Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@tanvakti108

Selamm!

 

Bölüme geçmeden önce vote vermeyi ve bir tane bile olsa yorum yapmayı unutmuyoruz değil mi?

 

Hikâyelerim ile ilgili bilgi almak için Instagram: gmzcllk hesabımı takip edebilirsiniz.

 

Melike şahin, geri ver

 

Bölümü keyifle okuyun <3

 

10.Bölüm

 

Dilime dolanmış sözleri sarf ederken kendimde olmadığımı biliyordum ancak Yusuf Ağa'nın bana bakıp başını iki yana doğru sallamasını beklemiyordum.

 

Gözlerini arkamda duran Ağabeylerime çeviren Yusuf Ağa'nın bakışları tekrar bana dönerken kolumu tutan Heja'yı bırakıp Yusuf Ağa'ya yaklaştım. Çıplak ayaklarıma batan taşlar acımı bana hatırlatırken sakinliğimi korumak için parmaklarımı avucuma sakladım.

 

"İstemiyor musun?" Diye sordum.

 

"Şuan ne düşüneceğini bilmiyorsun," başını eğerek gülümsedi. Gülüşünde gizli saklı nameler yer edinmişti. "Kafanı toparladığın zaman emin ol benimle evlenmek istemeyeceksin. Ancak bu yine de seninle evlenmeyeceğim anlamına gelmiyor. Kendine gelmen şuan için en önemlisi benim için. Bu konuyu sonra detaylıca konuşacağız zaten."

 

Dudaklarım bir parça açıldı. Adamın benden daha akıllıca davranması ayrı şaşkınlığa uğrattırken ağabeylerime baş selamı verip arabaya binmesi ayrı şaşkınlık yarattı.

 

Başımı iki yana sallayıp bu konu üzerinde durmak istemedim. Ben teklifimi yapmıştım. Kabul edip etmemesi ona kalmıştı. Kolumu sıkıca tutan Heja'ya döndüm. Yine suluydu gözleri. İçimde biriken ve birikmeye devam eden göz yaşlarımı odama kadar ne kadar tutabileceğimi bilmiyorum.

 

Gözlerimin kıyısında bekleyen damlacıkları tutmak zordu.

 

"Xwişkamın!" Diyerek kollarını bana sardı Heja. Benden biraz kısa olan boyundan dolayı eğilerek sıkıca sarıldım ben de ona. "Sen ne yaptın be güzelim..." Boğuk sesi göğüsümün tam ortasına oturdu.

 

Ben hiçbir şey yapmadım.

 

Sadece sevdim.

 

Ben, sevdiğim adam da beni, benim kadar sever umuduyla sevdim.

 

"Be-n..." İstediğim ses tonunun aksine eski plak gibi cızırdayan boğazımı temizleyip devam ettim: "Ben sevdim Heja."

 

Kolları bedenimden ayrılsa da mesafemizi kapatmadan hüzünlü gözleriyle gözlerime baktı. Dudaklarını bükerek arkasında duran ağabeyim Rizgâr'a kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü. Küçük omuzlarını hüzünle silkerek,"Değmemiş," dedi.

 

İşte tam şuan, ne diyeceğimi bilmediğim bir andayım.

 

Ne denilirdi ki?

 

Değmemiş.

 

Boğazıma dizilen hıçkırıklar boğazımı yarsa da sustum.

 

Kafamın içinde gümbürdeyen bir müzik, müziğin geri planda bıraktığı uğultular, uğultuların adresi olan Araf.

 

Derin bir iç çektim.

 

Ağabeyim Rizgâr bana kısa bir bakış atıp içeri geçerken Şerwan ağabeyim iki koca adımda yanıma geldi. "Delâlamın," sarılmak için uzattığı kollarına istemeyerek engel oldum, birkaç adım geriye giderek.

 

Boş kalan kolları hâlâ yukarıda dururken bana 'neden' dercesine baktı ancak verecek cevabım yoktu. Utanılacak bir şey yapmamıştım.

