@tanelthebooks
|
3 BEYAZ GÖLGELER "Dışını siyahla gizlemiş her gölge, içinde beyaz bir umut barındırır.”
Bir mucize oldu ve gölgeler bizden yana olmayı seçtiler. Bu sefer hastane odasında açtım gözlerimi. Yine tavanı beyaz olan bir oda. Doğrulmak isyedim ama yapamadım. Hızlı adımlarla yanıma gelen kişiye doğrulttuğumda bakışlarımı göremedim. Kemiklerim yerinden çıkarılmış ve sadece kaslarım kalmış gibi hissediyordu vücudum. Acı sessizce vücudumu ele geçirirken elimden gelen sadece izlemekti. Kendime gelmeyi beklerken yaklaşan adım seslerini işittim. “Merhaba doktorumuz gelmek üzere.” dedi ve yattığım hastane yatağını doğrulttu. İçimde bir korku gözlerimde kurumuş yaşlarım vardı. Kısa bir süre sonra tekrar ilişti kulağıma adım sesleri. Gelen doktorum olmalıydı. Üzerinde klasik beyaz doktor gömleği saçları ise dağınık bir at kuyruğuydu. Gözlerim açık kaldıkça acı çekişirken onu incelemeyi bıraktım. “Geçmiş olsun Eylül.” dedikten sonra eline bir dosya aldı ve incelemeye başladı. “Sana sakinleştirici bir serum yaptık. Dosyanı inceledim herhangi bir sorun göremedim. Herhangi bir şikayetin varsa yardımcı hemşireye bildirebilirsin.” Herhangi bir şikayetim yoktu ama Savaş’ı merak ediyordum. Adımlarını ters yöne çevirip odadan çıkacaktı ki onu durdurdum. “Savaşın durumu nasıl? Onu görebilir miyim?” Yalvarır gözlerle ona bakıyordum. “Savaşın vücudunda ki kurşunu çıkardık. Herhangi bir sorun yok ama 3 gecelik gözetimimiz altında kalacak daha sonra taburcu edebiliriz.” Savaş’ın iyi olduğunu öğrenmek güzel hissettirmişti. Teşekkür ettikten sonra odadan ayrıldı. Artık düşüncelerim ve ben baş başaydık. Savaşı görsem hiç fena olmazdı. En azından ona bir teşekkür borcum vardı. Tanrılara şükrederek Savaşı korudukları için minnetlerimi sunuyordum. Alınmış bedende parçalanmış bir ölü ruh taşıyorken bir başkasının gölgesi olmaya kalbim müsade etmezdi. Kolumda ki serumu beni rahatsız etmemesi için biraz sola kaydırdım. Odanın kapısı sert bir şekilde açıldı. Gelenler Savaşın tanıştırdığı ekip arkadaşlarıydı. Nasıl atlarım ki. Savaş onlara haber vermişti. Hatırladığım haberi görünce sevindim. Tereddüt ederek “Geçmiş olsun” dedi Echo. Siyah saçlarını inceleme fırsatı bulurken beline kadar uzandıklarını yeni fark etmiştim. Yanında oturan Echoyuda süzdükten sonra duygusuz ifadeleri ile baş başa kaldım. “Teşekkürler.” Dedim ikisine bakarak solgun sesimle. “Biz senim için su aldık kafeteryadan istermisin?” Bu sefer Echo konuşmuştu. Gergin görünmüyordu ve buna sevinmiştim. Echo tuttuğu su şiselerinden birini bana doğru uzatarak geri çekildi. Teşekkür etmekle yetindim ve samimi bir şekilde gülümsedim. Konuşacak halim yoktu ve onlarıda kırmak istemiyordum. “Oturun.” dedim ve koltukları işaret ettim. Kapı aniden sertçe açıldı ve içeri bir adam girdi. Üzerinde ki kıyafetlere bakılacak olursa bu bir polisti. Echo ile Rex sakin bir şekilde bana veda edip odadan ayrıldılar ve tekrar geleceklerini söylediler. Polisle başbaşaydık. Korku dolu gözlerle ona bakıyordum. Sert bakışlarını tekrar üzerime çevirerek bir şeyler geveledi her polisin yaptığı gibi. “Sana bir kaç soru soracağım eğer kendini iyi hissetmiyorsan daha sonra gelebilirim.” Dedi kalın sesi