Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Bölüm 5 -Geçen Gelecek-

@symdaldalli

Şu andan itibaren olay seyir değiştirmeye başlayacak...

Öncelikle şu an basılı versiyonun tamamen dışına çıkmamak için zor duruyorum ama çoktan çıkmaya başladım.

Bir eseri düzetmek yeniden yazmaktan daha zor oluyor. Çünkü o yılda var olan duygu, düşünce, hisler o kadar değişiyor ki yeni sen, eski sana bakarak onun yaralarını sarmaya hatta fikirlerinin artık değiştiğine ikna etmeye çalışıyor. O yaşıyla insan tekrar karşılaşınca anlıyor zamanın hızını ve insanın ne denli hızlı değiştiğini.

2020 Yılı... Geriye bakmak artık gerçekten korkutuyor. İlk o zaman yayınlamaya başlasaydım ne olur sorusu da peşimi bırakmıyor. Fakat illa bir sebebi vardır diyorum. Yaşanan her şeyin bir sebebi her zaman illa vardır...

Bölümleri düzenleyip toparlayıp yayımlamaya devam edeceğim.

Bu süreçte yalnız bırakmazsanız ve ses olursanız ben kendi sesim dışında başka sesler duyabildiğim için mutlu olacağım.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Sevgiyle kalın.

İnstagram: Seymadaldalli

.

.


Kaçıyorduk.

Ardımızda olan geçmiş değildi. Kanlı ellerini üzerimizden çekmişti. Keskin kokuyu artık duymuyorduk. Onun yerini alan farklı bir etkene yenilmek üzere olduğumuz gerçeğinden, bir saniye süren bakışlardan gözlerimizi kaçırıyorduk.

Bir yere ne kadar bakmaktan korkuyorsa insan ya çok bağlı olduğu ya da tamamen arkasında bırakmak istediği bir şey mutlaka orada duruyordur derler. İki ihtimalin de tam ortasındaydık. Bir adım her şeyi bozmaya yetiyordu.

Duymaktan yorulduğumuz sesler kesilmeden yolumuza çıkıyordu ve bir ses hepsinin önüne geçerek tüm bölgede yükseliyordu. 'Her yalan bir gerçeği anlatır.'

Bu sesin sahibiyle henüz karşılaşmamıştım, gözlerim bağlı gezdiğim için. Yıllarca bu ses bana, yalnızca nasıl bir noktada kaldığımı gösterdi. İnce uzun parmaklar gözümdeki bağı çözüp bezi kenara doğru bıraktığında gözlerim karanlıktan çıkmanın etkisiyle bir süre afallayıp görmeyi reddetti.

Karanlığa alışmak kolaydı. Zor olan aydınlıkta görebilmekti. Karanlığa alışmak yıllar isterdi, aydınlık için 10 Saniye yeterdi.

1,2,3...

Karanlığı çözen parmakların sahibi karşımdaydı.

4,5,6...

Gözlerimi kapatıp açtım.

7,8,9...

Karşımda kendimi görmeyi beklemiyordum ama gördüm. Bir kaç kez daha gözlerimi açıp kapattım ama bana bakan bir çift gözün sahibi olmaktan öte gidemedim.

'Bildiğin halde neden kurtarmadın?' Diye kuru bir soru döküldü dudaklarımdan.

'Sen hiç kurtarabildin mi?' Dedi cevap olarak. Kurtaramadığım yankılandı bu defa henüz yeni alıştığım garip aydınlığın arasında.

'Burası neresi?' Dediğimde gülümsedi. 'Son çıkış.' Sustu. Etraf tekrar yavaş yavaş kararırken kurtulmak adına bir iz aradım.

'Bir daha nasıl geçecek yıllar bu karanlıkta, aydınlıkla karşılaştıktan sonra?' Dediğimde hızla karanlığa gömüldü her şey.

'Hiçbir zaman aydınlık olmadı.'

Zaman çekilmişti aradan. Şimdi de babamla karşı karşıya durduğumuz çemberden bir boşluğun içindeydik. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişken sessizliğin bağı sayesinde etrafımızda hisler uçuşuyordu fakat kimse neyi hissetmesi gerektiğini bilmiyordu...

