@tanvakti108
|
Selamm! Okumaya başlamadan önce vote vermeyi unutmuyoruz değil mi? Her oy, her yorum benim için büyük bir ilham <3
Hikâyelerim ile ilgili alıntılar için; Instagram gmzcllk
Özgün sanat atölyesi, dendar (âşık olduğum bir şarkı. Kesinlikle tavsiye ederim.)
Sizleri seviyorum, keyifli okumalar<33
14.Bölüm
Dünya'nın birkaç saniyeliğine durduğu andaydım. Büyük konağın önünde durmuş, içimdeki huzur kıpırtıların bana hissettirdikleri ile dudaklarımda belirmiş kıvrılmayı engelleyemiyordum.
Gülmek istiyordum böyle ağzım kulaklarıma varıncaya kadar, kahkahalardan boğazım düğümlenene kadar.
Yüreğim, hızlı çarpmanın nedeniyle göğüs kafesimi sızlatmaya başlamıştı. Arkamı dönerek arabanın önünde, konağa bakan Ali ile göz göze geldim. Gözlerinden gözlerime ulaşan güven ile derin bir nefes aldım. Yanımda olduğu için minettardım ona. Başını aşağıya doğru sallayıp dudaklarını kıvırdığında gülümsedim.
Başımı tekrar 'Atabeyoğlu' yazan konağın büyük kapısına döndürdüm. Küçüklüğümün geçtiği yerlerden biriydi bu konak. On yıldan fazladır görmediğim bu konak bir kurtuluştu bana.
Büyük, işlemeli kapının önünde duran iki korumanın bana olan bakışlarına kısa bir bakış atarak ilerledim. Ali'nin de arkamdan geldiğini hissediyordum. Her attığım adım, özgürlüğümün sesiydi. Kulaklarıma doluşan adımlarım kurtuluşumun en büyük gösterisiydi.
Asıl gösteri yeni başlıyordu. Benim hikâyem yeni başlıyordu. Bunu biliyordum bu konak benim hem başlangıçım hem de sonum olacaktı ama bu son kötü bir son değildi.
Tam kapının önünde durduğumda, titreyen parmaklarımı avuç içime toplayıp bıraktım. Sakin olmalıydım biraz ancak olamıyorduk ki! Koşa koşa içeri geçmek halamın sımsıcak kollarına sığınmak istiyordum. Kapının önündeki adamlardan, iri kıyım olanı bir adım öne doğru çıkarak anlamsız bakışlarla bize baktı. Kapının önünde on dakikadır bekliyorduk ve şimdiye kadar içerdekilerin geldiğimden haberi olmuştu bile.
"Kime baktınız?" Diyen adamın gözleri, üzerimden arkamda benimle birlikte duran Ali'ye kaydı.
Birkaç saniye durdum. Dilime uzun zamandır alamadığım, özgürce söyleyemediğim ismi söylemekte özgürlüktü aslında. Başımı dikleştirdim ve sert çıkmasını umduğum bir sesle: "Hazal Atabeyoğlu," dediğim an, büyük kapı gıcırdayan sesle aralandı.
Bakışlarım anında kapıyı buldu. Açılan kapının içinden çıkan kadın ile dudaklarım gerildi, dişlerim dudaklarımdan koparak çiçek açtı.
Hazal Atabeyoğlu, bütün kudreti ile tam karşımdaydı. Uzun boyu, sürmeli kahve gözleri, siyah yazması ile küçüklüğümün kahramanı tam karşımdaydı. Değişen tek şey yılların verdiği kırışıklıktı. Yüzü, elleri kırışmıştı ancak yüreği hâlâ aynıydı bunu biliyordum.
"Hala!"
Benimle kesişen gözleri özlemle dolup taştı. Güven veren, sevgi veren kolları iki yana doğru kanat misali açıldı. "Hala sana kurban olsun! Ez kurban!"
Gözümden düşen yaşlarla koştum bana açılan kollara. Yanına vardığım an öyle bir sardı ki bedenimi, oracıkta yok oldu sanki geride yaşanılan her şey. Kollarımı bedenine sardım sımsıkı. Elleri sırtımdan kollarıma oradan saçlarıma yol aldı. "Ez ê ji bo te bimirim." (Sana ölürüm ben.)
"Hala!" Diyerek ağlamaya başladım. Bedenimi biraz çekip yüzümü avuçladı. Nasırlı elleri yüzümü okşuyor, dudakları yanaklarımda hüküm sürüyordu. "Roya'm, kızım!" Omuzlarım artık sarsılıyordu. Gözlerimden boşalan yaşlardan dolayı yüzünü bulanık görüyordum. Hıçkırıklarımın arasından, "çok özledim hala! Çok özledim!"
"Ben de yavrum, ben de." Elleri yanaklarımdan akan yaşlarımı silmeye başladı. "Ağlama yavrum, ağlama keçamin. Bitti her şey, ağlama."
Bitmişti değil mi? Sondu yaşananlar, öyle değil mi?
Acının kapısını kapatıp bu yola çıkmıştım. Mutlu olacaktım. Neva'mın istediği gibi küçüğümün istediği gibi.