ile. Ürpermemiştim ama üzerimde bir huzursuzluk vardı. Daha sonra gelmesini istemediğim için kafamı salladım ve sorularını sormasını bekledim. Dakikaların ardından tüm sorularını sormuştu. Anladığım kadarıyla Sorularını uzun yanıtlar vermekten kaçınarak açıklayıcı yanıtlar vermeye çalıştım. Ağzıran boğazım güçlükle konuşmuştu polis ile. Zihnimi temizlemeye çalışarak hiçbir şey düşünmedim. Tek düşündüğüm intikam dolu bir gelecekti. Odaya yeni gelen Echo ve Rex sessizce karşımda oturuyorlardı. Konuştuklarımıza göre o saat arkamızdan gelenler onlarmış ve büyük bir ekip olarak gelmişler. Savaşın vurulduğunu görünce onları yere sermişler ve bizi hastaneye getirmişlerdi. Savaşın hayatını yetişemez dediğim kişiler kurtarmıştı. Mutluluğumu gözlerim ile ifade etmeyi denedim ama başaramadım. Sessizliği bozan Rex oldu. “Az önce öğrendiğim bilgiye göre birazdan Zeyhyr’ı görebileceğiz.” Derken sorar gözlerle ona baktım. “Zeyhyr kim?” bunu derken serumumu kontrol ettim. Bitmek üzereydi. Rex konuşmasına kaldığı yerden devam ederek “Üzgünüm Savaş diyecektim biz ona genelde öyle sesleniriz bu onun kod ismi.” İlgimi çeken ismini zihnimde tekrarladım. Zeyhyr. “Sevdim bu ismi.” Boşaltmak için çabaladığım zihnimdeki düşüncelere odaklanmışken kapı tekrar açıldı ve içeri yüzünü yeni gördüğüm bir hemşire girdi. “Savaş beyi dinlenme odasına aldık. Dikkatli bir şekilde onu ziyaret edebilirsiniz..” Bunu duymak akan yaşlarımı engellememe sebep olmuştu. Yıllardır karşılaşmadığım ve beni terk ettiklerini sandığım ateş böcekleri yolumu aydınlatıyordu. Ummadığım bir zamanda kendimde değilken bulunmak canımı yaksada elimdeki kartlar tükenmişti. Her zaman ki gibi. Rex ve Echonun duygularını görebilmek için yüzlerine baktım. Yüzlerinde sadıklık ve mutluluktan başka bir yansıma yoktu. Sustuğum bakışlarım zihnimle aynı karardaydı. Haykırmam için bekliyorlardı. İçimdeki acıyı yaşatmak ve intikam ateşine atmak. Bu günden sonra yanan ben olmayacağım diye yeminler etmiştim kendime. Yanan derim artık bir etten ibaret değildi. Ben kendimi acılarım ile baştan yaratmıştım. Sessizliğimi silahım olarak kullanacak ve bana acı çektirenlerin acılarına ortak olmadan kaderimi yaşatacaktım. Bitmek üzere olan serumumu incelerken Echo ve Rexe dönerek “Gidebiliriz.” Dedim. Yüzünde beliren mutluluğa hayranlıkla baktım. Bakışlarımı bölen bir hemşire oldu. “Serumunuz bitmek üzere Eylül hanım ondan sonra çıkış işlemlerinizi başlatabiliriz.” bunu duymama sevinsemde aklım Savaştaydı. Bana doğru yaklaşan hemşire serumumu kontrol ettikten sonra koluma bağlı olan serumu kolumdan çıkardı. Serumun son parçası halen daha vücudumdaydı. “Çıkabilirsiniz.” Yavaş adımlarla yataktan kalkıp odada ki eşyalarımı kontrol ettim. Odada bana ait bir eşya yoktu. Hepsi Rex ve Echonun ellerindeydi. Yavaş adımlarla odadan çıkarken bana Echo eşyalarını Rexe uzatıp bana yardımcı oldu. Hastane’nin aydınlatmaları o kadar güçlüydü ki gözümü kamaştırıyordu. Yavaş adımlarla ilerlemeye devam ederken çıkış işlemlerini yapmak için kolidorun sonuna doğru ilerledik. Kısa bir süre orada uyalandıktan sonra bize birkaç evrak imzalattılar. Savaşın odasına giderek daha da yaklaşırken durgun duygularım harekete