@tanvakti108
|
Selammm! Bölüme geçmeden önce vote vermeyi unutmuyoruz değil mi? Yorum yapmayı unutmayın lütfen. <3
Hikâyelerim ile ilgili bilgi almak için Instagram: gmzcllk
Erdoğan Emir, To şiya (çok severek dinliyorum tavsiyemdir)
11.Bölüm
Arabamı Karadağ şirkettinin önüne park ederken titreyen bedenime söz geçirmeye çalıştım. Önüme gelip giden o an, oldukça tedirgin, aynı zamanda ise pişman olmamı sağlayacak netlikte olunca zihnime fısıldadığım kelimelerle bir barikat kurup engel oluyordum.
Anı yaşa derdim kendime.
Ben her anımı yaşarken, verdiğim anlık kararlar yüzünden bir kez daha üzülmek istemiyordu. Çok şey değildi istediğim sadece üzülmemek istiyordum.
Arabadan uzaklaşıp girişe yaklaşırken ağır ağır yutkundum. Verdiğim kararın doğruluğu önüme geçip yanlış olduğunu bas bas bağırsa da yürüdüm ve seçtiğim yoldan vazgeçmeyecektim.
Onunla evleneceğim.
Hem de ne evlenme!
Gülümsedim ve kendimden emin adımlarla şirketten içeriye girdim. Ağabeylerimin odaları en üst katta olduğu için asansör kısmına yönelen adımlarım üzerimde gezinen bakışlara inat titremiyordu. Asansörü çağırıp beklerken aynı zamanda çantamı da düzeltip etrafıma göz gezdirdim. Asansörün geliş sesi ile boş asansöre binerken ismimi duydum.
"Roya!"
Öne doğru bir adım atsam da kapanan kapının aralığından gördüğüm Furkan ile geriye doğru çekildim. Furkan Bey'den pek haz etmiyordum. Şirkette olduğum her anımda yanımda olma ve benimle konuşma çabalarından sıkılmıştım. Mimar olmasının yanında bir de sapıktı. Böyle bir sapığı neden hâlâ şirkette tuttuğumuzu da anlamış değildim galiba en kısa sürede bu işe de el atmam lazımdı. Sonuncu kata geldiğimi belirten sesle inerek yan yana olan kapılardan Rizgâr Karadağ yazan tabelaya göz gezdirip odasına ilerledim. Kapının biraz çaprazında kalan yerde büyük geniş ahşaptan yapılmış masanın gerisinde duran Helin beni görür görmez ayağa kalktı. "Hoş geldiniz Roya Hanım, Rizgâr bey sizi bekliyor." Dedi.
Helin benimle yaşıt olduğu hâlde 'hanım' sıfatını kullanmaktan vazgeçmiyordu. Birkaç defa onu tatlı dille anlatmaya çalışsamda dediğim dedik yapısı ile beni bezdiriyordu.
"Rahat ol Helin," derken yanağından bir makas aldım. "Şu 'Hanım' sıfatını da ekleme ismimin yanına, rahatsız oluyorum." Ağabeyimin kapısına ilerlerken arkamdan kıkırdayarak gülen Helin'e başımı olumsuzca salladım.
"Tabii Roya Hanım."
Gülümseyerek açtığım kapıyı ardımdan kapatıp ağabeyime döndüğüm an gülüşüm dudaklarımda asılı kaldı. Beklediğim tablo bu değildi. Rizgâr ağabeyim ile Şerwan ağabeyim öfkeli bir şekilde bana bakıyordu. Öfkeli hâllerinin neden olduğunu elbette biliyordum, sadece bu kadar erken öğrenmeleri tuhafıma kaçmıştı.
"Sen ne yaptığının farkında mısın Roya?" Rizgâr ağabeyim masanın gerisinden çıkarak bana doğru yaklaştığında kuruyan dudaklarımı ıslattım ve başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım.
"Erê,(evet)."
"Bak, bak görüyorsun Şerwan, nasıl pişkinlikle cevap veriyor!" Eliyle beni işaret ederek Şerwan ağabeyime baktı. "Verdiği kararın ona zarar vereceğini bilerek kendini dipsiz bir çukura atar!"
"Ben kendimi o dizpsiz kuyuya atmadım ağabey!" İşaret parmağımla ikisini hedef aldım. "Ailem, beni dipsiz kuyuya sürükledi! O da, O kişi de beni itti. Bu olanların suçlusu sizsiniz! Şimdi de neden o dipsiz kuyuyu sahiplendiğimi sorgularsınız!" Geriye doğru bir adım attım. "Biraz da beni rahat bırakın! Kararlarıma saygı duyun!" Hızlı hızlı soluduğum için kalbim sancılanmaya başlamıştı. "Bir kez ya... Sadece bir kez kendinizi benim yerime koyun."
Rizgâr ağabeyim yumruklarını sıktı, parmakları avuç içlerini neredeyse parçalayacaktı. Kenetlediği dişleriyle çene kemiği belirmişti. Aldığı derin nefesler onu sakinleştiriyor muydu yoksa daha mı fazla öfkelendiriyordu, anlayamamıştım.