 

Sadece... Sadece ağabeylerimi değmeyen bir sevda uğruna zor durumda bıraktığım için, onların itibarını zedelendiğim için utanıyordum. Heja'nın Rizgâr'ın ardından gittiğini göz ucuyla gördüm. Başımı yerden kaldırmak istemiyordum. Bir ömür burada, böyle kalabilirdim.

 

"Roya, bana bakmayacaksın?" Yapamam ki...

 

Dudaklarımı zorlukla araladım."Özür..."

 

"Sakın!" Diye öfkeyle bağırdığında başımı yukarıya kaldırıp onunla göz göze geldim. "Sakın özür dileme! Ne benden ne başkasından. Sen özür dilenecek bir şey yapmadın." Başımı iki yana sallarken "Yaptım ağabey," diye mırıldandım.

 

Elini uzatıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Eğer özür borçlu olduğun biri varsa o da sensin delâlamın. Kendinden özür dile ama başka kimseden dileme."

 

"Ben..."

 

"Evet delâlamın, sen. Kendinden dile özürünü." Yüzündeki şefkatli tebessümle baş parmağını ne zaman aktığını bilmediğim göz yaşımı yakalayıp usulca sildi.

 

Bakışları ayaklarıma döndü, "seni taşıyacağım." Ona engel olarak başımı iki yana doğru salladım. "Yürüyebilirim." Konağın giriş kapısına baktım.

 

Derin bir nefes alıp verdim.

 

Omuzlarımı silkeleyerek kendime gelmeye çalıştım. Avluda beni bekleyen öfkeli insanları hissediyordum. Ağabeyim ne kadar yanımda olsa da içeridekilerden kurtulmayacağımı ve eninde sonunda onlarla çatışacağımın farkındaydım. Bugün, herşey üst üste gelmişken bunu da atlatıp kendime gelmem lazımdı.

 

Şerwan ağabeyimle beraber avlunun dışındaki kapıya yaklaşırken annemin sessini duymaya başlamıştım bile. Kim bilir bu sefer beni ne ile itham edecek ve düşünmekten yorulan beynime eziyetler edecekti. Çıplak ayaklarım kaldırımın soğukluğuna alışmıştı. Yüreğim de bu soğukluğa alışacak mıydı?

 

Alışırdım, alışmak zorundayım.

 

Kapıdan girdiğim an herkesin bakışları beni bulmuştu bile. Burnumu çekerek iç çektim. Karşımda duranların bakışlarına konmuş suçlayıcı ifadeleri başımı dimdik tutarak yok ettim. Hepsi toplanmış kendi benlikleri ile benim hakkımda hükümler verdiklerini görebiliyordum. Adımlarım sekteye uğramadan yürümeye devam ettim. Ağabeyim Şerwan dursa da ben devam ettim. Tam karşımda İdo amcamın yanında duran Sedat ağabeye yetiştiğim gibi kaldırdığım sağ elimle yüzünün omuzuna düşeceği şiddette tokat attım.

 

"Roya!"

 

"Sedat!"

 

İçimdeki hüzün bir kenara çekilmiş öfkemi öne sürmüştü. Bu kadar ağladığım yetmez miydi? Sedat'ı görür görmez yaşadıklarım gözlerimden bir filim şeridi misali geçmişti.

 

Sevdası için sevdamı yok satmıştı.

 

Ona vurmam hak değil miydi?

 

"Bak hele şuna! Yollarım seni, bir de utanmadan tokat atar!" Diye bağıran anneme kısa bir bakış atarak Sedat ağabeye döndüm.

 

"Yüzüme bak Sedat ağabey!" Bakmadı. "Yoksa utanıyor musun? Söylesene ağabey!"

 

O da hatalı olduğunu biliyordu.

 

Ama olan olmuştu işte. Pişmanlıklar bir süre sonra bir işe yaramıyordu.

 

"Kuzulkurt Roya! Dellenmesi gereken sen değilsin!" Diyen Yâde Rozan'a baktım. Bastonu tutan dengli ellerini bana doğru uzatarak bağıran Yâde Rozan'a dönerek gerçek olmadığı belli olan bir şekilde güldüm.