Yolun sonu karanlıktı. Ölmek iki tarafa da eşit mesafede durup gözlerini dikmişken bu iki tarafın yalnızca gözleri birbirine değiyordu. Ölüme bile meydan okuyan bedenler, ölüme rağmen kaçıyordu birbirinden.

Hisler bir bir alev almaya başladı. Ateşten bir çemberin ortasındaydık ve akıp giden zaman salise salise çemberi daraltıyordu. Tik.

Arabadaydım. Görüş alanım farın oluşturduğu çember kadardı. Yol önümüzde uzanırken gözlerim bir yerde sabitlendi. Tekerleklerin bıraktığı ses dışında hiçbir ses yoktu. Tak

Behram yavaş yavaş hızı azaltıp ardından arabayı kenara çekip ileriye doğru baktı.

"Susma." Dedi. Arabanın dışında yaşanan o kavurucu soğuğa teslim olmak istedim. Bedenim zihnimden ayrılmış, düşüncelerimin hızı karşısında durma noktasına gelmişti.

Hayat tüm seçeneklerini yok ettiğini ilan ederken ben yeni bir seçenekle savaşmaya çalıştım. Tuttuğum silahlar bana yöneldi fakat hedef boş kaldı.

İnce ince işlenen bir hayat ince ince yok edilirken nasıl yaşamdan söz edilebilirdi?

Sevmekle yara alan alanlarımı iyileşebileceğime inandığım tüm hissiz yanlarım bana o an yeni bir gerçek daha gösterdi. Artık hiçbir sevgi benim yok olan duygularımı canlandıramazdı.

Her şeyi kabul edebilirdim, her şeyi bir kere de olsa görmezden gelebilirdim fakat annem...

Beynimde şimşekler çaktı. Yumruğumu sıkıp yutkundum.

"İçimde kopan fırtınayı bir görsen şu an konuşmamı istemezdin." Dedim sakince.

"Ben az önce olabilecek en saçma şeyi yaşadım." Hayatım ellerimin arasından ufalanarak kayarken gözlerimi çekmeden yok oluşunu izledim.

Ona doğru döndüm. "Sen bana yalan söyledin var mı ötesi?" Dediğimde elini yumruk yaptı.

"Benden isteneni yaptım, görevimi yaptım ama bitti bak baban, birlik, görev hepsini az önce orada bıraktım." Gülümsedim.

"Sen öyle kafana göre bıraktım deyince onlar da eyvallah şu ana kadar yaptıkların için sağ ol, yolun açık olsun mu diyecek?" Direksiyonu sıkan boğumları beyazladı.

"Sen benim ipleri onların ellerine verdiğimi mi düşünüyorsun?" Dedi sert ses tonuyla. Derin bir nefes verdim.

"Behram kendine bu kadar güvenme, sen şeytanla anlaşmaya oturmuşsun haberin yok." Sinirle güldü.

"Ne güzel ya," Dediğinde duraksadı. "Hiç mi benim haklı olabilme ihtimalim yok gözünde?" Diye devam etti.

"Var tabii ki saçmalama, olmaz mı?" Diye alayla mırıldandım. "Ne haklılığı Behram!" Kontrolüm bir kez daha ufalana ufalana yok oldu.

"Yıllardır aşık olduğum adam babamla arkamdan iş çevirmiş, sen ne haklılığından bahsediyorsun?" Duraksayıp yüzüme baktı.

"Aşık olduğum mu dedin?" Sinirle başımı eğdim.

"Babama satmış ama onu da söylüyorum ya, bir tek takıldığın nokta o mu?" Bakışları derinleşti.

"Ben seni satmadım." Dedi sakin bir tonla.

"En çok ne acıttı biliyor musun?" Dediğimde başını olumsuz anlamda salladı.

"Sen, benim içine seni koyduğum, yıllardır aldığım tüm darbelere rağmen üzerinde bir çizik bile bulunmayan hayallerimi az önce ellerinde yaktın." Elime dokunmaya çalışınca geri çektim.

