@symdaldalli
|
Zihnimde hayali bir çizgi ile ikiye ayırdığım parçaların ilk kısmı bitti ve biz şu an 2. Kısma geçtik. Oy veren ve yorum yapan herkesi daha çok oy vermeye ve yorum yapmaya davet ediyorum. Yazarı sevindirmek adına elinizde çok büyük bir koz var, Oyorum yapmak. Evet bölüme geçelim yavaştan. Kimler benimle? . instagram: seymadaldalli  Bir varmış ve yokmuş. Bir hiç var olmamış. Adım Dünya. Yirmi dört yaşımda sarsıcı bir gerçekle uykudan uyandırıldım. Uyumayı hiç sevmedim. Tetikte olmama yardımcı olmuyordu. Bu yüzden rüyaların değil kâbusların kollarına itildim. Örselenmiş hayatıma kabus tohumları ekildi. Ve gün ışığı olmadan filizlenip çıkan mahsul, hayatın en kısa özetiydi. Onu da bir tek ben okuyabildim. Her kâbus, parmak izi gibi insanın şahsına münhasırdı. Adım Dünya. Manası duygu, düşünce ve hayal âlemi demek... Çok düşündüm ama hiç hayal kurmadım. Herkes demek. Onlara hiç yakın olamadım. Uzaktan kuşları izleyerek yaşadım çocukluğumu. Gökyüzünü bir parçam gibi taşıdım içimde. Cahit Zarifoğlu, göğe bakmayanların kalbi çabuk kararır diyor. Başımı gökten hiç indirmedim ama karardım zifte boyandım. Ailemi uzaktan izleyerek tanıdım. Annem, kitap okumayı ve çizmeyi sever. Sabahattin Ali'yi, Turgut Uyar'ı elinden düşürmezdi. En sevdiği rengi mavi diye anımsıyorum ve yemek yaparken zamanın hep hızlı geçtiğini duydum ondan. Çok arkadaşı var ama hiçbiri annemi tanımıyor. Yalan söylerken sesi titremezmiş mesela, saklamakta ustaymış aslında ama hiçbiri bilmiyor. Babam, boş günlerinde ızgara yaparak birilerini davet etmeye bayılır. En sevdiği renk lacivert, tarih romanlarının olduğu bir kütüphaneye sahip. Piyano çalmayı öğrenmiş gençlik yıllarında. Annemle bir müzikal sonrası tanışmışlar. Çok arkadaşı var ama hiçbiri babamı tanımıyor. İyiliği öldürdüğünü bilseler kötülüğü teslim ederken bu kadar rahat olmazlardı mesela, onlar rahat bir şekilde başlarını yastığa koyup uyumayı tercih ederken kötülük uyanıyor ama hiçbiri bunu da bilmiyor. Ben ailemi uzaktan izleyerek bu kadar tanıyabildim. İkisiyle de önümüze koyduğumuz setler oldu hep. Yaklaşmanın, yıkmanın, kaçmanın, terk etmenin mümkün olmadığı setler. Sağlam değildi ama yıkılmazdı da. Bir yerden sonra kabullendik. Aile kavramını, kendi ellerimizle herkesin anne babasından aldığı travmalar eşliğinde yeniden inşa ettik. Yıkık parçalarına aldırmadı kimse. Boşlukları zihinlerimizde doldurup mümkünmüş gibi bir tam elde etmeye çalıştık. Sonra... En büyük yaralar açılmaya başladı. Boşluklar iç iç geçip derin bir boşluğa doğru kaydı ve en çok kim kimi acıtırsa o kazandı. Ben bir yerden sonra sınır dahil her şeyi terk ettim. Ya da öyle zannettim bilmiyorum. Kendimi ve geçmişte yaşanan her şeyi kurtarabildiğimi ve kendimi o kuyudan çekip çıkarabildiğime inandığım anlar derin bir girdap içinde kayboldu. Önce bakışlarım silindi, su durgunlaştığında da bakmanın mümkün olmadığı yüzümle karşılaştım. Ruhum kendini dışa vurmuştu. Hiç kimse, kimseyi bilhassa en çok da kendini öyle kolay kurtaramazmış. Biz savaştığımız her anın sonunda bunu birbirimize bağıra bağıra öğrettik. Anımsıyorum da küçükken ve her şeyi kurtarma düşüncesine sahipken hayatın renkleri bu kadar soluk değildi. Bir amaç olması bile yetiyordu. Bir gecede insan dünyayı saran renklerini