 

"Öyle mi Yâde? Dellenmesi gereken siz misiniz!" Başımı tutarak bir adım geriledim. "Bunca yaşananların suçlusu kim yâde!"

 

Etrafımda dönerek bana bakan yüzlerde bakışlarımı gezdirdim. Rizgâr ağabeyimin yanındaki annemin nefretle bakan gözlerine baktım. "Bak yâde, oradaki anam beni merak etti mi bilmem!" İdo amcama döndüm hızla. Ak sakalarına tutunan eli yanına düştü. "Bu da sözde amcam!"

 

"Roya," diyerek uyaran sesin sahibi Berivan yengemdi. Kocasının yanında bana ayıplayarak bakıyordu.

 

"Ne o yenge? Amcam olan adam beni oğlu için öne sürer! Hemde nişanlanacağımı bile bile!" Sinirle elimi yumruk yaptım. "Benim yaşımda kızı vardır! Töre dediniz ancak töre bu değildir!" Son cümlemle Yâde Rozan'a yaklaştım. "Değil mi yâde?"

 

Ağır ağır yutkunarak bana bakan gözlerini yumdu. Dudakları kıpırdandı ancak bir şey demeden sadece durdu. O da biliyordu yanlışı, yanlış olduğunu ama bir şey vardı onu engelleyen.

 

Onu da öğrenecektim sadece zamanı vardı.

 

"Aliye beni odama götür." Dedi kısık bir tonla. Aliye hemen yâde Rozan'ın koluna girip onu götürmeye başladığında kendimi tutamadım. "Böyle kaçarak olmaz yâde. Sen bana yaşattığın bu acının hesabını elbet vereceksin."

 

"Roya, yeter." Diyen ağabeyim Rizgâr'a döndüm bu sefer.

 

"Aslında yetmez ağabey. Ben size ne söylesem az gelir lâkin değmez," dediğimde dudaklarımda alay dolu bir gülümseme belirdi. Aslında dikkatli baksalar gülüşümdeki çığlıkları duyabilirlerdi. Başımı iki yana sallayarak geriledim. Hepsinin üzerinde bakışlarımı gezdirdim. "Beni bu hâle siz getirdiniz. Beni siz yaktınız, beni siz yok ettiniz! Beni öldürdünüz de cenazemi görmezsiniz!" Üst üste yutkunarak ellerimi yumruk yaptım. "Ne desem az size." Ruhsuz bakışlarımla onları geride bırakıp odama çıkmak için merdivenlere yöneldim.

 

Dayanacaktım, ben buna dayanacaktım. Belki uzun sürecekti belki aklımdan çıkıp kalbimden çıkmayacaktı ama öğrenecektim. Ben, bu yara ile yaşamayı öğrenecektim. Odamın kapısını açıp kendimi içeriye attığım an derin derin solumaya başladım.

 

Yutkunamadım yine.

 

Dudaklarımı ısırmaya başladım ve sessiz adımlarla yatağıma doğru yürüdüm. Bir elimi yatağa bastırıp yere doğru bırakırken bedenimi, göz yaşlarımı da serbest bıraktım.

 

Beni bıraktı.

 

Gözlerimi bir an kapattım ve kendimi teselli edecek düşüncelerin arasına bıraktım. Gözlerimin kenarlarından ince ince göz yaşları akarken odamın kapısı bir hışımla açılıp geri kapandı.

 

"Roya!" Yanı başıma oturan Dilberay ellerini uzatıp yanaklarımı avucuna aldı. Onun yanaklarımdaki ellerini tuttum. "Neler yaşadın sen güzelim? Ne yaptılar sana böyle? Kim kırdı kanadını?"

 

Hıçkırdım.

 

"Ağlama kurban olduğum..."

 

Ellerini sıkı sıkı tutarak doğru kelimeleri bir araya getirmeye çalıştım. "Güvendiğim adam beni öldürdü Dilberay... Göğüsümü delip yüreğimi kendi elleriyle çekip çıkardı." Yüzüm acıyla kırışmış, midem bulanmaya başlamıştı. "Beni bıraktı, bizi bıraktı."