Gözlerim kavhve gözlerle keşiştiğinde dudaklarımdan firar eden gülüşü engellemedim. "Sana kavuşmuşum hala, hiç ağlar mıyım?" Derken bile yanaklarımdan yaşlar ardı ardına yanağıma süzülüyordu.
"Akan sümüğünü silip konuş Roya," halamın omuzumun üstünden baktığımda, benim yaşlarımda gözü yaşlı kızı gördüğümdde gözlerim kısaldı. Tuz siması tanıdıktı ancak kim olduğunu çıkarmamıştım. Halama baktığım da gülümsedi. Halamın kolları arasından çıkıp bana laf atan genç kıza doğru bir adım attım.
"Yoksa sen sümüklü Dilşah mısın?" Diyerek hayretle konuştum. Karşımda esmer tenli, uzun, zarif duruşu ile duran bu kızın Dilşah olma olasılığı yüksekti çünkü ben küçükken onunla sümüklü diye dalga geçerdim çok ağladığı için.
Karşımdaki kızın dudakları büzüldü ve kaşları sahte bir kızgınlıkla çatıldı. "Ben sümüklü değilim dine!"(deli) Sonra bütün oyunculuğunu bozan güzel gülüşü ile bana doğru adımladı. "Tü xerhati Roya." Kollarını uzattığında anında karşılık verdim. Sımsıkı sarıldım bedenine. Benden birkaç santim kısaydı ancak benden güzel olduğu apaçık ortadaydı. Esmer güzeli olmuştu.
"Nasıl büyümüşsün! Güzelliğin taa buralara kadar geldi Karadağ kızı." Gülerek sözlerine karşılık verip geri çekildim. Heyecanla titreyen ellerini avuçlarıma aldım. "Sen hiç aynaya bakmıyor musun? Esmer güzeli olmuşsun!"
"Biz sizin güzelliğinizi izlemek zorunda mıyız!" Diye bağırana kısa bir bakış attım. Benden büyük olan bir kadındı, kucağında sarışın bir çocukla bize yaklaştığın da bu kadının Zilan abla olduğunu anladım.
Mavi gözleri kim unuturdu ki!
"Zilan abla?" Diye sorarken ona doğru yaklaşıyordum.
Yüzünde peyda olan gülüşle arkasında duran topluluğa kısa bir bakış attı. "Görüyorsunuz değil mi? Artık nasıl güzelsem aklından çıkmamışım."
Söylediklerine kıkırdadım.
"Seni değil gözlerini unutmamıştır Zilan." Diyerek haklı olan genç adama baktığım da gözünü kırparak bana baktı. Utanarak önüme döndüm hemen.
"Bana bak Aziz, sen bana 'güzel değilsin' mi demek istiyorsun?" Diye öfke ile konuştuğunda Aziz olduğunu öğrendiğim genç adam eli ile ağzına hayali bir fermuar çekti. "Haşa Zilan Xanım ben biricik karıma, güzel değilsin der miyim hiç!"
Zilan abla, kaşları çatık bir şekilde ona yaklaşıp kucağındaki sarışın çocuğu Aziz ağabeye verdi ki ağabey demek mantıklıydı. "Sen biraz Harun'a bak Aziz, gözüme de gözükme!"
"Hah! Başladı yine bunlar." Diyen halamla bakışlarımı ona doğru çevirdim.
Benim ona baktığımı hissetmiş bir şekilde bana baktığında gülümsedi, gülümsedim. "De xayde içeri geçelim de öyle konuşalım kapıda kaldık!"
"Ahmet, arabada eşya varsa getiri ver oğlum."
Başımı geriye doğru çevirerek bizi izleyen Ali'ye baktım. Üzerindeki huzursuzluk kaybolmuş gibiydi. İçi, beni halama bırakırken tereddütlüydü. İyi olmamı istiyordu. Halamın yanında iyi olacaktım. Ağabeyimi, dostum bildiğim insanları özleyecektim ancak sabırlı olup onlarla kavuşacağım günü bekleyebilirdim.
En çok konusunu doya doya içime çektiğim, küçüğüm Neva'yı özleyecektim.
"Evladım, gelsene sen de, çekinme." Ali, halama bakıp başını sallarken, halam beni kolunun altına alarak içeriye doğru götürdü. Konağın içine attığım adımla küçüklüğüme döndüm bir anlık. Oyun oynadığım, kırıp döktüğüm, şarkı söyleyerek bağırdığım avlu hiç değişmemişti. Hâlâ eskisi gibiydi. Sağında bulunan merdivene dolanmış sarmaşık ve birkaç ağaç çoğalmıştı sadece.
"Değişmemiş değil mi?" Yanımdan yükselen sesle başımı halama çevirmeden aşağı yukarı salladım.
"Değişmemiş."
"Seni önce herkesle tanıştırayım zaten kendin gözlerine iyi baksan tanırsın." Hafifçe güldü. "Hazer Ağa birazdan gelir, en çok o sevindi geldiğine."
İçime aniden dolaşan endişe ile halamın koluna tutundum. Halam durup yüzüme baktığında elini saçlarıma doğru uzattı. "Ya başınıza benim yüzümden bir şey gelirse hala?" İç çektim. "Beni korumak adına..."
