Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@tanvakti108

Selammm! Bölüme geçmeden önce yorum ve vote vermeyi unutmayın lütfen!

 

Hikâyelerim ile ilgili bilgi almak için: Instagram gmzcllk

 

İkiye on kala, Depresyon güzelim

 

Keyifli okumalar<33

 

15.Bölüm

 

•Bir hafta sonra

 

Allah'ın güzelleştirdiği bir yolda ilerliyordu emin adımlarla Roya. Ne geride bıraktığı ne de ileriye dönük kaygıları vardı. Yüzü gülüyordu uzun zaman sonra. Gülüşü güzeldi ve bu herkes tarafından görünüyordu. Dışardaki soğuğa rağmen çardakta oturmuş çayını yudumlarken karşısında onu güldüren Dilşah ile dudakları güzel kahkahalardan kapanmıyordu.

 

Kapanmasını isteyen de yoktu zaten ki şüphesiz bu güzel kahkahalardan en muzdarip olan da Cihangir Atabeyoğlu'ydu.

 

Günlerden pazardı, herkesin evde olduğu zaman diliminde sesiyle konağı inleten bir Roya Karadağ vardı. İki gündür olduğu gibi yine neşesi yerindeydi. Yatağından kalktığı gibi duyduğu seslere adımlayan Cihangir, avluya bakan pencereye baktığında aldığı nefesin boğazında düğümlendiğini hissetti. Kahve gözleri, uykunun sersemliği üzerinde olan göz kapakları kapanıp açılsa da gördüğü kadınla içi bir hoş olmuş bozuk havaya güneş doğmuştu.

 

Bozuk olan hava, yüreğiydi.

 

Elini gri eşofman altının cebine koyarken yüzünde küçük bir tebessümle Roya'yı izlemeye koyuldu. Nasıl da güzeldi. Nasıl da güzel gülüyordu. Keşke o kahkahalarının sebebi olsaydım diyen tarafına hak verdi. kendisine de gülecek günleri olacaktı, buna inanıyordu. Çok ağlamış bu kadını güldürmek istiyordu ama lânet olsun ki karşısındaki küçük kadını ona bu imtiyazları vermemek için çabalıyor gibiydi. Aklına gelenle elini huzursuzlukla yüzünde gezdirdi Cihangir. Takmıştı! Kendisine ağabey demeye takmıştı!

 

Ulan yaşlı değilim ki ben. Öfke içinde odasında bulunan banyoya ilerledi. Arkasından kapıyı sert vuruşu öfkesini dindirmemişti. Aynanın karşına geçtiğinde kendisine dik dik bakmaya başladı.

 

"Yaşlı değilim ben. Büyük falan da değilim!" Büyüktü. Roya'dan büyüktü ancak bu Roya'nın onu sevmeyeceği anlamına gelmiyordu. Derin bir nefes alıp verirken eli ile dağınık saçlarını geriye doğru taradı. Çıplak göğüsüne baktığında uzun kolyesinin ucundaki taşa bakarken dudakları kıvrıldı. Yeşil, küçük taş zincirin içindeydi. Roya'nın gözlerini görmediği için gözlerine benzeyen bu taşı; değerli taşları satan Rasim amcadan almıştı.

 

Şimdi Roya'sı yanındaydı ama ona ağabey diyordu. Tekrar aklına gelmesiyle sinirle suyu açtı. Ağabey dememesini engelleyecekti, gerekirse yaşını küçültürdü.

 

Yapardı.

 

Cihangir Atabeyoğlu, istediğini yapacak kadar deliydi.

 

Elini yüzünü iyice yıkayıp üzerini giyindikten sonra odasından çıkacakken pencereden dışarı baktı ama görmek istediği bir boşluk değil Roya'ydı ancak Roya orada değil avluda durmuş elindeki telefonla ilgileniyordu.

 

Roya, bir hafta içinde eski neşesinin yerine geldiğinin farkındaydı. Gözleri sürekli parlıyor, dudakları durmadan kahkahalarla aralanıyordu. Burada mutluydu. Ali ile telefonda mesajlaşırken iyi olduğunun kanaatini vermek adına gülen bir fotoğrafını gönderip gülümsedi. Ne kadar ayrı olsalar da hep yanında olacağının sözünü veren Ali'ye minettardı.

 

Telefonunda olan gözleri açılıp kapanan kapı sesiyle başını kaldırıp yanında durduğu odaya doğru baktı. Baktığı yerde gördüğü adamla mercekleri bir miktar büyüdü. Kendisine bakan Cihangir'le göz göze geldiğinde nefes alıp verdi. Roya, gördüğü suretle yanağının iç kısmını dişleri ile acıtırken, Cihangir, gördüğü Roya ile bozguna uğradı.