 

Kaç defa tekrarlayacaktım bu kelimeyi? Sadece bir kez bıraktı desem olmaz mıydı? Böyle daha çok canım yanıyordu. Dilberay'ın boğazından öyle bir iç çekiş koptu ki, sanki canımın acısını yaşamış gibi. Başımı önüme eğdim ve titreyen parmaklarımla gözlerimin kenarlarını kuruladım.

 

"Nasıl yapar bunu? Ben Araf'ın sevdasını bilirim Roya... İnanmak çok güç." Dilberay hızlı hızlı konuşuyor benim gibi olanları hazmetmeye çalışıyordu. "Çok seviyor o seni! Saçının teline zarar gelse her yeri yakar Roya! Seni bırakmaz elbet bir sebebi vardır, değil mi? Vardır ya! Olmalı!" Ayağa kalkıp odada delirmiş gibi gezinip tekrar yanı başıma oturdu dizleri üzerinde. Gözleri dolmuştu, kirpiklerinde asılı kalmış göz yaşlarını görebiliyordum.

 

Titreyen dudaklarımı araladığımda korkuyla soluğumu tutup bıraktım. "Bana, kuma olursan seninle kalırım dedi Dilberay." Elimi sertçe göğüsüme vurdum. "Bana eski yavuklusuyla evli olduğunu bas bas bağırarak söyledi!" Tekrar vurdum göğüsüme.

 

Paramparça olmuşum ben.

 

Her parçam bir tarafa dağılmış.

 

"Evli olduğunu kabullendi... Yüreğim sıkışıyor, yanıyor cayır cayır." Sarsılan omuzlarıma kollarını doladı, galiba sarılıyordu bana.

 

"Nefes alamıyorum! Nefesimi kesti! Benim nefesimi kestiler!" Kelimelerim dilime batıyor acıyla kavrulmama neden oluyordu.

 

Göğüsüme ardı ardına vurduğum ellerimi tuttu Dilberay. Hıçkırıklarımın artık dışarıya taştığına emindim. Bağırmak, haykırmak ve ağlamak istiyordum. İçimdeki yangını nasıl söndürecektim ben şimdi?

 

İçimdeki Şehir'e bombalar yağmış gibiydi. Paramparça. Evimdeydim ancak evim gibi hissetmiyorum. Bu nasıl bir acıdır? Geçmek bilmiyor Allah'ım! Bu acı geçmek bilmiyor...

 

"Ağla güzelim, ağla."

 

"Gerçekten sevdi sandım. Beni sevdi sandım! Aptal gibi inandım... Ben çok mu aptalım?" Diye sordum hıçkırıklarımın arasından. "Aptalım ben değil mi?"

 

Elleriyle ellerimi tutmaya çalıştı ancak yapamayacağını anlayınca pes etmişti. "Değilsin Roya."

 

Başımı kaldırıp göz yaşlarımın arasından Dilberay'a baktım. Titreyen parmaklarımı sol göğüsüme bastırdım. "Çok acıyor."

 

"Geçecek."

 

"Geçsin, lütfen bu acı geçsin. Ben onu başkasıyla görmeye dayanamam ki..." Artık hıçkırıklarım iç çekişlere dönmüştü. Göz yaşlarım ise usul usul akmaya, çenemi rota haline getirmişlerdi.

 

Hayalini kurduğum herşeyin üzerime nasıl yıkıldığını izliyordum. Çareler çaresizdi artık. Çare kalmamıştı. Çareleri yaratan bendim ve çareleri yok eden Araf'tı.

 

Yok eden O'ydu.

 

O.

 

Omuzlarım aşağıya düştü ve göz yaşlarımdan bulanık gördüğüm her şeye ant içtim. "Asla affetmeyeceğim. Ne olursa olsun Araf'ı asla affetmeyeceğim."

 

Bu bir yemindi.

 

Bu bir başlangıçtı.

 

İçimdeki sevgiyi eşeleyip derinlerde duran nefreti ortaya seren her kimse cezasını alacaktı!

