@taliaflex
|
Karanlığın izleri Boran beni bu odaya kapatalı, 7 saat olmak üzereydi. Gözlerim kan çanağına dönmüştü, çığlıklarım yüzünden boğazım acıyordu, yutkunamıyordum bile… Nefeslerim beni artık boğuyordu, nefes almak beni nefessiz bırakıyordu. Elim, göğsüne kaydı, üzerimdeki kirli mâhkum üniformasının üzerinden göğsümün üzerindeydi elim, elimi yavaşça hareket ettirerek boyun kısmından içeriye sokarak, sütyenimin içindeki çakıyı çıkarttım, terminal kameraya sırt dönmüştüm lakin o da sadece o kamera mı var yoksa gizli kamera var mı bilmiyordum, yine de gizlice çakıyı çıkartıp, avucumda tuttum, uzun kollu üniformamın kol kısmına sıkıştırdım. Boran’ın nefesini kesecek miydim? Emin değildim. Ama canını yakacağım belliydi, bayılmaya çok yakındım. Normal bir şey değildi, korkular insanı öldürürdü. Gözlerimin kararmaya başladığını hissediyordum, beynim uyuşuyordu. Dilim uyuşuyordu, konuşmaya çalışıyordum lakin sesim çıkmıyordu ya da çıkıyorsa bile duyamıyordum. Kapının araladığını gördüm, son görüşümdü, kapı açılıyordu ama benim gözlerim kapanıyordu, aydınlık bana geliyordu ama ben aydınlığa göz yumuyordum. Tek hatırladığım şey, takım elbiseli bir adamın, aydınlığın önünden bana bakıyor olması.
…Gözlerimi yavaşça açtığımda ferah bir odadaydım, konforlu bir yatakta yatıyordum, üzerimdeki pis kıyafetlere rağmen, tertemiz çarşaflı yatakta yatıyordum. Sanırım öldüm de cennette miyim? Gözlerim uykulu şekilde aralanıyordu, etrafa göz gezdirdiğimde aydınlık camlar, beyaz tüller eşliğinde tertemizdi, beyazın en sevdiğim tonlarıydı. Oda genişti, epey genişti. İleride koltuklar vardı ve Boran Deniz’de oradaydı. Gözlerimi geri kapattım, kapattım kapatmasına ama kapatır kapatmaz Boran’ın sesini duydum.
“Uyandığınıza göre artık anlaşmaya mı varsak?” Dedi yine ruhsuz, düz sesiyle. Kafayı yedirecekti bana, 4 ay 2 hafta 5 günlük hapis hayatında oynatmadığım aklı, bana 1 günde oynattıracaktı. Sıkıntılı bir nefes verdim, sesli nefes verişimden anlamış olmanı bekledim ki sende aynı şekilde iç çektin. Yavaşça oturur pozisyona geçtim, yatakta. Yıpranmış, kirli saçlarımı gözümün önünden çekip, kulağımın arkasına yerleştirdim. “Ben sıradan birisiyim, beni neden seçtin? Bana niye böyle bir hayat sunuyorsun?” Dedim birden bire, evet merak ettiğim bir şeydi lakin direkt soracağımı bende tahmin etmiyordum. Olduğum yerden kalkıp Boran’ın yanına gittim, şimdilik sakin görünüyordum ama değildim. “Cevap vermeyecek misin?” Sıkıntılı bir nefes verdi Boran, dediğime karşı. “Çok soru soruyorsun, doktor.” Diye söylendi Boran. Tek kaşımı kaldırıp baktım ona, doktor? Ben doktor değildim ki. Ha, rol icabı olan doktorluk, tamam anladım. “Ben ne anlayacağım doktorluktan? Hem neden doktorluk?” Devamında söylenmeye devam edecektim ama Boran araya girdi: “Sağlık okumadın mı zaten? Belgelere göre tıp okumuşsun ama yarım kalmış, eh. Hükümet sağ olmasın.” Hayır, ben sağlık falan okumadım, belgelerin hepsi zaten sahteydi
“Özel hayatın gizliliği falan da yok. Ben doktor değilim, kabul etmeyeceğim.” Boran’ın sert bakışlarının yoğunluğunu tekrar üzerimde hissettim. “Bana bakma öyle, davranışların ve yaptıkların hiç doğru değil, akıl hastası falan olabilir misin? Zorla kadın almalar, anlaşma yapmalar falan… Çok mu dizi izliyorsun?” Boran’ın bana dayanacak sabrı kalmasın diye uğraşıyordum resmen. Boran’ın isyan dolu cümlesini beklerken: “Talya, ismin güzelmiş. Kim vermiş sana bu adı? 5 parçaya böldüğün babacığın mı?” Demesiyle yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Boğazımda bir anda yumru hissettim, ne yutkunsam geçerdi nede kussam. Bana hatırlattığı şeyle midemi ağzımda