Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@tanvakti108

Selam! Oy sınırı koymayı sevmiyorum ama lütfen okuyorsanız bir voteyi çok görmeyin. <33

 

 

Melike şahin, Bi' Fırlatsam

 

•İçime ilk defa sinmeyen bir bölüm oldu. Sanki bir şeyler eksikti:( umarım siz severseniz.

 

Keyifle okuyun, sizleri seviyorum<33

 

 

18. Bölüm

 

Hayatın yaşattığı zorlukların üstesinden gelinmişti elbet. Göz yaşlarıyla, kahkahalarla geçen bir sürüven olsa da çok yara bırakmıştı.

 

Roya Karadağ yara almıştı.

 

Cihangir Atabeyoğlu o yaraya merhem olmak isteyendi.

 

Karşısında duran adamın gelişine, hastanede oluşana kaş çatarken, hangi yüzle burada olduğunu anlamıyordu. İki yıkılmaz görünen bedenler karşılıklı durmuştu. İkisinin gözlerinde öfke yuva yapmış ifadelerine de tercüman oluyordu.

 

Şerwan Ağa kız kardeşini görmek için gelmemişti. Şerwan Ağa verilen karardan sonra zaten hiç gitmemişti ki. Ağabeyi Rizgâr'la aldığı kararla da gidecek gibi değildi. Kardeşi buradayken gitmesi söz konusu değildi. Koruyamadığı kardeşi yüzünden yeterince vicdan azabı çekerken bir daha böyle bir hataya yer vermeyecekti.

 

Gözleri birbirinden ayrılmayan Şerwan ile Cihangir'in öfkesi bariz belliydi. İkisinin sebebi de aynıydı ve az sonra kıyamet o sebepler yüzünden kopacaktı.

 

Cihangir ufak bir göz hareketiyle Şerwan'ın gelişini sorguladı. "Hayrola Şerwan, burada ne ararsın?" Sakince soruyu yöneltti Cihangir. Sakin ama bir o kadar tehlikeliydi.

 

"Hesap mı soruyorsun Cihangir?" Boğazından yükselen hırıltılı sesiyle sorduğu soru uyarıydı. Kardeşine olan yakınlığı zaten hepten çıldırtıyordu Şerwan'ı. Kim olarak kardeşine bu kadar yakındı? Kendisi bu kadar uzak düşmüşken o nasıl yakınında duruyordu?

 

Sinirlenen Cihangir hastane de olduğunu kendine belirtirken yan odada olan Roya'yı da düşünüyordu. Olası bir kavgayı kaldıramazdı. "Soruyorum Şerwan," dedi üstüne basa basa. "Ben, sana hesap soruyorum." İki adımda genç adamın yanına gelip tam karşısında durdu. İşaret parmağını genç adamın göğüsüne vurarak, "Sen hangi yüzle Roya'yı görmeye geliyorsun? Onca olanları izlerken, şimdi mi ağabey olma aşkın tutuştu? Şimdiye kadar neredeydin? Bu kız, " diyerek odanın kapısını gösterdi genç adamın göğüsüne vurduğu parmağıyla. "Bu kız ölmek için çırpınırken, sen ne sikim halt yiyordun?" Diye sordu parmağını öfke ile genç adımın göğüsüne vurmaya devam ederken."Ben bunların hesabını sorarken, Roya'nın neler söyleyeceğini hiç düşündün mü?" Parmağını indirip geri çekildi.

 

Şerwan, elbette bunları bilerek gelmişti ancak kardeşini bir kez daha töre kurbanı etmeyecekti. Cihangir'le evlenmesine ise asla müsade etmeyecekti. Kendisine bildiklerini söyleyen adama öylece baktı. Yaptığı her boku biliyordu zaten neden tekrar ediyordu ki? "Kardeşimi korudun, eyvallah ancak yeter Cihangir. Haddini aşma."

 

"Haddimi aşan ben miyim?"

 

"Sensin." Diyerek Cihangir ile arasındaki mesafeyi yok etti Şerwan. "Kardeşim sana gelin olmayacak Cihangir! Bu sefer buna izin vermem! Onun istemediği hiçbir şey olamayacak!"

 

"Ulan! Ulan ben istiyor muyum!?" Diyerek yakasına yapıştı. Cihangir bu zorun üstesinden nasıl geleceğini düşünürken karşısındaki adamın sanki evlenmeyi kendisi istemiş gibi davranması hepten delirtiyordu. İçine kadar işlenmiş kadını bırakmak istemediği apaçık ortadaydı lâkin bu Roya'nın isteyerek karar vereceği bir gerçekti. Şerwan'ın aklından geçenleri düşününce köpürüyordu. "Abuk subuk konuşup beni çileden çıkarma Şerwan!"

 

Şerwan yakasına yapışmış adamın ellerini tutarak sertçe çekip itti. Yüzü sinirden kızarmıştı. İstemediğini ağaların önünde 'o bana ağabey' diyor diyerek beli etmişti zaten ama Şerwan'ın onu kışkırtıması farklıydı. Şerwan Ağa Cihangir Ağa'nın kardeşine birşeyler hissettiğini düşünüyordu, düşünmek istemese de düşünüp duruyordu.

 

"O zaman, onu alıp gitmem de bir sakınca yok," diyerek son noktayı koydu Şerwan. Geçen zaman içinde Urfa ile iletişimini bitirip Hakkari'ye taşınmıştı. Ağaları ikna etmek için büyük bir savaş vermiş ve nihayet pes etmeyen, kendi doğrularını savunan Ağalara kabul ettirmişti; Roya'nın evlenmeyip ağabeyi ile başka bir eve taşınmasına. Evle ilgilenirken kardeşini görmeye gelememiş olsa da bir kulağı, bir gözü de hastanedeydi.

 

Cihangir Atabeyoğlu'nun kardeşinin başında beklerken uyuduğunu bile görmüş, duymuştu.

 

Cihangir, Şerwan'ın dudaklarından çıkan cümleyi anlaması birkaç saniye sürdü. Ne demek, onu götürmek? Nereye? Yüzü bulandı. Çatılı kaşları düz çizgi hâline geçti, dudakları aralandı. Geriye doğru sendelememek için kendisini zor tuttu. Gitmek yok muydu artık? Nereden çıkmıştı şimdi bu?

