Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BİRİNCİ BÖLÜM

@tanvakti108

Merhaba.

 

Yeni hikâyeme hoşgeldiniz. Öncelikle düşüncelerinizi çok merak ediyorum. İlk bölüm aslında giriş gibi. Umarım seversiniz...

 

Roya kitabını devam ettirdiğim için bu kitaba bölümler şimdilik iki haftada bir şeklinde gelecektir.

 

Orange blossom, Ya sidi

Dolu kadehi ters tut, Gitme

 

🍃

 

"BİRİNCİ BÖLÜM"

 

Aynanın karşısında durup belirgin olan göbeğime bakarken içimdeki tarifsiz duygularım, gözlerimde şekil buluyor dudaklarımdan dışarı süzülüyordu.

 

Göğüsüme bağlı havlunun sağ köşesini açtığım an ayak uçlarıma doğru boşluğa süzülür bir şekilde düştü. İç çekerek parmaklarımı beş aylık olan bebeğime doğru uzatırken dudaklarımı kemirmekten kanattığımın farkındaydım.

 

Heyecanlı ve bir o kadar da korku doluydum.

 

"Şimdi sen burada mısın?" diye sorarken sesim, kendime yabancı sesim boş odanın içerisinde bir emare oluşturdu. "Benimle misin?"

 

Seninleyim.

 

Hissettiğim kıpırtıyla nefesim boğazımda takılı kaldı. Onu hissetmek mucizeydi.

 

Benim mucizem.

 

Benim.

 

Piraye Vumar'ın mucizesi. Yermi iki yaşımda evlenmek üzere olduğum adam tarafından terk edilmiştim. Böyle bir hatayı nasıl yaptığımı bilmiyordum. Hatırlamadığım bir geceydi ve ben o hatırlamadığım geceden gebe kalmıştım. Ne kadar kötü bir durumdu... Nasıl bir acıydı... Hamile olduğumu öğrendiğim an evliliği daha erkene almayı düşünürken nişanlımın firar ederek kaçması sonucu ortada kalmıştım. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde göbeğim belli olana dek çözüm arasam da bulamamış, bulduğumda ise dedem tarafından yakalanmıştım.

 

Bir kadın, bir erkekle evlenmeden yan yana gelemezdi.

 

Bu doğruydu fakat ben nasıl hamile kaldığımı hatırlamıyordum ki... İçki içmezdim ama o kara gün Ensar, biricik sevgilim tarafından içki içirtilmiştim. İçtiğim vişne suyuna içki eklemişti... En son baygın olduğumu hatırlıyordum sadece. Ertesi sabah kasık ağrısıyla uyanmış yaşadığım dehşet anlarla yıkılmıştım. Fakat o bana sarılıp benim de istediğimi ve zorla asla bana dokunmadığını anlatmıştı.

 

Bilmiyordum gerçeği.

 

Ben isteyerek değil tecavüz edilerek hamile kaldığımı bilmiyordum.

 

İstemeyerek olmuştu.

 

Bu gerçeği bana bir iyilik yaptığını sanan Ensar firar etmeden önce bir mesaj yoluyla anlatmıştı. Eğer bilseydim bu gerçeği onunla evlenmeyi bırakın kafasına ilk gördüğüm an da sıkardım. Sonra parça parça, bölük bölük o anlar canlanmaya başlamıştı gözümün önünde ve ben canıma kıymaya kalkışmıştım.

 

Gözlerim dolu dolu çıkmış karnımı izledim. Onun pisliğini kendi canımdan olan bir bebeğe çektirecek değildim. Evet, belki ilk başta istememiştim ama sonradan... Benden vazgeçmediği gibi ben de vazgeçmemiştim.

 

Dedem, Macit Vumar'a gerçekleri anlatmak o kadar zordu ki... O günler bir depremdi. Macit Vumar'a gerçekleri anlatmak zorunda kalmıştım. Anlatmasam dahi neler olduğunu öğrenecek kadar güçlü biriydi. O benim bu hayattaki tek ailemdi. Ağlayarak yardım istemiştim. İlk defa, hayatında ilk defa bir yanlışı doğru bulmuş beni sarıp sarmalamıştı. Çerkez kuralları katıydı.

 

Evet, ben bir Çerkez kızıyım.

 

Annem Türk, babam Çerkez.

 

Ben, on iki yaşındayken gittikleri tatilden dönerken nereden geldiğini bilmedikleri kurşun yağmuru nedeniyle araçları uçurumdan yuvarlanmış yarım saat içinde yardım gelmeden patlamıştı. Ben, kardeşimle beraber üçünü o suikastta kaybettim.

 

Kaza süsü verilmiş suikast.

 

Eve dönüşlerini beklerken yanmış bedenlerini kucaklamıştı on iki yaşım.

 

Dedemin bu hayatta kalan, sadece ailesi ben değildim fakat benim ki oydu.

 

Samsun'un en gözde, en başarılı adamlarından biriydi Macit Vumar. Türkiye'deki en önemli ticaret merkezlerine sahipti dedem. Benim nişanı attığımı bir davette dile getirmiş hamile oluşumla ilgili tek bir söz duymayacağını söyleyerek açık bir tehdit savurmuştu bizi tanıyan herkese.

 

Ensar'ı bulup bulmadığını bilmiyordum fakat bulmuş ise bile bana söyleyeceğini sanmıyordum, gerçi bu durum da beni pek alâkadar etmiyordu artık. O, başına gelecek her şeyi hak etmişti.

 

Macit Vumar, onun sayesinde iyiydim.

 

İstemeyerek rahmime düşen bebeğime dedelik yapmaya oldukça hevesli oluşu beni mutluluğa boğuyordu.

 

Onun mutlu oluşuyla mutlu oluyordum.

 

Derin bir soluk bahşettiğim göğüsüm yükselerek alçaldı. Yanağıma doğru akan birkaç göz yaşım göbeğime düşerken gülümseyerek burnumu çektim. Hamilelik beni inanılmaz duygusal birine çevirmişti. Her şeye ağlayabilecek durumdaydım.

 

"Se ş'ü wuselheğu." (Seni seviyorum.) *Çerkezler iki farklı dil kullanırlar ama genel olarak Kiril alfabesine göredirler.*

 

Elimle yüzümdeki yaşları kurutup Eylül sıcağına uygun bir elbise çıkardım dolabımdan. Giydiğim, dizlerimin altındaki beyaz elbiseyle kendimi iyi hissederken kalçama uzanan kahve saçlarımı zorlukla örmeye çalıştım fakat başarılı olamadığımdan dolayı oflayarak siyah tokamı bileğime geçirip saçlarımı sırtıma doğru saldım.