"Babamla ya, babamla iş yapmak ne demek Behram!" İçimde bir yerlerde bu anı bekleyen yanım gün yüzüne çıktı. 'Sizin katiliniz.' Dedi sakince. Sözleriyle sarsıldım.

"Ben seni korumaya çalıştım!" İkimizde geçen saniyelere yenilip kontrolü kaybederken geçmiş ve gelecek karşımızda bizi izliyor gibiydi. Ettiğimiz kavga öylesine yaralıydı ki geçmiş konular halledilmek için, gelecek ise darbe alacağını bildiğinden kendini korumak için karşımızda duruyordu. Tik.

Ben onun karşısında bin parçaya bölünüyordum, o kendini bin parçadan görüp yaralarını çoğaltıyordu.

"Böyle mi korudun?" Sıktığı elini sertçe bir kez direksiyona vurdu.

"Sen ne sanıyorsun Dünya? Hayat sadece gördüklerinden mi ibaret?" Sakince nefes aldım ve yutkundum. Sesler zihnime ulaştığında girdaba katılıp yok oldu.

"Anlatsaydın! Karşıma çıktığın o gün anlatsaydın her şeyi, ben o zaman böyle ihanete uğramış hissetmezdim." Çenem yukarı doğru kalktı.

"Keşke bana güvenme dediğindeki o tek bir gerçeği bu kadar yalana bulaştırmasaydın." Dediğimde duraksadı. Eli yumruk halini aldı ve birkaç dakika sessizlik oluştu. Tak.

"İhanet nasıl olur sen hiç görmemişsin." Diye mırıldandı. Cevabı karşısında acıyla gülümsedim.

"Az önce ben babamın ve annemin ihanetini kıytırık bir depoda, beklemediğim bir anda öğrendim hem de oraya beni sen götürdün. Dava açtığımız birine ellerinle teslim ettin. Bir daha yapmayacağını nereden bileceğim? Bir oyun daha olmadığına beni ikna edebilecek misin?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Anlamıyorsun." Kabul ettim.

"Anlamıyorum." Elini direksiyona koyup sıktı.

"Çok saçma ya..." Dediğinde duraksadım. "Sen ne yaparsan yap ben seni affetmeye bahane aradım sen şimdi tek fırsatta beni yok mu sayacaksın?" Diye devam ettiğinde kırgınlığı kademe kademe artarak arabada yayıldı.

Geçmiş öne atıldı. Geleceğin üzerine kan sıçradı.

"Ben sana ne yaptım Behram? Sevmekten başka, güvenmekten başka ben sana ne yaptım?" Eli gevşedi.

"Gittin!" Sesi arabanın içinde dağıldı.

"Mecburdum!" Bana doğru döndü.

"Neye mecburdun?" Nefes alışverişleri hızlandı. "Söylesene neye mecburdun?" Akşamüzerinin yoğunluğu camı aşıp içeriye tüm berraklığı ile ulaşıyordu. Enkazlar meydana geliyordu ve olan bitenlerden etrafa dağılan toz dumana rağmen her şey oldukça netti.

"Gitmeye mecburdum!" Akşam olurken yerle bir oluyordum. Ruhum, acısını bedenime bulaştırmıyordu. Hava kararmışken durduğum yerde parça parça diplere gömülüyordum.

"Hem ben sana asla senin yaptığını yapıp ihanet de etmedim." Dişlerimi sıkıp öfkeme teslim oldum. Sözcüklerimle birlikte kalbime dikenler battı.

"Şunu söylemeyi kes! Ben sana ihanet etmedim!" Gülümsedim.

"Ben niye nefes alamıyorum o zaman?" Dışarı doğru baktım.

Kaçıyorduk. Ateşten çember daralmaya devam ediyordu. Gözlerimiz bu süreçte bir suçlu aramayı bıraktı çünkü artık aynalar daha net görünmeye başladı.

"Ben olayların bu noktada olduğunu biliyor muyum sanıyorsun? Kavgalarının fiziksel boyutlara taşacağını düşündüm mü sence?" Sözlerin bana ulaşmadığını anlaması için boş gözlerle baktım.

