@taekookunevi
|
“Yoongi!” Genç adam acıyan sırtıyla uzandığı sert zeminde kıvranmıştı. Yoongi ise onun bu haliyle gayet de çok eğleniyor, yüzündeki kocaman sırıtmayı gizleme gereği duymuyordu. “Size ava çıktığımız günkü şakanın hesabını sormam gerekiyordu, kusura bakmayın.” Elindeki kılıcın keskin yüzeyi güneşte ışıl ışıl parlıyordu. Yoongi’nin açık kahve saçları da öyle... Güneşte rengi daha da açılmıştı sanki. Ahenkle dans ediyordu tutamlar. Yerde uzanan yakın arkadaşına yardım etmesi gerektiğini biliyordu ancak, bir süre daha genç adamın kıvranışlarını izlemek istiyordu. Kendisini bu zevkten mahrum bırakamazdı Yoongi. “Lan sadece küçük bir şakaydı lan! Ciddiye alacağını düşünemedim.” Dişlerinin arasından tıslamıştı yerdeki adam. Omuzları ağrıyor, sırtı delicesine sızlıyordu. Dayanılmayacak gibi bir ağrı değildi. Hemen toparlanabilir, Yoongi’ye tekrar saldırabilirdi kılıcıyla. Ancak artık birinin pes etmesi gerekiyordu ve bu kişi kendisi olacaktı. Aksi halde Yoongi’nin siniri yatışacak gibi görünmüyordu. “Altı üstü dediğin şakayla ölüyordum az kalsın.” Yoongi arkadaşını seviyordu ama şakalarını değil. Birbirlerine ufak şakaları oluyordu. İkisi de seviyordu bunu yapmayı... “Tamam tamam, kabul ediyorum. Biraz abarttım.” “Biraz mı abarttın?” Tek kaşını kaldırarak sormuştu Yoongi. Biraz olduğu tartışılırdı. “Tamam, baya abarttım.” Göz devirerek konuşmuştu genç adam. Bir an önce üzerindeki zırhtan kurtulup odasına çıkmak istiyordu. Kendisine en güzelinden bir masaj ve kayın doyurucu bir yemek isteyecekti. Çok acıkmıştı. Ancak tim bunları yapabilmesi için her şeyden önce Yoongi’nin gönlünü alması gerekiyor. “Affedildiniz Majesteleri. Ama unutmayın, bu antrenmanı da sizin yenilginizle bitirdik.” “Hayır Yoongi, sadece pes ettim. Kaybetmedim.” Göz devirmişti sırtı ağrıyan genç adam. Yoongi’nin Majesteleri diye hitap ettiği genç adam... “Hadi gidelim, acıktım. Sonra da semte ineriz.” Majesteleri tüm isteklerini sıralarken Yoongi kılıçları yerlerine koyuyordu. İki adamda üstlerindeki ekipmandan kurtulmuş, vücutlarına ağırlık yapan tüm parçaları yerlerine bırakmışlardı. İkisi de rahatlamıştı artık. “Prens’in odasına yemek hazırlayın.” Koridorda karşı karşıya geldiği çalışan bir kadına hitaben konuşan Yoongi, büyük ihtimalle kendisinden bir kaç yaş büyük olan kadını baştan aşağıya süzmüştü. Sefalet içindeydi. Mutfakta ve ana salon gibi önemli yerlerde çalışanların aksine temizlik ve önemsiz işlerle meşgul olan çalışanlara gereken özen gösterilmezdi. Kral Kim, bu konuda fazlasıyla ilgisiz biriydi ve Yoongi emindi ki tüm ülke Prens’in tahta geçmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Prens Kim Taehyung, Kim Hanedanlığının ilk ve tek varisi. Bu sebepten dolayı da herkesin el üstünde tuttuğu, önemli bir insan. Kral Kim’in aşık olduğu kadından doğmuştu Taehyung. Doğumuyla beraber annesi Kraliçe Chung Ae hayata gözlerini kapatmıştı. Kral ise bütün ilgisini eşinin ölümüyle tek oğluna vermişti. Tamamen yanlış bir karardı bu... Prens Kim, yediği önünde yemediği arkasında olan henüz 23 yaşında bir gençti. Ancak kesinlikle şımarık değildi. Asildi... Tam bir beyefendi, bir prensti o. Sanki bunun için doğmuştu. Gerek görünüşüyle, gerek karakteriyle, gerekse düşünce yapısıyla soylu bir ailenin çocuğu olduğunu belli ediyor, girdiği ortamlarda Kral Kim’in oğlu olarak değil de Prens Kim Taehyung olarak anılıyordu. O başlı başına kendi adını yücelten bir insandı. Babasının şanına gerek yoktu. Prens Kim Taehyung, bir asilzadeydi. “Gir!” Kapının tıklanmasıyla ‘gir’ komutunu veren prens, elindeki mektupları bırakarak çalışma masasından kalkmıştı. Odasına kim girerse girsin o kişiyi daima ayakta karşılar, asla yayvan bir oturuş sergilemezdi. Çalışanlar Preslerine bunun gibi pek çok sebepten ötürü gönülden bağlıydı. “Hamamın hazır olduğunu haber vermek için gelmiştim efendim. Temiz kıyafetleriniz ve yemeğinizi de oraya hazırladık Majesteleri. Başka