 

Odamdan çıkıp merdivenleri inerken evde hiç sesin olmaması beni gerse de kendi kendime şarkı mırıldanmaya başlayarak bu huzursuzluğu uzak tutmaya çalıştım kendimden. Büyük salona geçtiğim de masayı toplayan Hilal abla ile gülümsedim.

 

"Hilal abla?" dedim yanına yaklaşarak.

 

Sırtı bana dönük olan Hilal abla sesimi duyar duymaz bana döndü. "Buyur kuzum," dedi yanıma yaklaşırken. Kırklı yaşlarda olan Hilal abla, annem onlar vefat ettikten sonra ailemize katılmıştı. Beni o burhanlı dönemden çekip alan kadındı.

 

Elini uzatıp önce yüzümü sonra karnımı sevdi. "Acıktın mı?"

 

Başımı iki yana doğru salladım. "Acıkmadım ama canım dondurma çekti," derken bile gözümün önüne gelen limonlu dondurmayla ağzımın içi adeta bir deniz oldu.

 

"Canının çekmediği bir an var mı ki kızım," derken gülüyordu.

 

Sahte bir kızgınlıkla dudak büzdüm. "Aşk olsun Hilal sultan!"

 

Yanağımı sevdi. "Tamam tamam, sen geç bahçeye ben göndereyim sana dondurmanı."

 

Elimi bir çocuk sevinciyle çırptım. "Yaşa be Hilal sultan!" Eğilip tombul yanaklarını iki elimle sıkarak öptüm. Gülerek öpüşümden kaçtığında ise mutlu bir şekilde bahçeye doğru adımladım.

 

Samsun'un bir köy çiftliğinde yaşıyorduk. Şehirden az bir mesafe uzaklıkta sakin ve oldukça huzurlu bir yerdi. Bahçeye geçmeden önce parmak arası terliklerimi ayağıma geçirdim. Geçen günlerde çıplak ayaklarla çimlerde dolaşırken, ıslak olan toprak yüzünden çok kötü bir şekilde düşmüş, tüm çiftliğe korku salmıştım ve bu bana büyük bir ders olmuştu.

 

Islak çimlerin üzerinde yavaş adımlarla yürürken çardakta oturan dedemle amcamı gördüm. Dedem ben dışarı çıktığım andan beri gözleri üzerimdeydi. Beyaz uzun saçları ve sakallarıyla oldukça genç ve dinç görünüyordu.

 

Dirseklerini önündeki kağıtların üzerine yerleştirmiş eline yasladığı başıyla beni izlerken dudaklarında muazzam bir tebessüm vardı.

 

Yanına yaklaştığımda kollarını bana açtığı an bedenimi dizlerinin üzerine bırakıp yanağına sulu bir öpücük kondurdum. "Çok çalışmaktan hasta olacaksın dede."

 

"Bana bir şey olur ama Macit Vumar'a bir şey olmaz yeğenim." Amcamın bezgin sesiyle kıkırdadım. Büyük ihtimalle onu zan altına almış bütün işleri yaptırıyordu. Alışık olduğum bir durumdu.

 

"Çok konuşma da eksikleri bul," diyen dedemle ona döndüm.

 

"Bir sorun mu var iş konusunda," dedim göz ucuyla masadaki gelir gider yazılı kağıtlara bakarak.

 

"Hesap sayımında yanlışlık var ne olduğunu bulmaya çalışıyoruz tabii Kafkas Beyimiz işinin başında dursaydı böyle bir sorun olamayacaktı."

 

"Baba sana kaç kere söyledim, ben kontrol ettiğimde hiçbir sıkıntı yoktu diye."

 

"Demek ki dikkatli bakmamışsın." Başka bir şey demeden bana döndüğünde terleyen ensemi elimle sildim.

 

Gözleri saçlarıma doğru kaydığında ise kaşları çatıldı. "Terletiyor işte keselim diyorum dinlemiyorsun."

 

"Hayır dede, iyiyim böyle." Dedemin saçlarıma olan takıntısını hiçbir zaman anlayamayacaktım galiba.

 

Kalkmamı engelleyerek beni döndürdüğünde elleri saçlarımı buldu hemencecik. Usta bir şekilde saçlarımı örerken inanılmaz bir mutluluk vardı içimde. Küçük yaştan beri saçlarımı örerdi. En sevdiğim örgü modeli ise balık sırtıydı.

 

Elini öne doğru uzattığında bileğimdeki tokayı çıkarıp eline uzattım.

 

"Dede biliyorsun yarın Şima'nın kınası var," derken izin verip vermeyeceği konusunda tereddüteydim.

 

Pekâlâ izin vermese bile gideceğimi o da biliyordu.

 

"Ee," dedi devamını bekler bir şekilde. Saçımın ucuna bağlayarak serbest bıraktığında ona dönerek yanağını öpüp ayağa kalktım. Aldığım kiloyla ayağının ferç geçirmesine gönlüm el vermezdi.

 

"Bugün alışverişe çıkabilir miyim?"

 

"Havalar oldukça sıcak..." Başını karnıma sabitledi. "Akşam serinliğinde Aze seni götürüp getirir."

 

"Aze mi?"

 

"Evet."

 

"Ama dede biz Aze ile anlaşamıyoruz ki! Beni bırakıp kimbilir nereye gider o serseri."

 

Amcamın öksürmesiyle alt dudağımı dişleyerek bıraktım. Üzgün bir yüz ifadesiyle, "Kusura bakma amca ama senin oğlun gerçekten tam bir baş belası."

 

"Kuzenim nasıl da güzel iltifatlar ediyor benim yokluğumda." Sesin geldiği yöne doğru bedenimi döndürürken başına buyruk, dağınık bir şekilde gelen Aze'yle dedeme dönerek işaret ettim. "Görüyorsunuz."

 

"Tam bir cadısın, biliyor musun?" diyerek dedeme baş selamı verip boş yere bedenini bıraktığında gözlerimi devirdim.

 

"Sen de tam bir serserisin."

 

Yüzünde oluşan gülüşe bakarak bakışlarımı kaçırdım. Yanağında oluşan derin gamzesi ilgimi çekiyor ve oraya parmağımı dokundurmamak için zor tutuyordum kendimi çoğu zaman, şuan olduğu gibi.

 

Bir insan, gamzeye dokunmayı aşerir miydi?

 

Ben aşeriyordum ve bunun farkında olan bir adamdı Aze Vumar.

 

"Akşam serinliğinde kendim giderim dede," diyerek cevap verme fırsatını elinden alarak boş olan diğer çardağa geçerken, Aze'nin gülüşünü duydum.

 

Mal.

 

Aze, amcamın en büyük oğluydu. Yirmi yedi yaşında şirkettin avukatlığını yapıyordu. Ne kadar kendisine serseri desem de iş konusunda inanılmaz bir ciddiyette sahip olup dedemin bir kopyası haline geliyordu.