hissettim. Derin nefes aldım, gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. “Beni neden odaya kitledin? Canını almamak için zor tutuyorum kendimi.” Dedim, sanki az önce hayatımın sırrını söylememiş gibi kaale almadan. Boran dediğimin aksine gülümsedi. “Korku tüneline binmiş, liseliler gibiydin. İzlemesi zevkliydi. Çığlık çığlığa kalmıştın galiba?” Dedi, iğrenmiştim böyle demesiyle çünkü beni geçmişimin pislikleriyle boğmuştu. Ona doğru bir adım attım ve bir adım daha. Deri koltukta oturan iri yapılı adama, Boran’a bakıp ona doğru eğildim, üniformamın düğmelerini açmıştım, eğilmemle göğüs kısmım gözüküyordu, bakışları göğsüme kaydığı gibi koluma sakladığım çakıyı çıkartıp hızla Boran’ın boğazına dayadım. Boran hiçbir tepki vermedi, aksine belimden kavrayıp kucağına çekti. Aldırış etmeden, keskin çakıyı şah damarında gezdirdim. “Boran Deniz, hakkında hiçbir şey bilmiyor olabilirim. Her insanın canı tatlıdır ama değil mi?” Boran bana bakıyordu, sanki boğazında tamda şah damarındaki keskin çakıyı hissetmiyor, hiç orada yokmuş gibi, ufak hareketimle Boran’ın sesini duydum tekrar. “Şah damarı kestiğin anda, buradan deli gibi kan akacak.” Ne anlatıyordu? Bunu ben biliyorum zaten… “O kan deli gibi aktığında, her yere yayılacak. Sana, bana, bize. Ve sen engel olmaya çalışacaksın, o kan tenine dokundu mu bir daha asla çıkmayacak.” Manipüle mi ediyordu? Boran büyük bir ciddiyetle konuşuyor, dikkatle gözlerime bakıyordu. “Engel olmaya çalışsan bile bir şey olmayacak. O kanın durmasını sağlayacak hiçbir şey yok, kan kaybederek ölmek, o kanın sana dokunması, o kokuyu hissetmen bile senden çıkmayacak. Beni yaksan, aşağı atsan da sorun değil. Ama kan, kanı hissederek öldürürsen, ben senden hiçbir zaman gitmem. Beni şimdi burada, 3 bilemedin 5 dakika içerisinde kanlar içerisinde ölmemi sağlayacaksın, toplasan 5 dakika sonra benden kurtulacaksın lakin benim kanımın kokusu ne burnundan, ne de kanımın izleri bedeninden silenecek. Hep kirli kalacaksın.”
Dönüm noktası buydu. “Hep kirli kalacaksın.” Ben hep kirli mi kalacağım? Ben temiz olmak istiyorum, kirlenmekten yoruldum, kirlenmekten bıktım. Yalvarırım birisi beni temizlesin, ben kendimi temizledikçe kirleniyorum. Boran’ın kirli kalacaksın demesiyle duraksadım. Elimde tuttuğum keskin çakıyı daha sert ve sıkı tuttum. Boran’ı öldüremeyecektim, yapamayacaktım. Sikeyim, beni manipüle etti. Hayır, etmedi. Beni geçmişimden vurdu, ikinci kez.
Boran’ın kucağından kalkmamla çığlık atarak bağırdım. Durumdan kaçmaya çalışmak için bağırdım. Beni mahvedecekti, kafamı çevirip Boran’a baktım. Yüzünde gururlu ama bir o kadar sinsi bir gülümseme vardı hafifçe. Ona baktım, boş ama dolmaya yakın gözlerle. Dudaklarımı araladım, dudaklarımdan tek bir cümle çıktı: “Boran Deniz senden nefret ediyorum. Sikeyim ki anlaşmanı kabul ediyorum.” Dememle gözümden tek bir yaş süzüldü. Boran, oturduğu deri koltuktan doğrulup kalktı. Üzerine oturduğundan kırışan takım elbisesini düzeltti, bana son kez bakıp büyük, geniş odadan çıktı. Kapının kapanmasıyla ellerime baktım, birinde sıkıca tuttuğum çakı, diğeri ise titriyordu. Ne olacağını bilmiyordum Boran’ın bana vaat ettiği hayatın bedelinde ne ödeyecektim bilmiyorum. Tek bildiğim yolun sonunda öleceğimdi, Boran beni ölüme sürükledi, ölümden kurtarıp tekrar ölüme terk etti. Boran’dan bir beklentim yoktu, Boran’dan tek beklentim ölümümün yaşanmamasını sağlamasıydı. O da bok yoluna girmişti. Anlaşmayı kabul ettiğime göre, Boran’ın piyonu olacak, her dediğine boyun eğecektim. Cidden boyun eğebilecek misin Balın? Evet, bir süre. Bir süre güzelce tiyatromu izle Boran Deniz.