 

"Nereye?" Dedi, ağzında zor dönen dili. Boğazında bir yumru git gide büyüyordu sanki.

 

"Ağalar kararını değiştirdi Cihangir Ağa! Kardeşim benimle yaşayacaktır." Birkaç saniyelik duraksamadan sonra devam etti: "Yani ne sen istemediğin bir evlilik yapacaksın ne de kardeşim. Bu konu kapandı."

 

Kapanmış mıydı? İstemiyor muydu? O güzel yeşil gözlerine, kahvelerini bağışlayacak kadar çok seven Cihangir Atabeyoğlu, istemiyor muydu? İstiyordu! Herşeyden çok istiyordu fakat Roya'nın isteği ile...

 

Bir ah çekesi geldi.

 

Kocaman bir ah çekmek.

 

Sevinmesi gerekiyordu. Sevinip Roya'yı zora sokmadığı için mutlu olmak ama olmuyordu. Sakin olmaya çalıştı. Dağılan yüz ifadesini düzeltmeye çalıştı. Kurumuş dudaklarını ıslatıp düğümlenen boğazını temizledi. "Bana böyle bir haber gelmedi."

 

Kafasını salladı Şerwan. "Birazdan gelir o zaman."

 

Dediği gibi de oldu Cihangir'in telefonu çalmaya başladı. Karşısında dimdik duran Şerwan'a kısa bir bakış atıp cebinden telefonunu çıkarttı. Ekranda gördüğü isimle gözlerini kısa bir süre yumup açtı. Elindeki telefonu sıkarak ona meydan okuyan adama baktı. "Roya gitmek istemeyecek!" İstemediğine inanmak istiyordu. İstemezdi değil mi?

 

"Sen Roya mısın Cihangir Ağa?" Şerwan'ı anlıyordu Cihangir. Güçlü durmaya yaptığı hatayı telafi etmeye çalışıyordu ancak bunu yanlış kişiye karşı yapıyordu. Öfkesine hakim olmaya çalışırken karşısında, yüzünde müstehzi ifadesiyle ona bakan adam zorluyordu.

 

"Gitmek istemeyecek Şerwan ve ben de bunu bildiğim için izin vermeyeceğim! Değil onu götürmek, başka bir yerin adını anarsan seni yok ederim." Öfkeli sesi hastane koridorunda çınladı.

 

Şerwan güldü. Karşısındaki adam aklını kaçırmıştı. Bu kadarı fazlaydı! "Bırakta bunu kardeşim karar versin Cihangir Atabeyoğlu! Sen artık bir adım geri dur!" Başka bir şey söylemeden dişlerini sıkan adama omuz atıp onu es geçerek, kardeşinin odasının kapısını araladı Şerwan.

 

Elinde hâlâ telefonu çalan Cihangir sıkıntıyla soludu. İçeriye girip gideceğiz diyen adamın yakasına yapışıp onu bir güzel dövmek istese de aklı başında biriydi. Sakin kalmalıydı. Bir sikim sakin olmuyordu işte! Zorla insan nasıl sakinleşirdi ki? Çalan telefonu açıp kulağına dayadı. Biraz daha telefona cevap vermezse babasının buraya geleceğine emindi.

 

"Ere?" Evet.

 

*

 

Hastane odasında öylece giden adamın arkasından bakan kadın ıslak gözlerini yanındaki Dilşah'a çevirdi.

 

"Duydu galiba," diye mırıldandı. Duyması aslında pek bir şey ifade etmiyordu. Sadece başkasının karşısında zayıf olmayı yadırgıyordu. Roya, hiçbir zaman güçsüz olmamıştı insanların karşısında.

 

Dilşah, ağabeyinin yanına gitmek için yataktan usulca kalktı. Ağabeyinin sevdasını bilirdi. Dilşah sahte bir edayla tebessüm etti. "Ben bir bakayım," diyerek odadan çıkmak için hareketlendi ancak attığı adımla kaldı. Roya'nın elini elinde hissettiği için durup baktı 'n'oldu?' dercesine. Roya elini çekip Dilşah'ın oturması için gözüyle işaret etti. "Yanımda olduğun için çok teşekkür ederim Dilşah."

 

Dilşah yüzü güldü. "Ne teşekkürü keçe! (Kız) sen benim kardeşimsin elbette yanında olacağım." Ağlamaktan kızarmış gözleriyle kendisine bakan Roya'ya içi gitti. Yaşadıkları az buz değildi. Narin bedeni herşeye rağmen ayakta durmayı becermişti. Kendisini bir an, Roya'nın yerine koyduğunda dayanamayacağını biliyordu. "Annemi arayayım da iyi olduğun haberini vereyim. Popomu taciz edip duruyor," derken giydiği bol pantolonun arka cebinden telefonunu çıkarttı. Gözleri ekrana kaydığında arayanın annesi olmadığını gördü.

 

Roya kızın dediğiyle kızarmış gözleriyle gülümsedi. Akan burnunu çekip yanındaki masadan peçete aldığında Dilşah'ın öylece çalan telefona baktığını görünce istemeden ekrana uzattı başını. Ekranda gördüğü isimle kaşları çatıldı, üst dudağı kıvrıldı. "Poponu taciz eden kimmiş?" Diye sordu.

 

Dilşah'ın şaşkın bakışları bir kendisine bir de telefona kaydı. "Annem," dedi sadece.

 

"Annen mi yoksa Azad mı? Yanlış okuyor olmayasın?" Diye, tatlı tatlı sorarken ayakta duran, Dilşah'ın gözlerinde gördüğü ifadeleri iyi biliyordu.

 

Eskiden kendisinde olan bu bakışları tanımamak olmazdı zaten. Azad'ın kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu Roya'nın, lakin bu isim Dilşah için çok farklı bir yere sahip olduğunu dudaklarının ısırışından ve gözlerinin içine dolan ifadeden anlıyordu.

 

Dilşah başını eğdi. "Ben anlatacağım sana ama önce iyleşmen lazım."

 

Roya acı dolu buruk bir gülümseme sundu. "Gözlerin açıklıyor ama ben yine senden dinleyeceğim. Kaçışın yok."