 

Küçüklükten gelen kıskançlık yüzünden ikimiz de pek anlaşamasakta birimize bir şey olsa ilk koşan biz olurduk.

 

Bir o kadar yakınken bir o kadar da uzaktık.

 

Gelen dondurmamı yerken telefonda en yakın arkadaşım Şima ile konuşup heyecanına ortak olmuştum. Sevdiği ile evlenecek olması kadar güzel bir şey yoktu. İki yıldan fazladır birbirlerine kavuşmak için her şeyi deneseler de boşa çıkıyordu ancak bir gün dedemin iki aileyi karşısına alıp konuşmasıyla Şima ile Yavuz kavuşmuştu.

 

İkisi de benim için önemli bir yere sahiplerdi.

 

Onların mutluluğuna ortak olmak iyi hissettiriyordu.

 

"Piraye?" Seslenen Aze ile başımı kaldırdığımda gözlüğünü ters bir şekilde kulağının arkasına takarak göz kırptı. "Hadi alışverişe gidiyoruz," dedi.

 

"Tek başıma giderim ben," dediğimde homurdanıp yanıma doğru gelmeye başladı.

 

"Akşama özel misafirlerimiz var." Ona bundan bana ne bakışı attığım da sabit çekti. "Müsait olmayacağız şuan gidip alalım işte ne istiyorsan." Yükselttiği sesini duyan dedem yerinden kalkarken, "O sesini kıs eşek sıpası! Karşında hamile var ondan önce bir kadın var."

 

"Bu angut ne anlar," dediğim de kaşları çatılıp samimiyetsizce güldü. "Göstereceğim ben alışverişte sana angutu."

 

Aze'yi es geçip dedeme doğru yürürken, "Dede, Aze beni tehdit ediyor!" diye bağırdım.

 

Dedem sabır çekip amcama baktığında, amcam büyük bir sinirle Aze'ye döndü. Onu uyarmaktan bıkmış olmalıydı. Aze'nin gözleri şaşkınlıkla büyümüş bana inanmayarak bakarken omuz silkeleyerek gülümsedim altan altan.

 

İki kolunu açarak 'yuh' çekti. "Yemin ederim hamileliğini bu kadar iyi kullanan biri görmedim."

 

"Aze!"

 

"Efendim baba?"

 

"Piraye'ye iyi davran o senin kuzenin." Günde en az onkez duyduğum bu cümleye aşinaydım.

 

Aze sıkılmış çenesiyle, başını salladı. "Tamam baba," diyerek bana doğru döndüğünde yüzünde zorla yerleşmiş bir tebessüm vardı. "Hadi güzeller güzeli, tatlı kuzenim, gidelim seninle alışverişe(!)" Sesini inceltip kendini sevdirmeye çalışır bir şekilde konuştuğunda dedemin bana 'hadi' dercesine bakan gözleriyle oflayarak Aze'ye doğru ilerledim.

 

Kendisinden korkmuyordum fakat şuan korksam iyi olurdu çünkü gözlerinde çatırdayan alevleri görür gibiydim. Evin çalışanı Edibe, çantamla beyaz spor ayakkabılarımı getirdiğinde hemen giyinerek arabaya doğru ilerledim. Çalışan arabanın ön koltuğuna otururken eve doğru gelen art arda siyah arabalarla kaşlarım derince çatıldı.

 

"Ne oluyor?" diye sordum arabaların yanından geçerken.

 

"Özel misafirimiz gelecek demiştim,"dediğinde başımı eğdim.

 

"Dedem beni görmemeleri için gönderdi değil mi şuan?"

 

Yandan bir şekilde gülerken, "tabii ki de!" dedi.

 

Tahmin etmeliydim.

 

Siyah arabaların hepsinden farklı olan modelini bilmediğim bir arabanın yanından geçerken durmaya yakın bir şekilde yavaşlamasıyla bedenime işlenen heyecanla ne yapacağını izlerken çok az indirdiği penceresinden elini selam anlamında çıkarmasıyla Osmanlı armasının olduğu yüzüklü eline bakakaldım.

 

Korna diye bir şey vardı. Hani şu yan yana geçerken selam vermek içinde kullanılandan.

 

Aze kornayla cevap verdiğin de burnumu kırıştırarak güldüm. Araba düz yola geçerken Aze'ye doğru döndüm. "Bir Vumar olduğun nasıl belli ama," dedim.

 

"O da nereden çıktı?"

 

Cebimden.

 

"Adam elini çıkarıp selam verirken senin kornayla karşılık vermenden."

 

'bu mu' dercesine bana baktıktan sonra önüne dönerek güzel bir müzik açtı. Müziğin ritmine kendimi bırakıp uzaklara dalarken Aze'nin ara ara üzerimde gezinen bakışlarını hissediyordum. Eve geç gelip gelmeyeceğimizi bilmiyordum ama elimi çabuk tutup eve dönmek ve ilk defa özel misafirlerimizi görmek istiyordum. Dedemin bu tutumunun neden olduğunu anlamasam da alışmıştım.

 

Beni tanımamaları için yapıyor olabilirdi çünkü dedemin sayısız dostu olduğu gibi düşmanları da vardı.

 

Merkeze gelip büyük bir alışveriş merkezine girdiğimiz de Aze koluma girmiş benim yürüyen merdivenlerden düşmemem için yardım ediyordu. Arkamızda, göremediğim korumaların varlığını hissediyordum. Merdivenlerin sonunda Aze'nin sayesinde sorunsuz indikten sonra minnettar bir şekilde gülümsedim Aze'ye.

 

"Bu kadar iyimser miydim ya sen?"

 

Söylediklerime çapkınca güldü. "Peki sen bu kadar güzel miydin?" Gözleri yüzümde oyalanırken hissettiğim utançla kızardım.

 

Tuttuğum kolunu sıktım. "Beni utandırma!"

 

"Gerçeklerden neden utanıyorsun ki? Güzelsin," başını eğerek iyice yüzünü yüzüme yaklaştırdığında afallayarak durduğum da o da benimle beraber durdu. "Etkileyici bir güzelliğin var, cadı."

 

"Teşekkür ederim qama ben bugün ölecek miyim? Yok yani sen ilk defa benim hakkımda güzel şeyler söyledin," bir yandan söylenirken bir yandan da onu gördüğüm mağazaya çekiştiriyordum.

 

"İçimde tutmak istemedim ama ben söyledim diye de çok güvenme güzelliğine."

 

"Hiçbir zaman güzelliğime güvenmedim."

 

"Güzel olduğunun farkında," dediğinde kıkırdadım.

 

"Elbette farkındayım zira ben bir Çerkez kızıyım."