bir arzunuz var mı?” “Komutan Yoongi’ye şehre inmek istediğimi ilet. Sadece ikimiz olacağız, atları hazır etsin.” “Tabi efendim.” Çalışan hafif yaşlı kadın odadan çıkar çıkmaz Taehyung da üzerini çıkarmak için dolabına ilerlemişti. Kıyafetlerinden kurtulmuş, bornozunu geçirmişti üzerine. Odasından çıkar çıkmaz aynı koridordaki diğer odalar banyosuna ve şahsi hizmetlileriyle yine şahsi askerlerine aitti. Kocaman sarayın bu katı tamamen kendisine aitti. Banyosunun olduğu odaya giren Taehyung, burnuna ulaşan esansların hoş kokusuyla gözlerini kapatmıştı. İstemsizce derin bir nefes çekmişti ciğerlerine. Bayılıyordu Sakura kokusuna. Japonya’ya gerçekleştirdiği bir seyahat da almıştı bu esansı. Tam da Kiraz Çiçeği Festivallerinin yapıldığı bir dönem gitmişti Prens Japonya’ya. Festivallerde her ne kadar dilediğince duramamış olsa da bu esansı gözden kaçırmayıp satın aldığı için fazlasıyla mutluydu prens. Omuzlarında hissettiği ellerle güzel kokuyu solumayı bırakan Taehyung, refleksle çatmıştı biçimli kaşlarını. Hangi cüretle? “Ne yapıyorsun sen?!” Taehyung’un sesi istemsizce yüksek çıkmıştı. Duş alırken yalnız olmayı tercih ederdi ve bütün çalışanlar bunu bildiği için prensin tüm ihtiyaçlarını hazırlar ve banyoyu terk ederlerdi. “Sakin olun Majesteleri, ben size yardımcı olmak için buradayım.” Güzel bir kızdı, buklelerle özenerek şekillendirdiği saçları omuzlarından aşağı özenle dağılmıştı. Kız güzeldi ama yüzündeki itici gülümseme Taehyung’un yüz kaslarının daha da kasılmasına sebep olmuştu. “Çık dışarıya, yalnız bırak beni!” “A-ama Majesteleri...” Kız korkuyordu. Ama cüretkarlığından da ödün vermeyerek bu sefer de Prens’in bornozunun kuşağına uzanmıştı. Anlamıştı Taehyung, kızın burada bulunma amacı çok başkaydı. Ama müsaade edemezdi, kimseye müsaade edemezdi. Öylesine bir insanla öylesine bir birliktelik yaşayacak türden bir alçak değildi Prens. “Sana çık dedim!” Daha da yükseltmişti Prens sesini. Öyle ki resmen gürlemiş, kapıdaki iki muhafızın içeri girmesine sebep olmuştu. Kızın kuşağında korkudan hareketsizce duran ellerine biraz güç uygulayarak itelemiş, muhafızlara kızı çıkarmalarını işaret etmişti. Başı deli gibi ağrıyor, omuzları sızlıyordu sabah Yoongi ile yaptığı kılıç talimi yüzünden. Acilen toparlanması ve bomboş olan bu gününü şehirde vakit geçirerek değerlendirmek istiyordu. Kendisi dışında sonunda banyoda kimse kalmadığında sıkıntıyla nefes veren Prens, üzerindeki tek ve son kumaş parçasından da kurtularak banyonun ortasındaki minik havuza girmişti. Buharlar yükseliyordu havuzdan, sanki içinde kaynar su varmış gibiydi. Ancak su göründüğü kadar sıcak değil, aksine mükemmel bir ayardaydı sıcaklığı. “Majesteleri?” Kapının ne ara tıklandığının farkında değildi Prens Taehyung, suyun rahatlattığı bedenine odaklıydı. Yoongi’nin sesini duymasıyla kendine gelmişti. “Gel Yoon.” Prens’in den emri alır almaz içeri giren Yoongi, olması gerektiği gibi efendisine kraliyet selamı vermişti. İçeri girdiği andan itibaren gözlerini bile değdirmemişti Majestelerine. “Atlar hazır efendim, haber vermek için gelmiştim. Ne zaman yola çıkacağız acaba?” Başı önünde eğik bir şekilde duruyor, yerdeki taşları inceliyordu. Burnuna Sakura’nın hoş kokusu geliyor, ancak buna yorum yapma gereği duymuyordu Komutan Yoongi. “Çıkabiliriz şimdi.” Suyun içinden rahatlayıp gevşeyen bedeni çıkarmıştı Prens Taehyung. Şehre inmek istiyor, halkla iç içe olup kafasını dağıtmayı umut ediyordu. Kafasının daha da meşgul olacağından haberi yoktu.
Nasıldı arkadaşlar? Bu bölüm de ilk kitabım Mon Amour da olduğu gibi çok olaysız ve sade. Ama üzgünüm çocuklar, kitabın henüz ilk bölümü olduğu için ne kadar olay ekleyebilirim ki? Cnödbxlsbxjsjxj İki kitabıma da ilk bölümlerini gönderdim. Şeytan üçüncü bir kitap yazmamı söylüyor hxlsndlshxlahs Şeytan çok güzel konuşuyor cidden. Tek bölümlük kitaplar yazmalı mıyım sizce? Ne dersiniz tek bölümlük tepkiler yazayım mı?
|
0% |