geçti. İçimde bir pişmanlık vardı ve bunun bedelini acılarım ile ödüyordum. Ağrıyan tenimi acılarımı bastırarak göz yumdum. “Burası” dedi Rex “Burası Savaş’ın odası.” Heyecanım dinmişti artık. Kapıyı Echo açtı ve içeri girdik. Savaş uyuyordu. Onu uyandırmak istemediğim için yavaş adımlarla ilerleyip tek kişilik koltuğa oturdum.Vücudunda benim gibi gri bir önlük ardı. Echo uzun saçlarını savurup Rex’e baktı. Onların karşılıklı duygularını düşünmeden edemesemde çökmüş bir beden zihnimi yormayı reddediyordu. “Echo çantada ki kıyafetlerimi verir misin? Üzerimi lavaboda değiştireyim.” Echo cevap vermeyip çantayı açtı ve bana o uğursuz günde giydiğim kıyafetleri uzattı. Çok geçmeden üzerimi değiştirik yanlarına geldim. Saçlarım epey kabarmıştı. Savaş bizim dikkatli olmamıza rağmen çıkardığımız seslerlerden irkilip uyandı. Saçları dağınıkken daha çekici oluyordu. Buna üzülmüştüm çünkü benim yüzümden olmalıydı. Kara gözleri aralanırken yüzüne baktım. Ona karşı kendimi suçluyordum ama onun ne diyebileceğini tahmin ediyordum. Ona karşı suçluluğumu itiraf etmeden gizledim. Kendimi suçlamayı bırakıp Savaşa baktığımda ağzım aralandı. “Rahat mısın? Seni uyandırdığımız için üzgünüm.” Yüzümde bir mahçubiyet vardı. Savaş doğrulmaya çalıştı ama yapamadı. Tekrar denedi ama yine başarısız olunca sinirlenip yumruğunu sıktı. Damarlarını belirginleştiren kanı kızıllaşmıştı. “Tamam yavaş hareket et. Sana bir zarar gelecek.” Konuşmam Savaşın dikkatini çekmemişti. Ona daha da yaklaşarak doğrulmasına yardımcı oldum. “Teşekkürler.” Dedi. Tebessüm ettim bu cevaba karşı. Kapı sert bir şekilde açıldı ve bir hemşire girdi. “Sargılarını değişmemiz gerek.” . Savaş gerekeni yapılsın derken hemşire harekete geçmişti. Hemşire sert bir şekilde bizi odadan kovarken Savaş buna izin vermedi. Anladığım hemşirede tiksindiğim kaslardan etkilenmişti. Hemşire gerekenleri yaparken Savaş soğuk kanlılığını koruyordu. Uzun süren bir ameliyattan çıkmıştı ve dün yaşadıklarımız çok ağırdı. Eminim Savaş onlardan hesap soracaktı. Hemşire herşeyi tamamlamış Savaşın önlüğünü giymesini beklerken hayranlıkla bakıyordu. Bunu engellemek için önüne geçtim ve “ Başka işiniz yoksa çıkabilirsiniz” dedim. Hemşire buna oldukça sinirlenmişti. Yavaş adımlarla odadan ayrılırken bunu keyifle izledim. Siniri kızgınlıkla artan hemşire kapanan kapı sesi ile odadan ayrıldı. “Teşekkürler.” dedi Savaş yorgun gözlerle bana bakarak. “Ne için?” bunu biliyordum ama onun kulağından duymak istiyordum. “Hemşire.” Dedi ve boğazını temizleyerek devam etti. “Hemşireyi odadan çıkardığın için.” Sorun değil anlamında yaklaşıp omzuna dokundum ve yanında olduğumuzu belirttim. Yıllardır sevigiyi tatmıyormuş gibi kendini sevdirdi bir yavru kedi gibi. Onu anlıyordum. Belki ailesi terk etmişti benim gibi onuda yıllar önce. Sevgisizliği sevgisiz kalanlar bilirdi çünkü. Bunu kendime saklayıp çift kişilik kanepeye uzandım. O sırada Rex ve Echo Savaşla konuşurken ben uyuyakaldım. Yorgun bakışlarım sessizce kapanırken kuruyan yaşlarımın yeşermesini engelleyemedim. Sabah beni uyandıran Savaş oldu. “Uyan Sessizler Kraliçesi” Bana hitabını duymayalı geçen yıllar beni endişelendirmişti. Bunu ne zaman duymuştu diye