 

"Çok rahat, çok profesyonel," diyerek sevdiği repliği dile getirdiğinde kolundan çıkarak bizimle ilgilenmek isteyen kadına istediğim elbiseyi tarif etmeye başladım. Aze bekleme koltuklarından birine oturup beni izlerken ara ara ona el sallıyordum. İşaret parmağını dudağına yerleştirmiş sağ ayak bileğini sol dizine atmış bir şekilde beni izlerken kimi zaman elime aldığım elbiselere karışıyor kimi zaman da giyinme kabininden çıktığım da gözlerini kapatıp estağfurullah çekiyordu.

 

Birkaç elbise denedikten sonra istediğim elbiseyi bulmuş bir şekilde ayrıldık alışveriş merkezinden.

 

Arabaya bindiğimiz gibi eve gitmek istediğimi söylediğimde Aze başıyla onaylayıp eve doğru sürmeye başlamıştı arabayı.

 

Eve yaklaştığımız andan itibaren göğüsümde büyük bir zelzele oluşmaya başladı. Öyle ki elimi göğüsüme yerleştirip yüzümü buruşturduğum da Aze'nin kolumu tutarak endişeyle bana seslenmesine neden olmuştum.

 

"Piraye! Piraye, iyi misin güzelim?" Başımı sallayarak iyi olduğumu belirttiğim de inanmayarak hasteneye gitmek için arabayı geri döndürecekken ona kesin bir dille iyi olduğumu söyledim ama bu yine de onu tatmin etmemişti.

 

Çiftliğe giriş yaptığımız da Aze'nin benden önce inerek kapımı açmasıyla gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Aze'nin başına bir taş düşme olasılığı yüzde kaçtı?

 

"Allah'ım gözlerim yaşarıyor," diyerek gökyüzüne baktım.

 

"Gözlerin mi ağrımaya başladı?" Masumca soru soran Aze'ye gülümsedim.

 

"Hayır Aze'cim senin bu ilgili hâlin beni inanılmaz şaşırtıyor."

 

"Piraye!"

 

Al.

 

Al başına büyük belayı.

 

"Tatlım iyi misin?" Diyen amcamın eşi, Zeliha yenge önce bana daha sonra Aze'ye bakıyordu. Telaşla yanımıza yaklaşıp diğer koluma girdiğinde kendimi gerçekten hasta hissetmem de neydi?

 

Hasta psikolojisi? Ahh, kesinlikle öyleydi!

 

"İyiyim yenge, Aze bir an telaş yaptı, hiçbir şeyim yok."

 

"Elini göğüs kafesine koyup yüzünü buruşturdu anne, doğum yapıyor sandım."

 

Ne?

 

Yok artık!

 

"Lütfen bana ciddi olmadığını şöyle Aze!" Gerçekten buna inanmak güçtü. Komikti bir kez.

 

"Ciddiyim tabii ki!"

 

"Ahh oğlum beş aylık bebek nasıl doğsun ki yüzünü buruşturdu diye doğum olduğunu da nereden çıkardın?" Yengem Aze'ye bakıp gülerken ben de ona eşlik ediyordum.

 

Aze kolumdan çıkıp derin bir soluk aldı. "Ben nereden bileyim anne? Hamile kadın sonuçta!" Sabır çeke çeke içeriye doğru kendinden emin adımlarla giderken arkasından gülerek izliyordum.

 

Zeliha yenge bana yardımcı olurken arkadan eşyaları çıkaran koruma, gelen Edibe'yle birlikte eşyaları içeriye taşımaya başladılar. Meraklı bakışlarım etrafta dolanan adamların üzerinde gezinip gidiyordu. Yengemin kulağına doğru uzanarak sessiz olmaya çalışan bir şekilde, "Bu gelenler kim yenge?" diye sordum.

 

Zeliha yengem boyanmış sarı saçlarını sırtına doğru atarak fısıldadı: "Urfa'dan gelmişler, büyük bir aşiretin Ağasıymış gelen."

 

Gözlerim korkuyla büyüdü. "Öyle şeyler var mıymış?"

 

Kafasını sallayan yengemle daha da bir heyecanlanmıştım. İçeri geçerken gözlerim sürekli kapılarda geziniyordu. Okuduğum ve izlediğim dizilerdeki yaşlı ağalar gibi miydi gelen? "Nasıl biri peki?" Meraklı çıkan sesime engel olamamıştım.

 

"Senin görmenin yasak olduğu biri," dediğinde yanaklarımı şişirerek ofladım.

 

"O kadar mı iyi bu Ağa?" İyiden kastım yakışıklı ve genç olmasındandı.

 

Yengem kaşlarını çattıp bana baktığında fazla ileri gittiğimi anlayarak hayali bir fermuar çektim dudaklarıma. "Tamam sustum, her ne kadar canım gelen misafirleri aşerse de."

 

"Piraye," diyerek uyarıda bulunduğunda omuz silkeleyerek gülümsedim.

 

"Şaka yaptım!" Kolundan çıkıp merdivenlere doğru yürüdüm. "Yoruldum zaten en iyisi gidip bir duş almak ve yatmak."

 

"Aferin uslu kız."

 

Merdivenleri çıkıp odama girdiğim gibi odamdaki büyük pencereye doğru ilerledim. Çiftliğin arkasını gösteren manzaram da dedeme ait bir iz yoktu. Oflayarak yatağıma oturduğum da yorgunluğun verdiği hisle uykunun beni çağırdığını hissetim. Elbiselere sonra bakacağımı kendime hatırlatarak üzerimi değiştirip yatağa uzandığımda içime dokunan hüzün rüzgârıyla derin bir soluk aldım ve gözlerim ağır ağır kapandı.

 

*

 

Duyduğum tıkırtılarla gözlerim yavaş yavaş aralanırken elim alnımı buldu. Islanmış alnım ateş gibiydi.

 

Yanıyordum.

 

Elim yutkunmakta zorlandığım boğazıma giderken yüzümü buruşturdum. Kendimi feci bir şekilde yorgun hissediyordum. Gözümü açacak mecailim bile yoktu.

 

Gözlerimi zorlukla açık tuttuğum da ise tanımadığım bir sima ile çakıştı gözlerim.

 

Bir hayal gibi görünen beden uzaklaşırken elimi kaldırdım usulca, "Kimsin sen?"

 

Cevap vermeyen beden bir gidip bir gelirken dayanamayan gözlerim tekrar kapandı.

 

*

 

Dün yaşadığım küçük bir havale sonrası şuan hayatta olmam mucizeydi. Nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde ateşlenmiş ve tüm çiftliği korkuya boğmuştum.

 

Yediğim dondurmalardan kaynaklandığı söyleyen doktordan sonra dedem mutfağa girmemi yasaklamıştı. Benim için korktuğunu o kadar belli ediyordu ki canını öpesim vardı.