Şerwan ağabeyimin sessiz kalışıyla ona baktım. Gözleri üzerimde değil dışarı bakan dev, siyah filimli penceredeydi.
"Bize böyle bakma xuşkamin. Bize böyle nefretle bakma." Rizgâr ağabeyimin söylediklerine dudak kıvırdım.
Boynumu sağ omuzuma hafifçe eğerek küçük bir kıkırtıyla karşılık verdim. "Annem gibi mi bakıyorum ağabey? Ya da bir zamanlar, senin bana baktığın gibi mi?"
"Roya..."
Şerwan ağabeyime baktım. "Şerwan hariç beni kim korudu şuna kadar ağabey?" Şerwan ağabeyimin gözleri gözlerime döndü. Beni izledi, elini saçlarından geçirdi ve "Haksızlık ediyorsun," dedi.
Tek kaşımı kaldırdım 'öyle mi' der gibi. "Haksızlık ediyor olabilirim ancak haksızlığı yaşayan da benim." Derin bir nefes alarak geriye doğru çekildim. "Verdiğim karara saygı duyun ve bugün akşam gelecek misafirlerinize iyi hürmet gösterin çok sevgili ağabeylerim." Dudaklarıma kondurduğum sahte tebessümü sadece kendim bilmem dışında sorun yoktu. Onların ne düşüneceğini umursamayan tarafım ağır basıyordu ve ben o ağırlığın altından sapasağlam bir şekilde çıkmış olacaktım.
Arkamı dönerek odadan çıkmak için kapıyı açtım. Kapı kolunu saran parmaklarım duyduklarımla bembeyaz kesilse de umursamamaya çalıştım en azından şirketten çıkana kadar.
"Kurban ediyorsun kendini." Diyen Şerwan ağabeyimle kapıyı hırsla araladım.
Çıkmak için hazır bekleyen adımlarıma omuzumun üstünden başımı geriye döndürerek, "Beni siz kurban ettiniz, şimdi de kurban edilişimi sessizce izleyin."
İzleyin ağabey, beni kurban etmek isteyen sizlere neler yaptığımı, yapacağımı sessizce izleyin.
Asansöre giderken bana doğru gelen Furkan Bey'in dudaklarını aralamasını elimi kaldırarak engel oldum. "Yavşamayın Furkan Bey! Zira sizi çok fena döverim!" Asansörün düğmesine basıp içeriye girmemle donmuş bir yüz ifadesiyle bana bakan Furkan Bey'le göz ucuyla baktım. Zemin katta inmek için gri düğmelere basıp kapanan kapılarla sırtımı asansör duvarlarına yasladım.
İçime oturan onca şeylerin varlığı ile cebelleşmek zordu. Zaten kolay olan bir şey de yoktu hayatımda. Hayatım; acılar üstüne kurulmuş gibiydi. Güçlü görünmek zorundaydım ne kadar acıtsada hislerim.
Asansörden çıkıp arabama doğru giderken bu sefer uğrayacağım yer bir mağazaydı. Akşam için bir elbise almalıydım. Arabaya binerek Urfa çarşısına sürmeye başladım. Urfa çarşısına giderken olacaklar için de hazırlanıyordum. Herkesin bakışları üzerimde olacaktı ancak bu benim umrumda olmamalıydı, olmayacaktı.
Kalabalık olmayan trafikten kurtulup çarşının başına geldiğimde arabayı açık otoparka park ederek derin bir nefes alıp verdim. Yana attığım çantamı alıp arabadan inerken havanın bozuldu bozulacak olmasına kısa bir bakış atarak hırkamı giydim. Kapıyı kapatıp arabayı kilitlerken çalan telefonumla birkaç saniye duraksadım. Telefonumu çıkarttım ve arayan Gülistan ile burukça gülümsedim. Otoparktan çıkarken kulağıma dayadığım telefona odaklandım.
"Allah'a şükürler olsun ki açtın!" Açtığım an duyduğum sesle dudaklarım seğirdi.
"Neden açmayayım ki Keça dîn." (deli kız) dedim.
Derin bir nefes aldı. Gelen hışırtı seslerinden anladığım kadarıyla odasındaydı ve elbiseleri ile uğraşıyor olmalıydı. Elbise takıntısı vardı, hem de baya fazla.
"Keça din sensin! Duyduklarım doğru mudur Roya? Konak dellenmek üzere! Bozbey aşiretinden haber geldi biraz önce! Akşam görüşmeye geleceklermiş! Yâde Rozan'ın bir zılgıt çekmediği kaldı! Sedat ağabey ise mutluluktan ne yapacağını bilmez bir hâlde! Babam-"
"Yavaş kurban! Nefes alarak konuş." Nefes nefese söylediklerinden anladığım kadarıyla herkesi şoka uğratmıştım. Yavaş yavaş istediklerim oluyordu. Yüzümdeki gülüşle karşı kaldırıma geçtim.
"Nefes almak haramdır bana Roya! Sen nasıl böyle bir şey yaparsın! Hadi yaptın insan bana demez mi ya? " Birkaç şeyin düşme sesini duydum. "Ben akşam ne giyeceğim şimdi? Hadi onu bırak sen kendini ateşe attığının farkında mısın?"