anılarımı kontrol ederken bir ana rastlayamadım. Endişelenmeyi kesip etrafa baktım. Kimse yoktu. İşlerinin başlarına dönmüş olmalıydılar. Savaş kolunda ki sargıya dikkat ederek beni dürttü. “Gitme vakti geldi.” Dün tişörtü kirlendiği için vücudu açıktı. Bunu umursamayıp uzattığı eli tuttum ve doğruldum. “Lavaboya gidiyorum.Elimi yüzümü yıkamam gerek.” dedim. Dakikalar sonra lavabodan hızlı bir şekilde çıkıp Savaşın yanına geldim. “Tüm eşyaları Echo eve bıraktı.” Savaş’ın koluna girerek çıkış işlemlerini başlattık. Araba yolculuğu oldukça endişeli geçmişti ama Savaş benim kullanmamı reddetti. Yıllar sonra eskiyen ehliyetimi kendimi parmaklıklara düşürecek kadar mahkumiyete terk etmemişti. Eve geldiğimde sebze çorbasını yapmaya koyuldum. Kısa bir sürenin sonunda hazır olduğunda odasında yatan Savaşa doğru konuştum. “Çorba hazır” bunu yüksek bir sesle söylememe rağmen duymadı. Odasına gidip kontrol etmem gerekiyordu. Başına birşey gelmiş olabilirdi. Tık tık. Kapısını 2 kez çalmama rağmen duymadı. Acaba başına birşey mi gelmişti? Kapıyı 2 kez daha çaldıktan sonra girme kararı oldım. Kapıyı endişeli bir şekilde açtım. Odaya dalmıştım fark etmediğim bir şekilde. Savaş banyodan yeni çıkmış üzerinde beyaz tişört altında ise sadece bir şort vardı. O an tam zamanlamada geldiğimi anladım çünkü birkaç dakika önce gelsem ummadığın şeyler ile karşılaşabilirdim. Pişmanlık dolu duygularla kendime kızdım. “Çaldım ama duymadın.” diye açıklamaya çalıştım kendimi. “Üzgünüm, duymamışım.” Savaşın üzerini saran tişört yaralarını ön plana çıkarmıştı. Üzülerekten yanına ilerlerken konuşamadım ve yaralarına odaklandım. Yaraları canımı yakarken suskunluğum buna müdahale edemedi. “Çorba hazır.” Dedim neşeli bir sesle. Duygularımdan kaçmak beni acılarım ile yüzleştirmişti “Tamam geliyorum.” Hızlıca odadan ayrıldım ve eski depresif ruhuma geri büründüm. Sabah gözlerimi araladığımda kısa bir süre içinde hazırlanmaya koyulduk. Bugün büyük günlerden biriydi. 14 yıl aradan sonra o eve gidecek anılarımla yüzleşecektim belki. İnsan bazen mutlu olmak ister ama olmaması gerekirya bu o zamanlardan bir tanesiydi. Duygulandığım her an gözyaşını silmek ister insan ama gözyaşı akmaya mecbur burakır seni. Yıllar sonra aşkımın arkadaşlıklarımın başladığı ve bittiği o sokaklara evleri gidip yaşanmışlıkları unutmuş gibi yapacaktım. Kokularını içine çekecektim ama tanıyamayacaktım. İçimde çığlık atarak özgür kalmaya çalışan duygularımı çıkmalarını ben istiyordum artık. Gözyaşlarıma müdahale etmem gerektiğini biliyordum ama elim gitmiyordu. Dur yapma diyordu ateşler içinde yanan tarafım. Diğer taraftan duygularım müdahale oluyor beynimi uzaklaştırıyorlardı. Beynim yaşanmışlıkları unutmuştu ama 14 yıl geçmesine rağmen ben dün gibi yaşıyordum. Elimden kayıp giden 14 yıl bir kasırgaya neden olmuş, acım artık kendimeydi. Ahmeti unutmak istiyordum ama kasırgası beni içine sürüklüyordu. Kendime aşıktım. Kendimden çok sevdiğim insanların duyguları kül olmuştu dur diyemeden. Dur desem ne olurdu. Kendime acı çektirdiğim bir gelecek beni beklerken intikam almak elimde kalan boş kartlarımın arasında tek şanstı. Şelale olmasına alıştığım göz yaşları okyanus olmak isterken buna