 

Dilşah başını salladı ve iki adımda Roya'nın yanında durarak yüzünü avuçları arasına aldı. Kırık kalbini abisi düzeltecekti buna emindi. "Kaçmam, merak etme sen." Susan arama sesi, tekrar odada yankılanınca Dilşah içinde susturmadığı heyecanla odadan çıkmak için kapıya yöneldi ancak açılan kapıyla içeriye giren Şerwan Ağa'yla yerinde bir milim bile kıpırdayamadı. Elinde çalan telefonla göz göze geldiği Şerwan Ağa'yla yutkundu.

 

Karşısında gördüğü adamla kalakalan Dilşah'ı Roya'nın şaşkın sesi kendisine getirdi: "Şerwan?"

 

Dilinden dökülen isim Şerwan'ın kendisine bakmasını sağladı. Babam dediği adam karşısında, kendisine bakarken yattığı hastane yatağında ufalıp yok olmak istedi. Kendisine bakan ağabeyinin gözlerinde gördüğü pişmanlığı görmemek ve her şeye rağmen onun kollarına sığınıp ağlamak istediği için; yok olmak istedi.

 

Burnunun direği sızlamaya başladı. Kızarmış gözleri tekrar göz yaşlarının esareti altına girerken kendisine doğru adım atan ağabeyine içi giderek baktı. Ne arıyordu burada? Gitmemiş miydi?

 

Onu ailesiz bırakmamış mıydı?

 

Solgun dudakları titredi. Çenesinin titrediğini gören Şerwan'ın canı yandı. Sanki biri canlı canlı etini kesiyordu. Ruhu yara almış kız kardeşinin yorgun bakan gözleri, zayıflamış bedeniyle başını hafifçe yere doğru eğdi. Utanıyordu. Sahip çıkmadığı için utanıyordu Roya'ya bakmaya.

 

Odanın kapısını açan Dilşah iki kardeşi yanlız bırakmak için çıktığında karşısında Cihangir'i gördü. Odanın karşı duvarında sırtını yaslamış öylece çıktığı kapıya bakıyordu. Gözleri Dilşah'ı bulduğunda adem elması yutkunuşuyla aşağı yukarı hareket etti.

 

İçeriye girmek istiyordu. Şerwan'ın Roya'yı kandırmasına izin vermek istemiyordu.

 

Hayır, kandırmasına değil gitmesine izin vermek istemiyordu. Cihangir Ağa bu duruma sayısızca küfür savurdu.

 

Eliyle saçlarını karıştırıp sertçe ensesini ovdu. Bitmiyordu! bela bitti dediği anda, başka bir bela kapısı aralanıyordu.

 

Gözlerini beyaz, üzerinde iki yüz kırkbeş yazan hastane odasına dikti. O kadar dikkatli bakıyordu ki içeride olan biteni görecekmiş gibi.

 

İçeride olan Roya ise aynı durumdaydı. Birinin odaya gelmesini ve bu konuşmanın yaşanmasına engel olmasını istiyordu.

 

Roya titriyordu adeta. Şerwan'ın gözleri dolmuştu, kardeşine sarılmak isteyen kolları sızım sızım sızlıyordu. Ona bu kadar yakınken aynı zamanda uzak olmak tarifsiz bir acıydı.

 

"Neden geldin?" diye sordu Roya. Ne kadar sesinin titrememesine dikkat etse de titremişti.

 

Kendisine hesap soran küçüğünün sesiyle bu zorun üstesinden nasıl geleceğini bilmiyordu Şerwan. Sanki yabancı biriydi kendisi. Kendisine yabancıydı. Kardeşine nasıl cevap vereceğini nasıl davranacağını bilmeyen bir yabancı.

 

Roya kendisine bakıpta konuşmayan ağabeyine kaş çattı. "Sana bir soru sordum! Neden geldin!?" diye bağırırken, dudaklarından kopacak olan hıçkırığı son anda tuttu. Eliyle ağzını kapatırken göz yaşları çoktan yatağına düşmüştü bile.

 

Şerwan daha fazla dayanamadı. Sızım sızım sızlayan kollarını yatağa doğru hızla gidip kardeşine sarmasıyla yol etti. Kollarının arasında ufacık kalan Roya'yla, Şerwan'ın gözlerinde dökülmeyi bekleyen yaşlar bir bir akmaya başladı. Yanaklarını ıslatan göz yaşlarıyla başını Roya'nın boyun girintisine yerleştirip kokusunu solarken burnuna, ciğerlerine dolan hastane kokusu ona babasını hatırlattı.

 

En son babasını morgda sarılırken almıştı bu kokuyu. Hastane kokusuyla iç içe geçmiş ten kokusu onu geçmişe sürükledi.

 

"Sarılma bana!" Diye çığlık atıp zayıflamış kollarıyla Şerwan'ı itmeye başlayan Roya'nın dudaklarının arasından dinmek bilmeyen hıçkırıkları dökülüyordu. "Sarılma bana! Git buradan! Neden geldin ki!"

 

"bedewiya min..."

 

"Güzelin falan değilim ben!" Acıyla karışık güldü. "Arkamda ağabeyim var demedim ben, Şerwan Karadağ! Ben arkamda babam var dedim. Babamın gölgesi var dedim..." Zorlukla nefes alsa da durmadı Roya. "Ben seni babam bildim, değilmişsin!" Kafasını şiddetle salladı. Yaşadıkları kolay değildi. Ne öncesinde ne de sonrasında...

 

"Özür dilerim."

 

"Dileme! Dilemeyin! Özür dilediğiniz de geçmiyor Şerwan Ağa! Dudaklarınızdan kolayca çıkan iki kelime acımızı unutturmuyor!" Ağlayarak kafasını salladı. "Bunu yapmayın... İçimizi kavurup, ağıt yaktırdıktan sonra yapmayın..."

 

"Haklısın," diye, sessizce yutkundu Şerwan. Kollarının arasında çırpınan Roya'yı daha sıkı tutarken. "Ne dersen de haklısın! Ne yaparsan yap, haklısın! Durdurmaya çalıştım ama yapamadım! Lanet olsun ki seni korumayı beceremeyen herifin tekiyim!"