 

Biraz önce aşağıdaydı ama şimdi tam karşısında, yanında diye dönen düşünceleriyle Roya'nın yanına doğru birkaç adım attı. Roya'nın yüzünde gezen bakışları al al olmuş yanaklara kaydığında kaşları çatılır gibi oldu. Roya'nın yanında mimiklerine dikkat etmeye çalışsa da çoğu zaman olamıyordu. Şimdi uzansa o al al olmuş yanaklara ne olurdu? Çıkık elma kemikleri ve yanaklarının güzelliği ile yutkunurken kendi kendini dizginlemeye çalıştı. 'Saçmalama Cihangir! Kendine gel.' kolay değildi onun için kendine gelmek. Hem, nasıl kendine geleceğini bilmiyordu ki?

 

Roya, üzerinde oldukça fazla duran gözlerle utandı. Kendisine oldukça dikkatli bakan Cihangir'e karşı içinde olan farklı duygunun adını koyamıyordu. Küçükken kendisini koruyan bu adamın büyümüş olmasıyla alakalı olup olmadığını da bilmiyordu. Diğer kuzenleri ile eski hâline dönmüşlerdi fakat sadece Cihangir ile aralarında mesafeler vardı.

 

Kendisine yaklaşan adımların yeri göğü inlettiğinden bir haberdi ikisi de.

 

"Bir şey mi istedin Cihangir ağabe..." Cümlesini tamamlamasına izin vermeyen Cihangir, bir adımda yanına vardı Roya'nın. Yakından aldığını kokusu ciğerlerine bayram sevinci yaşatırken şaşkın olan Roya gözlerini büyüterek bakıyordu dibine girmiş adama. Elindeki telefonu az kalsın elinden kayıp düşecekti bu yakınlıkla.

 

Cihangir kurumuş dudaklarını dili ile ıslatırken uzun boyundan dolayı öne doğru hafifçe kamburlaştı. "Ağabey değil Roya, Cihangir." Derken yutkunmakta zorluk çekti Cihangir, Roya'nın ona her ağabey değişinde canından can kopuyordu sanki. Ne bokuma yaşı büyüktü!

 

Roya anlamsızca baktı karışısında kendisine ağabey demesini istemeyen adama. Bedenini saran şaşkınlıkla ne diyeceğini bilmez bir şekilde, "Yaşından dolayı..." Derken cümlesini tamamlamadı. Kırıcı olmamaya çaba gösteriyordu Roya. Cihangir kendisinden büyüktü. Burada durmak onu kırmak istemediği için telaşla yanından geçeceği vakit Cihangir ne yaptığını bilmez bir şekilde uzanıp yanağından kavradığı Roya'yı kendisine doğru çekti. Burun buruna gelen bu ikilinin yıkılmaz duvarları bu dokunuş ile yerle bir oldu. Roya şaşkınlıkla Cihangir'e bakarken Cihangir'in gözleri avucundaki yüzdeydi.

 

Amacı gitmesini engellemekti. Koluna dokunabilirdi ancak sabahtan beri al al olmuş yanakların ne denli yumuşak olduğunu merak edip duruyordu. Kendisi de yaptığına şaşırdı. Yakın olmak istiyordu ve şuan en ince ayrıntısına kadar görebileceği kadar yakınındaydı Roya. Uzak durmak imkansızdı ve bu imkânsızlık daha da zorlaşıyordu. Allah kahretsin nasıl dayanacaktı!

 

Yanaklarını kavrayan adama büyütmüş gözleri ile bakarken neden geri çekilmediğini sorguluyordu. Cihangir ise kavradığı yüzün pürüzsüzlüğü karşısında gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Bu kadar yakınken zamanın durmasını diledi Rabbinden çünkü şimdi durursa Roya hep bu kadar yakınında olacaktı.

 

Sanki ikisini birbirine bağlayan bir ip vardı. Ucu sıkı sıkı düğümlenmiş bu ip onların hayatını da kavramıştı. İkisini bu yakınlıkta gören biri yanlış anlatabilir ve bu olay başına çok iç açacağı gerçeği Roya'nın kafasına dank ettiğinde bedenini hızla geri çekmeyi başardı.

 

Uzun bir koşu yolunu turlamışçasına inip alçalan göğüsü, düzensiz nefeslerinin işiydi.