dur deyen Savaş oldu. İyi çocuktu. Arkadaştı. Beni Ahmet gibi yarı yolda bırakmazdı oda. Bırakamazdı. Kaderimdendir diye kendimi avutuyordum ama kader bu acıları çekipte yaşayamazdı. Ardında bıraktığım acılı mezardan çıkmış çıkışımla etrafımda sönen mumları tekrar ateşlemiştim. Ateşim kendime değil dünyayaydı. Kalbim ateşimi södürmek isteyen katili tanıyor ama onunla yüzleşmektende korkuyor. Çıkmaz sokaklara bir yenisi daha. Tık tık. Ben müdahale etmeden Savaş dalıp odaya girdi. Kızaranmış olan gözlerimi görünce düşünmeden sarılıp kucağıma atladı. Sadece sustu. Sustu ve ruhunu bana karşı konuşturdu. Güldürüyordu beni suskun ruhlar ama acım daha ağır geliyordu terazide. “İstersen gitmeyiz.” Yüzleşmek için can atıyordu cansız ruhum. “Hayır.” diye karşı çıktım. Bunu bu sabah öğrenmeme rağmen son bir şansı herkes hak ederdi Savaşın bana yaptığı gibi. Sadece sustuk. Arabaya giderken yol boyunca sessizliğimizi koruduk. Dakikalar sonra suskunluğunu bozan Savaş oldu. Oda benimle aynı ruh haline girmişti. “Geldik.” dedi ruh halimizi bozmaya çalışarak. Cansız bir ses tonuyla arabadan ayrıldım. Halendaha konuşmuyordum. Savaş Ahmetle eski evimize gidip ne olduğunu anlamadığım birkaç örnek toplarken ben sokaklarda yürümek için Savaşı bilgilendirden sonra açılışı olacak atölyeme gitme kararı aldım. Sokaklar çok büyümüş yeni ev inşaatları başlamıştı. Oraya vardığımda Gülcan ablayı gördüm. Ona koşarak kollarımı açarken gözyaşlarım tekrar özgürlüğe kavuşmuş intihar etmeyi seçmişlerdi. Gülcan abla ile kavuştuktan sonra eski günlerde ki hali ve şimdiki hali canlanıyordu gözlerimde. Elinde bir baston atolyemin önünde dururken Eylülüm diyerek saçlarımı okşuyordu. Kokusunu özlediğim kıymetlimimde gözleri özgürlüğe kavuşmuştu. Hiç konuşmadık sadece sarıldık. O zamanın kasırgasından kaçmayı başarmıştı ama elinde kocasını aldığı gibi bu hayat bir diğer yarısını da almıştı. Gözlerimde canlanan yaşadığımız olaylar film şeridi gibi akıyordu. Ona yemeğe geleceğime söz vermiştim. Her söz bir gerçekleşecek bir an için tutulur. Bazende gerçekleşmiştir ondan daha büyük kasırgalar yada hatıralarla yaşanır en büyük yalanlar. Gözyaşlarımı engelleyip Gülcan ablaya yürümesi için yardım ettim. Sarılmamız bitmiş sorularım arka planda dönüyordu. “Neredeydin kızım kaç sene seni bekledim her gün her saat seni aradım sen sen bizi neden bıraktın?” Gülcan abla ile gözlerimiz buluştu önce ardından yüreklerimiz. “Kaçırıldım” diyebildim sadece “ Kaçırtıldım. Bir hiç tablo uğruna.” Sözler birbirinin devamını getirmişti. Gülcan ablanın acısı gittikçe artarken acısını azaltmak istedim ama yapamadım. “Ece, ben tüm mahalle seni aradık 14 yıl.” Konuşmasına ara verdi ve boğazını temizledi. “Hergün bu saatlerde gelip atolyenin camlarını temizliyoruz mahallede ki kadınlarla. Ece artık yurt dışına gitti bizi unuttu sayılır oda. Son umudumuz sendin. Sadece sen…” söylediği sözleri bir tartıya koysak ağır benim sırtıma koysak hafif kalırdı taşıdığım yüklerden sonra. Sadece çaresiz bakışlarımı onunla buluşturabildim. Islak sokaklarda yürürken toprağın kokusunu bolca içime çektim. Doya doya. Ardından Ece’nin atolyesine uğradık daha sonra yarışma alanına, anılarımızı tazeledik