Kaşları çatıldı aniden. Saçlarımı okşayan eli durdu. "Şşh, deme öyle keçamin. Eğer sen o töre iletine kurban gitseydin o zaman başımıza bela gelirdi. Ben seni Yâde Rozan'a yem etmem." Omuzlarımı kavradı. "Bak, sabrın sonu selamet. Biraz can sıkıcı şeyler yaşasakta sabredip geçmesini bekleyeceğiz. Hem şimdi bunları konuşma sırası değildir. Bir dinlen hepimizi benimse sonra bu konular konuşulur."
Gülümsedim. Babamı kaybettiğimiz den bu yana halamı hiç görmemiştim. Sesini duymuş görüntülü konuşma yapmıştık ancak hiçbir şey yan yana olmak kadar başka değildi. Yâde Rozan, halama konağını yasaklamıştı. Bunun nedenini bilmeden uzak durmak çok zordu ki benim annem den daha fazla annelik yapmış bir kadındı, Hazal Atabeyoğlu.
Mart ayına girmiş olsak da soğukluk kendisini daha fazla gösteriyordu. Buz gibi havanın yüzümü yaktığını hissediyordum. Halamın kolunun altında içeriye girerken bakışlarım her tarafta usul usul geziniyordu. Çocukluk anılarım gözlerimin önünde raks ediyor, dudaklarım bu durumdan hoşnut bir şekilde kıvrılıyordu.
İki katlı konağın düzeni, yapısı o kadar güzeldi ki insanın dili tutulacak gibiydi. Avlunun solunda bulunan büyük bahçedeki meyve ağaçları ve küçük sera huzur veriyordu insana. Mutfağın çaprazında bulunan büyük odaya girerken derin bir nefes almaya çalıştım.
Atabeyoğlu aşireti, Hakkâri'nin en büyük aşiretlerindendi. Beş farklı kolu vardı. Yarısı Van'da yerleşimi sürdürürken yarısı da Şırnak'ta bulunan Atabeyoğlu aşireti, benim kurtuluşumdu.
Odaya girdiğimde herkesin merakı bakışlarının üzerimde olması beni tedirgin etse de başım dikti. Yer minderlerinin en başında yüksek bir yer yatağında oturan yaşlı kadın ile halama baktım göz ucu ile. Başı ile ileriyi gösterip göz kırptığında usul usul yaşlı kadına ilerledim. Siyahlarla bezenmiş bedeni, yüzündeki deqlerle inanılmaz güzel görünüyordu. Nice asırlar yaşamış bu kadın, Atabeyoğlu aşiretinin en yaşlı kadınıydı.
Dilşah Atabeyoğlu.
Küçük gözleri bedenimde gezintiye çıkarken küçük, yaşlılığın ve yaşanmışlıklarla örtülmüş kırışmış yüzü, gülüşü ile süslendi. Çenesinde ve alnında bulunan deqlerden elin de de bulunuyordu. Elini öne doğru uzattığında elini tutarak öne eğildim. Elini öpüp alnıma koyduğum da dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Tü xerhati keçamin."
"Xwedê ji te razî be dapîr." (Allah senden razı olsun Nene.)
Başını sallayarak gülümsedi. Ne yapacağımı bilmeden ayakta beklediğimi gören halam yanına doğru baş işareti ile gösterince yanına giderek oturdum. Sıra sıra evde bulunanlar ile tanıştım. Kuzenlerimi zaten biliyordum ancak yüzlerini unutmuştum sadece. Halamın üç kız, üç erkek çocuğu vardı. En büyük oğlu Arif ağabey, evli iki erkek çocuğa sahipti. Eşi Aysel abla, çok tatlı ve iyi yürekli bir kadındı. Benimle konuşma çabalarına girmesine ise hayranlık duymaya başlamıştım. İkinci büyük olan Zilan abla da evli bir erkek çocuğu vardı. İki yıllık evliydi benim geleceğim haberini duyunca Van'dan gelmiş. Onların bana bu kadar değer verdiğini görmek bir taraftan sevindirirken bir taraftan da üzüyordu.
Kucağımda ki Zilan ablanın oğlu Harun'u severken Dilşah'ın anlattıklarını dinlemeye çalışıyordum. Dilşah'tan iki yaş küçük olan Sümeyra okul için Van'daydı. Bunu duyunca çok sevinmiştim. Okul okumak kadar güzel bir şey yoktu. En büyük üçüncü kişi Cihangir Atabeyoğlu, yirmi sekiz yaşında ve hâlâ bekârdı. Onun çoktan evlenmiş olduğunu düşünmüştüm ama yanılmıştım. Cihangir'den küçük olan Uraz'da bekârdı. Atabeyoğlu erkekleri işte oldukları için onları görmemiştim ancak verecekleri tepkileri de merak ediyordum.
"Havalar sıcaklasın seni gezdirelim" diyen Aysel abla ile gülümsedim.
"Her yeri karış karış göstereceğim Roya'ya! Önce güzek bir alışveriş falan yaparız sonra ardı arkası kesilmez yemek yemeler, düğünler falan off Of!" Diyerek heyecanla konuşan Dilşah ile Zilan abla yüzünü buruşturdu.
"He canım, Atabeyoğlu erkekleri de çok bırakır ya sizi tek başınıza." Diyince Dilşah'ın yüzü asıldı.