 

Eli kısa bir süre havada kalan Cihangir hissettiği koca boşlukla ellerini indirdi. Etrafına telaşla bakan ve kendisinden gözlerini sakınan Roya'nın utandığını görüyordu. "Özür dilerim, canını sıktıysam." Dilinden dökülenlerle sonunda, Roya'nın gözleriyle selamlaştı.

 

"Canımı sıktığını düşünüyorsan bir daha böyle bir şey yapma." Bakışlarını kaçırdı. "Yanlış anlaşılır üzülen biz oluruz Cihangir ağabey."

 

Cihangir, Roya'nın dudaklarından dışarı taşan 'Biz' kelimesine takılı kalmıştı.

 

Biz.

 

Ne güzel kelâmdı bu.

 

"Ben ağabeyin değilim Roya Karadağ. Yaşım da büyük değil." Diye konuşurken takındığı yüz ifadesi Roya'nın, şaşkınlıkla kaşlarını havaya dikmişti.

 

"Az ufal da cebime gir," diyen Roya'nın homurdandığını işiten Cihangir anlamayan gözlerle Roya'ya dik dik baktı.

 

"Ne dedin?"

 

"Diyorum ki yaş sıkıntısı mı çekiyorsun?" Cihangir'in yaşını sevmediğine üzüldü Roya. İçinden 'yazık, kendini yaşlı hissediyor.' diye düşünüyordu.

 

"Yaşım çok mu büyük?" Diye sorarken kimsenin onları duymasını umuyordu. Koskoca Cihangir Atabeyoğlu yaşından dolayı mızmızlanacak dereceye gelmişti.

 

Roya adamın sorduğu soru ile dudaklarını birbirine bastırıp omuz silkti. Cihangir'in böyle bir sıkıntısı olduğunu bilmiyordu. Kırılmaması için kafasında ne söyleyeceğini tartıyordu. "İdeal bir yaşa sahipsin. Otuz yaş (Yaşını büyüttüm) güzel bir yaş. Hem sana yakışan bir yaş yani yakışıyor sana yaşın." Daha fazla saçmalamamak için susmayı tercih etti Roya. "Neden bu kadar sıkıntı ediyorsun ki?"

 

Cihangir, Roya'nın kendisini kırmamak için kıvranmasını sevdi. Hoşuna gitmişti bu durum. "Sorun ben değilim, yaşım değil. Sorun yaşımı sorun edecek olan."

 

Gözlerinin en içine bakıp konuşan kahve gözlerden zorlukla çekti yeşil gözlerini, Roya. 'Sorun edecek olan' diyen adamın birinden bahsettiğini anlamıştı. Kafasını salladı. Dudaklarını büktü. Ne diyeceğini bilmiyordu. Ne denilirdi ki? Koskoca adam, ona öğüt verecek hâli yoktu ya?

 

"O zaman bir zahmet bana değil gidip yaşını sorun eden kişi ile konuş Cihangir ağabey." Diyerek içinde tutamadığı cümleleri sıralarken Cihangir'in yüzünde oluşan şaşkınlığa burun kıvırıp yanından hızla ayrıldı.

 

Giden kadının ardından bakan Cihangir'in dudakları ne tepki vereceğini bilmez hâlde kıvrıldı. "Ulan zaten söylüyorum ya!" Diye konuştuğunda arkasından omuzuna doğru vuran ağabeyi Arif ile hızla arkasına döndü.

 

"Aşk insana çarpar ama bu Karadağ kızı ise sadece çarpmakla kalmaz bremın." Diyerek gülümsedi. Başını ağabeyinin söyledikleriyle iki yana doğru salladı. Elbette biliyordu çok zor olacağını.

 

"Biliyorum." İç çekti. "Eğer bana çarpacak kişi Roya ise ben razıyım."

 

Kafasını sallayan Arif, kardeşinin omuzunu sıkarak cevabını verdi.

 

"Urfa çalkalanıyor," derken berber tesarın demirlerine doğru yürümeye başladılar.

 

Ağabeyinin söylediğiyle Cihangir'in bedeni gerildi. Gönderdikleri adamlardan haberi almıştı. Tüm aşiretler toplanmış Roya'nın bulunup infaz edilmesine karar vermişlerdi. Siktiğimin herifleri! Rizgâr ile Şerwan'ı gördüğü yerde bir güzel dövmeyi düşünüyordu Cihangir. İnsan nasıl kardeşine sahip çıkmazdı! Aklı almıyordu. Yapılanları duyunca olan aklı da yok oluyordu.

 

"Urfa daha çok çalkalanacak ağabey," derken, emindi yapacaklarından. "Roya'yı onlara vermem."