kaydedebilir miydi? Bu kadar büyük bir kayıp bir anda... Edebiliyormuş. Her şeyden vazgeçilen bir an oluyormuş. İnsanın her şeyden kaçtığı ve her şeyden ölesiye nefret ettiği bir evre. Ben bu evreye bir isim vermedim hiçbir zaman. O evrenin tanımını yapmak, o anın içinde yaşamak gibi değildi. Söz etmek her zaman daha kolaydı. Ama eğer bir tanımı olsaydı, o zamanlar düşüncelerime sürekli prangalar vurmaya çalışıyordum ve o zamanlar düşüncelerimin sesi çok fazlaydı bu yüzden kendi fısıltımı dahi duyamıyordum derdim. Vazgeçmeye seslerle başlamanın bir bedeli olduğunu anladım sonraki darbelerin sonunda. Ama çok geçti bazı dersler için. Hayat geç kalmamıştı, ben çok erken öğrenmek zorunda kalmıştım. İnsan iki durumda kaybedermiş en çok. Ya geç kalırmış ya da vaktinden çok önce gidip gelmesini beklemeden gidermiş ve beklenen gelirmiş. İnsan iki durum içinde bir dönüş yaşarmış çoğu anlarda. Adım Dünya. Acı içinde doğan insanın yine acı içinde yaşamasının destanlara dönüştüğü, sonra kahraman olmak amacıyla yine toprak altına girerken bile duyduğu acıdan zevk alan bir familyanın, hikâyeleriyle dolu bir alan demek. Ben hiç doğmadım. Burada herkes olduğu kadar değil, göründüğü kadarıyla anılır... Hiç yaşamamışlarsa anlatılmaz. Bir anda ruhu sıkışır kalır. Pencereden giren ışık kümesi gölgemi ayaklarımın altına düşürüyordu. Gölgemle bir bütün oluyordum. Behram temkinli gözlerle arada sırada kaldırdığı bakışlarını üzerimde gezdirirken ben henüz gözlerimi üzerinden çekmemiştim. "Daha konuşacak bir şey kaldıysa dinliyorum Behram." Alev odunları yavaş yavaş ufalıyordu. "Göğsümde bir iz vardı onu bana sormuştun, hatırlıyor musun?" Sorusu beni geçmiş zamana anında çekmeye yetmişti. Antrenman yapmıştı. Üzerindeki tişört fazla bol ve boynunu açık bırakan türdendi bu yüzden görebilmiştim. Ne olduğunu sorduğumda geçiştirmişti. Başımı salladım. "Annemin kriz zamanları oluyordu. Kendini dahi unutuyordu. Beni tanımadığı için zarar vermemden korkup savunmaya çalışıyordu kendini. O zamanlar olmuştu o yara izi. Annemi hep taşıdım göğsümde. Kaybettiğimde küçüktüm," ortamdaki gerginliği dağıtmak ister gibi gülümsedi. Yutkundum. Görmesem de yarasına kaydı gözüm. "Bakma öyle anlatmak istedim. Senin hakkında bir şeyleri öğrendikten sonra adil olan buydu." Başımı hafifçe salladım. Bir annenin silinen hafızası ve geçmişteki korkularından ötürü o an tanıyamadığı çocuğuna karşı kendini savunması acının tanımıydı. Bir annenin kendini savunması... Bir annenin çocuğunu ne uğruna olursa olsun masaya koyması. Bir annenin kendini savunması... Annemin benden vazgeçmesi. Bir çocuğun kendini savunması. Bir annenin çocuğundan korkması. Bir çocuğun karanlığa saklanması... Ne çok anne vardı. Ne çok çocuk... Hangi anne haklıydı şimdi çocuklar boğulurken gözyaşında? Tek yanıta ulaşma çabamız yanlıştır. Belki de tek bir çözüm yoktur. Schrödinger'ın deneyinden ulaşılan sonuçtur bu. Karşımıza çıkan sorunlar için yanıt aramak yerine belki de soruyu yaşamamız gerekirdi. Dalga sesleri zihnimde yerini aldı. Zamanda sıkıştığım geçmiş geleceğimin üzerini biraz daha kapattı. Dalga sesleri zihnimden taştı. Anneme tutunmuş bacağımı yalayan sudan kaçmaya çalışıyordum. Suyun dibinde deniz kabukları vardı. En az dalga sesleri kadar yoğundu. Kum dibe doğru