Korku dolu gözlerle bu konuşmayı izleyen bir yanım nefesini tutmuş vereceğim cevabı bekliyordu.


"Behram sen nasıl böyle bir şey söyleyebiliyorsun?" Yüzü gerildi. "Ben bu muyum senin için? Bu yüzden mi koştun kaç gündür yardım et diye?" Bana doğru bir adım geldiğinde geri çekildim.


 "Bravo ya! Gerçi ne diye şaşırıyorsam umurunda olsam bu sabah ki olay yaşanmazdı zaten." Gözlerini kıstı. "Öfkeni anlarım ama bu suçlamayı hak etmiyorum Dünya." Başımı sağa sola salladım.


"Suçlama değil her şey ortada işte. Hepiniz birlik olup bu kızı nasıl delirtiriz onu mu test ediyorsunuz?" Dediğimde içten gözlerime yansıyan görüntümün silik siluetini gördüm, endişesi azalsa da gözlerinde taşıdığı korku azalmadı. Beni delil olarak kullanmak istemişti.


"Emniyete falan gelmem sadece birkaç gün kalabileceğim yer ayarlarsan yeter. Düşünmek istiyorum." Her şey yeni başlıyordu. Bu kadar kısa bir süre zarfında bu delillere ulaşmam çok saçmaydı. Bir oyunun içine atılmış olma ihtimalim beni korkutuyordu. Babam delil saklamak için evini kullanacak bir karaktere sahip değildi. İnce düşünür detayları atlamazdı.


Ne düşünmem gerektiğini karmaşıklaşan zihnimde çözmek zorlaşıyordu vakit geçtikçe. Ve bu döngüye kaptırmıştım kendimi. Kendimi kurtarmak ihtimaller dahilinde dahi değildi. Ve bir kurtarıcı benim için hiç olmamıştı. "Seni güvenli bir yere götüreyim."


Güven kelimesi bir kaç kez içe göçerek çatlaklar oluşturdu. Güven ellerimizde dağılıp ufalanarak kullanılmaz kum tanelerini alırken biz o ellerle barış imzalamaya çalıştık. Mürekkebimizin kağıtta kalamaması bundandı.


Kalabalık caddeye doğru yürürken arkasından sessizce takip ettim. Boş sokak ardımızda kaldığında insanların arasında yerimizi almıştık. Arabaya bindiğinde yanına oturup kemerimi taktım. Araba öne atılıp hızla şerit değiştirince kısa bir an baktım. Öfkem yavaş yavaş yerini yorgunluğa bırakıyordu.


"Bu dava çözüldüğünde ne olacak?" Diye sordum. Binalar yanımdan geçip giderken gözlerim yavaşça geride kalan yapıları takip ediyordu. "Aklıma yatmayan kısımlar var." söylediği şey üzerine dikkatimi ona verdim.


"Ne gibi?" Yanılmanın çok zor olduğu zamanlar vardı. Yaşam her şeyi yapmak için zemini hazırlamış ve olanlar plan içerisinde akıp sıralarını takip ediyordu. O anlarda yanılmanın içten içe istendiği ve istenmekle ibaret kaldığı bir boşluk oluşuyordu.


"Baban sence neden yardım etti?" Omzumu kaldırıp indirdim. "Arkadaşı çünkü." Samimiyetten uzak bir gülümseme yayıldı yüzüne.


"Mesleği onun için ne kadar önemli?" Sorusu içimde yeni bir boşluk yarattı. O boşluk yıllar önce küçük bir kız çocuğuna inen ilk darbenin izlerini de içinde bir yerlerde saklıyordu. Görmek, en çok geçmişe gidilmek söz konusu olduğunda mı zordu?


 O halde şu anımı da içine alarak sarmalayan ve içten içe çürümesine sebep olan bu hissin kaynağı nereden geliyordu?


"Başka bir şey daha var." Dediğinde cevapsız bıraktığım sorusuna yenileri eklenmek için dudaklarından yeni heceler döküldü.


"Bir kez kontrolü kaybedersen," gözlerimiz buluştu. "Her şey tepetaklak olur." sözlerini dikkatle dinledim. İçimden yükselen o derin ses babamın kontrolü çoktan kaybettiğini bana bir kez daha hatırlattı.