 

"Aklından, yapacaklarından korkarım Cihangir!" diye sert sesle konuştu Arif. "Sakın yanlış şeyler yapma. Bilirsin bizim kurallarımız daha sert, daha can yakıcıdır."

 

Elbette biliyordu. Terasta ellerini cebine yerleştirip gökyüzüne doğru başını kaldıran Cihangir, "Adamları arttırmalı mıyız sence?" diye sordu.

 

Arif başını güllerek salladı. "Korkuyor musun Cihangir Atabeyoğlu."

 

Ruzhsuzca güldü Cihangir. "Erkek adam Korkmaz diye bir saçmalık mı var Arif Atabeyoğlu? Konu sevdiğimiz insanlar olunca elbette korkarım. Yoksa sen korkmuyor musun?"

 

İşte bu huyunu çok seviyordu Arif kardeşinin. Kolunu Cihangir'in omuzuna atarak kendisine çekti. "Korkuyorum."

 

Sakinlikle söylediklerine şuh bir kahkaha attı Cihangir. Kahkahayı duyan Roya, mutfak penceresine yaklaştı usulca. Gördüğü yüz nefesini talan ederken kendisine de kızıyordu.

 

Terasta, elleri cebinde kendisine sarılan Arif'le gülen Cihangir'in duruşuna kaş çattı. "Bu adam bu kadar güzel gülerken neden hep somurtkan duruyor?" Aslında somurtkan değildi Cihangir Atabeyoğlu sadece biraz zamana ihtiyacı vardı dudaklarının.

 

Onun dudakları dikenlerle bezenmiş bir güldü. Suya ihtiyacı vardı. Roya'ya, ihtiyacı vardı...

 

Roya'nın arkasında duran Aysel, genç kızın baktığı yere bakınca nefesi kesildi. Arif'in güzel yüzünü gördüğü her anında içindeki kelebekler sertçe kanat çırpıyor o çırpıntılar kendisinin ayaklarını yerden kesiyordu. Bu nasıl bir sevdaydı? Bu kadar çok sevmek kalbe zarar değil miydi?

 

"Atabeyoğlu erkeklerinin üstün özelliklerinden biridir insanı etkilemek." Roya duyduğu sesle yanlız olmadığını bilmesine rağmen beklemediği sözlerle yerinden hafifçe sıçradı. Arkasını döndüğünde dışarıya bakarak tebessüm eden Aysel ile tekrar başını terasa çevirdi.

 

"Seni etkileyerek kanıt oluşturmuş gibiler."

 

Aysel, Roya'nın sözleriyle kıkırdadı. "Kesinlikle öyle. İki tane çocukla da kanıtı doğruladım."

 

"Arif ağabey çok seviyor sizi." Aysel'e bakınca sanki ilk kez görüyormuşçasına dalıyordu Arif. "Bence sadece onların en önemli özelliği değil senin de özelliğin, etkilemek."

 

Aysel, bir hafta içinde alıştığı Roya'yı inanılmaz sevmişti. Kız kardeşi gibi görüyor ve istemeden birçok şeyini kendisi ile paylaşmaya bile başlamıştı. Hafifçe eğilip "öyle bir özelliğim olmadığını söylemedim çünkü biz kadınların isteyipte elde edemeyeceği hiçbir şey yok." Göz kırparak kahvaltı masasında eksik olan birkaç şeyi eline aldı.

 

Derin bir nefes alarak giden kadının ardından gülümsedi Roya. Eline aldığı tandır ekmeklerini götürken kapıda karşılaştığı Halide kadın ile geriye çekilip onun geçmesini sağladı. Halide, evin emektarıydı. Kahvaltı yapılacak odaya girdiğinde Cihangir'in babaannesiyle konuşurken görünce başını eğerek elindeki ekmekleri masaya bıraktı.

 

"Rojbaş."

 

"Rojbaş." Kahvaltıda bulunan herkes aynı anda cevap verince gülümsedi. Halasının yanına oturdu Roya. Hazal Atabeyoğlu yanına oturan yeğenin uzun, ucu kıvır kıvır olan saçlarında elini gezdirerek uzanıp öptü.

 

"Bir gün beni böyle öpmedin dâye. Vallahi üzülürüm bilesin." Diyerek kötü kötü Roya'ya bakan Dilşah'a Cihangir'in yanında oturan Yâde Dilşah cevap verdi.

 

"Eşek kadar olmuşsun Dilşah, git seni kocan sevsin."