 

Roya son gücüyle Şerwan'ı itip kolları arasından çıkmayı başardı. Ağabeyinin gözlerimden akan yaşlar onu durdurmadı. "Siz bana hayal kırıklığının zirvesini yaşattınız! Ben mutlu olduğum anlardan daha çok, acı çektim! Ben," karnına giren krampla gözlerini yumdu. Elini karnına götürmemek için zor zapt etti kendisini. "Ben sevdiğim adamı kaybettim."

 

Diline dolanan sevdası yine oturdu içine.

 

"Ne sen, ne de diğerleri anlamıyorsunuz beni! Unutmak kolay değil! Ne kadar çabalasam da bu onunla geçen zamanlarımı yok etmez!" Derken kafasını sallayıp omuzlarını ıslanan yanaklarını sürterek yok etti. "Onun, onun beni yok saydığı gibi sizde saydınız!"

 

Hıçkırdı. İçinden kopan bu hıçkırık ruhuna dokundu.

 

Yara bere içindeki ruhuna.

 

Üst üste hıçkırdı. Omuzları sarsılıyordu. Elleri, hıçkırıklarını durdurmak için dudaklarına kapansa da olmuyordu. Diri diri ölmenin tadını almıştı bir kez. Defalarca ölmüş, defalarca Araf sayesinde dilirtilmişti ancak bu defa onu öldürenlerden biriydi Araf Ağa.

 

"Araf evlendi ağabey! Araf evlendi!" Kesik kesik çıkan cümleleriyle Şerwan, kardeşini tekrar çekti kendisine doğru. "Bana Yusuf Ağa ile evleneceksin denildi, bilmediğim bir sebepten ötürü. Sedat ağabey güya kız kaçırmış!" Hıçkırıkları arasında güldü. "Ben sevdiğim adamı kaçırdım bana..." Bir ahh çekti yüreği. "Bana kuma ol' dedi."

 

Şerwan hem konuşan hem de ağlayan kardeşinin saçlarına dudaklarını bastırdı. "Yemin ederim böyle olsun istemedim."

 

"Bir hafta sadece bir hafta sonra nişanımız olacaktı! Araf'ın seçtiği yeşil elbiseyi giyecektim."

 

Gözlerinin önüne gelen anılarla dayanamaz hâle geldi. Mavi ile yeşil arasında tartışmaları gözlerinin önünden geçerken kalbi yaşadığı acıya boyun eğeceği kadar sıkışıyordu. Yüzünü avuçları arasına alan Şerwan, kardeşinin saçlarını, yanaklarını şefkat dolu öpücüklerini durmaksızın konduruyordu.

 

"Yaka kısmı açık diye terziye vermişti. O elbiseyi giyemedim ağabey. Ben nişan elbisesi giymek yerine kefen giydim." Göz yaşlarından öptü Şerwan. "Öldüm, yandım, bittim ben ağabey.

 

Canından çok sevdiği adamı kaybettmişti.

 

Hıçkıra hıçkıra ağladı.

 

Bir kadın hıçkıra hıçkıra ağladı. Bir kadın ruhunu teslim etti. Bir kadın kaybını içinde yaktığı ağıtla uğurladı.

 

Hangi cümle acısını, ıstırabını anlatacaktı? Hangi cümle güçlüydü anlatmaya. İçinde kopan kıyameti, ruhumdaki fırtınayı kim anlatabilirdi...

 

Odanın dışında bekleyen Cihangir gelen ağlama sesine daha fazla dayanamayıp içeri girmek için hamle yaptığı an, Dilşah önüne geçerek engel oldu. "Hayır ağabey! Bize laf düşmez, bu onun hayatı." yüzünü sıvazlayarak geri çekildi. Aldığı nefeslerin ona yetmediğinin farkındaydı. Roya'yı görüp rahatlaması lazımdı. Öylece ağlayışını duymak beterdi. Şerwan'ı, Roya'yı ağlattığı için öldürebilirdi, yapardı bunu.

 

'Araf evlendi ağabey' cümlesi kulaklarına dolduğunda, sesindeki acı yüreğine kramp girmesine neden olurken hızla soludu. Hıçkırıkları yüreğine bir bıçak gibi saplanırken ayakkabısını ucunu duvara geçirdi.

 

Şerwan kardeşine sarılı hâlde yatağa uzandığında omuzlarındaki yükün ağırlığı altında eziliyordu. "Yeni bir sayfa açacağız. Ev tuttum Hakkari'de. Atabeyoğlu konağının çaprazında. Başka yere gitmek istemezsin diye burada tuttum."

 

"Seninle kalmayacağım. Ben seni affetmedim ki..."

 

"Edeceksin delâlamın." Saçlarından derince soludu.

 

Roya'nın hıçkırıkları iç çekişlere dönmüştü artık. "Süründürürüm."

 

"İstersen öldür," diye karşılık verdi dudağında ki buruk gülümsemeyle.

 

"Hazal halam izin vermez," dedi Roya halasının inadını, ailesine olan öfkesini bilerek.

 

Şerwan'ın kaşları çatıldı. Roya'nın halasına çektiğini Yâde Rozan hep söylerdi şimdi iki kadınla karşı karşıya gelecekti. İkisiyle baş etmek epey zor olacağını görebiliyordu şimdiden. "İzin verir. O evde bekar adamlar var Roya. Sen tör..." Son anda söyleyeceklerini yuttu lâkin Roya devamını acı gülüşüyle getirdi: "biliyorum ağabey, töre denen saçmalığı en iyi ben bilirim."

 

Yaptığı saçmalığa içerlendi Şerwan. "İstemediğin bir evliliğe daha kurban edemem seni delâlamın."

 

Doğruyu söylemek yerine yalana baş vurup dolaylı yoldan söyleyen Şerwan şuanlık en mantıklı şeyi yapıyordu şayet Roya gerçeği bilseydi hem yıpranır hem de ayakta durma çabasıyla yer yerinden oynatırdı.

 

"Tamam." Başını iyice abisinin göğüsüne yasladı. "Yoruldum zaten artık ne olacaksa olsun. Bakalım hayat bize yine nasıl bir kader biçecek."

 

Kurulan yeni hayatların temelinde geçmişin parmağı varsa ne kadar yeni sayfa temiz olursa olsun lekelenmesi kolaydı.

 

*

 

•Roya'dan...