Bazı sonuçlar nedenlerle bağlıdır, bitişleri ile başlangıçlarının uçları bağlanmış, hazır bir şekilde bekliyordur. Var olacak olan herhangi bir sonucun nedenini de başından görmenin o hissi ile karşı karşıya kaldığımda, hissettiğim ilk duygu hiçliğin beraberinde gelen ve tanımı henüz hiçbir dilde olmayan, ona karşın her insan tarafından bir kez olsun hissedilmiş bir durumdan öte gidemedi.


Oyun başladı. Karanlığın gözlerini bağladım ve saymaya başladım.


Bir.


Şu an hissettiğim duyguyu tam anlamıyla kestiremesem de korku başta geliyordu. Bu karanlıkla oynadığım ilk oyundu. Daha önce hiç bu kadar kararlı bir anlaşma yapmak adına ona yanaşmamıştım. Sınırlarımız ince buz tabakalarıyla da çizilmiş olsa bizi ayırmaya yetiyordu.


 Adımlarının bana yaklaştığını hissettiğin anlarda o sınırların yavaş yavaş eriyerek yok olduğunu görmüştüm. Önce bu çok fazla sorun teşkil etmezken adım adım silinen sınırla birlikte kimliğimde ufalanarak kaybolmaya başlaması ile beynimde tehlike sinyalleri çalmaya başladı.


Belirsizlik benim arkama saklandı. O an saklanacak hiçbir nesne yoktu etrafımda açıkta kaldım ve kalbimin atışı yavaşça hızlandı.


Yutkunduğumda düşüncelerim yavaş yavaş terk etti. Etrafıma bakmayı bıraktığımda arabayı sürerken gerilen çenesine takıldı gözlerim. Yeni çıkmaya başlayan sakalları yüzünün bir kısmına gölge düşürmüştü.


"Ne oldu Dünya?" Sıcak hava üfleyen klimanın uğultulu sesi yoldaki sessizliği öldürdü. "Bir şey olmadı." Ön cama gökyüzü yansıyordu. Ay soldan kararmaya başlayan gökyüzü içindeki soluk yansımasını arabanın üzerine vuruyordu.


"Marketten bir şeyler almam lazım. Gideceğimiz yerde malzeme yok. Sen de gel kendine göre alışveriş yaparsın." El frenini çekip emniyet kemerini çıkardı. Arabadan indi. Duran klima etraftaki tüm sesi almış da gitmiş gibi hissettim. Etrafımı sarmalayan sessizliğe tutunup arabadan indim.


Marketten ihtiyaçları aldıktan sonra bagaja koyup yola devam ettik. Ağaçların kapladığı yoldan devam ederken sıfır noktasından yukarılara çıktıkça yerdeki karın boyu artıyordu. Cama küçük küçük kar taneleri çarparken kollarımı göğsümde bağladım. "Karı özlemişim." Soğuk her ne kadar sevmediğim bir olgu olsa da tüm yer küreyi beyaza boyanan soğuk taneler bu olgunun dışında kalıyordu. Onu diğerleri gibi masumluğu temsil ettiği için sevmiyordum. Yalnızca ait hissedebildiğim kavram vardı hayatımda. Soğuk insanı öldürebilirdi. Birkaç saat geçtikten sonra vücut ısısı düşmeye başlardı. Beyazlığın içinde ölümü taşıması, gerçeklikti. Acı çektirmeyen tek katil kar tanesinin beraberinde getirdiği o etkendi.


Omuz silktiğinde bakışlarımı üzerinden çekmedim. "İnsan bir yerden sonra ona bile dikkat edemiyor."


Kitabı geri verirken gülümsemişti. "Sende kalsın." Kar tanesi düştü. Yılın ilk karı yağıyordu. Heyecanımı saklayamadım. "Kar yağıyor." Diye fısıldadım. Gülümsedi. "Kışı seviyorsun demek..." Bakışlarım ona kaydı. "Sen sevmez misin?" Uzun bir nefes aldı. Bu zaman zarfında gözlerimi gözlerinden ayırmamıştım. "Artık seviyorum." Kaşlarımın arasında hafif bir çukur oluştu. "Sevmiyordun yani?" Tebessüm yüzüne yayıldı. "Pek iyi anılarım yok. Ama sen bu kadar heyecanlanınca tekrar sevesim geldi." Benim de aynı gülümseme kapladı yüzümü. Onunla birlikte heyecanım da gitmişti. Bir daha yağan hiçbir kara öyle bakmamıştım. Üşütmüştü beni. Dondurmuştu, iliklerime kadar buz kesmiştim.