 

Dilşah, duyduğu sözlerle kınarcasına baktı nenesine. "Ayıp edersin Yâde. Benim yaşım gayet küçüktür sen büyük görürsün." Diyerek küçük burnunu havaya dikti. "Yaşlılık gözlerine mi vurdu acaba?"

 

Roya ve Aysel kıkırdarken Hazal Hanım kafasını onaylamazca sallayıp durdu. Yâde Dilşah duyduğu kelamlarla elindeki bostanı masanın altından bulduğu ayaklara geçirdi. Küçücük ile kendisiyle dalga geçiyordu birde!

 

"Ahh! Acıdı ama Yâde!"

 

"Duâ at kafana vurmadım."

 

Cihangir, geçen yaş konusu yüzünden Roya'ya kilitlenmişti. Roya üzerinde hissettiği bakışlarla sofranın başında, Yâde Dilşah'ın yanında oturmuş adama baktı. Yaş mevzusu geçtiği için mi kendisine bakıyordu?

 

Ona dik dik bakarken başını 'ne var' anlamında salladı Roya. Sürekli bakacak mıydı ona?

 

Cihangir kendisine kafa sallayan kızla önüne döndü. Gülüşünü saklamak için babasının kahvaltıya başlamasıyla ağzına tandır ekmeğini tabiri caizse tıktı. Ara ara Roya'ya değen gözlerinde durgun bir deniz sakinliği vardı. Gözleri parmak uçlarındaydı. Narin parmaklarının arasına duran kaşığı tutuşuna bile aşıktı Cihangir. 'Fesuphanallah' diyerek iç geçirdi. Bu nasıl bir güzellikti. Sanki Cihangir'in kalbini sökmek ister gibiydi. Sırf onun için doğmuş gibi.

 

Belki de öyleydi...

 

Belki de Cihangir'in yazgısındaydı.

 

Dirseğine yediği darbe ile yanında duran yâdesine kaşları çatık baktı. "Beni rahatsız eder Cihangir," derken ağır aksanı yerli yerindeydi. Torununu alaya alan bakışları kısa bir anlığına genç kıza dokundu.

 

"Yine kim seni rahatsız eder Dilşah Xanım?" Kendisine seslenen babaannensine anında dönerek sakin sesiyle sordu.

 

Yaşlı kadının sert çehresi yumuşadı, yüzünde yılların verdiği tecrübelerden oluşan kırışıklıklar birbiriyle iç içe geçti. "Yüreğinin yaptığı ses Cihangir Atabeyoğlu. Az ötede çarpsın, işitmeyen kulaklarımı çınlatır."

 

Cihangir içtiği çayın genzine kaçmasıyka öksürüğe tutulduğunda Dilşah Atabeyoğlu aldığı cevabın sevinci ile deqli elini torunun sırtına doğru götürüp birkaç kez vurdu. "Helal kurban olduğum helal."

 

Öksürükler arasından bir babaannensine bir de Roya'ya baktı. Dilşah Atabeyoğlu rahat durmazdı. Biliyordu, emindi. "Yâde..." Diye mırıldandığında, gülümsedi yaşlı kadın.

 

"Eğer onda da bir şey görür isem beni durduramazsın Cihangir Atabeyoğlu."

 

Cihangir hayretler içerisinde bahanesini izledi. Babaannesini bazen anlayamıyordu. Onun yakacaklarından korkmuyor da değildi. Kim bilir yine yaşlı kurdun aklından neler geçiyordu. Roya'nın zarara uğramaması için daha sonra babaannesiyle konuşacağını aklına kazıyarak kahvaltısını yapmaya geri döndü lâkin bedeni sofrada, kendisi değildi.

 

Yapılan kahvaltıdan sonra sofra kaldırılmış Dilşah ile dışarı çarşıya gitmek için hazırlanıyordu Roya. Havalar soğuktu, Urfa sıcağına alışmış biri olarak Hakkâri de inanılmaz üşüyordu. Dışarının daha beter olduğunu düşündüğü için kalın bir şeyler giymeye yönelmişti. Beyaz triko elbiseyi üzerine geçirip deri kahverengi kemerini takarken aklına düşen ailesi ile derince soludu. İçine aniden işlenen sancı ile yüzü buruşurken eliyle göğüs kafesine birkaç yumuşak darbe indirdi. Attığı birkaç darbe acısını yok edeceğini sanmış ve yanılmıştı.

 

Acısı yok olacak gibi değildi...