İç çektim. "Merak etme keça din, ben sadece kendimi yakmam." Başımı kaldırıp etrafa göz gezdirdim. Beni görenlerin şaşkınlıkla elindekilerle duruşunu görünce ağır ağır yutkundum. "Ben şimdi Urfa çarşısına geldim, seni sonra ararım bize gelirsin olu-" cümlemi tamamlamamı engelleyecek bir şekil çığlık atmasıyla telefonu kulağımdan çekerek biraz uzaklaştırdım.
"Ne!!! Sen deli misin?! Urfa çarşısına hangi aklınla gittin sen Roya? Aklın yerin de mi senin?"
"Sakin ol Gülistan, aklım gayet yerinde. Kapatıyorummm," diyerek bir şey söylemesine fırsat vermeden telefonu kapatıp rahat bir soluk verdim. Yüzüne kapattığım için elinden zor kurtulacaktım kesin. Telefonu çantama atarak baharat kısmından mağazalar sokağına doğru ilerlemeye devam ettim.
Beni gören kadınların kulaktan kulağa konuşmaları, çoğu gencin beni işaret ederek konuşmalarını umursamamaya çalıştım. Bir adamım baharat doldurduğu poşeti elinden düşünce bu kadar şaşılacak ne yaptığımı sorgulamaya başlayacakken yanımda hissettiğim benden ile başımı o tarafa çevirdim.
Göz göze geldiğim Yusuf Ağa ile az kalsın küçük dilimi yutacaktım. Her ne kadar bunu beklemediğim için afallasam da bu afallamayı üzerimden kısa bir süre içinde atarak ona doğru bedenimi döndürdüm. Ellerini arkasında birleştirmiş bana öylece bakan bu adam benim evleneceğim adamdı.
"Burada ne halt yediğini sorabilir miyim?" Dedim sorgulayıcı bakışlarla. Gözlerimin en içine baktığında, sınırlarımı aştığımı fark etmemi sağladı. Umursamadım.
"Asıl senin burada ne yaptığını anlamış değilim Karadağ kızı!" Sert ses tonu burada olduğumdan hoşnut olmadığını bas bas bağırıyordu.
"Benim bir adım var."
"Adının olduğunu biliyorum Karadağ kızı." Derin bir nefes aldım. Aldığım nefesi verirken kirpiklerine değdiğinin farkında değildim ta ki kirpiklerini kırpıştırana kadar. Yan yana oluşumuzla izleyenlere güzel bir şölen sunuyorduk.
Etrafa kısa bir bakış atarak bana doğru eğildi. "Cesaretin yine göz boyuyor Karadağ kızı. Buraya gelme amacın nedir?"
"Elbise almak için geldim."
"Elbise almak için en işlek yeri seçtin." Diyerek sözlerimi tekrarlayarak teyid ettiğinde göz devirmemek için zor tuttum kendimi.
"Sağır mısın ağam?" Derken geriye çekilmiştim. "Söylediklerimi tekrar ederken zevk mi alıyorsun?"
Gülümsedi. "Hadi ilerle Karadağ kızı. Bu akşam için, benim için elbise aldığın için söylediğini görmezden geliyorum," dedi, sakin bir sesle. Ardından ilerlemem için büyük avuç içini belime yerleştirip hafifçe bastırdı. Elinin değdiği yerde başlayan bir yangın vardı. Cayır cayır yanıyordu elinin değdiği yer.
Öne doğru hızlı adımlar atarak benimle olan temasını kestim. Bana değen ellerine tahammülüm yoktu. Benim artık kimseye tahammülüm yoktu. Yandan baktığım Yusuf Ağa'nın çatık kaşlarının altında kalan dudaklarının kıvrılmasını görünce şaşırarak önüme döndüm.
Yusuf Ağa'nın yanında buz kütlesine dönmem kadar kötü bir durum yoktu. "Hakkında konuşulanları önemsiyor musun Karadağ kızı?" Bana hitaben sorulmuş soru ile Yusuf Ağa'ya birkaç saniyeliğine bakarak önüme döndüm.
Etrafımızda rahatsız olup, olmayacağımızı umursamadan konuşan insanların varlıkları çoktu ki ben bunu bilerek buraya gelmiştim. "Önemseyen biri olarak mı görünüyorum Yusuf Ağa? Ben zaten bunları göze alarak seninle evlenmeyi kabul etmedim mi?"
"Eyvallah," dedi. Ne söyleyeceğini bilememiş gibiydi ya da cevap vermek istememişti.
Yanımda O'nun varlığına o kadar alışmıştım ki şuan Yusuf ağanın solumda yürümesi canımı acıtıyordu. Herkesin beni O'nunla görmüş olması şimdi ise Yusuf Ağa ile görüyor olmaları kadar berbat bir durum yoktu. İkimiz aynı anda attığımız adımlarda yok oluyor gibiydik. Benim attığım her adım düştüğüm dipsiz kuyuyu daha da derinleştiriyordu.
Her adım, yok oluşumdu.