Bir kaşım havaya kalktı. Ardından önüme dönüp ön camdan dışarıyı izlemeye devam ettim. Değişim önce insanla başlıyordu. Ölüm bile doğumun başkalaşmış farklı bir halinden ibaretti. Bu sebebi tetikleyen durumlar istemli ya da istemsiz ayrılan yollardan geçerek tek bir sonda birleşiyordu. Değişim insanla başlıyordu.


İnsan değişince bitiyordu...


Ağaçların olduğu yerde bir patika yol vardı. Araba o yöne saptı. Patika yolun sonunda duran ahşap eve baktım. Arabadan malzemeleri alıp eve doğru ilerledik. Kapıyı açtığında evin içindeki soğuk yanımdan geçti. İçeri girip eşyaları mutfağa bıraktım. Behram kenara bıraktığı poşetleri es geçip önce şalterleri açtı ardından şömineye yöneldi. Ellerimi birbirine sürtüp botlarımıza baktım. Kar parçaları zemine doğru kaydı.


Ocağa su koyup iki kupa çıkardım. Su kaynarken kahveleri kupalara boşalttım. Toz taneler halinde dipte toplanırken tezgâha koyduğum elimden vücuduma soğuk dalgası yayıldı. Su kaynadığında kupalara koyup karıştırdım. O sırada Behram da şömineyi yakmıştı. Arkasından yaklaşırken bana doğru döndü. Gözlerimiz buluştuğunda kahvelerden birini uzattım. Alıp kenara koydu. "Battaniye alıp geleceğim." Başımı olumlu anlamda sallayıp koltuğa oturdum. Elinde battaniye ile geri geldiğinde tuttuğu battaniyeyi açarak üzerime bıraktı. "Kendine almamışsın." Çaprazıma oturup kahveyi avucunda gezdirdi. "Isınır şimdi." Sigara paketini çıkarıp içinden bir tane aldı, dudaklarının arasına yerleştirdi.


"Biraz kendinden bahsetsene. Neler yaptın, nasıl geçti zamanın?" Avucumdaki sıcak bardağı biraz daha kavradım. Çakmak arıyordu. Bulduğunda sigaranın ucunu tutuşturup içine çekti.


"Gördüğün gibi. Pek değişen bir şey olmadı." Kısa cevabımdan sonra kaşları arasında oluşan çukuru görmezden gelip kahveden bir yudum aldım. Ulaşmaya çalıştığını görsem de izin verecek güce sahip değildim.


"Gördüğüm gibi." Kendi kendine mırıldandır gibi konuşmuştu. "Bir şey göremiyorum aslında." içten içe kırgınlık taşıyordum hala. Ve bunu görmezden gelerek her şey normalmiş gibi davranmasını kaldıramıyordum. Arkama yaslanıp şömineye baktığımda odadaki sessizliğin yerini odun çıtırtıları aldı.


"Annemi küçükken kaybettim." Dediğinde gözlerimiz buluştu. Yavaşça yutkundum. Bunu daha önce konuşacak vaktimiz olmamıştı. Acı odun seslerinin arasındaydı. Acı odaya yayılmaya başladı. Göz bebeğinin derinliklerinde o çocukla göz göze geldim.


O çocuğunun kalp atışını duydum. "Acı yalnızca değildir Dünya. Bir insana özgü değildir. Evrenseldir." Sözlerinin sonuna yaklaşırken küçük çocuk ortadan kayboldu. Acı odun parçalarının arasına tekrar döndü.


"Benim yaptığım şeyin bu olduğunu mu düşünüyorsun?" Sorum üzerine yerinde kıpırdandı. "Öyle davrandığını söylüyorum." Kupayı masanın üzerine bıraktım.