Gülcan ablayla. Şimdi ise o eski evle yüzleşme vaktiydi. Ahmet’in eski evi. Savaş’ın yüzünde tebessüm vardı. Anlaşılan istediği örnekleri toplayabilmişti. Onu Gülcan abla ile tanıştırdım. Gülcan ablayı çok sevmişti şimdiden. Güçlü bir duruşu vardı. Evi yakından görmek için içeri girdik Gülcan ablayla. Bahçe eskisi gibi kelebeklerin eviydi. Kanlı kapıyı ayağımla ittirdim. Polisler bile fark etmemişti gidişimi. Para herşeyi değiştirir derlerdi inanmak istemezdim ama buna alışmam zor olacaktı. Herşey 14 yıl önce ki gibi sessiz ve karanlıktı. 13 Temmuz. 13 herkes gibi benim içinde uğursuzdu artık. İçeride kanlı cesetten kalan kanlar vardı ceset yoktu. Kanların yanında kırık cam parçaları. Kendimi hayal edebiliyordum o günkü gibi. Gözlerimde canlandı birer birer tüm yaşadıklarım. Karşıda çığlık atan ben herşeyden habersiz özgür bırakmıştı o çığlıkları. Göz yaşlarım artık kuruyan okyanuslardı. O kadar çok akmıştılar ki akıtacak damlaları kalmamıştı. “Çıkalım.” dedim ifadesiz bir şekilde. Kırık ve çatlak duvarları olan evden çıkarken bir çocuk daha özgür oldu o evde. Gülcan ablanın elini tutup Savaşa “gidelim” diyebildim sadece. Gülcan abla veda etmek ister gibi oldu ama izin vermedim. “Gülcan ablada bizimle geliyor onu bu mahalleye bağlayan eski anılar yok artık.” Savaş tepki vermedi. Gülcan abla ilk istemedi ama benim yaşvarışlarıma karşı yenik geldi. Önce Gülcan ablanın evine gittik ve tüm eşyalarını topladık. Gülcan abla daha mutlu olacaktı. Hem evde yalnız sıkılmam. Biz aynı odayı paylaşabiliriz fazla oda yoksa diye düşündüm. 1 saatlik hazırlıktan sonra çıkmak üzereydik. Elimde bavullar vardı. Kapıya doğru ilerlerken boy aynası dikkatimi çekti. Aynaya doğru bir adım attım. Bir adım daha. Olamaz aynada gördüğüm kişi benmiydim. Elimde ki bavullar istemsizce yere düştü ve kalbime bir ağrı girdi. Sanki diğer yarım beni yanında istiyorda ben olamıyor gibiydim. Bakışlarımı uzaklaştırdığım aynaya tekrar baktım. Bunu fark etmemiştim ama zaman benden 14 yıl almakla kalmamıştı artık yaşlanıyordum. Zaman beni yaşlandırıyordu. Yerdeki bavulları alıp çıktık. Gülcan abla elinde doktorluk sertifikasını tutarken gururla bakıyordu. Gülcan abla çoğu eşyasını burada bıraktığı için ona eşya taşıtmamış hepsini ben tanışımıştım. Bunu ben istemiştim. Çocukluğumun geçtiği sokaklara özür ve veda borcum vardı ama bunu yapacak yüzüm yoktu. Ayaklarım zorla beni o yönlere itsede güçlükle onlara karşı geldim. Arabanın önüne yaklaşırken gölgeler tekrar taraf değiştirmiş rakibi savunmayı seçmişti. “Hayır!” diyerek inleyişim tüm mahalleyi çığlıklarımla yankılamıştı. Uzatarak söylediğim kelime umutsuzdu. Ellerimde ki bavulları yere fırlatıp koşmaya başladım. Sadece Savaşın yerde yatan kanlı bedenine doğru koştum. Yönleri beni bulan silahları umursamadan koştum. Gözyaşlarım çoğu kez özgürlüğe kavuşmuştu ama bu sefer olamazdı. Bunu bana yapamazdı. Zamanın sessizce durduğunu hissederken saçlarım rüzgarın sert esişine yenilmiş geriye doğru savruluyordu. Ters yöne koşuyordu. Beni durdurmaya çalışıyorlardı ama buna müsade edemezdim. Havada üzerime doğru yağan kurşunlar isabetli giderken Savaşla aramda binlerce kilometre vardı. Ben öyle hissetmiştim. |
0% |