Mağaza kısmına geldiğimde adımlarım durdu. Bir adım geride duran Yusuf Ağa'ya döndüm. Yüzüme bakan gözlerinden ne geçtiğini anlamak güçtü. Ben onun gözlerine yabancıydım. "Biliyor musun Yusuf Ağa, aklımı daima kurcalayan bir soru var ve ben, bu sorunun cevabını öğrenmeden asla durmayacağım."
"Bu sorunun benimle de alakalı olduğunu düşünüyorsun?" dedi tek kaşını kaldırıp.
Başımı iki yana doğru olumsuzca salladım. "Düşünmüyorum Yusuf Ağa öyle olduğundan eminim."
"Ne peki, bu emin olduğun düşünce?"
"Neden yâda Rozan ve İdo amcamın beni seninle evlendirmek istediği? Sedat ağabeyimin neden bir piyon olduğu? Araf'ın neden hemen pes edişi."
*
Yazardan...
Roya aldığı elbise ile konağa girerken aklını kurcalayan ve kurcalamaya da devam edecek olan soruları ile cebelleşiyordu. Urfa çarşısında Yusuf Ağa ya sorduğu sorudan sonra ayrılan ikili kendi yollarına bakarken zihinlerini parçalayan düşünceler onları bir yerde birleştiriyordu.
Dalgın bir şekilde avluya ayak basan Roya ailesinin telaşını görmüyordu. Büyük bir telaş içinde olan konak sakinleri geleni gördüklerinde durulmuş aynı zamanda içlerine oturan hüzünle kafalarını eğiyorlardı.
Havanın bozgun soğuğuna karşın çardakta oturan Yâde Rozan, elinde poşetlerle dalgın bir şekilde yürüyen torununu görmesiyle derin bir iç çekti. Roya kadar Yâde Rozan da acı çekiyordu. Böyle bir oyun çevirdiği için üzgündü ancak olan olmuştu ve nihayet herşey düzene giriyordu.
Roya, Yusuf Agir Bozbey ile evlenecek ve mutlu olacaktı.
"Keçamin?" Diyerek bağıran Yâde Rozan'ı duyan Roya başını yerden kaldırıp çardak tarafina baktığında Yâde Rozan ile göz göze geldi.
Geçen günlerde bütün acısını ağlayarak kusmuş biri olarak tekrar acı çekiyordu. Eskiden olduğu gibi Yâde Rozan'ın dizlerine başını koyup ağlamak isteyen tarafına söz geçirirken bunu isteyen benliğine de eziyet ediyordu.
Çardağa doğru attığı adımları birer hüzün yeriydi. Yâde Rozan bostanından destek alarak ayağa kalktı ve Roya'nın tam karşına geçti. Hafif kambur olan sırtından dolayı başını yukarı kaldırıp güzel torununa bakarken içi parçalanıyordu...
"Devam edeceğin hayatın için ilk adımın, Yusuf Ağa ile evlenmek olduğunu işittim keçamin."
Roya derin bir nefes alarak kafasını salladı. "Kulaklarının keskinliği gözlerimi doldurur Yâde!" Diyen sesi katı, bakışları ise keskindi. Sakinliğini korumak adına kendisiyle büyük bir kavgaya tutuşmuştu Roya. Hiçbir şey olmamış gibi soru soran Yâde Rozan'a karşı hâlâ nefret doluydu. Onu özlemişti ancak nefreti özlemini yok ediyordu.
"Roya, bak keçamin ben ne yaptıysam senin iyiliğin içi-"
Roya devam edecek sözlerin ne olduğunu öğrenmişti. Yâde Rozan yine iyiliğin için diyerek kendini de Roya'yı da kandırmayı deneyecekti ancak Roya inanmazdı ki nasıl inansın ki! İyiliğin için denilen şeyler onu bitirirken inanmak çok saçmaydı.
"İyiliğin diye tutturduğunuz bu kararla ben ölürüm yâde, siz görmezsiniz ama ciğerim yanar da söndürmeye gücü yetecek kimse bulamam."
Yâde Rozan'a son bir kez baktı. "Şimdi bana iyiliğin için demeyi bırakın ben bu yalana inanmayacak kadar büyüdüm yâde." Küçüklükten beri şefkatini, sesinden dahi olsa esirgemeyen yaşlı kadına bakarken onun nasıl bu kadar değiştiğini anlayamıyordu. Araf ile sevdalı olduğunu öğrendiği günden sonra bakışları ve hareketleri değişen Yâde Rozan'ı anlamak güçtü. Bilmiyordu Roya, bilmiyordu.
Yâde Rozan'ın için de biriktirdiği, yaşadığı acıları bilmiyordu.
Anlatsa anlar mıydı? Bilmiyordu.
Zaten ne oluyorsa bu şüpheden oluyordu. Ya anlamazsa, ya kabul etmezse diye diye kendini kötü ilan ettirmişti yaşlı kadın.
Roya, yâdesini gerisinde bırakıp odasına gitmek için merdivenlere ilerlerken ona bakan yaşlı kadın küçük, çukurda kalmış gözlerini yumarak dua etti; "Allah'ım sen güzeller güzeli torunuma mutluluk ver."
Kaynanasını bitap şekilde gören Mevsim Hanım merdivenlerden çıkan kızına bakarak kaynanasını yaklaştı. "İyi misin, yâde?"