çöküyor güneş gözümü alıyordu. Ne çok anne vardı. "Ne zaman sana geldi ve anlattı? Ne kadarını biliyordun?" Nefesini bıraktı. "Yaklaşık iki yıl önce bana gelmesini sağladım. Etrafındaki herkes benim bu iş için doğduğumdan bahsetti. Bir insana neyi çok söylersen ona inanmaya başlar." Gözlerini etrafta gezdirdi. "Baban da inandı. Bana ilk amaçlarından bahsettiklerinde," elimi kaldırdım. "Amaçları neymiş?" Tek kaşı kalktı. "GGT." Kaşlarımı çatıp yüzümü buruşturdum. "Neyse sormuyorum devam et." Dediğimde başını salladı. "Saçma buldum ama ipin ucuna tamamen yerleştirdikleri bir kişi vardı. Ben onu ipten almak için çabaladım." Gözlerine baktığımda orada gördüğüm gerçekle yutkunamadım. "Bugüne kadar şeffaf bir şekilde senin hakkında konuşmadı. Hep gizlediği bir şey olduğunu hissediyordum ve bulmak için deşmeye başladım." Bir dizisi çekilse televizyonu kapatıp gideceğim şeylerden bahsederken hislerimi göz ardı ettim. "Ben buldum, o anlamadı. Senin için planlar yaptı. Bir çoğuna engel oldum. Bazısını gizli saklı yaptı. Bu son olan şey ise..." Derin bir nefes aldı. "Bu işten seni uzak tutmaya çalıştım ama olmadı. Senin olaylar karşısında soğuk biri olduğunu söylerdi hep ama kurumun da sana güvenmesi gerekiyordu. Ne kadar ileri gidebilirdin görmeleri gerekiyordu ve o zaman sana gelmek zorunda kaldım. Ben olmasam başkası olacaktı. Bu da yıllarca işlenen detayları bir anda yok ettirmek demekti. Böylece her şey onların gözünde başlamış oldu." Adım Dünya. Beş yaşım bittiğinde öldüm. İlk toprakla o zaman tanıştım. Ellerimi rüzgâra tuttuğumda duyulan toprak kokusu bu yüzdenmiş, henüz yeni idrak ettim. "Ya bir gün hedef bu defa sen olursan, o zaman ne olacak?" Gözleri geçmişle doldu. "O zaman amacıma ulaşmış olacağım." Kaşlarımı çattım ve kalbim korkuyla attı. "Açık ol." Dedim sesimin tiremesine engel olmaya çalışarak. Gülümsedi sakin bir tavırla. "Korumuş olacağım seni." Yavaşça kıvrıldı dudağım. "Kimden?" Önüne baktı. Cevap vermedi, vermesi gereken cevabı eğer bağırarak söyleme cesaretimiz olsa ikimiz de yüksek sesle söyleyebilirdik. Fakat söylemeyi bırak gözlerimizde yatan cevaba henüz bakamamışken birbirinden gözlerimizi kaçırdık. "Bensiz devam etmesi zor değildi. Birçok kişi vardı zaten, bunu kimse sorgulamadı mı?" Diye sordum eskisine bir cevap beklemeden. "Görmediğimiz başkanlardan biri babanla uzun zamandır arkadaş. Sana söylediği şeyleri ona da anlatmış. Bu işte olman çok önemli onun için. Öyle sanıyorlardı, birlikte çalışmanızı bu denli istemesinde art niyet görmediler." Sinirlerim gerildi. "Sen?" Öne doğru geldi. "Ben görmemem gereken şeyleri genelde iyi görürüm." Göz kırpıp geri yaslandı. Aklıma o çocuk geldiğinde yüzüm acıyla buruştu. "Kabul etmem için çocuk..." Duraksadım. Gözlerim yerde bir tahta parçasına sabitlendi. "Kimin fikriydi?" "Başkan teklif etti ve o adamın da seni tanıdığını düşünüyorum . Önce bana sadece kendi yöntemimi kullanmamı söylediler. Çok zor durumda kalırsam devreye giren b planı olacaktı. Dünya gözlerinde çok sağlam bir bariyer vardı. Aşamadım. Kullanmak zorunda kaldım." İçimde hissettiğim her şey ortadan ikiye bölündü. Sesleri kulaklarımda bir uğultu bırakıp yavaşça silindi. "Babası gerçekten öldü mü?" Dudaklarımdan kendiliğinden dökülen bu soruya cevap vermesini istemediğimi