"Bu sonuca varabilmen için birlikte geçirmemiz gereken zamanın ne kadarında yan yanaydık?" Battaniye bir omzumdan sarkıp yere doğru döküldü. "İnsanlar," Dedi ayağa kalkıp şöminenin önüne doğru giderken. Bir parça odunu cam kapağı açarak şömineye koydu. "Kendilerini ilk saniyeden ele verir." Kapağını kapattı. Acıyı ateşin içinde büyümeye mahkum etti.


"Hangisinde gördün ilk kez beni?" Yerine oturdu, bir nefes daha aldığında dumanlar havaya çizgiler bırakarak çıktı. Gözleri yüzümde gezinirken düşen battaniyeyi geri çektim. Gülümsedi.


 "İlk seferde. Şu an tanıdığım gibi değildi ama bunu da tanıyorum yavaş yavaş." Dudaklarımı yaladım.


"Arkamdan iş çevirenler beni tanıyamadılar. Bil diye söylüyorum." Kaşı havalandı.


"Bu senin yaptığın asılsız bir suçlama, kabul etmiyorum." Dudak büzdüm.


"Beni ortaya koyarken çok sahiciydin Behram." Derin bir nefes aldı.


"Eğer bu dediğin bir gün olursa kendi kafama sıkarım." Gözlerine baktım. 


"Beylik laflar, büyük büyük konuşmalar..." Diye mırıldandım. Nefret ederdim bu tarz cümlelerden.


Parmağını öne doğru uzatıp kafasını eğdi. "Öyle olsun." Dedi. Öyle, dedim içimden duymadı. Geri adım atarak dışarı açılan pencereye baktım. Kar ağaçların üzerini tamamen örtmüştü.


"Benden niye kaçıyorsun?" Kar tanelerinin yönü değişti. Geçmiş, bir dağ gibi gözlerimin önünde büyüdü.


"Sevmek konusunda annene benziyorsun. İkinizin de hamurunda yok." Gözlerimi kapatıp babamın susacağı zamanı beklemeye başladım. "Seni tanıdıklarıma göreceksin yanında hiçbir insan kalmayacak." Sözcükleri kulağımdan girip kalbime saplandı. Beni tanımadığını biliyordum. Beni tanıdığını düşündüğünü de... Esen rüzgar kar tanelerini savunurken şimdiye dönmeme sebep oldu.


"Kaçmıyorum." Bir kaşı havaya kalktı. "Gözlerinde bir çocuk var sanki ve kurtulmak için çırpınıyor." Çırpınıyordu. Geçmiş zamanda bu gerçekleşmişti. Beklediğimiz kurtarıcıya arkamı dönmek zorunda olduğumda kendi köşesine çekildi. Tüm umutlar o an da dönen dünyanın diğer tarafında kaldı. Ulaşamadığımız o tarafa yabancılaştık. Bununla birlikte tüm insanlığa da yanı oranda yabancılaştık.


"Yavaş yavaş tanıdığın bir insanın gözlerinde ne yattığını nereden bileceksin ki?" Sözcüklerim onu gülümsetti.


"Yapma Dünya her zaman kazanamazsın," Biten izmariti söndürdü. "Her zaman saklayamazsın." Başımı salladım.


"Söylesene neden buradayız?" Yutkundum. "Neden ben bunu yapıyorum?" Gözlerimi kapattım. Nefes alma sesini duydum yalnızca soruma karşılık, bundan başka bir cümle ile kirlenmedi sessizlik.


Gözlerim kapanmışken başka bir boyutta yine burada sevdiği insanla bu defa güvende hissederek ve gerçekten bir mutlu olan yanım silik bir iz gibi gelip geçti karanlığın içinden. Kalbim ateşe yaklaşmış gibi ısınırken gülümsedim. Bir hayal ya da başka bir boyut kadar uzak olması ısınan kalbimde aynı anda koca bir acı oluşturdu ve etraf buz gibi oldu.


Soğuğa gözlerimi açarak bakarken nesneler yavaşça silinmeye başladı. Şömine gitti, koltuklar, bardaklar, masa ve ev hepsi bir anda yokluğa karıştı. Ormandaydım, tek başıma evin silindiği yerde gözlerime dolan soğuk ile ileriye bakmaya çalışıyordum. Geçmiş bana uzaktı. Gelecek için şu anımın ormandan kurtulması gerekiyordu. Boşluk ile soğuk arasında bir araf yaşarken gülümsedim.