Rozan Karadağ gelinine vakur edasıyla gülümsedi. "Roya iyi olursa iyi olacağım."
Mevsim Hanım kaynanasının söyledikleriyle gözlerini merdivenlere çevirdi. "Sen dert etme yâde, Bozbey aşiretinden iyisini mi bulacak."
Yaşlı kadın iflah olmaz gelinine bakarak olumsuzca başını salladı. "Ah buke ah!" (Gelin)
Roya odasına girer girmez sırtını kapıya yaslayıp elindeki poşetleri yere doğru fırlattı. Herşey bu odaya girinceye kadar sürüyordu. Göz pınarlarına dolan yaşlar yanaklarına doğru süzülürken burnunu çekerek kapıdan ayrılıp yatağına doğru gitti. Ayağına dolanan beyaz mağaza poşetine tekme savurduğun da içinde bitmek bilmeyen öfke yerli yerindeydi.
"Sana o kadar çok kırgın, kızgınım ki Araf..." Sessiz haykırışı kalbinde büyük depremler yaratıyordu.
Bu olanlar onu çok yıpratmıştı.
"Kendini toparla, Roya, yoksa herşey bozulacak." Kendini teskin eden kadın zorlukla ayağa kalkıp banyoya geçti. Duş alıp kendini akşam için hazırlamalıydı. Elbiselerini indirip duş kabinine geçmeden önce aynaya yansıyan bedenine ve yüzüne baktı. Rengi iyice solmuş, beti benzi atmıştı. Güçlü olmak için çabalarken aslında daha çok güçsüz bir şekilde düştüğünün farkında değildi. Derin bir nefes alıp vererek duşakabine girdi. Ayarladığı suyun üzerine yavaş yavaş dökülmesiyle dudakalarından bir hıçkırık kaçtı.
Bir hıçkırık, bin hıçkırık oldu.
Hem ağlayıp hem de yıkanırken bugün olacaklar için de kendini hazırlıyordu. Kısa bir duş alıp bornozu bedenine sarıp odadan çıktığında yatağında oturmuş Gülistan ile Dilberay'ı görmeyi beklemiyordu. İki dostu, Roya hıçkırıklar eşiğinde banyo yaparken odaya girmiş ve o ana şahit olmuşlardı. Ağlamamak için kendilerini zor tutarken, ağlamış ve Roya çıkmadan da gözlerini iyice silerek ağladıklarını belli ettirmemişlerdi.
"Siz de nereden çıktınız?" Diye şaşkınlıkla soludu Roya.
Gülistan yataktan kalkıp Roya'ya yaklaşırken, "şimdi detaylıca anlatma bana nereden çıktığımı Roya!" Hafif tebessümle kadına yaklaşan Gülistan omuzu ile Roya'yı dürttü. "Sen hele de bakalım bu evlilikte neyin nesi?"
Yatakta oturan Dilberay gözlerini baydı. "Gülistan, canım arkadaşım biz buraya ne için geldik?" Diye sorarken aynı zamanda ayağa kalkarak iki dostuna doğru yaklaştı. "Roya'yı sıkmaya değil rahatlatmaya geldik, değil mi?"
Gülistan aldığı ima ile, "haa! Tamam tamam,"dedi.
Roya iki arkadaşının davranışları ile ilk defa içtenlikle tebessüm etti. Dilberay ve Gülistan can dostlarını gülerken görünce bu manzarayı ne kadar özlediklerini bir kez daha anlamışlardı.
Gülüşlerinin katili olan herkesin gülüşlerinden solmaları için içten yaptıkları duanın bir gün kabul olacağını bilmiyorlardı.
Roya, kollarını açarak dostlarına baktığında ikisi de gülerek Roya'ya sarıldılar. "Sizi çok seviyorum, bedewiyênmin!" (Güzelim, güzellerim)
Roya kollarının arasında olan dostlarına sımsıkı sarılıp uzaklaştığında bir nebze de olsa iyi hissetmişti kendini. Kötü hissetmesini gerektiren bir durum yoktu. Evet, yine kendini kandırıyordu belki ancak böyle olmalıydı.
"Eh hadi bakalım Roya Hanım! Sizi hazırlayalım bakalım." Gülistanın şen şakrak hâli ile Dilberay göz devirirken bir eli ile Roya'nın kolunu sıvazlıyordu. Bunlar da geçecekti elbette.
"Büyük bir hazırlığa gerek yok Gülistan aldığım elbiseyi giyeceğim sadece hem bugün sadece konuşulacak isteme sonraki gün olur." Söylediklerinin, öyle dümdüz bir sesle çıktığını kendi de duysaydı büyük ihtimalle kendi sesine erbane çalar ağlardı.
Düz sesinde ki çığlıklara zılgıt ekler, göz yaşlarıyla canını acıtanları boğardı.
Roya Karadağ dimdik duruşu ile birçok şeyin üstünden yine tek başına kalkma derdindeydi ve başaracaktı da.
Dilberay odanın diğer tarafına fırlatılan poşeti alarak içinden elbiseyi çıkarıldığında dilini yutacaktı.