 

Bej rengi kabanı üzerine geçirdikten sonra hazırladığı çantasına telefonunu yerleştirip etrafında göz gezdirerek çıkmak için kapıya yöneldi. Ali gitmeden önce kendisine bir mikatar parayı zorla vermişti. Her ne kadar gerek olmadığını dile getirse de şuan Ali'nin verdiğiyle idare ettiği için mutluydu. Kartlarını kullanmayacağı için biraz daha zamanın geçmesini bekliyordu. Yerinin belli olmasını istemediği için aldığı küçük bir önlemdi. Halasının, kendisine bunun için kızmasına ve eline tutuşturduğu kartı almasına içerlendiğini biliyordu ancak yeterince yük olduğunu düşündüğünden böylesinin daha doğru olduğunu düşünüyordu.

 

Bugün pazardı ve Hakkâri'nin merkezin de kurulan büyük pazara gideceklerdi. (Hakkâri'nin yaşantısına pek hâkim değilim, üç ay gibi bir süre orada tatil yaptığımdan gözlemlediklerimi geçiyorum ki zaten bu bir kurgu gerçekleri aramak yerine okuyun lütfen.:)

 

Merdivenlerden ağır ağır indiğinde Dilşah'ın ve Aysel ablanın hazırlandığını gördü. Onları götürecek olanın kim olduğunu bilmediği için tedirgindi. Cihangir Ağa'nın olmamasını içten içe isteyen Roya, kapıdaki siyah arabanın şoför koltuğunda, elleri direksiyonu kavramış bir şekilde onları bekleyen adam ile sekteye uğradı. Cihangir mi götürecekti onları?

 

"Hah! Geldin mi?" Diyen Hazal Hanım'la kafasını salladı Roya.

 

Hazal Hanım, Roya'nın dışarı çıkmasını istemiyordu. Hakkâri aşiretlerine haber gelmişti bugün. Kendilerini sevmeyen düşmanları Roya'yı görüp haber salmalarından korkuyordu. Keşke gitmeseydi. Ama dili bunu diyemiyordu. Onu hapis etmek, hapis olduğunu sanmasını hiç istemiyordu.

 

"Dikkatli olun delâlamın. İşiniz biter bitmez eve gelin durmayın bir yerde."

 

"Tamam dâye vallahi şimdi gitmekten vazgeçeceğim!" Diye yakındı Dilşah. Annesinin tembihlerinden gına gelmişti. Bir rahat edemeyecekler miydi? Haksız mıydı? Değildi.

 

"Merak etme hala, işimiz biter bitmez geleceğiz hem yalnız değiliz. Cihangir ağabey bizle." Uzanıp halasının yanağına tatlı bir öpücük kondurdu.

 

"Beni böyle öperek sakinleştiremezsin Roya Karadağ." Elbette bunu biliyordu. "En azından mutlu oldun."

 

"Oldum ya nasıl olmam." Elini uzatıp Roya'nın avucunu açtığında Roya hemen çekti elini. Dudakları itiraz etmek için aralandı. "Hala... Benim param var."

 

"Ben yok mu dedim?" Yüzündeki aksi ifade Roya'yı utandırmıştı. "Hem bu kartla Atabeyoğlular batacak mı? Ben diyeyim batmayacak." Yanaklarının kızardığını hissetti Roya.

 

"Ondan değil..." Diye konuşurken tek kaşını kaldıran Hazal Hanım yeğeninin inadını annesi Rozan'a benzetti. Bu inat olsa olsa Yâde Rozan'ındır.

 

"Ondan bundan bilmem ben. Al şunu beni delendirme."

 

Roya bir karta bir de kendisine kızan kadına bakarken arkadan gelen Dilşah annesinin elindeki kartı alıp Roya'nın çantasına attı. "Vallahi sıkıldım. Altı üstü vur kart yani ne büyüttünüz."

 

"Dilşah!"

 

Genç kız annesine omuz silkerek Roya'nın koluna girdi. "Hadi dâye görüşürüzzz." Roya'yı çekiştirip bekleyen arabaya ilerlerken bir yandan da. "Eğer kartı kullanmazsan senin yerine ben birkaç şey alırım niye kendini sıkıntıya koyuyorsun." Çarpık gülüşü ile omuzunu Roya'nın omuza vurdu.

 

Roya kıkırdadı. "Üstümden koca bir yük kalktı Dilşah (!)"

 

"Aman be bacım şaka yaparım ben," diyen Dilşah dostuna katılarak güldü. Bu sabah yüzü gülüyordu çünkü uzun zaman sonra evine neşe gelmişti ve bu gelen neşenin kaynağı yanında olan kızdı.