"Hevesimi 'hık' diye boğazımda bıraktın Zilan Xanım, çok sağolasın!" Yanaklarını şişirip ofladığın da koluna dokundum usulca. Böyle yüzünü asışı içimi acıtmıştı. "Merak etme bir yolunu buluruz biz," dedim ve göz kırptım.
Aysel abla gülerken Zilan abla başını iki yana salladı. "İki deli birbirini buldu."
Kıkırdadım. "Deliliğimin dilden dile dolaştığını bilirdim ben, oysa size yetişmemiş."
"Valla bize Urfa güzeli diye geldi haberin Roya," yüzüme tükürür gibi yaptığında sesli gülüşümü engelleyemedim. "Maşallah duyduğumuzdan da güzelleşmişsin."
"Estağfurullah abla ya."
Açılan oda kapısı ile başım o tarafa doğru döndü. "Roya, keçamin sen gel benimle yol yorgunsun biraz dinlen." Dediğinde Harun'u Zilan ablanın kucağına verip ayağa kalktım. Güzel gözleri bu sefer arkamda duran bedenlere kaydı. "Siz de yemek yapmaya inin hadi, akşam olacak yemek hâlâ yok. Oturmanın sırası değildir."
Hepsi başını sallayıp çıkarken halam yanıma geldi. Elini uzatıp yanağımı avucuna alınca iç çektim. "Ali nerede hala?"
"Aziz ilgileniyor onunla hebunamın. Sen şimdi kimseyi değil kendini düşün."
Öyle yapacaktım ancak Ali artık kendim ile düşüneceğim biriydi. "Ali kendini bile düşünmeden bana yardım etti hala. Benim, onu düşünmem gerek. Onun sapasağlam bir şekilde evine gittiğini görmeden, duymadan rahat etmem." Boğazımda ki kuruluğu gidermek için yutkunmaya çalıştım fakat bir işe yaramadı.
"Bundan sonrasını hiç düşünme, senin arkanda koskocaman Atabeyoğlu aşireti var. Ne sana, ne de senin yanında olanlara zarar gelecek." O kadar inanmak isterdim ki bu sözlere... Ama olamıyordum.
Yüzümdeki dağınık ifadeleri, duyguları sezmiş gibi kolu ile sarmaladı bedenimi. "Gel sana odanı göstereyim."
Beraber merdivenleri arşınlayıp yukarı kata çıktık. Dama çıkan merdivenlerin yanındaki kapının önüne geldiğimizde gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Kapıyı açıp içeri girdiğimiz zaman oldukça düzenli, temiz ve geleceğim için, benim için hazırlanmış odaya mest olmuş gözlerle baktım.
Halam herşeyi düşünmüştü.
Omuzlarım yenilmişlikle, mahcuplukla düştü. "Hala..." Diye yakındım. Ona dönerek benim gibi dolmuş gözlerine baktım. "Ben bu yaptığınızı nasıl ödeyeceğim?" Burnumu çektiğimde yaşlarla parlayan gözlerim acıyla kasılmış yüzündeydi.
"Ödeyecek bir şey yok ortada. Bu babana verdiğim bir söz, bir yemin." Dediğinde sesinde acı vardı. Uzanıp ellerimi tuttuğunda buz gibiydim. içim cayır cayır yanarken ben buz gibiydim.
"Sen benim kızımsın Roya. Sen benim ağabeyimden kalan en güzel hediyemsin."
Bedenimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak kendimi sıktım. "Bu kadar sevme beni hala. Annem bile beni sevmemişken senin beni sevmen içimi yaralıyor," dediğimde sesim o kadar cılızdı ki...
"Ben yeterim sana. Can parçamsın sen benim." Eli ellerimi okşuyordu ancak bilmeden yüreğimde oluşan yaranın oluk oluk akan kanına da değiyordu elleri.
O güzelim elleri beni iyileştirecekti.
Boğazıma kadar yükselen hıçkırığı tutmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yeterdi bana. Beni bu kadar severse yeterdi. Saçlarımı okşasa dahi yeterdi. Başımı aşağı yukarı salldığımda iki damla gözyaşı yanaklarımdan aşağı yuvarlandı.
"Hala... Benim canımı," yutkunmaya çalıştım. "Canımı çok yaktılar." Başımı öne doğru eğdim. Neden bu kadar zordu? Bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Tüm birikmiş acılarımı arkamda bırakmak istiyordum. Kollarımı bedenime sardığında durdurmaya çalıştığım hıçkırıklarım odanın içini doldurmaya başladı.
"Kurban olsun halan sana da, acına da."
Hıçkırıklarımın dinmesini, titrememin geçmesini öylece ayakta durarak, saçlarımın arasında gezen eli ile bekledi. Kendimi iyi hissettiğim de geriye çekilip yüzüne baktığımda gözlerinin kırmızıya dönmüş olmasına dudak büktüm. Onu üzmek değildi amacım sadece iyi hissetmeye içimdeki son kırıkları atmaya çalışmıştım.
Ellerimle yanaklarımı silerek ıslanmış yüzümü kurulamaya çalıştım. Derin bir nefes alarak gülümsemeye zorladım kendimi.
"Banyo da herşey var valizin de burada zaten sen temizlen ve biraz dinlen akşam yemeğine kadar ben seni uyandırmaya gelirim." Başımı aşağı yukarı salladım. Uzanıp saçlarından öptü. "Bir daha ağladığını da görmeyeyim." Dedikten sonra odadan çıkarak ardından kapıyı çekti.