 

"Yesene kızım şunu!" Diyen Dilşah'la bezgince yüzümü astım. Hastaneden çıkış işlemlerimiz yapılsa da Dilşah'ın bana bir şeyler yedirtme ve hastanede daha kalmamız gerektiğini söyleyen tarafı hiç susmuyordu.

 

"Yaw yemek istemiyorum, dine!" (Deli) diye söylenmeme kaş çatarak karşılık verdi. Elindeki çorba kasesini yatağımın yanındaki sehpaya bırakıp gözlerini bir kere bile bana değdirmeden yerinden kalkınca gözlerimi devirme isteği ile dolup taştım. "Neye bu sinirin? Sabahtan kızgın boğalar gibi savuruyorsun kelimelerini oradan, buraya?

 

Gözlerini bana çevirip benim yapmak istediğim ama yapmadığım hareketi yaptı; gözlerini devirdi. "Sinirli falan değilim!"

 

"Bu olmamış hâlin mi? Güldürme beni!"

 

"Gül," dedi omuz silkerek. "Gidiyorsun zaten gülmen lazım, değil mi?"

 

İşte şimdi anlaşılır şekilde konuşmaya başlamıştık. Benim gidecek olmama herkes üzülsede uzak bir yere gitmediğim için de seviniyorlardı. Kısa süreliğine de olsa onlara alışmıştım. Dün ağabeyimin teklifini kabul ettiğimden beri kendisini biraz önce görmüştüm. Evin birkaç eksiğini halletmesi gerektiği için gelmemişti yanıma.

 

Gelmeyen sadece o değildi; Cihangir Atabeyoğlu'ydu da.

 

Sahi o, neden gelmemişti yanıma?

 

"Yurtdışına gitmiyorum Dilşah! Evinizin çaprazındayım, terasa çıksan görürsün beni yani."

 

Omuz silkerek odanın penceresinin önüne kollarını göğüsünde bağlayarak durdu.

 

"Olsun, yine uzak," dedi huysuz bir sesle.

 

"Ayyy! Gerçekten bağıracağım şimdi çığlık çığlığa ya! Az buçuk aklın vardı onu da Azad denen adam mı aldı, anlamadım!" İsyanla konuşmam sonucu Dilşah'ın büyümüş göz bebekleriyle bana dönmesi ve iki adımda yanıma varması bir oldu.

 

"Şşhh! Ağabeylerime öldürtmek mi derdin beni?"

 

'hah'larcasına bakıp sırtımı yatak başlığına dayadım. "Merak etme Cihangir hastane de değil ki?" Dedim.

 

Bana 'hadi canım' dercesine gözlerini büyütüp konuştu: "Benim tek ağabeyim Cihangir mi, Roya? Hem onun hastanede olup olmadığını nereden biliyorsun?"

 

Ebemden Dilşah, ebemden.

 

"Eğer hastanede olsaydı ilaki görürdüm değil mi?" Diye sordum.

 

Eliyle yüzünü sıvazlayarak güldü. "Keşke tüm gece seni izlediğini bir bilsen."

 

"Ne?" Diye sordum. "Ne mırıldanıp duruyorsun? Ağabeyimi çağır da bir an önce kurtulayım şu kasvetli ortamdan."

 

Bir kez daha omuzunu silkti. "Ne kadar meraklısın gitmeye ya!" Dedi gerileyip bana hoşnutsuz bakışlar atarak.

 

Yüzümde hafifçe tebessüm oluştu. "Gitmeye meraklı değilim Dilşah, yeni bir başlangıç yapacağım için mutlu olmaya çabalıyorum tabii sen çomak sokmazsan."

 

Söylediklerimle dudağı büküldü. Çatılı kaşları düz bir hâle geldi, yanıma yaklaşıp ellerini uzattığında gülümseyerek ellerimi uzattım. Narin parmakları parmaklarımı okşadı. "Mutlu olacaksın, Roya." Ellerimi bırakıp önümde diz çöktü. "Sadece çabalamak lazım ki benim gibi bir arkadaşa sahip olduğun için çabalaman da gerekmiyor," ayakkabı bağcığımı bağlarken başını hafifçe geriye atıp bana göz kırptı. "Anlatabiliyor muyum?"

 

Güldüm. Hareketleri o kadar Gülistan'dı ki... Dilberay'la Gülistan'ı özlediğimi fark ettim. Onların ne hâlde olduklarını, bana kızıp kızmadıklarını merak ettim.

 

"Seninle çok başım belaya girecekmiş gibi hissediyorum Dilşah," diyerek onun gibi gülmeye çalıştım.

 

Dilşah'ın yüzünün değişmesini ya da bozulmasını bekledim ama onun aksine "Hislerin ne kadar da haklı, seninle çok güzel eğleneceğiz," dedi kendinden emin bir sesle.

 

"Kim izin veriyor?" Gelen sesle başımı odanın kapıda çevirdim. Halam, yanında da dünden beri görmediğim Cihangir ağabeyle birlikte öylece bize bakıyorlardı. Gergin kaşlarının duruşu kısa bir anlığına düzeldi ve kirpiklerinin arasından yüzümü incelerken ben de bakışlarımı ondan ayırmıyordum. Parlak gözlerine bakınca kahvelerindeki sıcaklık derinden hissediyordum. Güven vaad eden gözleri beni iyi hissettiriyordu.

 

Yara bere almış olsam da beni yaşadığım çıkmazdan çekip almayı başarmıştı.

 

Cihangir Atabeyoğlu sözünün eri olduğunu kanıtlamıştı.

 

"Birinden izin almamız mı lazım?" Diye sordum, soruyu soran Cihangir ağabeye doğru.

 

Dudaklarında ufak bir gülümseme oluştu. Bakışları benden annesine kaydı. Halam gözlerindeki nemle bana doğru yaklaştı. "Elbette izin almanız gerekmiyor keçamin. Erkek milleti bir şey yaparken bizden izin alıyorlar mı?"

 

Yakınarak ayağa kalktı Dilşah. "Dâye, senin şu asaletinden neden bana da biraz geçirmedin?"

 

"Eğer elimde olsaydı biraz akıl geçirirdim sana Dilşah." Halamın verdiği cevapla gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Dilşah'ın yüzü asıldı. Üzülmüş gibi yaparak, "Öyle mi olduk şimdi Hazal Xanım?"