"Sen delirdin? Gece karası bir elbise mi giyeceksin?" Diye bağıran Gülistan'ın formu yine yerindeydi.
"Başka ne giymemi isterdin Gülistan? Pembe, kırmızı?"
Birkaç adımla Dilberay'a yaklaşıp elinden elbiseyi aldığı gibi banyoya girdi. Sıradan olan elbiseyi üzerine geçirdiğin de, ne kadar güzel olduğunun farkında değildi Roya. Sahi bu durum da güzel olup olmaması önemli miydi ki? Değildi.
Banyodan çıktığında aynadan kendisine bakma gereği duymadan saçlarını kurutmak için saç kurutma makinesini banyo dolabından alarak odaya tekrar döndü.
Ona bakan dostları buruk bir ifade ile Roya'ya bakınca aslında siyah rengin en çok yakıştığı kişi olduğunu bilerek sustular.

Abartı olmayan siyah elbise ona çok yakışmıştı.
Aşağıdan gelen sesler ile elinde kurutma makinası ile duran Roya, odasının çalınarak açılması sonucu gördüğü Heja ile gülümsedi. Heja annesinin yanına gittiği için hiçbir şeyden habersizdi ancak aldığı telefonla hemen konağa gelerek kardeşi gördüğü Roya'nın odasına çıkmıştı, kızı Neva'yı kaynanasına verip.
Odada hazırlanan Roya'yı görünce nefesini seslice verdi. "Duyduklarım doğruymuş!" Diyerek, Roya'ya koşarak sarılan Heja, ne diyeceğini bilemedi. "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum Roya." Elinde makine olmasına rağmen kollarını Heja'nın beline sararak sıkıca sarıldı.
"Rizgâr nasıl izin verir?" Diye soran Heja şoktaydı. Rizgâr'ın böyle bir şeye müsamaha göstermeyeceğini biliyordu.
"Çünkü ben istedim Heja. Ağabeyim benim kararıma saygı duyar."
"Böyle bir karara saygı mı duyulur! Mutsuz olacaksın Roya!" İnanmak istemiyordu Heja. Kardeşi bildiği kızın göz göre göre mutsuzluğa adım atmasına katlanamıyordu.
"Mutlu veya mutsuz olacaksam ben olacağım Heja siz değil, lütfen kararıma saygı duyun." Niyeti Heja'yı kırmak değildi ancak kırdığının da farkındaydı. Heja geri çekilirken dolu gözlerle Roya'ya baktı.
"Tamam," kelimesi öyle isteksiz çıkmıştı ki dilinden Roya yaptığı hatadan nasıl kurtulacağını bilemden Heja'yı kollarına alarak sıkıca sarıldı.
"Mixabin, Heja." (Özür dilerim)
Heja sorun olmadığını söyleyip kızlara da sarıldı ve aralarında kısa bir sohbet başladı. Roya ise bu zaman zarfında saçlarını kurutup düzleştirdi. yüzünün solgunluğu geçsin diye makyaj yaparak ayağa kalktığında ev ahalisinin aşağıdaki bekleyişine, o da odasında katıldı.
Gülistan ve Dilberay aşağı inerken Heja da kocası ile kızının yanına gitmişti. Sinirden kuduran Rizgâr'ı durdurmak zor olsa da kızı sayesinde şansı artmış ve sakinleştirmeyi başarmıştı.
Şerwan desen ayrı bir dertti. Odasına çekilmiş öfkeli bir şekilde ne yapacağını düşünürken odasına aniden giren Dilberay ile eğdiği başını kaldırıp gelen kişiye baktı.
Dilberay olduğunu görünce tarifsiz bir duygunun içine salınmasıyla nefesini tuttu.
Dilberay anı bir kararla girdiği odada ne diyeceğini bilmez bir şekilde dururken ona değen bakışlarla daha da zorlanıyordu. Bakışların odanın tüm köşelerinde gezdirip Şerwan Ağa'ya bakmaya cesaret edemezken nasıl kendini izah edeceğini bilmiyordu.
"Bir sorun mu var?" Diye soran Şerwan Dilberay'ın konuşmasına teşvik etti.
Dilberay duyduğu sesle tüylerinin arşa kalkmasını engeleyemezken, kalbinin ritimleri ile de başı dertte girmiş gibiydi. Ne için geldiğini unutmuştu! Lanet olsun neden bu adam karşında tutukluk yapıyordu!
Şerwan genç kızın güzel yüzünde gözlerini gezdirerek zorlukla yutkundu. Onunla bu odada olması yanlıştı. Giren biri çok farklı yerlere çekebilir aynı zamanda kızın başı da derde girebilirdi.
"Dilberay?"
"Hı?"
Adam genç kızın afallamasıyla gülümsedi.
"Bir sorun mu var?"
"Ah, şey... Ben, yani ben..."
Genç adam ayağa kalktığında nefesini tuttu Dilberay. Ama bu adam böyle üstüne üstüne yürürse nasıl konuşacaktı ki!
"Sen ne?"
"Bozbey aşireti gelmiştir!" Dışardan duyulan sesle ikisinin bakışları dışarı bakan pencereye döndü.