İşte şimdi yanlız kalmıştım.
Çok büyük olmayan odanın içinde öylece ayakta duruyordum. Avluya bakan bir pencere vardı. Küçük bir elbise dolabı ve tek kişilik bir yatak. Elbise dolabının hemen yanında duran valizime doğru ilerledim.
Yirmi üç yılımı bir bavula sığdırmış gibiydim.
Acılarım, mutluluğumun içinde olduğu bir valiz. Siyah bir valiz. Valizi güç bela kaldırıp yatağın üzerine koyarak açtığımda içinden yayılan koku evimin kokusuydu. Gözlerim tekrar dolmuştu. Böyle olsun istemezdim. Yaram olmuştu geçmişim. Geçmişi unutup bir gelecek kurmalıydım. Düşüncelerim kafamda büyük bir yaygara çıkarsa da en mantıklı şeyi yapmıştım.
Ben, töre iletine boyun eğseydim nasıl kadınları savunur, onlara doğru yolu gösterirdim? Daha kendimi koruyamazken diğer kadınları nasıl korur, öğüt verirdim?
Valizimin en üstünde duran küçüklük resmime baktım. Babamın kucağında, bir yanımda Rizgâr ağabeyim diğer yanımda Şerwan ve yine eksik olan bir annem... Derin bir nefes alıp elimdeki fotoğrafı yatağa bırakıp valizimi boşaltmaya koyuldum. Zaten pek bir şey almamış, gerek duymamaştım. Çıplak kalacak değilim ya ilaki elbise bulurdum. Dolan gözlerime aldırmadan hiçbir şey olmamış gibi elbiselerimi boş dolaba yerleştirdim. Yerleştirmem bittiğinde akşam olmadan bir nebze de olsa rahatlamak amacıyla duş almak için banyoya adımladım.
*
Üzerime giydiğim siyah, deri bilekten eteğin üstüne beyaz kazağımı giymiş bir şekilde yatakta bağdaş kurmuş oturuyordum. Duştan sonra uzun zamandır uyuyamadığım uykumu birkaç saatte geçirmiştim. Uyandığımda da hava artık kararmaya yüz tutmuş bir şekildeydi. Aşağı inmeliydim ancak o gücü kendimde bulamıyordum. Yanaklarımı gerginlikle şişirdim. Odanın kapısı çalınıp aralandığında siyah, uzun saçlarını sonra da güzele yüzünü gördüm Dilşah'ın. Üzerindeki kadife elbisenin hakkını veren fiziğini birazcık kıskanmış olabilirim. Alt dudağının üzerinden dilini gezdirdi. Geldiğimden bu yana takındığı güzel gülüşü tekrar yüzünde belirirken, "uyuyan güzel uyanmış," diye mırıldandı.
Gülistan'ın kime çektiği belliydi. Yataktan kalkarak gülümsedim. Kapıyı tamamen açıp içeri geçtiğinde, "çok mu uyudum?" Dudaklarımı büzdüm.
"Hayır tabii ki!" Yanıma yaklaşıp bedenimi süzdü. "Ben yemeğe çağırmak için geldim seni. Babamlar da gelmek üzere."
İçimdeki tarifsiz kıpırtılara anlam veremedim. Heyecanlanmış mıydım?
"Daha da güzelleşmişsin Roya..." Dediğinde bugün epey duyduğum bu cümleler beni utandırıyordu.
Utanarak gülümsedim. Edilen her iltifat beni fazlasıyla utandırırdı. "Abartma abartma."
"Ne saçmalıyorsun? Abartmıyorum bugün söylediğimiz gibi aynaya bak azıcık aynaya. Gözlerinin ışıltısı bir mücevher gibi parlıyor. Kusursuz bir güzelliğe sahipsin. Burada birçok kişiden ismini duyuyorduk bile!"
Güzeldim bunu farkındaydım ancak öyle abartılacak bir güzelliğimin olmadığını da biliyordum. Uzanıp koluna dokundum. "Bana âşık olmayı düşünme Dilşah." Diyerek kıkırdadım.
Yüzü kızardı ve burukça güldüğünde gözlerim kısıldı. Aniden neşeli yanı hüzünle pençelenmişti. "N'oldu?" Diye sordum.
Elini havada 'boşver' anlamında salladı. "Buradasın ne de olsa bol bol konuşuruz." Kararsız bakışlarım üzerinde gezindiğinde uzanıp koluma girdi ve beni dışarıya doğru sürüklemeye başladı. "Bakma öyle Roya, sonra dedim, değil mi?" Dudaklarımı onaylar anlamında büktüm. "Öyle olsun bakalım Dilşah Xanım, ne de olsa buradayım ilaki sökülür dilin."
Güldü. Omuzunu omuzuma geçirip "kız gecesi yaparız olmazsa, ha Roya?" Manidar bakışlarına başımı sallayarak yanıt verdim. Beraber aşağı indiğimizde gördüğüm sofra ile aç olduğum aklıma geldi. Midemin ara ara sancı yapmasının nedenini görünce, yemek yemeyi unuttuğum için içten içe kendim ile bir tartışmaya girişmiştim.