 

"İçimi kavuran sen Araf Ağa! Kalbimde çiçekler açtıran yine sen Araf Ağa! Bana yaşattığın bu acıyı unutursam eğer dilim lâl, gözlerim görmez olsun!"

 

*

 

3 gün sonra

 

Çöken Omuzlarımla lavaboya girdiğimde mümkün olduğunca az aynaya bakmıştım. Bu geçen üç gün içinde aynalar en büyük korkum haline gelmişti ve geçecek gibi de değildi. Aynaya baktığımda halimi görüp üç gün önceye dönmek, o güne dönüp kendimi kaybetmek istemiyordum. Ağlayacağım kadar ağlamış, dağıtacağım kadar dağıtmıştım. Geçen günler içinde sessizlik içinde kalmaya çabalamış ancak aşağıya indiğim an sessiz kalamamıştım. Yâde Rozan bile benden kaçar olmuştu. Dün akşam yağmur yağmasına rağmen terasta otururken yanıma gelip oturmuştu. İkimiz yan yana oturup sadece susmuştuk. Aslında susan sadece bizdik çünkü benim içimdeki yaralı küçük kız hiç susmamıştı.

 

Benim yaralı küçük kızım.

 

Derin bir soluk aldım. Lavabodan çıkıp odama girdiğimde yatağımı toplayıp dolaptan dizlerime gelen bir elbise giyip ince bir kazağı başımdan geçirdim. Yatağın üzerine attığım çantamı başımdan geçirip sağ tarafıma doğru düzeltirken bugün yapacağım görüşme için oldukça tedirgindim. Ağa toplantısına katılmayı reddetmem üzeri tepkiler alsamda O'nun da o toplantıda olacağını bildiğim için bu tepkilere karşı gelmiyordum. Hiçbir güç beni o toplantıya götüremezdi.

 

Hakkımda verilen hükümlere karşı gelen Yusuf Agir Bozbey yine yapmıştı yapacağını. Şerwan ağabeyimin söylediğine göre bana verilen hüküm evlenmemdi. Ne takmışlardı evliliğime! Dicle'yi vurmam ile verilecek olan hükümü de O, bozmuştu. Dicle hanım affetmiş beni(!) Allah'ım sanki onun affetmesine kalmışım gibi! O'nun Urfa'ya dönüşüyle herşey eskisi gibi olmuştu.

 

Değildi.

 

Eskisi gibi olsa O, benim yanımda olurdu. Kalbim bu kadar sıkışmazdı.

 

Canımdan can kopmazdı.

 

"Roya?" Bana seslenen İdo amcamın kızı Aliye ile masamın üzerindeki örgülü siyah hırkayı alıp odamdan çıktım. Odanın önünde duran Aliye'ye gülümsedim hafifçe.

 

"Roya isminden sonra gelen 'abla' kelimesi nerdedir gulamın(gülüm)." Örgü yaptığı saçlarını omuzlarından sırtına doğru atarak mahcup bir şekilde gülümsedi.

 

"Seni kendimle yaşıt görürüm Roya."

 

Elimi uzatıp omuzlarından kavradım. "Demek benimle yaşıt görürsün kendini. O zaman de hele benim ile senin benzerliklerimizi." Beraber aşağıya inerken Aliye parmaklarını öne uzatıp saymaya başlamıştı bile.

 

"Bir kez babam, benim büyüyünce senin gibi deli olacağımı söyler Roya. Sonra benim de gözlerim renkli ve atları çok severim." Deli olma konusunda neden herkesin bana taktığını da bilmiyorum oysaki hiçte deli tarafımı görmemişlerdi.

 

Aliye ile kahvaltı sofrasına gelene kadar benzerliklerimiz ile tartışmıştık.

 

Sofraya oturanlara hiç bakmadan Heja'nın yanında duran küçük miniğe doğru hızla gittim. Onu özlemiştim. O kadar güzel bir bebekti ki ona baktıkça bakasım geliyordu. Bu geçen günlerde en büyük sırdaşım olmuştu. "O da yanına gelmeyince huysuzluk yapmaya başladı." Heja'nın söyledikleriyle gülümsedim.