 

Halam ona gözlerini bayarak yanıma geldiğinde, Dilşah alamadığı cevapla susmak zorunda kaldı. Adımları Cihangir ağabeyin ki- ağabey- dememi katiyen istemiyordu, yanına gitti.

 

Yüzümü avuçlarının arasına alan halamla bakışlarımı Cihangir'e sarılan Dilşah'tan çektim. Halamın gözlerinde ki ifadeyle yutkundum. Ne kadar gitmemi istemese de ağabeyimi haklı buluyordu. Yakın olduğumuzdan dolayı mutluydu benim gibi. Çat kapı gidip gelebilecek yakınlıktaydık.

 

"Allah'tan yakınsın yoksa seni bulmuşken kaybetmeye dayanamazdı yaşlı kalbim." Yüzümü avuç ayasına bastırdım. "İyisin değil mi?"

 

Yüreğim cız etti. Yemin ederim ki 'iyisin değil mi' diye sorarken gözyaşları aktı akacaktı. "İyiyim hala, sayenizde iyiyim."

 

"Çok şükür," diyerek eğilip saçlarımın tepesine dudaklarını bastırdı. İç çekiş sesini duymamla bakışlarımı Cihangir'le Dilşah'a çevirdim. Cihangir ağabey Dilşah'ı kolunun altına almış bir şekilde dururken göz göze geldik.

 

Gözlerimin içine bakıyordu sanki ne hissettiğimi görüyordu. Çatılı olmasına alıştığım kaşları düz bir çizgi halindeydi. Omuzları dik, çenesi havadayı. Yıkılmaz duruşu yerli yerindeydi.

 

"Şerwan'nın birkaç evrak halletmesi gerekiyor seni biz götüreceğiz keçamin," diyen halama döndüm.

 

"Bir sorun yok değil mi?" Diye sordum telaşla, artık sorunların peşimizi bırakmasını istiyordum. Halam saçlarımı parmaklarıyla tararken endişemi anlayarak beni rahatlatmaya çalıştı. "Sakin ol keçamin, sadece birkaç belge işi var, hemen arkamızdan gelecek o da."

 

Başımı aşağı yukarı salladım. "Hazırım ben," dedim küçük bavula göz atarak.

 

Dilşah, Cihangir ağabeyden ayrılıp eşyalara doğru gitti. "Benle annem bunları kaldıralım ağabeyim de seni taşısın arabaya kadar." Cümlesiyle dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemezken bakışlarımı bir Cihangir ağabeye bir de halama çevirdiğim sırada halamın: "ayakta durmaman lazım keçemın Dilşah doğru der Cihangir taşısın seni."

 

"Hala, gerek yok yürüyebilirim ben," desem de boşa çırpındığımı Cihangir ağabeyin bana doğru adımlamasıyla anladım. Dilşah ile halam odadan çıkarken dışarda bekleyen adamların onların elinden eşyalarını aldıklarını gördüm. Hani onlar götürecekti?

 

El mahkûm halamlar gidince susmak zorunda kalmıştım. Başımı yanımda duran Cihangir ağabeye doğru kaldırdığımda bana öylece bakarken görmek, nedensizce içerlenmemi sağlıyordu.

 

"Roya..." Cihangir ağabey adımı değil de başka bir kelime söyler gibi söylemesine kaşlarım çatıldı. Derinden gelen sesi kulaklarımda çınlamaya başladı. "İyi misin?"

 

Hafif tebessüm ettim. "Sayen de," dedim. Yüzüne yerleşen ifade hafif kaş çatmama neden oldu.

 

"Benim sayemde olan bir durum ortada yok." dediğinde o kadar emin konuşuyordu ki ne diyeceğimi bilemedim. "Kendin düştün, kaybettin." Yataktaki bedenime uzandı önce dizlerimin altından geçirdi kolunu sonra de belimden tutup kaldırmadan önce tekrar konuştu: "Ama yine kimseye muhtaç olmadan ayağa kalktın, kazandın." Bir şey dememi beklemeden bir kerede kucakladı bedenimi. Bedenimin havalanmasıyla nefesim kesildi. Sert göğüsüne dayanan bedenimden, benim gibi onunda kaskatı kesildiğini anlıyordum. Yüzüyle aramızda kalan kısa mesafe o kadar azdı ki sıcak nefesini buynumda, sağ yanağımda hissediyordum. Gözlerimi kısa sakallarına, saçlarına en son da gözlerinde gezindirdim. Aramızdaki çekimin tuhaflığı boğazımı kuruttuyor; sürekli yutkunma ihtiyacıyla kavruluyordum.

 

Göz kapakları kısa bir an kapanıp aralandı. Derin bir soluk alıp göz kapaklarını aralandığında kahverengi gözlerinin en alıcısının onda olduğuna emin oldum.

 

Kahverengi gözlerinin etrafında çok ince bir çizgide yeşil renk vardı.

 

"Kazanmanın insana huzur verdiğini sanırdım, yanılmışım." Dudaklarımdan küçük bir soluk alıp verdim. "Kaybettiklerim, kazanmanın üzerine serili bir örtü gibi. Kazanmanın bu kadar can yakıcı olduğuna hiç şahit oldun mu Cihangir Ağa?" Gözlerimin içine baktığında her noktayı hatta her virgülü okuduğunu hissettiğimden gözlerimi kaçırmamak için büyük bir direnç gösterdim.

 

Gözlerimde ki alfabeyi sadece Araf bilirdi.

 

Belki de, belki de yanlış biliyordu.

 

Sorduğum soruyla yüzünde oluşan kıvrımlar şahit olduğunu gösteriyordu. Bedenimi hafifçe yukarı çekip bedenimi daha sıkı sıkı tuttuğunda odanın kapısına doğru yürümeye başladı, kucağındaki benimle birlikte. "Oldum veya olmadım, önemli olan şuan senin iyi olman."