Yâde Dilşah'ın bakışlarına başımla selam verdiğimde çehresinde ufak bir gülüş peyda olmuştu. Kızlara yardım etmek istediğim de ise halamın uyarısıyla durmuştum. Yer minderinde otururken kapıdan giren Aziz ağabeyin yanında Ali'yi görünce gülümseyerek yerimden kalktım. Aziz ağabeyin baş selamını alıp Ali'ye döndüm. "Biraz konuşalım mı?"
Ali, başını salladığında beraber avlunun bahçeye bakan tarafındaki çardağa doğru adımladık. Çardağa oturduğumuzda Ali'ye döndürdüm bedenimi. "Nasılsın?"
"Nasılsın?"
İkimiz aynı anda konuştuğumuz için güldüm. "İyiyim ben." Diye cevapladım önce. "Sen?"
"Huzurluyum Roya. Eğer seni orada öylece hayatının yok oluşunu görseydim vicdan azabı çekerdim." Başımı salladım iki yana doğru. Bu doğru değildi. Eğer evlenseydim Ali'nin vicdan azabı çekmesi doğru değildi sonuçta onun hiç günahı yoktu.
"Senin hiçbir suçun yok, Ali."
Omuzları aldığı soluk ile gerildi. Ellerini önünde kavuşturup dizine yasladı. Bakışları gözlerime çivilendi. "Olurdu Roya. Bir kadını acı çektiğini bile bile yardım etmeseydim, ben değil vicdanım rahat etmezdi."
Derince yutkundum. "Sen çok iyi bir insansın, dostsun Ali." Buruk bir şekilde kıvrıldı üst dudağı. Eğik başını kaldırıp tekrar gözlerime baktı. "İyi değilim ben Roya. Eğer iyi bir dost olsaydım Araf'ın yaptığı hatadan döndürürdüm."
Duyduğum isim içimde büyük bir zelzele oluşturdu. Onun ismini duymak istemiyordum artık. Elimden geldiğince yok sayacaktım. Kendince doğru olanı yaparak beni yok saymıştı ve ben de kendi doğrularımla yoluma devam edecektim.
Verdiğim bu kararı uygulamak için elimden gelenin fazlasını yapacaktım.
"Herkes kendi hatasının bedelini öder, hiç kimse başkasının hatasının bedelini ödemez Ali. Sen, sana düşen görevi layıkıyla yaptın."
Başını onaylar anlamda sallayarak mırıldandı. "Doğru..."
Kaşlarımı kaldırdım. "Ne zaman gideceksin?"
"Bugün akşam, yemekten sonra Atabeyoğlu adamları beni götürecek."
İç çektim. "Yani artık göremeyecek miyiz birbirimizi?"
Kaşları hafif bir kavisle kalktı ve şaşkınlıkla bana baktı. "O da nereden çıktı?"
"Başın belaya girmesin diye..." Anında gözlerim doldu. Bu duygusallığım ne zaman bitecekti? Ağlamaktan sıkılmıştım.
"Saçmalama Roya, ne olursa olsun ben hep yanındayım. Sadece telefon etmen yeterli, anladın mı? Kardeşimsin sen! Lütfen bir daha bunu duymayayım." Konuşurken bazı yerlerde titreyen sesi derin nefes almamı sağladı. Başımı onaylar şekilde salladım. Gözlerimde oluşan pırıltılarla yüzüne baktım.
"İyi ki varsın, Ali."
İyi ki vardı.
"Keçamin?" Duyduğum sele başımı sesin geldiği yöne avlunun girişine doğru çevirdim. Gördüğüm suretler ile nefesim kesildi. Atabeyoğlu erkekleri karşıdan geliyordu. En önde bana gülümseyerek bakan, Hazar babayı nerede görsem tanırdım. Yaşı gereği heybetli duruşu çöküntüye uğrasa da şimdilerdeki ağalara taş çıkarırdı.
"Hazar baba!"
Hızla yerimden kalktığım gibi koştum ona doğru. Açılan kolları arasına girdiğim de nefesimi tutmuştum. "Keçamin, tü xerhati!" Gözlerimi kapatıp boynuna gömdüğüm başımı tutan eli saçlarımı okşuyordu.
Saçlarımı okşuyorlar baba... Tıpkı bir zamanlar senin yaptığın gibi.
"Hoş buldum mu gerçekten ağam?" Diye Hazar ağaya takılıp geri çekildiğimde gür sesi ile bir kahkaha attı.
Uzanıp yanağımı sevdiğin de dişlerimin görüneceği şekilde gülümsedim. "Hoş gelmişsin ya keçamin."
Gözlerim arkasında duran üç erkeğe kaydığında utanıp bakışlarımı kaçırdım. "Arkanda duran adamlar ne kadar büyümüşler Hazar ağam." Diye sessizce fısıldadım. "Maşallah maşallah." Hazar ağa tekrar gür bir kahkaha attığında arkada duyduğum homurdanma sesi ile bakışlarımı o yöne doğru çevirdim. Keyfim şimdi yerine gelmişti işte.