"Karşıma çıkmayı düşünüyorsun ama planlar yapıp yalan söyleyebiliyorsun." Hissettiğim acı bir deponun duvarlarına kanayan tırnaklarla kazınmıştı.

"Dünya..." Diye mırıldandı. Bir kaç kez bu fısıltı devam etti. Kanın boğazı yakan kokusu arabanın ardına takılmış gibi yine hissettim.

Kolu açıp dışarı çıktığımda öksürmeye başladım. Midem bulanıyordu. Karlarla kaplı alanın içinden geçip bir ağaca tutunduğumda ellerim titriyordu. Kontrolü kaybetmemek için kasılan vücudum daha çok tepki göstermeye başladı. Dizlerimin üstüne çöktüm. Rüzgâr esiyordu. Kan kokusu daha yoğun bir şekilde hissedildi. Öksürmeye devam ettim. Midem boştu bu yüzden kasılmalar gözlerimden birkaç damla akmasını sağladı.

Yalanlar etrafımı kuşatan ağaçların içindeydi. Hava kararıyorken çember hızla daralmaya devam ediyordu. Yalanlar kafalarını uzatıp beni izlerken ben hepsinden gözlerimi kaçırdım. Söylediklerini duymamak için çabalarken aynı anda birçok çığlık duydum. Benden başka kimsenin duymayacağını biliyordum. Sesler zihnimdeydi.

Rüzgâr esiyor, acıyı seslerin içine katarak dört bir yana dağıtıyordu ve hiç gelinmez sanılan yolun sonu geliyordu.

Ayağa kalktığımda bir şişe su uzattı. Şişeye baktım. Biraz daha öne doğru çıkarınca ağzımı çalkalayıp ardından bir iki yudum içtim.

"İyi misin?" Geri adım attığımda birkaç küçük odun parçası ezildi. Araba motorunun çıkardığı boğuk ses ölü ormanı canlandırıyordu. Başımı belli belirsiz salladım.

"Ben ne yapacağım şimdi?" Sessizliği bıçak misali kesip ilerleyen sesim Behram'a ulaştığında Gözlerimiz birleşti.

"Beni allak bullak ettiniz..." Diye fısıldadım. Tonusunu kaybeden kaslarım rüzgâr estikçe salınıyordu. Karanlık yoğundu.

"Aynı noktaya geldik demek." Sözlerinin ardından kaşlarım çatıldı.

"İtiraf etsene Behram, senden geçmişin intikamını aldım desene!" Çenesini sıktı.

"Almak istedim!" Duraksadı. "Ama olmadı, ben sana zarar verecek hiçbir şey yapmadım!" Diye devam etti.

"Yalan söyleme hepinizin tek derdi kendi çıkarlarınız." Bir adım geldiğinde elimi havaya kaldırdım.

"Sevilmeden sevdiğiniz her anın nefretiyle dolusunuz." Etrafa göz gezdirdim. Dalgalanan ağaç dallarının birbirine sürttüğünü yaprak sesleri kulağıma ilk o an doldu.

"Senin farkın var mı bizden?" Alan küçülüyordu.

"Olmalı mı?" Son kez soluk soluğa çırpınırken çığlıklar atıyordum ve yine duyulmuyordum.

"Beni öfkemle baş başa bırakma Dünya." Karların açıkta bıraktığı çimler sallanmaya başladı. Rüzgâr daha sert esti. Bir an gözlerinin karanlıkta parladığını görür gibi oldum.

"Sen çoktan onunla yaşamaya alışmışsın." Sözlerimle başını iki yana salladı.

"Tek suçlu ben miyim!" Elim saçlarıma gitti ve titreyen parmaklarımla kulağımın arkasına sıkıştırdım. Ama benim hayatımda bir tek sen vardın...

"Başkasını suçlamak hep daha kolay geliyor değil mi?" Diye mırıldandım gözlerim dolarken.

"Yıllarca içindeki öfkeyi böyle korumak kolay geldi sana ama hiç sordun mu kendine Behram," Duraksayıp bir kaç dakika bekledim. "Giderek yaşamanı istemiş olamaz mıydım?" Diye devam ettim bir iki adım daha geri çıkarken.