 

Aynanın karşısında giydiğim kırık beyaz, çiçekli, üst kısmı dantelli, iplerle örülü dekoltesiyle hem şık hem spor görünümlü elbisemle kendimi iyi hissederken çıkan karnım ve elbisemin sol baldırımına kadar uzanan yırtmacı ayrı bir güzellik katmıştı bana.

 

 

Elbisemin uçlarını elime alıp bir tur döndükten sonra saçlarımı hafif dalga şeklini vermiş yüzüme şeftali tonlarında bir makyaj yapmıştım. Bir Çerkez kınasına hazırdım. Yüksek olamayan topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirirken bugün oynayacağımdan dolayı dedemin içini ferah tutmasını sağlamalıydım. Hatta şuan dönen başımı da yok saymalıydım.

 

Odadan çıktığım an çaprazımda ki odanın da kapısı aralandı. İçeriden çıkan takım elbiseli Aze'yle göz göze geldim. Gözleri anlık yüzümü es geçip baştan aşağı bedenim de dolaştığı vakit vücudumun istek dışı karıncalanmasıyla yutkundum. Giydiği siyah takım elbisenin iç yeleği beyazdı sürekli gördüğüm spor tarzından uzak giyinmişti ve bu hâli oldukça göz alıcıydı.

 

Gözleri açıkta kalan bacağımda oyalanıp yukarı doğru kalktığında duymadığım bir şeyler mırıldandı. Daha sonra tekrar bana bakarak gülümsedi. "Hamile olduğunu unuttun galiba?" Kaşlarım küçük bir kavisli kalktı.

 

"Ne?"

 

"Bu elbise sıkmıyor mu seni? Oysa Daha geniş elbiseler almıştık sana bunu ne ara aldın anlamıyorum." dedi imalı bir ifadeyle.

 

Yanına doğru yürüdüm. "Sen sarışın kızı keserken almış olmalıyım." Göz kırptım. Merdivenleri inerken arkamdan geliyordu.

 

"Ben kız falan kesmiyordum." Elimi arkaya doğru havada salladım.

 

"Hıı, ondan bana elbiselerde yardım edeceğine etrafında pervane oluyordu, değil mi?"

 

"Sen beni mi kıskandın?" dediğinde adım attığım basamakta durarak Aze'ye doğru döndüm. "Seni mi?" Güldüm. "Seni niye kıskanayım ben? Hayır yani ne alaka!"

 

"Bilmem, onu sana sormak lazım."

 

Gözlerimi devirip merdivenlerden indim. Arkamdan ıslık çalmasını duymazdan gelerek dışarda bekleyen dedeme doğru ilerlerken Zeliha yengem güler yüzüyle yanıma yaklaşıp yanaklarımı avuç içlerine almasıyla bıkkın bir nefes verdim. "İyiyim yenge."

 

"Mızmızlanma. Çok korkuttun bizi dün."

 

"Gel yanıma," diye seslenen dedeme baktım. Yengeme tebessüm edip dedeme doğru gittiğimde elini uzatıp beni kıskacı altına aldı. Dudakları alnımı bulup yanağıma düştü. "İyi benim güzel kızım."

 

"Öyleyim," dedim. Sonra gözlerim bütün aile fertlerin üzerinde gezindi. Hepsi o kadar şık olmuştu ki fotoğraf çekme isteğim baş gösterdi. "Böyle hepimiz güzel giyinmişken aile resmi mi çeksek?" diye sorduğumda hepsinin yüzünde olumlu ifadeler oluştu.

 

Dışarı çıkarak kapı girişindeki merdivenlerin üzerinde durduk. Ben dedimin kolunun altındaydım diğer tarafımda amcam onun yanında da yengem vardı. Hilal ablayı da kaş gözlerle çağırdığım da dedemin solunda durdu kızarmış yanaklarıyla.

 

Yüzümde kocaman bir tebessümle Aze'nin korumalardan birine telefon verişini izledim. Aze hepimize bakıp benimle dayım arasına girdiğinde burnumu havaya dikerek kalçamla onu uzağa ittim fakat o bana daha çok yakın olmak istercesine elini omuzuma attığında bu sefer güllerek elini indirmeye çalıştım ama yine de elini çekmedi.

 

"Dur da yerinde," dedi laz şivesiyle. Eliyle saçlarımı karıştırdığın da çığlık attım. "Ya amca şu oğluna bir şey de ya! Hamileyim ben!" amcam onun elini tutup indirdi sertçe. "Aze! O hamile!"

 

"Ulan ben de hamile olmak istiyorum! Usandım artık, usandım! Herşey de hamilelik karıştırılmaz!" İsyanı dedemin başına vurduğu tokatla yok oldu.

 

Kıkırdayarak dedemin göğüsüne sakladım başımı.

 

Bana kızgınca baktığında kendisine dil çıkarmamak için zor tuttum kendimi.

 

"Ayy bunlar ne zaman büyücek Kafkas?" Amcam bize onaylamaz bakışlar attı. "Hiç bilmiyorum hayatım."

 

"Bir durun artık yoksa kınaya geç kalacağız."

 

Yengemin isyanına karşılık sessiz kalarak dudak büzdüm. Aze elini omuzuma atacağı vakit ona sinirle baktığımda gülerek elini indirdi ancak eli eteğimin pilesini tuttuğun da onu boşvererek kameraya en güzel şekilde poz verdim. Bir iki pozdan sonra hepimiz arabalara binmiş kına yerine gidiyorduk.

 

İçimdeki heyecan çok büyüktü.

 

Art arda arabalarla kına köyüne giriş yaptığımızda gece çökmüştü. Bir Çerkez düğününe yakışır ışıklar, süslerle süslenmiş köy meydanının her tarafı huzur kokuyordu. Arabadan biran önce inmek için yerimde kıpırdanıp duruyordum. Dedem benim bu halime gülerek başımın tepesine dudaklarını bastırdı.

 

Elimi karnıma koyarak bebeğimi sevdim daha sonra kapımızı açan korumalar eşliğinde önce dedem daha sonra ben indim. İndiğim an dedem kolunu hafif içe bükük bir şekilde yaparak benim koluna girmemi sağladı. Şima'nın annesiyle babası ve birkaç köy büyükleri bizi karşılamak için gelirken yanıma gelen Aze, üzerindeki takım elbisenin cebine elini koyarak hafifçe eğildi bana doğru. "Oynamak yok," dedi uyarı tonunda.

 

Kaşlarımı hafif çatarak ona baktığımda hareleri bu anı bekliyormuş gibi titreşti. "Farkındaysan arkadaşım evleniyor."

 

Gözleri karnıma indi. "Farkındaysan hamilesin."