Uzun boyu ve hoş endamıyla bize bakan adama doğru baktım. Sonra yanında duran adama. Gözlerini üzerime tutmuş adama baktım. Kahverengi saçlarıydı ilk dikkatimi çeken. Yumuşaklığı uzaktan beli olan kahverengi saçları. Beyaz tenine fazlası ile uyum sağlamıştı. Kahverengi gözlerin de ki keskinlik beni yerim de kıpırdandırırken, sert çehresi ve duruşu ile yutkunmamaya çalıştım. Geniş omuzları ve uzun boyuyla her yerinden asalet akan bu admadan, zor da olsa gözlerimi ayırıp önüme döndüğüm de gözlerim Yâde Dilşah'ın gözleri ile kesişti. Utanıp başımı eğdiğim de. Halam yanıma gelerek arkada duranlarla beni tanıştırmaya başladı.
"Hoş geldin, sefa getirdin." Diyen Arif ağabey ile tebessüm ile karşılık verirken titreyen bedenime anlam veremiyordum.
"Tü xerhati Roya," diyen adama bakınca bir süre duraksadım. Benimle konuşsa da bakışları ben de değildi. Arkamda bir yerdeydi. "Hoş buldum Uraz." Derken çaktırmadan arkama baktığımda evin emektarı olan Halide ablanın kızı Jiyan'ı gördüm. Yanakları kızarmış başı öne eğikti. Üzerinde olan bakışlardan haberdar gibiydi. Dudağımda oluşan kıvrılma ile önüme döndüğümde tekrar kahve gözlerle selamlaştı gözlerim.
Diğerlerine göre daha fazla dikkat çekiyordu. Ellerini arkasında bağlamış bana bakarken halam yanıma gelip koluma dokundu.
"Hoş geldin, Karadağ kızı." Sert sesi insanı titretecek kadar kusursuzdu. Başımı usulca salladım. "Hoş gördüm." Derken bakışlarımı Cihangir Atabeyoğlundan çekememiştim.
Eğer bilseydim ilerde olacakları burada kalmak ister miydim bilmiyordum.
İçimde dolaşan hislerin bedenimde oluşturduğu çatlakları şimdiden hissediyordum.
Ruhumdaki yaralar, bedenim de oluşan çatlaklara dayanır mıydı bilemiyorum.
*
Cihangir, duydukları yüzünden öyle öfke içindeydi ki nereye elini uzatsa orayı yakacak gibiydi. İçinde başlayan yangın parmak uçlarında son buluyordu adeta.
Arabanın direksiyonuna elini geçirerek derin bir off çekti. Burnundan soluyordu. Geniş göğüsü aldığı öfke dolu nefeslerle şişip duruyor kahve gözlerine ateş bırakıyordu.
"Ulan nasıl kıyarlar ona! Rizgâr ne bokuma abilik yapıyor lan!" Yanında duran Uraz, ağabeyinin öfkesini bildiğinden sesini çıkarmıyordu. Allah'tan babası ile Arif ağabeyi diğer araba ile eve geçiyorlardı. Bu durum için şükür ederek yağ gibi kayan yola bakışlarını kısa bir süreliğine çevirdi. "Sakin ol ağabey! Böyle davranarak onu korkutmaktan başka bir şey yapmazsın, bilesin."
Cihangir başını salladı iki yana öfke içinde. Tek eli ile direksiyonu tutup diğer elini göğsüne dayadı. "Burası yanıyor Uraz! Burası onu daha önce oradan çekip alamadığım için alev alev yanıyor!" Sertçe göğüsüne vurup direksiyonu kavradı. Van'da olan şirketlerine gitmişlerdi bugün ancak duydukları haber ile geri dönmek durumunda kalmışlardı. Van'dan Hakkari'ye gelmek ilk defa Cihangir'e bu kadar uzun gelmişti.
Kuzeni Roya'nın yaşadıklarından elbette haberdardı. İlk duyduğunda gidip almak istemişti de zor durdurmuşlardı onu. O deli kızın yaptıklarını duyunca rahatlıyor ancak yapılanları duyunca da öfke bir ok gibi saplanıyordu yüreğine.
"Onu bırakmam Uraz! Onu, o istemediği sürece bırakmam." Keskindi sesi. Bütün doğu bilirdi onun öfkesini. O, öfke ile harmanlanmış bedeninin yaptığı işlevleri en iyi ailesi bilirdi. Bir şey istediyse olurdu.
"Sakin ol Cihangir ağa! Bu öfke hayra alamet değil. Eğer Roya'nın karşısında da bu tutumu sergilersen onu bırak yanında tutmayı görmezsin bile!" Ağabeyi deliydi ama kuzeni Roya Karadağ daha da deliydi.
İkisinin bu deliliğini iyi bilirdi. Roya Karadağ, deliliğine yakışır bir şekilde Yusuf Agir Ağa'dan kaçmayı başarmıştı. Yusuf Agir Bozbey'i tanırdı bütün aile. Onun kötü bir adam olmadığını, merhametini, sevgisini iyi bilirlerdi ancak bir sevdayı Yâde Rozan ile Emine Xanım'ın sözleri ile bozması hiç yakışmamıştı Bozbey'e.
"İçime işlenmiş onun acısı Uraz! Bu nasıl geçecek Bremın! Nasıl?" Kaç sene geçmişti? Kaç ay, kaç gün! Onun başkasını sevişini izleyişinin üzerinden kaç bahar geçmişti? Vazgeçmişti. Onun başkası ile mutluluğunu gördüğünde vazgeçmişti ama ve lâkin kader onlardan vazgeçmemiş onca yaşananlardan sonra yan yana getirmeyi başarmıştı.