"Sensiz mi?" Gözümden bir damla kaydı.

"Bensiz." Başını iki yana doğru salladı.

"Güzel yaşayabilmiş miyim?" Dedi kollarını iki yana açtığında. Sessizce baktım. Başımı yana doğru eğdiğimde bir damla yaş yuvarlanıp yere düştü.

Ölümün tüm hücrelerime yayılmasını hissederken aynı hislerle bana bakan gözlerinde milim milim kayboldum.

"En azından yaşadın... Birimizin aksine." Kaşları kalktı.

Aramızda sessizlik oluştuğunda onu ardımda bırakıp arabaya bindim. Kemeri takarken baktığımda olduğu yerde duruyordu.

Babamla karşı karşıya kaldığımız alanda, ateşe dönen çemberin içinden birbirimize bakıyorduk. Çemberin dışında kendi arkasına dizdiği insanlar vardı. Annem ardında durmuş bizi izliyordu. Her saniye daralan çember içinde ben hesap sormayı o ise hesabın sorulmasını bekliyordu fakat bu hiç gerçekleşmiyor aksine biz her saniye daralan çemberin içinde birbirimizden kaçmaya devam ediyorduk.

Kapım açıldı. Behram eğilip bana bakarken ona doğru döndüm. "Ne demek bu?" Korku şüphe gibiydi. Hissedildiği an insanın içini kemirir dururdu. Korku gelecek için geçerliydi. Geçmişteki korkulardan kaçmak, o korkunun kimliğindeki geçmişten ötürü değildi. Geleceğe sinecek olan izleri, bazen de tamamen geleceğe taşınmasındandı fakat bazen geçmiş geleceğe taşınmayacak kadar ağır olabiliyordu.

"Ne anladıysan o." Dediğimde orada durmaya devam etti. İçeriye soğuk hava girdiğinde ürperdim.

"Konuşmayı böyle yarım mı bırakacaksın?" Sorusu ona dönmemi sağladı. "Bu zaten çoktan sona eren bir konuşmaydı." Kafasına dışarıya doğru çekip sağ tarafına baktı.

Alevlerin sıcaklığı tüm bedenimi kapladığında gözlerim açılmış bir şekilde babama baktım. Yıllarca sessizce işlediği cinayetlerin aksine bu çok gürültülü bir olaydı ve benim de elim boş değildi.

Kimliklerimizi bir kenara bırakmış ve kim olduğumuzu unutmuştuk. Ben yalnızca acıyı hissediyordum. Onun gözlerinde ise gördüğün tek duygu kazanma arzusuydu. Alevlerin hissettiğim sıcaklığı kademe kademe arttı. Gözlerimden akan damlalar buharlaşıp havaya uçarken kargaşa büyüdü.

"Böyle mi sevdin sen beni? İlk fırsatta arkanı dönerek mi?" Duyduklarım tokat etkisi yapmaya yetti.

Kemeri çıkardım. Arabadan inip karşısında durdum. Kazağın ucundan tutup yukarı doğru sıyırdım. Gözleri gözlerimdeydi. "Bak." Bakışları yavaşça aşağı indi ve bir noktada dondu. Gördüğü ize ne zaman baksam o geliyordu aklıma. Haberi olmadan sol kaburgama konmuştu. Acısı geçeli yıllar oluyordu. Gözleri değdiğinde ise yine aynı acıyı duydum. Kazağın ucunu bırakıp nefes aldım.

"Kaçmış mıyım? Oysa korumaya çalışıyordum sadece..." Yüzüme tekrar baktığında saçlarını gergince geriye doğru itti. Tüm bu yaralara, ruhumun parçalara ayrılmasına rağmen kaçmak yerine siper olduğumu ne zaman görecekti?

"O mu yaptı sana bunu?" Dudaklarımı yaladım. Gözleri dolduğunda böyle bir tepkiyi beklemediğim için affaladım.

"Benim yüzümden mi?" Gözünden akan ince damlayı titreyen parmaklarımla sildim. Ağlama...