 

Yüzümü buruşturup, göz devirerek önüme döndüm. Emine teyze ve Güral amca'ya sarıldıktan sonra Şima'nın yanına gitmek istediğim de dedem kolumu nazikçe tuttu. Ona dönüp baktığımda gülümsedi. "Biraz otur daha sonra git güzel kızım." Başımı kalabalığa çevirdiğim de çoğunun gözleri üzerimde olduğunu gördüm.

 

Dedemi büzülen dudaklarımla bakarak onayladım. "Tamam."

 

Hep beraber Vumar ailesi için ayrılan, yan yana dizilmiş sandalyelere doğru yürümeye başladığımız da şarkıcının köyün sesi olarak anos ederek bizlere hoşgeldin ettiğinde dedem herkese hitaben selam verip masanın baş köşesine geçti. Bana bakıp güldüğünde Çoğu kişinin gözünde şaşkınlık emaresi oluşturacak hareketi yaptı.

 

Koskoca Macit Vumar kendisi oturmadan önce benim sandalyemi çekerek benim oturmamı sağladı. Cahil olan kesime uygulamalı ders verdi.

 

Sandalyeye oturduğum da başımın tepesini tekrar öptükten sonra yerine geçip oturdu. Bakışlarımı dedemden çekerken Aze ile çakıştı gözlerim. Bana güzel bakıyordu. Başımı eğmeden duruşum, hafif kalkık çenemde oyalanan gözleri memnundu.

 

Çalgılar yavaş yavaş ritme girerken ortaya çıkan kızlı erkekli guruplardan oluşan şölene aç gözlü bir şekilde bakıyordum. Uzun zamandır kafkas dansı yapmıyordum.

 

Özlemle bakıyordum oynayanlara.

 

Gözlerim üzerlerinden bir saniye bile ayrılmıyordu. Ne kadar izledim ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Şima'nın geliş müziğiyle şaşırdım aynı zamanda korktum çünkü yanına gitmeyi unutmuş dans edenlere odaklanmıştım.

 

"Allah kahretsin!" Dedeme dönerek gelişine katılmak için izin istediğim de göz kapaklarını bir iki defa örterek izin verişiyle birlikte kalktım.

 

Venzinadiko.

 

Giriş müzikleri yerimde durmama engel oluyordu. Çıkmış karnımla beraber heyecanla girişe giderken Şima'yla göz göze geldim. Bir elinde çiçek oynaya oynaya gelirken kırmızı eteğini eline dolamış sallıyordu. Kırmızı büstiyer, kolları balon olan kırmızı elbisesi ona çok yakışmıştı. Mavi gözleri önce kızgınlıkla daha sonra gülüşüyle karşıladığında beni, gülerek yanına gittim.

 

Elini uzattığında tuttum. Bana doğru yanaşıp, "yanıma gelmedin bana bir dans borçlusun."

 

Bu halimle mi?

 

En fazla ne olabilirdi ki? Değil mi? Alt tarafı Aze ve dedem beni boğardı.

 

Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak başımı aşağı yukarı salladım. "Sen yeter ki iste."

 

Beraber müziğin ritmine uygun bir şekilde oynayarak ilerlemeye başladığımızda dudaklarım kahkahaların serbest bırakmıştı. Omuzlarımı oynata oynata ilerlerken tüm genç kızlar arkamızda çığlıklarla eşlik ediyordu. Onların çığlık sesleri daha da bir coşturuyorfu ortamı. Uzun zamandır ilk defa bu kadar eğleniyor ve gülüyordum. Şima'yı biricik sevdiğine kadar ilerletip teslim ettikten hemen sonra büyük bir çember oluşturduk. Alkışlarla beraber onların çılgın danslarını izlerken kendimi durduramıyor kıvırıp duruyordum.

 

Ellerim dursa omuzlarım durmuyor, omuzlarım dursa kalçalarım ritime uyum sağlıyordu.

 

Oynayan Şima ile göz göze geldiğimde kocaman gülümseyip öpücük attı. Elimi uzatıp hayalî öpücüğün avuç içime toplayıp yanağıma bastırdım. Çocukluk arkadaşım değildi belki ama... Şima benim kaybolmuş çocukluğumun arkadaşıydı.

 

"Az kıvır, az," kulağımda hissettiğim mırıltıyla sağıma hızla döndüm. Aze tam yanı başım da durmuş gözlerini yüzüme dikmişti.

 

Güzel yüzüne iç çekerek dudak büktüm. "Az sen de oyna da Vumar erkeğinin endamını görsün millet."

 

Dudağının ucuyla gülerek ensesini kaşıdı sağ eliyle. "Ben oynayamam çirkin kendine başka birini bul."

 

Koluna uzanıp tutundum. "Ne olur yani birkaç dakikalığına oynasan?" Başımı omuzuma düşürerek alt dudağımı sarkıttım. "Hem hamileyim ben."

 

Son cümlemle kahkahasını saldığında kaç genç kızın yüreğini yaktığının farkında değildi. Uzanıp bunuma bir fiske attı. "Şu hamileliğini herşeye alet etme çirkin, yoksa doğacak çocuğun herşeye alet olma huyunu alacak."

 

Gözlerim korkuyla büyüdü. "Olur mu ki öyle bir şey?"

 

Tekrar güldüğünde koluna bir şaplak attım. "Sen benimle maytap mı geçiyorsun? Aşk olsun Aze!"

 

Gülüşü yavaş yavaş dudaklarında solarken elini uzatıp yanağımı sevdi. "Oynayalım bakalım Çerkez kızı."

 

Heyecanla, gülümseyerek geriye doğru gittiğim de, Aze eliyle birine işaret verdi. Dönüp baktığımda bir korumaydı. Birkaç dakika sonra anos edildi. Gelin ve damat masaya alınırken alan da boşalıyordu. Herkes geniş bir çember kurmuştu. Bir yanda Aze bir yanda ben çemberin ortasında durmuştuk.

 

Aze bana göz kırptığın da omuzumu kaldırarak kıkırdadım.

 

Çerkez müziği yavaş yavaş çalınmaya başladığında göklerdeki yıldızların da bize eşlik eder gibi çoğaldığını hissetim. Hepsi tepemizde toplanmış bu güzel şöleni kaçırmamak için eşlik ediyorlardı bize.

 

Ellerimi gökyüzüne doğru işaret parmaklarım içe bükük, estetiksel bir hareketle oyanatmaya başladığım da kızların coşkulu sesi kulaklarıma ulaştı.

 

Gülümsedim.

 

Kollarının birini beline diğerini benim gibi gökyüzüne kaldırmış Aze'ye doğru sımsıcak bir şekilde gülümsedim.

 

Ayaklarım ritmik bir şekilde kalktığında dizlerimi kırıp bir selam verdim. Aze selamımı aldığı an ikimiz de harekete geçtik. Yerde kayar gibi ellerim bir sağa bir sola doğru dans ederek ilerliyordum.