 

Araba hazır hâlde giriş kapısının eşiğinde bekliyordu. Aysel abla arabanın arka koltuğunda yer almıştı bile. Dilşah ardından da Roya arabaya binince Cihangir dikiz aynasını Roya'yı gireceği şekilde ayarlayıp arabayı çalıştırdı. Arkasından onları takip eden adamların emir verdiği gibi uzaktan onları izleyecek canı pahasına koruyacaklardı.

 

*

 

Roya'dan...

 

Araba pazar alanında durduğunda nihayet derin bir soluk almayı başarmıştım. İçimde bitemek bilmeyen bir sıkıntı baş gösterdiği için yüzümü ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsam da beceremediğimin farkındaydım. Dilşah'ın yol boyunca konuşmalarına ara ara katılarak düşüncelerimi dağıtmaya çalışmıştım ancak sadece çalışmakla kalmıştım.

 

Arabadan inip birbirimize baktığımız da arabadan çıkan Cihangir ağabeye döndük. Üzerindeki siyah kabanı takım elbisesi ve dağınık görünüme sahip saçları ile her zamanki gibi şıktı. Yıkılmaz gibi görünen omuzları heybetli duruşuyla tamamdı. Yakışıklıydı.

 

Gerçekten yakışıklıydı.

 

"Sen de mi bizimle geleceksin ağabey?" Diye soran Dilşah'ın bize tercüman olmasıyla Cihangir'e baktım. Kendisine ağabey dememi istemeyen adama.

 

"Benim pazara geldiğim nerde görülmüş Dilşah?" Sert ses tonu Dilşah'ın suspus olmasını sağlarken göz devirdim. Dilşah gayet doğal bir soru sormuştu ama anlaşılan Ağa beyimizin keyfi yerin de değildi.

 

"Çok emin olma Cihangir, bir bakarsın pazara başına gelirsin." Aysel ablanın söyledikleriyle gülümsedim. Cihangir ağabeyi tek başına pazarda alış veriş yaptığını düşününce gülüşümü gizleyemedim.

 

"Hoşuna gitti galiba Roya?" Eğik başım bana doğru gelen soru topuyla kalktı. Tek kaşı kalkık, dudağında alay dolu gülüşü ile bana bakan Cihangir ağabeye omuz kaldırdım. "Yoo aklıma başka bir şey geldi ona gülerim ben."

 

"Öyle diyorsun?"

 

"Hı-hım, öyle diyorum." Dediğimde buna pekte inanmış gibi durmasada üzerime gelmedi.

 

Dilşah ile Aysel ablaya başıyla işaret verdiğinde ikimiz yalnız kaldık. Aslında kalabalık bir yerdeydik ama tam bu an da sadece biz varmışız gibi hissetmek, Cihangir ağabeyin bakışlarından olabilirdi.

 

Derin bakan bakışları insanı titretecek kadar keskindi. Kendime engel olmaya çalışsam bile yapamamış, tüm yüzünü incelemeye başlamıştım. Yüzüm boyun hizasına geliyordu. Giydiğim beş santimlik botlar aramızdaki mesafeyi kapatmamıştı. "Benimle bir şey mi konuşacaksın?"

 

"Seninle bir şey konuşmamı mı istiyorsun?" Sorduğum soruya soruyla karşılık vermesine tepkisiz bir şekilde kalarak cevap verdim.

 

"Laf cambazlığına merak mı saldın Cihangir Ağa?" Gözleri 'Ağa' dediğim için şaşkınlıkla kısaldı. Gerilmiş yüz kasları gevşedi hatta yüzünde, dudaklarının kıyısında mesken tutan tebessümü de görür gibi oldum.

 

"Bilemedin." İfadesiz tutmaya çalıştığı bakışları suratımda gezindi. "Merak saldığım başka bir konu var ama şuan onun ne yeri ne de sırası."

 

Tereddüt etmeden konuştum. "Bunu bilmem ne güzel. O zaman neden durdurdun beni?"

 

Beklemeden cevap verdi. "Durdurmadım eğer durdursaydım..." Sustu. Alt dudağını dişleriyle ezip özgürlüğe kavuşturdu. Sonunu getirmediği cümlenin ne dediğini duydum. Eğer durduysaydı; sabah yaptığı gibi yüzümden kavrardı.

 

Eğik durmayan başımı dikleştirdim. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Sessiz kalmanın daha doğru olduğunu hissettiğim için dilime kilit vurdum. Sustuğumu ona cevap vermeyişimi gördüğünde dudakları kıpırdanmasa bile gözleri eğlenen bir hal almıştı. Elini kabanın cebinden çıkarıp bana doğru bir adım attı. Gözlerine soğuk bir ifade alarak gözlerime kenetlenmeye devam etti. "Bugün Hakkari aşiretlerine senin kaçtığın haberi geldi."