 

Rizgâr Ağa'nın homurdanmasını işittim. Göz ucuyla ona baktığımda ters ters bana bakıyordu. Kız babası olarak kızını kıskanması normaldi ancak benden bile kıskanması hiçte normal değildi. "Hebunamın... (Varlığım) Canımın içi, beni mi özlemiş?" Parmaklarımın sırtı ile yanağını okşadım.

 

"Gelse de beni sevse diyor." Diyen Heja'ya göz kırpıp küçük sırdaşım Neva'ya eğilerek en sevdiğim köşesinden, boyun girintisinden derin bir nefes aldım. Kokusuna o kadar alışmıştım ki bünyem, bedenime uyuşturucu etkisi yapıyordu.

 

"Hala sana kurban olsun!"

 

"Nereye gidiyorsun sen?" Annemin sorusuyla bedenimi dikleştirdim. "İşlerim vardır, onu halletmeye gidiyorum." Dedim. Annem başını usulca sallayıp önüne döndüğünde şaşırdım.

 

Gözlerimi masanın başındaki yâde Rozan'a çevirdim. Bu onun işi olmalıydı. Annemle konuşacağını söylemişti "Şirkete eve geçmeden bir uğra." Diyen Rizgâr ağabeyime anlamsızca baktım.

 

"Şirket mi? Neden?"

 

"Hissenin yüzde otuzu sen de olduğu için imzalaman gereken evraklar var." Başımı 'tamam' anlamında salladım.

 

"Bir şeyler yeseydin keçamin (kızım)." Diyen Berivan yengeye baktım.

 

"Dışarda yerim bir şeyler, noşi canbe (afiyet olsun)." Diyerek arkamı onlara döndüğüm de masadan iç çekişler yükseldi. Kendime geldiğimi sanıyorlardı hâlbuki ben kendime gelmiş numarasını oynuyordum.

 

Dudaklarımı gererek gülümsedim.

 

"Roya!" Seslenen Rizgâr ağabeyim ile adımlarım durdu. Arkamı dönerek bana doğru gelen ağabeyime baktım. Heybetli bedeni, mükemmel duruşu yaşananlara rağmen yerindeydi.

 

"Sana bakacaklar," diyerek doğrudan, kıvırmadan konuya daldı. Gülen dudaklarım toplandı. "Birkaç dengesiz laf atacak." Elini tedirginlikle kaldırıp başımın iki yanından tuttu. "Sen bir Karadağ kızısın. Ne olursa olsun her zaman başın dik yürümeyi bilen birisin. Başını sakın eğme Roya." Titrek bir nefes bahşettim ciğerlerime. Rizgâr ağabeyimle bu kadar yakın olmayalı bayağı olmuştu.

 

Herşeyde bir hayır vardır derler ya bu hayırlı şey ağabeyim ile beni bir araya getirmek mi?

 

Gözlerini, gözlerimde görecek miydim artık? Bana küçükken sarılmazdı ya pek, şimdi sarılacak mıydı?Dudaklarım az kalsın kıvrılıyordu hissettiğim duygulardan.

 

"Başımı eğecek bir şey yapmadım ben Rizgâr Ağa." Yanıma gelip sarılmadan giderse diye ödüm koparken başını eğip dudaklarını alnıma bastırmasıyla nefesimi tuttum.

 

Dudakları alınımda, burnu saç diplerimdeydi.

 

"Allah'ım çok şükür," duasını yapan Heja'ydı.

 

"İki adam göndereceğim peşinden haberin olsun. Dikkatli sür arabayı." Alnımdaki sıcaklık kaybolsa da içime akan sıcaklık yerli yerindeydi.

 

"De xayde," tek kaşımı kaldırarak ona baktım. "Yoluna git Karadağ kızı!" Dudakları bakışlarım yüzünden seğirir gibi oldu.

 

Bana Karadağ kızı dediğinde aklıma gelen Yusuf Ağa'yla dişlerimi sıkıp yürümeye devam ettim. Avludan çıkıp hazırlanan arabama binmeden önce beni uzaktan koruyacaklarını sanan Akif ile Hüseyin'e baktım. İkisi de benim binmemi bekliyorlardı. Açık kapıyı tutarak onlara doğru döndüm.