anladığımda çok geçti. Vermişti. "Hayır, yaşıyor." Bir varmış ve yokmuş. Bir hep yok olmuş. Öne doğru eğilip ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirdim. Hislerim düğümlenmeye devam etti. "Yaşam," Dedim sessizce. "Fazla kırılgan." Dudakları bir şey söylemek için açıldı, kapandı. Sonunda sözler dudaklarından döküldüğünde, "Avuçların acırsa ben tutmana yardım ederim..." Dedi ve bana baktı. "Hangi avuçlarım? Az önce ellerim bedenimden koparıldı." Diye yanıtladım. Duraksadı. "Yapma böyle." Yanıma gelmek için ayağa kalktı. "Şu an ne kadar öfkeli olduğumu görsen kokardın." Dediğimde ben de ayağa kalktım. "Bırak yardım edeyim." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bana yardım edemez kimse." Bir adım yaklaşınca şömineye doğru yürüdüm. "Benim tüm yaşadıklarım yalan olamaz Behram... Bana nefretle baktığı gözler yalan olamaz... Vurduğu anlar yalan olamaz... Söylediği sözler yalan olamaz." Saçlarımı hırsla tutup geriye ittim. "Annemin acısı yalan olamaz... Gözlerinde gördüm benim için üzüldüğünü, beni anladığını... Annem yalan olamaz Behram. Olmamalı." Ellerim titremeye başladı. "Parçalara ayrılan geçmişime bir yalandı açıklaması yetmiyor!" Kimliğimiz kayıptır. Yaş aldıkça insanlar küçük izler bulmaya başlar. Her izde kendilerini tanımlamak için buldukları parçayı gururla havaya kaldırırlar. Benzer parçaları kaldıranlar görünmez iplerle birbirine bağlanır. Yalnızdım. Yaş aldıkça silindi izlerim. Benzer izler taşıyacağım kimse kalmadı böylece yeryüzünde. Kimliğim yok oldu. Kimliğim yok edildi. "Atlatacağız." Temkinli bir adım attı. "Neyle? Hangi sağlam parçamla? Ve kime güvenerek?" Gözümden bir damla kayıp düştü. "Bana güvenmen için her şeyi yapacağım." Başımı iki yana salladım. "Yapma Behram." Diye mırıldandım. "Bana dokunma, acıyor." Sözlerim bağımsızlığını ilan eden zihnimden dökülmeye devam ediyordu. "Dünya, sen kendinde değilsin." Kendimde değildim, kontrolü kaybetmiştim. İpleri kendi elinde tuttuklarını düşünmüşlerdi hep. Behram bana yaklaşmaya başladığında bir adım daha geri çekildim. Temkinli bir adımla arayı kapattı. Artık aramızda çok az bir mesafe kalmıştı birbirimizden ayrılmamızı sağlayan. O da yavaşça adım adım kapandı. Karşımda durduğunda başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yavaşça sarıldığında gözlerimi kapattım ve bir gözyaşı yanağıma düşüp göğsünde ezildi. "Söyle hadi." Dediğimde kalp atışını hissetmeye başladım. "Geçmişi ilk ve son kez konuşalım bugün, ne hissettiysen söyle..." Duraksadım. "Kaldıramazsın." Dedi sakin bir tınıyla. "Söyle zaten yeterince yıkıldım." Kalp atışları hızlandı. Eli saçımda gezindi. Bir süre sadece sustu. "Sana yakın olabilmek için Ata'yı kullandım." Yutkunduğunu hissettim. "Ne yaptın?" Başımı çekip bir adım geri gittim. "Kötü bir amacım yoktu sadece birine ihtiyacın vardı." İçim sızladığında geçmişte açılan delik büyüdü. "Ben tek başıma halledemez miydim?" Kollarımdan tuttu. "Hallederdin." Gözlerimin içine baktı. "Ama ben sensiz halledemedim." Başımı eğdim. "Ata bile ihanet mi etti bana?" Çenemden tutup kaldırdı. "Ata senin yalnızca arkadaşın olmak istedi haksızlık etme." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Sen ondan istedin." Dediğimde yüzüme yaklaştı. "Hayır, onun senin yanında olduğunu gördüm ve bana yardım etmesini istedim. Zaten sonra seni tanıdıkça benimle kavga etmeye başladı. Seni hak etmediğimi söyledi hep." Gözlerim kapandı. "Yalan söylemiyorsun değil mi?" Bir yalan daha kaldıramazdım. "Tek kelime bile yalan yok." Sakince onayladım. Duygusal olarak açılan boşluğuma geçmiş ve gelecek aynı anda doldu. "Başka ne yaptın?" Diye sordum. "Seni sevdim." Kalbim sızladı. "Başka?" "Uyudum, uyandım takvimler eskidi ama sen eskimedin. Ben seni her gün yine sevdim." Yutkundum. "Bıkmadın mı?" Benden ayrılıp yüzüme baktı. "Bir ömür beklesem bıkmam." Gözlerinde kendimi görüyordum. O kadar duygusal bir haldeydim ki şu an yapılan konuşmada mantığım devreden çoktan çıkmıştı. "Kızmadın mı?" Başını salladı. "Kızdım ama ne demişler kızmak da sevdaya dahil." Deyip gülümsedi. "Niye vazgeçmedin?" Bana doğru yaklaştı. "Sen geçer miydin?" Olumsuz anlamda başımı salladım. "Babam bu işi böyle kolay bir şekilde kabullenmeyecek." Başını salladı. "Biliyorum." Ondan yine biraz ayrılıp yüzüne baktım. "Planın ne?" Başını salladı yavaşça. "Zamanı geldiğinde göreceksin." Derin bir nefes aldım. "Yüzünü yıka hadi ördek yavrusuna benzedin." Bir adım geri çıktım. "Çirkin olduk desene." Diye mırıldandığımda başını kaldırdı. "Yok o başka bir hikaye ve o karakter sen değilsin. Senin rolün başka." Behram arkamda kalırken ben banyoya girdim "Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde güzel bir kız çocuğu uyumak için yatağına koşmuş." Gülümseyerek dinlemeye başladım. "Ama daha uykum gelmedi anne." Saçlarımda gezinen parmaklarıyla gözlerine baktım. "Uyumazsan büyüyemezsin ama." Küçük bir gülümseme yayıldı yüzüme. Dış kapının örtülme sesi geldi. Annemin burada olduğunu düşünerek yanımıza gelmesinden korktuğumda geri çekildim. "Anne ben uyuyabilirim sen artık git." Son kez elleri saçlarımda gezindi geri kaçtığım için aşağı doğru kaymıştı. Kapıyı hafif bırakıp çıktığında kapı arasından giren ışığa baktım. Bir süre sonra kapandı. Ve karanlık kulağıma fısıldadı. Merhaba dedi. Durdum ve dinledim. Tekrar etti, gözlerimi kapattım. Parmak uçlarımı havaya kaldırdım. Gözlerimi açıp bakmaya çalıştım ama yoktu. Hiçbir şey görünmüyordu. Merhaba dedi. Karşılık verdim. Parmak uçlarım belirginleşti. Parmak uçlarımdan tüm bedenime yayıldı yavaşça. Merhaba dedi beni sarmalarken. Karşılık verdim. Banyoda ayna karşısına geçip kendime baktığımda bir nefes kaçtı ağzımdan. Yüzümü soğuk suyla yıkadıktan sonra doğrulup havluya uzandım. Nemi havluya bıraktıktan sonra banyodan çıktım. Behram sırtını koltuğa dayamış kapıya bakıyordu ve çıktığım an göz göze geldik. Tek düşündüğüm yalnız kalıp geçmişi ve geleceği ince hesaplarla düşünmek ve ne yapacaksam ona göre yapmaktı. Dün koltuğun üzerine bıraktığım battaniyeye uzandım. Sarıldığımda arkama tekrar yaslanmış başımı omzuma koymuştum. Behram çay yaparken kapanıp açılan gözlerle onu izledim. "Emir diye biri var mıydı bu birlik içinde?" Diye mırıldanınca bana baktı. "Evet neden?" Başımı belli belirsiz salladım. "Ne kadar bulaştı?" Bir omzunu kaldırdı. "Bilmiyorum. Ben sandığın kadar içinde değildim." Kaşlarımı çattım. "Umarım o da biraz mantıklı düşünüp geri durmuştur." Her katmanda gözlerim açılıyor, her katmanda dalga sesleri biraz daha uzaklaşıyordu. Başım ağrımaya başlamıştı. Beynim patlayacak gibi hissediyordum. Bardak sesi geldi. "İstemesen de yaptım. Biraz olsun iyi gelir." Doğrulup oturur pozisyona geçtiğimde bardağa baktım. "Teşekkür ederim." Başını sallayıp karşıma oturdu. Kupayı elime alıp küçük bir yudum alıp yerine bıraktım. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken yazılan bir hikâye. Çirkin güzele aşık olur. Masallar gerçeklerle karşılaştığında mutlu sonla bitme özellikleri kaybolur. Güzel ölür, çirkin mutsuz bir sonda boğulur. Zaman geçmişin odağına oturdu. Behram'a baktığımda gözlerimiz birleşti. Donuk bir ifadeyle izliyordu. Ne düşündüğünü bilmiyor olsam da hissettiğim tek şey bu odada öfkesi fazla olan tek kişi değildim. Dalga sesleri uzaklaştı. "Benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var." Dedim sakince. "Benim de sensiz kalmamaya." Kalbim yavaşça hızlandı. Başımı belli belirsiz salladım. "Rüya gibi hissediyorum şu an yaşanan her şeyi, burada seninle oturuyor oluşum, ailemin yaptıkları, çıkmaz düşünceler hepsi bana uzaktan bakıyor ve ben yönümü bulamıyorum." Sıcak kupayı avuçlarımın içinde sıktım. "Çok garip." Yutkundum. "İnsan hep mi böyle? Ancak çok sarsıcı bir olay olmadan bu boşluğu göremiyor ama hep onunla yaşıyor." Kaşlarım kalktı. Oradaydım. Kimsenin ismini bilmediği o sokakta. Bir kedi vardı. Bacağıma kafasını sürtüp mırıldandı. Oradaydım. Sessizliğin mesken bağladığı sokakta. Adım sesleri vardı. Bu kediyi kaçırdı. Adım sesleri hızlandı. Sokak lambalarına baktım. Sesler kesildi. Gölgeler belirince izlemeye devam ettim. El sıkıştılar. Karar verilenler kendileri için olmadı. Dalga sesleri boğuklaştı. "Çok garip..." Diye mırıldandım. Behram yerinden kalkıp yanıma geldi. Önümde dizlerinin üstüne çöküp elimden kupayı aldı. Masaya bırakılan kupanın sesinin ardından ellerimde ellerini hissettim. "İzin ver yanında olayım." Bir elimi alıp saçlarına götürdüm. Kalbim yavaşça hızlandı. "İzin vermemek şu aşamada imkansız." Gözlerini kapattı. Ellerim saçlarında gezindi. "Yanındayım." Dedi tek nefeste. Duraksadım. "Planın ne?" Diye sordum yavaşça, başını eğdi. "Şimdi yorgunsun." Dedi beni taklit ederek. Gülümsedim. "İyi o zaman benim planımı seninkinin hemen arkasından konuşuruz." Gözleri açıldığında bana baktı. "Ne planı?" Ellerim saçlarının arasında durdu. "Öğrenirsin ileride." Dudak büzdü. "Bak bu sandığın gibi basit bir durum değil. Çok karmaşık Dünya sakın benden habersiz bir şey yapma." Başımı salladım. "Senden habersiz değil seninle yapacağım." Derin bir nefes aldı. "Dünya, Dünya..." Diye mırıldandı bir kaç kez. Gözlerim dudaklarına kaydı. Başımı yana eğdim. "Korkma, her şey olması gerektiği gibi olacak." Gülümsedi. "Ondan korkuyorum ben zaten." Yüzüne doğru yaklaştım. "Korkalım." Dediğimde sakince gözlerim yüzünde gezindi. Bakışları derinlik kazanırken çenesi gerildi. "Dünya tehlikeli sulardasın." Diye fısıldadı. "Olalım." Dediğimde yutkundu ve gözlerini kapattı. Gözlerim yavaşça onu taklit ederek kapandı. Olduğum sokaktan silindim önce. Dalga sesleri belirginleşti. Ayağımı yalayan denize doğru bir adım attım. Annem ardımda kalan bir ruhtu şimdi. Denize attığım her adımda dalga sesleri zihnimden daha derin ve daha şiddetli bir şekilde gelmeye başladı. Kıyıya çarpanlar bir yabancıya değil bana aitti. Şeyma Daldallı |
0% |