 

Kaşlarımı havalandırdım. Gözlerim korkuyla açıldı ve dudaklarımı ıslatma isteği ile dolup taştım. "Peşimdeler," diye mırıldandım. Dikleştirdiğim başım eğildi. Mutluluğum bir haftayla mı sınırlıydı yani? Bu kadar erken mi?

 

"Bunu biliyorduk. Elbette senin peşine düşecekler Roya." Aldığım solukları ikimiz de duyabiliyorduk, dudaklarımı aralayarak rahat nefes alamaya çalışıyordum fakat... Bu da yetmiyordu. Suçsuz insanlara zarar gelme korkusu bana izin vermiyordu.

 

"Ne olacak peki? Başka bir yere mi gideceğim?" Kaşları çatıldı. Söylediklerim çok saçma bir şeymiş gibi yüzü buruştu.

 

"Öyle bir şey olmayacak."

 

"Ne olacak peki?"

 

"Ben halledeceğim." Sustu, konuşmadan devam etmesinin beklerim. "Senden istediğim dikkatli olman ve en ufak bir sezgide beni araman."

 

Başımı onaylamaz ablamda saldım. "Ağabeylerim bile halledememişken sen nasıl halledeceksin Cihangir Ağa?" Sesim olduğundan daha soğuk çıkmıştı.

 

Evet, kesinlikle bu konuda haklıydım. Kim töreye baş kaldırsa eğdirmeyi başarmışlardı bu devrin artık bir son bulması lazımdı. Yitip giden onca sevdanın ağıtıyla kan boyanmış töre yok olmalıydı.

 

Derin bir nefes verdi. İradesiz bakışlarını bozmadan mırıldandı. "Ben ağabeyin değilim, demiştim." Sesinde hissettiğim öfke tohumları ekilmek için bekliyor gibiydi.

 

Gözleri benden arkama doğru yol aldığında omuzunun üstünden sıkıntıdan patlayacakmış gibi görünen Dilşah'ı gördüm. El kol hareketleri ile beni çağırdığında başımı sallayip onu onaylayarak önüme döndüm ama beklemediğim yakınlıkla geriye doğru düşecekken omuzlarımdan kavrayan Cihangir ağabeyle son anda kurtuldum.

 

Dibime kadar girmişti. Bu yakınlık ve dokunuş bacaklarımı titremeye tâbi tutmuştu. Bir yere tutunma ihtiyacım vardı ancak beni tutan vardı zaten. Ben tutmuyordum, tutuluyordum.

 

Soğuk. Soğuk havada terliyor, ağabey dediğim adamın hissettiğim nefesiyle üşüyordum. Beni bırakıp geri çekildiğinde kurumuş boğazım acıyla sızladı. Dilim damağım kurumuştu.

 

"İşiniz biter bitmez beni arayın." Bir şey dememi beklemeden arabaya doğru adımladı ancak binmeden tekrar bana doğru geldi ne olduğunu bilmeden saçlarımın tepesinde hissettiğim dudaklarla dudaklarım aralanırken beni şaşkınlığımla terk edip arabaya binişini ve yanımdan hızla geçişine şahit olan gözlerim kaybolan arabanın ardından uzak bir mesafede gördüğüm adama takılı kaldığında gözlerimi üst üste kırpıştırdım.

 

Öfkeli bakışları giden arabadan bana doğru döndüğünde, aldığı öfkeli solukları bedenini sarstığını gördüm.

 

"Gerçek değil," dediğim de yanıldığımı arkasında birkaç adamla bana doğru gelen Yusuf Agir Bozbey'le anladım. Gerçekti. Bana doğru, kendinden emin adımlarla gelen kişi O'ydu.

 

Yusuf Agir Bozbey, kurtulduğum sandığım prangaları başlatan kişi.

 

Lanet olsun!

 

Lanet olsun!

 

Bölüm sonu 🥀

 

Bölüm bitti! Bence çok sakin bir bölümdü ancak gelecek bölüm için bunu söyleyemeyeceğim. ;) Sizce nasıldı? Sevdik mi?

 

Hikâye gidişatı sıkmıyor değil mi sizi?

 

Cihangir'i sevdik mi?

 

Yusuf Agir Bozbey geldi. Neler olacak sizce?

 

Sizin de 'Lanet olsun!' dediğinizi duyar gibiyim ^^

 

Sizleri seviyorum<33

Loading...
0%