"Hayır senin için, ikisi farklı şeyler." Parmaklarını yüzümde hissettiğimde farkında bile olmadığım bir damla aktı. Gözlerimiz buluştu ve bakışları yumuşadı.

"Bilseydim izin vermezdim." Dedi. Derin bir nefes alıp başımı salladım. Gözlerimin önünden buruk hisler gelip geçti.

"Bilmemeliydin zaten." Başımı yana doğru eğince eli yüzüm ile omzum arasında sıkıştı. Başımı çekip bir adım geri kaçtım.

Şu olanlar dün yaşanmış olsaydı ve ben o depoya hiç gitmemiş olsaydım zor da olsa kabullenirdim bazı şeyleri. Fakat ne dündeydik ne de o mekan beni yok sayabilirdi.

"Ama artık olmaz Behram, kartları bu kadar açık oynamışken olmaz." Yutkunup daha da derine ulaşmak mümkünmüş gibi gözlerine bakmaya devam ettim. Kaşlarını çattı.

"İzin vermem, geçmişe dair bu kadar şeyi öğrendikten sonra..." Başımı kaldırdım.

"Mecbursun," Tekrar arabaya binmek için kapıdan tuttum. Kapı ardımdan kapandığında olduğu yerde duruyordu. Çok geçmedi sürücü koltuğuna geçti.

Her cümlemle kalbim ezilerek yok oluyordu. Her cümlem beraberinde onu da yaralıyordu. Her cümlemle hançeri rast gele atıyordum ve hedef tahtasında olan yine bendim. Behram yanılarak kendini orada yalnız hissediyordu.

Başımı çevirip dışarı baktım. "Bir arkadaşımın yanına gideceğim." Dediğimde kısa bir an bakıp önüne döndü. Motoru çalıştırdı. Araba hızla öne atıldığında ikimiz de bir daha konuşmadık. Kaldığımız eve giden yola saptı.

Sakin bir şekilde ona döndüm. "Seninle artık kalmayacağım." Yola bakmaya devam ediyordu.

"Behram sana söylüyorum." Çenesi kasıldı, parmak boğumları beyazlaştı. Kısa bir an gözlerimiz buluştu. "Son gece. Yarın da gitmek istersen bırakacağım seni."

Annem kek yapıyordu. Beril oyuncaklarla oynarken ben gözlerimi dikmiş, yanağımı yasladığım kapı kenarından annemi izliyordum. Dalgalı kahverengi saçları omzundan dökülüyordu. Mutfak önlüğünün pembe kurdelesi mavi elbisenin üzerin sarkmış keki çırptıkça sallanıyordu.

Zaman elinde tuttuğu kaşığa bulanmış çevirdikçe hızla geçiyordu. Hava kararıyordu. Annemi izliyordum.

O karanlık geceye saatler kalmışken ben yalnızca izliyordum. Bana baktığında güldü. Buruk bir gülümsemeydi. Neden olduğunu o an anlayamadığım bir tebessüm... Gizli anlaşmaya saatler kala, zamana asılı kalmış çocukluğumla göz göze geldim. Ve ben annemin aksine buruk da olsa gülümseyemedim.

Annem hislerini bir daha kullanmamak adına en üst raflara kaldırdı. Ben annemi izledim. Hislerimi rafa kaldırmayı öğrendim ama yine gülümseyemedim. Annem onca geçen zaman içinde beni hiç izlemedi.

O kek ise damağımda hem acı hem de tatlı bir şekilde yıllarca silinmeyen bir iz bıraktı, onu da izledim.

Bir son geceye daha başlıyorduk. Annem yoktu. Babam yoktu. Kek yoktu. Çember tamamen kapandı.

Babamla son kez birbirimize baktık. Gözleri tanıdığımın dışında yeni bir anlamla beni izlerken, tüm hayatımla her şeye yabancılaştım. Yanan geçmiş gibi göründü ama şimdimiz ateşler arasında kaldı.

Zaman o andan sonra durdu, vakit bir daha hiç akmadı.

Tik.

Tak...

Şeyma DALDALLI


Loading...
0%