 

"Beni uğraştırmayın Akif. Zaten kaybedeceğim izimi." Akif söylediklerimle bariz bir şekilde affaladı. Kaşları çatılırken yanındaki Hüseyin'e bir bakış atıp boğazını temizledi. "Hanımım, Rizgâr Ağa'dan dayak yemek istemiyorum."

 

Güldüm.

 

Ahh, Akif'in bir an önce korkusunu yenmesi lazımdı. Parmaklarımı ritimle kapıya vurup omuz silktim. "E, Rizgâr Ağa'nın da dediği gibi 'xayde' o zaman." Arabaya binerek yandan çantamı çıkarıp hırka ile yanımdaki boş koltuğa attım. Arabayı çalıştırıp derin bir nefes aldım.

 

Arabanın içine yayılan mesaj sesi ile tek elimle telefonumu alıp açtım.

 

Gönderen; Bozbey

 

Geldim.

 

Gözlerimi kapatıp açtım. Telefonu çantamın yanına atarak gaza bastım.

 

Yusuf Ağa ile buluşacaktım. Konuşacaklarımız vardı ama önce arkamdaki arabadan kurtulmam gerekiyordu. Taş duvarlarla bezeli olan sokaklardan, caddelerden geçerek nihayet izimi kaybettiğimde Yusuf Ağa ile karşılaştığımız yere, çınar ağacına doğru sürmeye başladım.

 

Arabanın sessizliği düşüncelerimi boğuyordu. Şarkı açmak için radyo ya uzandım ancak basmadan geri çektim elimi. Dinlersem kaybederdim kendimi.

 

Şarkılara küsmüştüm.

 

Onu hatırlatan herşeye küstüm.

 

Geçtiğim yollara da küstüm. Bu, çınar ağacına son gelişimdi. Herşey burada başlamış ve burada son bulacaktı.

 

Yaklaştığım çınar ağacının yanında gördüğüm siyah arabayla sertçe yutkundum. Onunla baş başa olacağımız gerçeğini sindirmeye çalıştım. Arabayı, onun arabasının yanında durdurarak titreyen parmaklarımla aşağıdan bağladığım saçlarımı düzeltip kapıyı açtım. Biraz sonra onun bakışlarını üzerimde hissedecektim.

 

Derin bakan bakışlarına alışmalı mıydım?

 

Bana yaptıklarından sonra ona ne kadar güvene bilirdim ki?

 

Arabadan indiğim an gördüğüm ilk şey , onun kendisi olmuştu. Onu gördüğüm an tüylerimin rahatsız ürpermesi ne zaman son bulacaktı? Çınar ağacının diğer tarafında, uçuruma yakın olan yerde sırtı bana dönmüş vaziyetteydi. Gece karası saçlarından ensesine oradan geniş Omuzlarını saran siyah takım elbisenin kumaş ceketinden geniş gövdesine indi bakışlarım. Elinin teki cebindeydi.

 

Geldiğimi bildiği hâlde bana dönmeyen bakışlarına kaşlarımı çatsam da yüzümdeki ifadeyi yok ederek uçuruma doğru yaklaştım onun gibi.

 

En ufak bir hareketle kendimi uçurumun aşağısında bulabilirdim. Kollarım kendiliğinden açıldı. Esen buz gibi rüzgâr içimi titrettirken, rüzgârın bir kerelik içimdeki yangını söndürme gücüde olmasını diledim.

 

Gözüm kapalı bir adım daha attığımda ayağımın altındaki taşların uçurumdan yuvarlanma sesi kulaklarıma nini gibi geldi.

 

"Buradan atlarsam, çok acı çeker miyim Yusuf Ağa!" Diye bağırdım.

 

"Zaten yeterice acı çekmiyor musun, Karadağ kızı?"

 

Yutkundum.