Şerwan unuttuğu öfkesi tekrar yerine gelirken çıkmak için odanın kapısına ilerledi ancak Dilberay buna engel olarak, "lütfen sakin ol Şerwan ağabey! Roya yeterince üzüldü. Bir kez de olsa onun kararına saygı duyun."
Şerwan kolunu tutan narin parmaklara iç çekmemek için zor tutu kendini. Kardeşi gibi gördüğü birine böyle şeyler hissetmesi normal değildi! Olmaması gerekiyor! Dilberay'a başını eğerek cevap verdikten sonra hızla odadan çıktı.
Odadan çıkan Şerwan ile elini sol göğüsüne yerleştiren Dilberay 'ağabey' diyen dilini dağlamak istedi.
"Allah'ım bu nasıl bir şey! Ağabey derken içim sökülüyor..." Diyerek derin bir nefes alıp Şerwan'ın ardından o da çıktı.
Yukarıda bekleyen Roya duyduğu ile kalp ritimleri hızlanırken verdiği karardan dönüşün olmadığını da kendisine defalarca söyleyip benliğini uyarıyordu.
Tedirginlikle titreyen ellerini elbisesinin kenarına sürdü. Kaşları göz çukurlarına inerken burun kanatlarını genişleten sıkıntılı nefesi ciğerlerine indi. Roya kendinden emin bir şekilde boy aynasından kendisine baktı. "Pişman olma lütfen... Lütfen pişman olmayayım." Elleri yumruk hâlini alıp sıkılırken dişlerini birbirine kenetledi.
Yatağının üzerine bıraktığı mektubu eline alarak zihninde beliren tek şeyin Araf'ın son sarılışı olması yangına sürüklüyordu kendisini.
İçi gidiyordu.
Sadece giden içi değil; kendisiydi de.
Dardaydı. Kasvet ve ağıtların arasında kalandı.
Gözlerini yumarak elindeki mektubu yatağın üzerine fırlattıp odadan çıkmak için adımlar attı lâkin duyduğu telefon zil sesiyle yutkunarak makyaj masasına yönlendirdi adımlarını. Telefonu almadan ekranda görünen yabancı numara ile huzursuz oldu. Kimdi bu numara?
Telefonunu açıp kulağına dayadı. İlk önce ses etmedi ancak bir süre sonra dayanamayarak "efendim?" Diye sordu. Birkaç hışırtı sesinden sonra telefonda ki kişi derin bir iç çekerek, "Evlenme Roya,"dedi.
İlk cümlesi 'evlenme'ydi.'
Evlenme diyen sevdasıydı. Evlenen sevdası...
Evlendirilmiş ancak evliliğini kabul edendi.
Onu bırakandı.
Roya bozguna uğradı duyduğu sesle. Titreyen parmakları makyaj masasına tutundu.
Arayan Araf Ağa'ydı.
Roya ağır ağır yutkundu. Bu yutkunuş bir seslenişti. Ruhu tamamlanmamış ancak yine de başkalarının gölgesini üzerinde gören Roya'nın sessiz seslenişi.
"S-sen..." Titreyen ellerine seside eşlik etti.
Bir hıçkırık sesi duyuldu.
Adam hıçkırmıştı. Araf sevdiği kadının elinden kayıp gidişine dayanamıyordu. Duyduğu andan beri kendinde değildi. Nereye varsa oradaydı Roya. Sesi, bedeni, ruhu... Her yerdeydi. Kendisi kadından gitmişti ancak Roya kendisinden gitmemişti.
Adam kadından gitmişti ancak kadın adamdan gitmemişti.
Araf Ağa konağının en üst katındaki güvercin evinde yere doğru çökmüş bir şekilde çaresizlik içinde ağlıyordu. Heybetli bedeni bu geçen günler içinde çökmüştü. Omuzlarının sarılsılacağı şekilde ağlarken aynı zamanda kadına duyurmak istemediği için de kendisini kasıyordu.
"Delâlamın... Evlenme. Buna dayanamam! Olmaz!"
Roya ağlayan adamla ne yapacağını bilmez hâlde dururken duyduğu sözlerle elini sol göğüsüne koydu. Gözleri dolmuştu bile. "Ben de dayanamam dedim Araf Ağa. Ben de gitme dedim." Nefesi tutulan Roya'nın gözleri etrafını izledi aslında gözleri görmüyor kulakları duymuyordu. Kalp atışları odayı doldurmuş gibiydi. "Ama sen ne yaptın? Gittin. Sen beni ardında yaralı bırakıp gittin! Sen töreye boyun eğdin ancak ben eğmedim! Sen ölmek için o kurşunu yerkende boyun eğmiştin!" Her cümlesiyle daha kötü olan Araf Ağa ıslak kirpiklerini kapatarak başını arkasında ki duvara hafifçe vurdu.
"Evleneceksin..." Diye mırıldandı Araf Ağa. Sevdiği kadını kendi elleriyle bitirmişti. Bitmişti işte! Onu sarmalamak isteyen kolları kırılmış, öpmek istediği dudakları yanmış, sevdası için savaşacağı yüreği tükenmişti.