Hayat, dedim nefesim buğu çizerek yukarıda kaybolurken ve kelimelerim donarak karların arasına düşerken, hayat senin iki ucun mu var yalnızca benim için? Tüm insanlar olasılıkları yaşarken ben olasılıksızlıklar içinde çırpınıyordum.


Artık gözlerime dolan soğuk görüş açımı yok ediyordu. Gelecek sislerle değil keskin rüzgarlarla çevrelenmişti. Adım attıkça batmayı, battıkça soğuğun dereceleri olduğunu gördüm.


Etraf yavaş yavaş yerine gelirken soğuğu Behram'ın sesi bariyer olup kesti. Şömine eski yerine geldiğinde bu defa sıcaktan yüzüm yandı.


"Dava için geri dönmem gerekecek." Dediğinde ona baktım, arkasına yaslandı. "Tek başına olacaksın." Yalnızlıkla nasıl başa çıkacağımı düşündüm. Tanımadığım mekânlardaki yalnızlığa ait değildim. "Tamam." Ateş odunları küle çevirdi usul usul. "Korkarsan başka bir çözüm bulalım." Başımı olumsuz anlamda sallayıp battaniyeye sarıldım. Kafamı koltuğa yan bir şekilde koyduğumda saçlarım etrafa yayıldı. Gözlerimi tekrar kapadım.


"Aç mısın?" Uyku ağır ağır bastırırken sesi uzaklaştı. "Uyuyacağım." Gözlerim aralandı. Şömineye bakarken dans eden alevler zihnimi bulandırmaya başlamıştı. Gözlerime düşen ağırlığa direnmeden teslim oldum.


Karanlık başlangıçtı.


Karanlığın başlattığı döngü karanlıkta son bulacaktı.


İki.


Sesler azaldı. Sesler kesildi. Bir rüyanın içine daldım. Kabuslar görmeye uzun zaman önce başlamıştım. Bunun farkında olarak fakat elimden bir şey gelmeden bitmesini bekliyordum.


Kurt sesleri zihnimde yerini aldı. Sarı gözleri sağ tarafımda görüp geriye doğru yürümeye başladım. Attığım ilk adımda ayağım yere saplandı. Karın boyu dizime ulaşmıştı. Arkamı dönüp etrafımı inceledim. Işık yoktu. Sertçe yutkunup tekrar önüme döndüğümde altın sarısı gözler bana daha fazla yaklaşmıştı. Geriye doğru adımlar atmaya devam ettim. Aramızdaki mesafe kapanmaya yakınlaştıkça adımlarımı hızlanırdım. Nefes alışverişlerim hızlandığında gözler bir an için hızla karşımda belirdi. Her şey bir anda gerçekleşmişti. Sırtım karlarla buluştuğunda gözlerimi kapattım.


Kulaklarımda hissettiğim basınç ve nefesimin acımasıyla gözlerim açıldı. Suyun içindeydim. Dibe doğru batıyordum. Kollarımı oynatmaya çalışıp yüzeyde kalmaya çalışsam da suyun içinde bir el varmış ve o el durmadan aşağı çekiyormuş gibi batmaya devam ediyordum. Hafiflediğimi hissettiğimde çırpınışlarım karşılığını buldu, yüzeye çıkmaya başladım. Yükseldikçe su soğuyordu. Yaklaştım yaklaştım. Bir buz kütlesiyle burun buruna geldiğimde nefessizlik boğazımı yaktı. Elimle buza vurmaya başladım. Sayısız kere yumruklarım bu gücü yok etmeye çalıştı. Sayısız kere başarısız oldum. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken boğazımdan aşağı su inmeye başladı.