 

Bir şey demedim, demeye gerek duymadım. Cihangir Ağa'yla fazla konuşmamak nedense daha mantıklı geliyordu bana oysa bana söz vererek, sözünde duran ilk insandı. Seslice soluk vererek ellerime bakmaya başladım. Odadan çıkmış asansör ve merdivenlerden kısmına doğru yürüyorduk. Ellerimi kucağımda toplamışken Cihangir Ağa'nın hafif sendelemesi sonucunda kollarım Cihangir ağabeyin boynuna refleksle sarıldım ve onu sıkıca kendime çektim. Oluşan yakınlıkla gerilirken Cihangir ağabeyin adımları da sekteye uğramıştı.

 

Yüzünü saçlarımın arasında olduğunu hissediyordum. Kendime gelmemle çekmem bir oldu. Ellerimi boynundan çekmemiş sadece başımı geriye doğru çekmiştim. Cihangir ağabeyin gözleri ilk başta yüzümde dolandı, beni inceledi; şaşkın gözlerime baktı sonra bakışları boynuna sarılı olan ellerime kaydı ve gözlerindeki ifade değişti. Üst dudağı yukarı doğru titrediğinde sarılı kollarımı geri çekmek için hamle yaptım ancak engel oldu.

 

"Bırakma, düşeriz." Söylediği iki kelimeyle yumuşayan yüz hatlarına baktım.

 

Bırakma, düşeriz.

 

Öylesine söylenen ama birçok anlamın yüklendiği kelimelerin kalbime dokunması, saçma mıydı?

 

"Tuhaf bir adamsın," diye mırıldandım. "Söylediğin her kelimenin derin anlamları varmış gibi hissediyorum. Her kelimen öylesine söylenmemiş gibi." Bir insanın güven veren kollarında olmayalı uzun zaman olmuştu şimdi bunları hissederek konuşmamı etkiliyordu. Sanki ne dersem diyeyim 'eyvallahı' olacaktı. Parmaklarımın ensesinde ki saçlara dokunduğunu kavradığımda parmaklarımı avuç ayama sakladım. Kısa bir bakış attı yüzüme.

 

"Beni mi tanımaya çalışıyoruz?"

 

"Tanıyamaz mıyım, Cihangir ağabey?

 

Başını geriye doğru hafifçe atıp başını iki yana doğru salladı. Sabır diler gibi bir şeyler mırıldanıp bana baktı. "Tanımak istiyorsan," başını üzerime doğru hafifçe eğdi. "Şu ağabey sıfatını bir at, yok et onu."

 

Gülümsedim.

 

"Hastanedeyken bir psikologa mı görünsün?" Kolları belimde ve sıcak avuçları sırtıma baskı yapıyordu; sert göğüsün deki kasılmaları hissediyor ve bu yakınlıla burnuma dolan kokusunu unutmak için konuşmaya baş vuruyordum. Kalbinin atışını bedenimde hissediyordum fakat benim ki ne kadar düzse onunki at koşturuyor gibi hızlıydı.

 

"Bana deli demeye mi getiriyorsun lafı, Roya Xanım?" Genizden çıkan 'Hanım' lafıyla dudaklarım kıvrıldı.

 

"Takıntılı demeye getiriyorum, Cihangir ağabey." Bilerek ağabey kısmına baskı yaptığımda dudaklarından keyifsiz bir kıkırtının çıkmasını beklemediğim için şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım. Keyifsiz çıksa da sakallarını arasında küçük çizgiyi görmüştü gözlerim.

 

"Senin gamzen mi var?" Diye sorduğumda dudakları birkaç saniye içinde düz bir çizgi hâlini aldı.

 

"Benim Roya'm var."

 

"Ne?" Diye hafif yüksek sesle sorduğumda ağzının içinde homurdanarak bana baktı. "Uyumak sana yaramamış," dedi merdivenlere doğru yürüyerek. Geçtiğimiz asansöre kısa bir bakış attım. Birkaç genç asansörün gelmesini bekliyordu. Görmediğini düşünerek "Asansör var," dediğimde gözleri asansör kısmın kısa bir bakış atıp tekrar önüne döndü.

 

"Bozuk o asansör, bozuk."

 

"Bozuk mu? Önünde bir sürü kişi vardı?"

 

"Ee," diyerek insanların arasından yavaşça inerken önümüzde bize yol açan adamlara baktım. Ne gerek vardı buna? Asansör varken merdivenleri tercih etmek pek akıllıca değildi ki Cihangir Atabeyoğlu'da akılı birine benzemiyordu zaten.

 

"E'si bozuk değil ki duruyorlar önünde," dediğimde tabiki beni dinlemiyordu. Sessiz kalmayı tercih ederek merdivenleri inmeye başladığımızda karnıma ara ara giren kramplarla yüzümü buruşturmamak için dayanmaya çalıştım. Sonunda merdivenler bittiğinde rahat bir nefes alıp verdim. Başımı biraz yukarı doğru kaldırdığımda kahvelerle karşılamak artık alışacağım bir durumdu galiba.

 

Ben ona bakmadığını her an da onun gözleri üzerimdeydi.

 

"Annemler önden gittiler yerini hazırlamak için," diye konuştuğunda, anladığımı belirten bir baş işareti yaptım.

 

Gözleri arkamızdan gelen iri yapılı adama işaret verdiğinde nereden getirdiklerini bilmediğim pikenin üzerime örtülmesiyle iç çektim. Herşeyi kusursuz olmak zorunda mıydı? Hızlı adımlarla siyah arabaya yaklaşınca Passat beklerken gördüğüm Audi RS7 ile gözlerim yuvalarından çıkacak gibi oldu. Bir şey demek için ağzımı aralayacağım zaman kapının açılması ve bedenimin yavaşça koltuğa bırakılmasıyla sessiz kaldım.

 

Görmemiş gibi davranmayı kesmeliydim.

 

Bedenimi dikkatlice bırakıp üzerimden doğrulamadan önce saçlarıma değen burnuyla nefes almadan öylece put kesildim. Yıkanmadığım için kötü mü kokuyordum? Emniyet kemerine uzanacağım an eliyle engel oldu. "Yarana zarar verir." Başımı kaldırmadan olumlu anlamda salladım. Kapımı kapatıp arabanın etrafında dönerken derin bir nefes alıp verdim.