 

Aze hızını artırarak yanıma geldiğinde bir kolu belimin yukarısı omuzlarımda bir eli önündeydi. Berber ilerliyorduk. Ritimlerimizin uyumu ve sanki hamile olan ben değilmişim gibi oynaşım ortamı daha da güzelleştiriyordu.

 

Aze durdu bu sefer orta da ve ben onun etrafında dönmeye başladım. Ellerimi bir dalga misali oynatıyor ayaklarımı yere vuruyordum. Aze el dansını bırakmış beni alkışlamaya başlamıştı. Etrafımda birkaç kez döndüm. Her dönüşüm de yüzüme savrulan saçlarımla nefessiz kalmıştım. Başımı eğip saçımı arkaya doğru attığım da bir çift ela harelerle selamlaştı gözlerim.

 

Pür dikkat bana bakan elalarla.

 

Ellerimi göğüs hizama getirip tekrar döndüm.

 

Bir eli giydiği siyah takım elbisenin cebinde, yıkılmaz duruşuyla masaların gerisinde ayakta duran adamın gözleri üzerimdeydi.

 

Siyah uzun saçları dalga dalga olmuş, dudakları düz bir çizgi halindeydi.

 

Ellerimi hareket ettirerek aşağıya doğru süzülüp geri kalktığımda elaları benden çekilmemişti. Çok dikkatli bakıyordu. Beni benden daha çok bilir gibiydi bakışları.

 

Yabancı ama bir o kadar da tanıdık gibiydi.

 

Bu adam kimdi?

 

Aze'nin yanıma gelişini hissettiğim de ona döndüm fakat döndüğüm an bir çığlık sesi işitti kulaklarım. Bir çığlık değil de ağıt gibiydi ses. Ellerimin ritimleri aksadı. Gözlerim çığlığı bulma telaşına düştü. Etraftaki inslanlar koşuşturmaya başladı. Birkaç el silah sesi daha duydum, ayaklarım birbirine dolandı.

 

Yere düştüm.

 

Yere düşürüldüm.

 

Elim bebeğime gitti. Çığlık attım.

 

Üzerimde biri vardı. Üzerimde beni saran kişi Aze'ydi.

Daha ne olduğunu bilmeden kulaklarım silah seslerinden dolayı duymaz hale gelmişti. Çok fazlaydı. Etraftaki herkes bir yere koşuşturuyordu. Her yere kan bulaşıyordu.

 

"Korkma," diye fısıldadı kulağıma elimde değildi. İnsan çığlıkları beni geçmişe sürüklüyordu. "Korkma, Piraye."Sonra acı dolu bir inleme. Göğüsümde hissetim o acıyı. "Ağlama,"dedi, bir inleme daha.

 

Gözlerim korkuyla büyürken Aze'ye sıkı sıkı sarıldım.

 

Üzerimdeki bedeni sarsılıyordu. "Aze!" Bağırdım. Ellerimle boynuma düşen başına koyup kaldırmak istedim, engel oldu.

 

"Aze! Aze korkuyorum!"

 

"Ko...korkma," dedi. Sesi pusluydu. Sesi yıkık döküktü. Ellerimle başını tutup kaldırmaya çalıştığım da kendisini saklamaya çalıştı. Başını daha çok yasladı boynuma.

 

Titreyen dudaklarımla tekrar konuşacağım an yanı başıma bir beden düştü. Düşen bedenin açık kanlanmış gözleriyle buluşan gözlerim titredi.

 

Yüzümde hissettiğim ıslaklıkla kapandı gözlerim. Adımı bağırıyordu birileri.

 

"Piraye!"

 

"Kızım!

 

Gözlerimi açmaya zorladım fakat korkum önüme geçti. Uzaktan bir ses daha duydum. "Yavuz! Yavuz beni bırakma!"

 

Bir çocuk misali ağlayışlar içime içime işlendi.

 

Şima...

 

Kalkmaya çalıştım, Aze engel oldu. "Sakın!" diye bağırdı. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece ağlayarak, Aze'nin göğüsünde bekledim. Neyi bekledim bilmiyordum. Ne düşüneceğimi bilmiyordum.

 

"Yavuz öldü! Yavuz öldü!"

 

Ne?

 

Olmaz. Olmamalı.

 

"Anne!"

 

"Abim öldü!"

 

Duyduğum sesler kime aitti veya kim ölmüştü, yaralıydı anlayamıyordum artık. Bir şeyleri kavramakta zorluk çekiyordum. Kurşun sesleri kulağımı sağır ediyordu. Kan kokusunu ilk defa bu kadar yakından almıştım. L Yüzümdeki ıslaklık kandı, biliyordum. Midem bulanmaya başlamıştı.

 

Silah sesleri susmaya başladığında üzerimdeki ağırlıkta yavaşça yok oldu. Soluma doğru düşen Aze'nin bedeniyle titrerken, bakmaya korkuyordum. Titreyen ellerimi saçlarıma oradan karnıma götürdüm.

 

Buz tutmuş göz bebeklerim Aze'yi buldu.

 

Öylece uzanan Aze'nin bedeni beni dumara uğratırken hızla doğruldum yerimden. "Aze," diye mırıldandım ama tepki vermedi. Dizlerimin üzerine gelerek kapalı gözlerine baktım. "Aze!" diye, yüksek sesle bağırdım.

 

Titreyen kirpikleri aralandığında o güzel gözlerini gördüm. O gözleri gördüğümde içim rahatlarken öksürmesiyle ağzından boynuna doğru akan kana çarptı gözlerim.

 

İnce ince boynuna sızan, kana.

 

Nefes alamadım o an. İki el boğazımı esir almış beni öldürüyordu.

 

İnanmak istemedim.

 

Elimi kaldırıp indirdim birkaç kez. Ona dokunmaya korktum. Allah'ım!

 

Gözleri gözlerime değdi. Tir tir titreyen ellerimle bedenini yoklamaya başladım. Deli gibi üzerinde yara ararken kendimden geçmiştim. Ne yaptığımı bilir gibi olsam da mantıklı düşünemiyordum. Benim bu halimi bilir bir şekilde buz tutmuş elleri, ellerimi tuttu.

 

"Bırak!" Çığlık attım. Tekrar arayacağım an ellerimi tutu sımsıkı.

 

"Arama," dedi, gözleri dolu dolu. yutkunamadım. Bir acı takıldı boğazıma. "Sırtıma dört mermi yedim."

 

Yüzü acıyla kasıldı. Omuzlarım düştü. Umutlarım düştü yere.

 

"Hayır! Hayır, hayır!" Ellerimi ellerinden kurtararak yaralarına bakmaya çalıştım tekrar engel oldu.