Sıçrayarak uyandığımda elim boğazıma gitti. Terden ıslanan saç diplerim ve düzensiz nefes alışverişlerimin arasından etrafıma baktım. Behram diğer koltukta uyuyordu. Sabah olmak üzereydi ve şömine sönmüştü. Battaniyeyi Behram'ın üzerine örtüp yavaşça odunların yanına gittim. Şöminenin kapağını açıp odunları dizdim. Kibriti kava sürtüp alev almasını beklerken kurumuş boğazımı yeni fark ediyordum. Şömineyi yakmayı başardığımda masadaki sudan birkaç yudum alıp bıraktım. Banyoya girdiğimde musluğun önünde durup bir kaç saniye sonra suyu açarak yüzümü yıkadım. Banyo yapmam lazımdı. Kıyafetim yoktu. Behram gelirken getireceğini söylemişti o zaman kadar onunkilerle idare etmem gerekecekti. Banyodan çıktığımda kalktığım koltuğa oturup dizlerimi kendime doğru çektim ve sessizliği dinledim.


Hava aydınlanmamıştı. Tan vakti yaklaştığı için dışarısı mavi ve siyahın tonlarına hakimdi. Soğuk kırılmasını yaşatan camdan gözlerimi çektim. Başımı dizlerimin üzerine koyduğumda bu sefer de gözüm Behram'a kaydı ve yüzünü incelemeye başladım. Kirpiklerinin gölgesi yanağına düşüyordu. Saçları dağılmış bir şekilde alnına dökülmüştü. Dudakları düz bir çizgi halini almıştı. Derin bir iç çekip gözlerimi kaçırdım. Yutkundum, başlangıcın sonuyla olan büyük çarpışmasına çok az kalmıştı.


Her şey son bulunduğu formu kaybedecekti ya da bu çoktan olmuştu...


Einstein, zaman mutlak ve değişmez değildir. Zaman, her cismin hızına ve konumuna göre hızlı veya yavaş geçmektedir. Bir sistem hızlandıkça o sistem üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Işık hızına yakın bir hızla hareket eden bir aracın içinde zaman daha ağır akar. Her türlü organik, biyolojik ve anatomik yapı daha ağırdan işlemeye başlar. Atom düzeyindeki tüm hareketler yavaşlar. Diyordu. O halde zaman yalnızca Dünya ekseninde akmıyordu ve bizim yaşadığımız izler aslında evrenin bir yerinde sıfır ile eşdeğerdi.


Sıfır ile bir. Var ile yok.


Bir ile alınan nefesler sıfır ile son buluyordu. Sıfırda kalmış bir yaşam sıfırda devam ediyordu. Bir, bir ile bitmiyordu. Her var oluşun sonunda silinmiş hayaller olmaya devam edecekti.


Bugün burada bir kadar vardım, başka bir seçenekte bu ev ile birlikte içinde hiç kimsenin olmadığı bir sıfırdı. İki sonucun da ulaştığı o sonda dururken ayaklarıma geçmiş gelecekten aynı anda esen rüzgarlar vurmaya başladı.


Bir, sıfır. Sıfır, bir.


Başlangıç buradaydı. Odun parçalarının çıkardığı sesi yutan evin içinde.


Son buradaydı. Evin olmadığı, benim ve diğer herkesin sessizliğe gömüldüğü başka bir evin içinde.


"Uyandın mı?" Behram'ın uykulu sesini duyunca sıçradım. Battaniyeyi üzerinden alıp kenara attı, saatine baktı. "Çok erken daha, uyuyamadın mı yoksa?" Başımı olumlu anlamda sallayıp yüzümü sıvazladım.


"Kâbus gördüm." Alnını ovarken öne doğru eğildi. "Yüzümü yıkayıp geleyim konuşacaklarımız var." Yanımdan geçerken koltuğun üzerinden aldığı battaniyeyi kucağıma bıraktı.


Albert Camus'un bir sözünü anımsıyorum. Düşüncelerinizle barış içinde olmayı bıraktığınızda, konuşursunuz diyordu. Birinin ne zaman benimle konuşacak bir şeyi olsa ortalık savaş alanına dönüyordu. Barışçıl düşüncelere sahip insanlar çevremde olmaktan fazlasıyla uzaktı.


Ayak sesleri zeminde tok sesler çıkarıp bana doğru yaklaştı. Behram koltuğa oturduğunda ellerini önünde birleştirdi. "Üç gün sonra mahkeme var. Mahkemeden önce seninle bir yere gitmemiz gerekiyor. Konuşmak isteyen biri var. Bundan kimsenin haberinin olmamasını istedi. Detaylardan o zaman bahsedeceğini söyledi. Ne zaman konuşmaya gideceğine sen karar vereceksin. Bugün? Yarın? Sana kalmış." Kaşlarım kuşkuyla çatıldı. "Kim?" Geriye yaslanıp kafasını başlığa doğru bıraktı. "Gizli." Kucağımda ki battaniyeyi kenara koydum.