Roya yatağın üzerine fırlattığı mektuba bakarak dudaklarını ıslatan göz yaşlarıyla burukça gülümsedi. Sol göğüsün deki elini saçlarından geçirdi ve yutkundu. "Evleneceğim Araf Ağa! Hem de öyle bir evleneceğim ki tüm doğu benim adımla çalkalanacak!"
Titreyen eliyle telefonu kapatıp yatağa attığında yere düşmemek için büyük bir çaba sarf etti. Onu aramış ve evlenme demişti! Bıraktığı hâlde evlenme diyordu!
Kendine gelmek adına yüzünü ıslatan göz yaşların silerek derin derin nefesler aldı. Aşağıya inmeli ve gerekeni yapmalıydı. Biraz önce emin olan adımları hüzünle atılırken tekrar ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Gözleri ve yüzü kızarmıştı. Elleri bembeyaz kesilmiş dudakları ise Kıpırdanıp duruyordu.
Biri sarılsa iyileşecek gibiydi.
Biri itse düşecek gibiydi.
Odadan çıktığında artık geri dönüşü yoktu.
Bozbey aşiretinin en büyükleri Hozan ağa içeriye geçerken onun ardından Yusuf Ağa'nın babası yerinde olan Şiyar Ağa, amcası Kadir ağa, ağabeyi Aram ağa, en yakın dostu Ezel, annesi Berfin Hanım ile gelini Aslı ve kardeşi Enes takip etti.
Karadağ ailesi gelen misafirlerini büyük bir özenle içeriye buyur ederken herkesin yüzünde buruk tebessümler yer edinmişti, Rizgâr ile Şerwan ağa hariç. Rizgâr sert bir yüz ifadesiyle gelenler ile el sıkışırken hiçte mutlu değildi. Roya'nın sözleri yüzünden sabredip sonuçlarını görecekti.
En son giren Yusuf Ağa elinde tuttuğu bir kutu ile Rizgâr Ağa'yı delirtirken Yusuf Ağa oralı olmayıp Karadağ kızını aradı. Göremediği kız ile çene kemiği belirginleşirken gözlerini ona öldürücü bakışlar yollayan Rizgâr ile Şerwan'a takıldı. Duyduğu topuklu sesiyle başını sağ tarafa çevirdiğinde siyahlar içinde ona doğru adımlayan kadına bakarken omuzlarını oynatarak, gözlerini kıstı. Karadağ kızının güzelliğine her gittikçe farkına varıyordu, bu durum bir taraftan hoşuna giderken diğer taraftan can sıkıcı bir durumdu. Göz göze geldiği kadınla yutkundu. Bir kadın bu kadar güzel bakmamalıydı.
Herkes Yusuf Ağa'nın ne beklediğini bilmezken yanlarına yaklaşan Roya, göz göze geldiği adamla yanağının iç kısmını dişleri arasına kıstırdı. Yusuf Ağa avlu kapısının girişinde yıkılmaz duruşu ile elinde siyah bir kutuyla duruyordu. Nasırlı ellerinin tuttuğu kutuya kısa bir bakış atarak onunla tekrar göz göze gelen Roya, Yusuf Agir Ağa'nın yutkunuşu ile gözlerinin odağı aşağı yukarı dalgalanan adem elmasına tutundu. Hissettiği heyecenı anlamazken içine çektiği bir solukla, "Hoş geldiniz Yusuf Ağa," dedi.
Yusuf Ağa ile Roya'yı yanlız bırakan aile üyeleri Şerwan ile Rizgâr'ı zorla götürmüşlerdi. Yusuf Ağa ellerinin arasında tuttuğu kutuyu kadına uzatırken üst dudağı kendiliğinden kıvrılmıştı. " 'Siyah giyen kadın, renkli hayat yaşar' der Neiman Marcus." Roya duyduğu sözlerle ona yaklaşan ve mesafeyi yok eden Yusuf Ağa ile gözlerini kırpıştırarak başını yukarı kaldırdı.
Gözleri gibi bedenleri arasında yok edilmiş mesafenin farkında olmayan ikili dışarıdan ne kadar da uyumlu göründüklerinin farkında değildiler.
Yusuf Ağa biraz daha sınırı yok etmek isteyerek elini kaldırdı, "bu sözün yanlış olduğunu seni tanıdıktan sonra anladım ve daha çok yanlılacağım gibi." Kaldırdığı elini indirerek kurumuş dudaklarını ıslattı. "Hayatıma hoş geldin Karadağ kızı."
Roya duyduğu her kelimeyle geriye çekilip gülümsedi. Yusuf Ağa'dan aldığı kutuyu tutan parmaklarının buğumları beyazlarken yapacakları yüzünden pişman olmak istemiyordu.
"Hoş buldum, Yusuf Agir Bozbey."
Bölüm sonu 🥀
Bitti bölüm!
Sevdik mi bölümü?
Gelecek bölümde olaylar olaylar....
Yusuf ile Roya hakkında ne düşünüyorsunuz?
Araf'ın araması hakkında ne düşünüyorsunuz peki?
Bir kalp bırakır mıyız pekiiii <3
Sözleri seviyorum, takipte kalın. <3 |
0% |