"Sakın bir delilik yapma Cihangir Ağa! O buraya kurtuluş diye geldi!"
"Asıl delilik bu Uraz! Asıl delilik bizim yan yana gelişimiz."
Delilikti sevdiği kadının kurtuluş için kendisine sırt dayaması, büyük bir delilikti ve bu davadan nasıl kurtulacağını bilmiyordu Cihangir. İki adam da kendi içlerinde büyük bir kavgaya tutuşmuş bir şekilde sessizleştiler konağa varıncaya dek.
Konağın girişinde durunca gözlerini soyadlarını yazan kapıda gezdirdi. Kalbi uzun zamandır bu denli atmıyordu. O küçük kadın kalbini hasta edecek kadar yakınındaydı artık.
Uraz, Cihangir'in bakışlarını görünce seslice yutkundu. İki yıl önce bir arkadaşının düğününde gördüğü Roya'yı kuzeni olduğunu bilmeden sevdalanmıştı. Sonra ikinci evi gibi olmuştu Urfa. Onun çektiği acılara Arif ağabeyi gibi Uraz da eşlik ederdi.
"Ağabey..."
Cihangir duymadı onu. Kapıyı açıp indi telaşsız ayakları ile. Bedeni telaş içinde değildi telaşlı olan yüreğiydi.
Babası ile beraber avluya geçtiklerinde gözleri hemen etrafı taramaya başlamıştı bile ancak yoktu. Kaşları onu görmediği için çatıldı ancak babasının seslenişi ile bahçe tarafındaki çardağa dönen başı gördüğü yüz ile kaskatı kesilirken buna nefesi de eşlik etmişti.
Bakışları yeşil gözlerinden saçlarına oradan da bedenine kaydı. Amacı onu süzmek değildi; amacı iyi olup olmadığını anlamaktı.
Kahve gözleri bu sefer yanında duran adama kaydığında bedenini saran kıskançlık duygusu ile parmakları avuç ayasında toplanıp yumruk oldu. Eğer şuan o adamın kim olduğunu bilmeseydi bu duygu onu kötü şeylere itebilirdi. Zilan ablasının kocası Aziz Yıldırım elbette bu işe el atmış önceden Ali'nin kim olduğunu söylemişti Cihangir Ağa'ya. Şayet söylememiş olsaydı olacakları tahmin bile edemezdi.
Roya'nın babasına sarılışını gördüğünde kendisinden kopup dışarı firar eden gülüşü gözlerinden okunuyordu. Bir ara kafasını kaldırıp kendisine baktığını gördüğünde oracıkta ölmeyi diledi. O saniye içinde ölmeyi...
Babası, Hazar Ağa'ya fazla sarılışını homurdanarak kesmeye çalıştığında dikkatleri üzerine çektiğinden bir haberdi Cihangir Atabeyoğlu. Koskocaman Ağa karşısındaki kadın için ne hallere düşecekti kim bilir...
Nihayet herkesle tanışıp sıra kendisine geldiğinde gözleri birbirine tutunmuştu. Yeşil gözlerin içinde dolanan duyguları bilmiyordu. Yanakları soğuktan al al olmuş, dudakları kurumuştu. Giydiği etek ve beyaz kazak ile güzelliğine güzellik katmıştı Roya Karadağ.
Titreyen elini gizlemek adına arkasında bağlamış Cihangir Atabeyoğlu, tam karşısında onunla konuşmak ve tanışmak isteyen kadından gözlerini alamıyordu. Annesinin Roya'nın yanına gelip durduğunu görünce boğazını temizleme gereği duydu. Derin bir nefes alır gibi: "Hoş geldin, Karadağ kızı." Dediğinde sesinin keskin çıkmasını engelleyememişti.
Roya Karadağ'la konuşmak nefes almak gibiydi.
Roya'nın dudakları aralanıp, "hoş gördüm." Dediğinde içinde dolaşan hisleri birkaç saniyeliğine kendisini terk ettiğini sandı Cihangir. Naif sesi kulaklarında çınlıyordu.
Kimsenin yapamadığını yapacak canı pahasına koruyacaktı Roya'yı.
Yapardı.
Çünkü Cihangir Atabeyoğlu sözünün eriydi.
Bölüm sonu 🥀
Bölüm bitti! Nasıldı?
Cihangir Atabeyoğlu hakkında düşünceleriniz?
Şimdi ben konuya açıklık getiriyorum. Yusuf Agir Bozbey ve Araf Ağa elbette hâlâ kitapta yer alacaklar çünkü baş karketerlerimdenler ancak ben Roya'yı yazarken ne Araf'ın, ne de Yusuf Agir'in onu hak etmediğini düşünüp durdum ve büyük bir kumar denilecek bir şekilde gidişatı değiştirip Cihangir Atabeyoğlu'nu getirdimm. Umarım ki onu benim gibi çok seversiniz.
İki tarz anlatım kullandığım için hangisi daha hoşunuza gidiyor veya ikisini kullandığım için rahatsız olanlar var mı?
Sizleri seviyorum <33 |
0% |