"Başım dertte mi?" Kafasını kaldırıp yüzüme bakmasına sebep olan sorum için samimi bir cevap bekliyordum.


"O nereden çıktı?" Gerçeklikten uzak bir tebessüm yüzümde oluştu. "Nereden mi çıktı?" Diye sordum. "Babama bir dava açmana yardım ettim. Babam bir emniyet amiri, yıllardır bu mesleği yapıyor. Bir de bahis beni harcamaksa bunun için şu ana kadar hiç tereddüt etmedi. Daha sayayım mı?" Diye devam ettim. Yüzündeki hiçbir kas oynamadı.


"Sana ne yaptı tam olarak?" Nefesimi verdim.


"Mevzu bana ne yaptığı değil, ne zaman göreceksiniz?" Sakalını çekiştirirken duraksadı.


"Benim mevzum o belki, söyle hadi." Ellerimi önümden çektim.


"Davanı bu kadar görmezden gelme." Dediğimde ayaklandım. "Unuttun mu ben senin için yardım ettiğim kadarım." O da ayağa kalktığında karşı karşıya kaldık.


"Öyle misin?" Derken nefesimi tuttum.


"Öyleyim." Bakışları yüzümde gezindi.


"Şu hayatta güveneceğin bir kişi bile olmadı mı senin?" Geri adım attığında kararlı bakışlarıma bir darbe indi.


"Neden ilgilenesin böyle bir bilgiyle?" Gülümsedi.


"Bilmek istiyorum, şu an buradayken aklından geçen herhangi bir şüphe var mı?" Yutkundum.


"Olmalı mı?" Kolumu tuttu.


"Benimle oynama." Dediğinde koluma baktım.


"Soruyorum sana güvenmeli miyim?" Kolunu çekerken gözlerini kapattı. Güven sevgi gibiydi. Öylesine filizlenmesi pek mümkün değildi. Emek istiyordu.


"Güvenme." Gözlerini açtığında başımı yana doğru eğip yüzüne baktım. Bu duymak istemediğim cümle karşısında kalbim acıyla attığında başımı salladım.


"Öyle yaparım." Arkamı dönüp başka bir şey söylemeden banyoya doğru yol aldım. Dün kendi kıyafetlerinden bırakmıştı. Kapıyı ardımdan kapatıp kapıya doğru yaslandım. Yorgun hissediyordum.


Üç.


Karanlık saymayı bıraktı. Ellerini öne doğru uzatıp benim aksime ileri doğru bir adım attı. Benden uzaklaşmasını sağlayan bu hamle rahatlayıp, nefesimi tutmama sebep oldu. Derken aksi istikamete çevirdi yönünü.


Üzerimdekileri çıkardım. Suyu açtığımda soğuk su bedenime döküldü. Birkaç dakika soğuk suyu açık bıraktıktan sonra su ısısını ayarladım. Gerilen kaslarım çözüldü.


Geçen yıllarda okulla gittiğimiz bir kamp alanı zihnimde canlandı. Yeşillik alan iyi hissettirmişti. Hava açık olmasına rağmen yerleştiğimizde hafif bir yağmur yağdı. Ağaç dalları arasına gidip gökyüzüne bakmaya başladım. O an daha yeni konuşmaya başladığım Ata ile bazen filmler, kitaplar hakkında sohbet ettiğimiz oluyordu. Yanına gelip ağacın gövdesine yaslandı.


"Bilinç olarak bilinen birikmiş farkındalığınız, bütün inançlarınızın toplamıdır." Yavaşça ona doğru dönüp baktım. "Howard Falco. Senden bir öneri istemiştim ya." Anladığımda başımı hafifçe sallayarak ıslanan toprağa baktım.