 

Gözlerimi açarak onun olduğu yere baktım ama bulamadım. Belime dolanan ve beni geriye çeken kollarla nefessiz bir şekilde kaldım. Beni de bereberinde uçurumdan uzaklaştıran Yusuf Ağa'nın kollarından çıkıp ona doğru döndüğümde sinirlenmiştim.

 

"Bana sakın bir daha dokunma!"

 

"İstemeden oluyor." Yüzümdeki ifade söyledikleriyle dağıldı.

 

"Ne?"

 

"Seni çekmesem atlayacaktın."

 

"Hayır, yapmayacaktım." Gözlerimi kısarak yorgunlukla gülümsedim. Saçları, üstündeki kıyafetine hakaret eder gibi dağınıktı. Benim içim dağınıktı, onun ise bedeni.

 

"Yapmana izin vermezdim," diyerek bana doğru bir büyük bir adım atarak mesafemizi yok etti.

 

Tek kaşımı kavisle kaldırdım. "İsteseydim, engel olamazdın." Başını eğerek yüzüme dikkatlice baktı. Gözlerimden, saçlarıma oradan yanaklarıma geçen bakışları dudaklarıma kısaca değerek tekrar gözlerimi buldu. Arkama dönerek derin ve beni bir kara kuytuya çeken bakışlarından kurtulmaya çalıştım.

 

Genzini temizlediğini duydum.

 

"Buraya neden geldiğinin farkındasın değil mi?" Elbette farkındaydım. Herşeyin iyi olmasını istiyorsam bazı şeylerin de üstesinden gelmeliydim.

 

"İki sevdanın yok olmaması için buradayım."

 

"Karadağ kızı," uyaran sesi ile o yakıcı bakışlarını göze alarak ona doğru döndüm.

 

"Sedat ağabey yaptığı hatanın farkında. Onlar ölümü göze alarak sevdalarını korudular. Evet, belki kaçmak iyi bir fikir değildi ama... Ama sonuç ortada." Üstüme üstüme gelen duvarların önüne geçmek adına verdiğim karardan vazgeçmeyecektim. Kendimden vazgeçmiş olabilirdim ancak hayata tutunan sevdaların yanında olmak için dimdik duracaktım.

 

Eskiden asla yapmam dediğim şeyler artık o kadar uzak gelmiyordu. Bir kez daha anladım ki, asla yapmam demek o şeye attığın ilk adımdı ve bu adım devamını da getiriyordu.

 

Ben güzel bir rüyadan uyanmıştım ve şimdi bir kabusa yatacaktım.

 

"Yarın akşam beni isteme gel Yusuf Ağa." Düz bir ifade ile bana bakan gözlerinde çakan şimşekleri gördüm. Aramızdaki mesafeyi biraz daha yok ettim. "Bana yaşattıklarını unuttum sanma ve sana yapacaklarıma da hazırlıklı ol Yusuf Agir Bozbey." Kurduğum cümlenin ağırlığı ile onu arkada bırakıp arabama doğru yürümeye başladım.

 

Derin bir kuyu açıldı.

 

Ben kendimi o kuyunun içine attım.

 

Boğulacaktım.

 

Yanacaktım.

 

Sevecektim.

 

Sevilecektim.

 

Ağlayacaktım.

 

Düşecektim lâkin tek başıma her seferinde sapasağlam bir şekilde kalkacaktım.

 

Bölüm sonu 🥀

 

Bölüm bitti! Nasıldı?

 

Roya aslında bu bölümden sonra başlıyor diyebilirim. Şuana kadar okuduğumuz kısım bir girişti sadece. Daha uzun ve daha olaylı bölümlere geldik sonunda!

 

Olacaklar için o kadar heyecanlıyım ki!

 

Neyse neyse çok konuşmadan sorularıma geçeyim.

 

Sizce bundan sonra ne olacak?

 

Roya doğru bir karar mı verdi sizce?

 

Rizgâr ile Roya'nın arasında ne geçmiş olabilir?

 

Sizce Araf Ağa ne yapacak bunu duyunca?

 

Sevdiyseniz bir kalp alabilir miyim? <3

 

Sizleri seviyorum :*

Loading...
0%