 

Arabaya bindiğinde bana bakıp arabayı çalıştırdı. Üzerimdeki pikeye göz atarak elini uzattığında kaşlarım kavisle kalktı. Açık dizlerimin üzerini iyice örtüp önüne döndüğün de aramızdaki bu yakınlığa anlam veremiyordum.

 

Uzak olup aynı zamanda nasıl bu kadar yakın olabiliyorduk?

 

Araba vakit kaybetmeden uzaklaştırırken hastaneden, başımı pencereye yaslayıp akıp giden yolu izlemeye başladım. Yol gibi akıp giden hayatıma buruk bir şekilde gülüş sundum. Bakışlarının yan profilimde olduğunu hissedebiliyordum. "Evin ayrılıyor diye sakın seni bırakacağımızı sanma."

 

"Öyle bir düşüncem yok," dedim ön cama dönerek.

 

Parmaklarının direksiyonda oluşturduğu ritim arabanın içine doluyordu. "Olmasında." dedi sadece.

 

Onların beni bırakmasını hiç düşünmemiştim. Neden bunu söylediğini anlamak mümkün değildi...

 

Arabanın içinde ritimlerinin sesi dışında eve varıncaya dek hiçbir ses olmadı. Ne o konuştu ne ben. Konuşacağımız ortak bir şey yoktu olsa da bu birkaç saat içinde yorulmuş ve konuşmaya takatim kalmadığını fark ettim. Gözlerim ara ara kapanıp açıldığında üzerimdeki bakışlardan dolayı rahatça bedenimi bırakamıyordum. Birkaç dakika sonra araba nihayet durduğunda 'çok şükür' dememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Durduğumuz kapı açılınca içinden çıkan Şerwan ağabeyim ile gülümsedim.

 

Onu affetmem uzun zaman alsa da şuan burada oluşu, yanımdaki varlığı beni inanılmaz mutlu ediyordu. Kendimi yanlız hissetmiyor olabilirdim ama yalnızdım.

 

Ağabeyimin bakışları bana sonra da Cihangir ağabeye döndüğünde benimde bakışlarım Cihangir ağabeye döndü. İkisinin arasındaki bakışmanın normal olmadığını anlıyordum. İkisinin arasında her ne geçmiş ise birbirlerinden haz etmedikleri uzaktan anlaşılıyordu.

 

"Seni görmeye geleceğim," diyen Cihangir ağabeye döndüm.

 

Boğazımdan hoşnut bir gülümseme koptu. "Ağabeyim buna pek izin verecekmiş gibi görünmüyor Cihangir Ağa." Bana doğru döndüğünde omuz silktim. "Beni görmek için bir nedenin var mı?"

 

"Nedensizce de gelemez miyim?"

 

"Öylece, bekar bir kızı görmeye gelmen hoş karşılanmaz Cihangir ağabey. Nedensizce gelemezsin." Gözlerinden gözlerime geçen hissin benim kelimelerle ifade edemeyeceğimden çok çok büyüktü. Kızgın mıydı yoksa kırgın mı anlamıyordum.

 

Direksiyonu kavrayan parmağı, kapının açılma düğmesine bastığında kapım ağabeyim tarafından açıldı.

 

"Delâlamın," diyerek beni almak için eğildiğinde önce başımın tepesine dudaklarını bastırdı daha sonra bedenimi kucaklayıp çıkardı arabadan.

 

Cihangir ağabey de arkamızdan arabadan inince ağabeyim ona doğru döndürdü bedenini. "Eyvallah Cihangir Ağa."

 

Başını öne doğru hafifçe eğerek karşılık verdi Cihangir ağabey. Gözlerini bana değdirip ağırca yutkunduğunda ona doğru düz bir şekilde baktım.

 

"Oyy getir oğlum," diyen Hazal halamla ağabeyim içeri doğru geçmeden önce bana baktı.

 

"Bu konağı kahkahalarla çınlatmaya hazır mısın xuşkamın?"

 

Hazır mıydım?

 

Hayatın, beni mutlu etmeye gücü yeter miydi?

 

"Ben hazırım da hayat beni mutlu etmeye hazır mı ağabey?"

 

"Hazır ederiz," sesiyle gözlerim yeni evin avlusuna kaydı. Genizden gelen, aşina olduğum sesin sahibi avlunun ortasında dimdik bir şekilde duruyordu.

 

Mayın dolu ruhumun üzerine basan ses, Rizgâr Karadağ'ın sesiydi. Şaşkınlıkla bakakaldım ona ve yanındaki Heja'ya. Gözleri dolu dolu, kucağındaki Neva'm ile bana bakan Heja'nın gerçek olup olmadığını anlamak için ağabeyime baktım.

 

Şerwan ağabeyim başını aşağı yukarı doğru salladığında dolan gözlerimden yanağıma düşen göz yaşlarım arasında baktım tekrar gördüğüm manzaraya.

 

"Sen yeter ki mutlu olmak için ayakta dur biz hazır ederiz," diyen, Rizgâr ağabeyimdi.

 

Tam karşımda, bana üzgün yüz ifadesiyle bakan ağabeyimdi.

 

Herşeyin eskisi gibi olmayacağını bilerek kurduğu cümleye döktüm göz yaşlarımı.

 

"Ben, mutluydum ağabey," dedim. "Benim mutluluğumu bozmamak için yapsaydınız abiliğinizi! Şimdi değil! O zaman yapacaktınız!" Diyerek beklemedikleri tepkiyi verdiğimde beni kucaklayan Şerwan ağabeyimin bedeninin kasıldığını hissettim.

 

O zaman yapmaları gerekiyordu.

 

Şimdi değil.

 

Şimdi olmaz.

 

Artık eskisi gibi olmazdı.

 

 

Bölüm sonu 🥀

 

Bölüm bitti! Nasıldı? Sakindi bence bu bölüm, sizce?

 

Aslında yazacağım şeyler farklıydı fakat onu diğer bölüm için beklettim.

 

Karadağ erkekleri Hakkâri'yi ele geçirmeye başlamış gördüğünüz gibi, sizce neler olacak?

 

Peki Cihangir ve Roya?

 

Gelecek bölümde bu kasvetli havadan kurtulmak için son kez zaman atlaması yapacağım artık biraz Roya'nın deli hallerini, Cihangir'in sevgisini okumalıyız.

 

Sizleri seviyorum <33

Loading...
0%