 

Başımı eğdim. Omuzlarım sarsılmaya başladı. "Hayır Aze! Hayır!" Avazım çıktığı kadar bağırdım. Ağlıyordum bunu ellerimin üzerine düşen ıslaklıkla anlamıştım.

 

"Ağlama..."

 

Başımı olumsuzca salladım. "Ölmeyeceksin, değil mi! Dört kurşun ne ki senin için!"

 

Meraklı gözlerimi gözlerine dikmiştim. Fakat... Fakat gözlerinde gördüğüm derin boşluk sarsılmama neden oldu.

 

Baygın bakan gözlerinden yaşlar döküldü. "Öleceğim, çirkin."

 

Allah'ım, hayır.

 

Allah'ım lütfen.

 

"Saçmalama!" Başımı kaldırıp etrafa baktım fakat büyük bir kargaşa içinde kimden yardım isteyeceğimi bilmiyordum. Sarsılarak ağladığım için her yer bulanıktı. Yerde bir sürü insan vardı. Bir sürü kana bulanmış insan. Herkes telaş içindeydi. Kimi ağlıyor, kimi bomboş gözlerle etrafa bakıyordu.

 

Titreyen dudaklarımı kemirerek başımı şiddetle iki yana salladım. "Olmaz," omuzuna dokundum. "Hadi kalk ben seni taşırım. Hasteneye gidelim."

 

"Ölüyorum, çirkin."

 

"İkide bir bunu söyleyip durma!" Etrafa baktım tekrar. Bu nasıl bir çaresizlikti? Allah'ım bu yaşadığım neydi? "Ölmek yok! Ölmek yasak!"

 

Birşeyler yapmak için titreyen dizlerimle beraber kalkmaya yeltendim fakat daha doğrulmadan tekrar düştüm.

 

"Sana..." Öksürdü. Kanı beyaz elbiseme bulandı. "Zorlama kendini!" Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Lütfen Aze!"

 

Başını salladı"...Bir şey demem lazım."

 

Hayır.

 

"Aze."

 

"Lütfen... Piraye."

 

Başımı eğerek göğsüne yasladım. Başımı son kez göğüsüne yerleştirdim. Eli saçlarıma buldu fakat hemen düştü. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Dudaklarımı birbirine bastırıp sıkıca sarıldım hissizleşen bedenine. Göğüsünde atan ritimlerin sesi çok azdı. Kurumuş dudaklarımı batırdım kalbine doğru, öptüm. Boğazıma kadar dolan acıma rağmen öptüm doya doya. Bu gerçek beni öldürüyordu. Onu kaybedeceğim gerçeği beni öldürüyordu.

 

Yavaş yavaş sessizleşen kalp ritimlerine dokundurdum dudaklarımı.

 

"Söyle..." Dedim hıçkırıklarımın arasından. "Söyle Aze."

 

"Ben." Dedi fısıltı halinde."Sana âşı..."

 

...ğım, diyemdi.

 

Kalbi cümlesini tamamlamasına engel oldu. Atışları tamamlayamadığı kelimeyle beraber durdu. Kelimeleri göğüsüme saplandı.

 

Oluk oluk kanamaya başladım.

 

Kalan tek kanadım da kırıldı.

 

Aze.

 

Aze öldü.

 

Çocukluğum öldü.

 

İçimi kaplayan korku, hüzün, öfke ile çığlık attım. Ellerimle üzerindeki gömleği sımsıkı tuttum, çekiştirdim. Hıçkırdım. Hiçbir tepki vermiyordu. Ölü gibiydi. Ölmüştü değil mi?

 

O, ölmüştü.

 

"Yapma! Bunu bana yapma Aze!" Ağlamaktan boğuk çıkan sesimle beraber yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Lütfen Aze!" Feryat ettim. "Annemler gibi yapma! Beni bir başıma koyma!"

 

Bu olamazdı.

 

Göğüsüne vurdum. "Kalk! Kalk!" Olmuyordu! Allah kahretsin ki kalkmıyordu!

 

Bedenimin biri tarafından tutulup çekildiğin de daha da hırçınlaştım. Beni tutan kolları ellerimle savurdum fakat bu acı dinmiyordu. Canımdan can kopuyordu. "Bırak beni! Bırak!" Elimi boylu boyunca uzanan Aze'ye uzattım. "Aze, lütfen..."

 

Durmadan çekildim. Gözlerim bu kez dedemi gördü. Beni tutan kollardan kurtulup dedemin yanına koştum.

 

Koştum ama orasının da bir yangın yeri olduğunu bilmiyordum. Asıl yangının dedem olduğunu bilmiyordum.

 

Çakılı kaldım. Bir adım dahi atamadım.

 

Dedem...

 

Dedem kanlar içindeydi.

 

Amcam kanlar içindeydi.

 

Yengem kanlar içindeydi.

 

Yanıyordum. Kanıyordum.

 

Dudaklarım aralandı sadece. Çığlık atıp atmadığımı veya ağladığımı hissetmiyordum.

 

Dizlerimin üzerine sertçe düştüm. Gözleri gözlerimden yanında bulunan adama kaydı dedemin."Kızım..." dedi nefes nefese. "...Sana emanet." Buydu. Son cümlesi buydu.

 

Kızım sana emanet.

 

Başım dönüyordu. Bir kâbusun ortasına düşmüş gibiydim ve uyanmak istiyordum. Elim karnıma gitti. Keskin bir sancı bedenimi yokladığında kalbimin mi yoksa karnımın mı ağrıdığını anlamıyordum. Başımı eğdiğim de bacaklarımın arasından ayak bileğime uzanan kanı gördüm.

 

Koyu kırmızı kan ayaklarımın ucuna doğru süzülüyordu.

 

Bu kadar kan yeterli değil miydi?

 

Dedemin yanından kalkan adamın telaşlı yüzünü gördüm. Gözlerindeki kaybedişi gördüm.

 

Ben... Kendimi kaybettim. Ben sadece ailemi değil, kendimi de kaybettim.

 

 

Bölüm sonu🕯️

 

Duyguları yansıtabilmişsem ne mutlu bana.

 

Nasıldı başlangıç?

 

Aze'yi gerçekten okumanızı isterdim. Ölümü sizce?

 

Piraye ile Yusuf Agir Bozbey'in karşılaşması kanlı oldu

, böyle bir karşılaşma bekliyor muydunuz?

 

Hikâyeyi sevdiysek büyümesine yardımcı olmak adına arkadaşlarınıza tavsiye ederseniz çok sevinirim.

 

Şimdiden yanımda olan herkese teşekkür ederim. Sizleri seviyorum<3

 

Hikâyelerim ile ilgili bilgi almak için Instagram gmze_cllk tiktok gmzcllk hesaplarını takip edebilirsiniz. 🤍

Loading...
0%