"Bazen düşünüyorum. Ne kadar olgu için farkındalığımız var." Diğer insanlara göre kendimden çok uzak biriydim. Beni tanımalarını istemedim hiç bir zaman. Korunma yöntemim ne kadar farklı olsa da işe yaramıştı. "Bana kalırsa," Beni tanıyan biri olmamıştı. Bakışlarımı koyu kahverengiye dönen zeminden alıp yüzüne götürdüm.


"Hiç yok." Diye devam ettim. Gözlerimiz birleştiğinde gülümsedi. "Biraz olması gerekir. Her zaman vardır." Ata'yla konuşmayı bu yüzden severdim. Genelde söylediklerim insanları geri adım attırdı. Bana katılmak zorunda hissederlerdi fakat düşüncelerimin kaynağı bendim. Yanılmak hakkımdı. Bu hakkı yalnızca onun yanındayken bulurdum. "O halde söyleyin bayım, kimsiniz?" Kafasını geriye atıp sırıttığında hareketlerini izledim.


"Bununla mı farkındalık kazanacağım?" Başımı olumlu anlamda salladım. Yandan hafif bir rüzgâr estiğinde bir tutam saç yüzüme düştü. Kulağımın arkasına aldım. "Ben o şekilde başlamıştım." Yaslandığı yerden doğruldu. "Ama cevabını hala bilmiyorsun." Omuz silktim. "En azından yolum belli." Arkasını bana dönmeden geriye doğru bir adım attı. "Sana bir gün yetişmiş olacağım." Başımı hafifçe öne eğip kaldırdım. Tebessüm ettiğimde diğerlerinin yanına doğru büyük adımlarla gitti. Yağmur dindi.


Su damlaları üzerime dökülürken kapattığım gözlerimi açtım. Hayatım hakkında var olan inançlarımı babamla birlikte yavaş yavaş tırnaklarımızla açtığımız toprağa bıraktığım bir gün vardı. Onun sebeplerini reddettiğim, tek başına kalmış duygularımla düz bir arazide ayakta durduğum, sesleri zihnimde hissetmeye başladığım bir gün. O zaman yeni bir farkındalık kazanmıştım. İsmini bilmiyordum. Bilmeme de gerek yoktu. Hissettiğimde canımı fazlasıyla yakan bir farkındalık için hissetmek bilmekten önemliydi. Yeni gelen o hisleri sahiplenmedim. Kimsesiz kalmaları bir tercih değil zorunluluk oldu. Yine de var olduklarını ve bir parçam olduklarını biliyordum.


Bilmek yetmiyordu.


Her varlık kabullenilmek istiyordu. Var olmanın tek bir şekilde yetmediğini yanında başka şeylerin de mutlaka olması gerektiğini öğrendiğimde, ben bu defa varlığa da arkamı döndüm. Ellerimin yavaş yavaş silinmeye başladığı zihnimde kayıplar çoğaldı böylece. Ben çoğaldım.


Bölünmüş yanlarımla hiç olmamış yalanlarımın, gerçek olan savaşını kaybettim. Ben kaybettim bir oldum. Onlar kazandı sıfır oldu.


Bir, sıfır.


Suyu kapattım. Havluya kurulanıp üzerime kıyafetleri geçirdim. Buğu olan aynaya elimle kalın bir çizgi çekip açılan kısımdan kendime baktım. Değişen onca şeye rağmen değişmeyen yüz çizgilerimde gezindi gözlerim.


Sıfır, bir.


Banyodan çıktığımda Behram tost yiyordu. Karşısında duran tabakta bir tane daha vardı. Boş sandalyeye oturdum o sırada son dilimi de ağzına atıp kalktı. "Telefon numaram kâğıtta yazıyor," dedi eliyle masadaki kâğıdı göstererek. "Oradan ulaşabilirsin. Ne zaman konuşmaya gitmek istersen ya da herhangi bir durum olursa işte."


Aceleci hareketlerini incelerken kaşlarım havaya kalktı. Numarasını silmemiştim yine de bu bilmesi gereken bir detay değildi. Gösterdiği kağıda uzanıp aldığımda onu sessizce hareketlerimle onayladım.


Behram montunu giydikten sonra evden çıktı. Motor sesinin ardından tekerleklerin sesi geldi ve tüm sesler aynı anda, anlaşma yapmış gibi bir anda uzaklaştı.


Devam edecek...


Loading...
0%