Yaşayabileceğin en güzel tiyatro bu olacak, 20 yıllık hayatımı 20 güne sığdıran masalımda sana tiyatro izlettireceğim.
Ve ben Balın Talya Karaca. Sıradan bir kadın değilim, katilim. Boran Deniz, seni tanımıyorum ama güzel kız kardeşin, Duru Soykan’ın katili benim.
Seni hiç beklemediğin yerden öyle bir vuracağım ki, ne Duru Soykan’ın acısı olacak bu nede Nefes Altındağ’ın. Öyle bir ateşe atacağım ki seni, ateşte yanarken bile daha çok acı çektireceğim sana. Ve hepsi bununla kalmayacak, öyle bir bedel ödeyeceksin ki, hayatının dönüm noktası olacak… Öncelikle hedef şaşırtmalıyız değil mi, Balın Talya? Aynen öyle. Elimdeki çakıyı, hızlıca yön değiştirip sertçe üst bacağıma sapladım, acıyla bağırarak çakıyı çıkarttım ve tekrar sapladım, bağırmamı yükselttim. Çakıyı tekrar çıkarttım ancak göğsüme tekrar sıkıştırdım. Kanla dolmaya başlayan, kirli üniformam ve yanıltıcı bağırışlarımla devam ettim. Balkon camına yaklaştım, camı açtım, perdeyi sertçe tutup çektim, etrafı dağıttım. Boran Deniz’in evinde, girdiğimiz anda baktığımda hiç kamera yoktu, belli ki çok güveniyordu. Bedenim uyuşuyordu, üst bacağıma gelen, pencereden soğuğun içime dolduğunu hissediyordum, bacağım yavaşça karıncalanıyordu, başım dönmeye; gözlerim kararmaya başlıyordu. Camdan uzaklaşıp yere yıkıldım, yere düşmemle kapının açılması bir oldu. 2 koruma hızla odaya girer girmez başımın ucuna geldiler, birisi eğilip bana baktı, diğeri ise camdan dışarıya. Dışarıya bakan koruma, iç cebinden çıkarttığı telefonla birisini aradı. Sıkıntılı nefesler arasında, “Alo,” dediğini işittim. Gergin ve korkuyordu, sanırım Boran’la konuşuyordu. “Efendim, misafiriniz yaralanmış… Bilmiyoruz efendim… Kadir abiye söyledim, çocuklar bakacak efendim… Peki… Tamam, efendim…” konuşmanın sonlarına doğru, tekrar konuşma döndü ancak ben onu duyamadan bayılmıştım.
Gözlerimi araladığımda, bu sefer beyaz bir odadaydım. Her şey bembeyazdı. Akıl hastanesine kapatılmış gibi ama ben karanlık olmadıkça şikayetçi değildim. Ayağımda şiddetli ağrı vardı, dayanabilirdim. Dayanmak zorundaydım, yavaşça oturur pozisyona geçtim. Ellerimle gözlerimi ovaladıktan sonra derin nefes aldım, düşünmeye başladım. Ayağa kalkmak için, üzerimdeki pikeyi kaldırdım, yavaşça ayaklarımı yere bastım, ağırlığımı vererek denge kurmaya çalıştım ve ayağa kalktığım gibi üst bacağımdaki acıyı çok kötü hissettim. Ağzımın içinden dökülen inlemeyle derin nefes aldım. Odanın kapısından kilit sesleri geldi, kafamı kaldırıp bakmadım bile, kapı açıldığında beyazların içerisinde siyah takım elbiseli adam girdi. Evet, o Boran'dı. Kısık sesi, boş beyaz odada yankılandı. "Sen manyak mısın? Ne çeşit psikopatsın, hedef şaşırtmaya çalışıp kendini küçük düşürüyorsun sadece." Demesiyle şaşırdım, sesinde isyan vardı. Şaşırmadım, yerinde olsam bende isyan ederdim. "Talya, anlaşmayı kabul ettiğine göre ilk görevini verebilirim. Duru Soykan."
|
0% |