@tanvakti108
|
Vote ve yorum yapmayı unutmayın lütfen <3 Yazım hataları var ise affola.
Toygar ışıklı, Babam (başa sarıp sarıp dinleyin mükemmel ötesi bir fon müziği)
Güzel okumalar güzellerimmm. :*
19.Bölüm
Yeni bir başlangıç, geçmiş günlerin acısını unutturabilir miydi? Unutturmazdı.
Yeni konağın, yeni yuvasının küçük odasında, yatağın üzerinde cenin pozisyonunda uzanan Roya'ya hiçbir güç unutturamazdı geçirdiği sancılı günleri.
Göz kapaklarındaki yorgunluk gözlerine ağır geliyordu. Her kirpiklerinin tenine buluşma yerinde büyük bir yangın başlıyordu. Delicesine ağlamış biri olarak ağlamanın da çözüm olmadığını iyi biliyordu.
Ağlamak çözüm olmuyordu. Hiçbir şey geçmiyor olan dökülen göz yaşlarına oluyordu.
Göz yaşlarının intiharı yanaklarında mesken olup tenini harlamaktan bir halta yaramıyordu.
Derin bir nefes alarak hafifçe kıpırdandı. Geçsin istiyordu. Geçsin ve bitsin. Daha fazla yatakta kalmaya tahammül edemeyerek yattığı yerden doğruldu. İçinde hiç aşağıya inmek istemeyen yanıyla bir kavgaya tutuştu. "İnmen lazım, Roya. İn ki senin herşeye rağmen ayakta durmayı becerdiğini görsünler." Sessiz mırıltısıyla, dudaklarında solan gülleri canlandıracak bir gülümseme peyda oldu.
Herşeye inat gülümsedi.
Acıyla bezenmiş olsa da güldü.
Elleriyle önüne düşen saçlarını geriye tarayarak bileğindeki siyah, ince tokayla gelişi güzel bağladı güzel saçlarını. Yataktan kalkarken yine her günkü gibi ilgili davranan ağabeylerinin bu sefer ne yapacağını merak eden tarafı derin bir of çekti. Ne konuşsı, ne de onlarla yakın olası geliyordu.
Odasında solunda bulunan pencerenin önüne geçti. Dışarı baktığında güneşin ısıtan ve huzur veren ışıklarıyla iç çekti. Abisi ve yengesinin gelmesinin üstünden iki gün geçmişti. Geçen iki gün onun için oldukça zorlu geçiyordu. Rizgâr'ın kendisini affettirme çabaları bir yana, halasının onlara kaba davranışı dursun bir de üstüne Heja'nın Rizgâr'ı affetmeyişi de vardı. Roya kocasını affederse, kendisi de Rizgâr'ı afedecekmiş... Yapardı. Deliydi Heja ve bu huyunu şüphesiz çok seviyordu Roya.
Belki de kendisinin deli tarafının olduğundan seviyordu, Roya.
Gözleri karşı avluya doğru kaydı. Sabahın erken saatleri değildi ve şuan orada oturup pencerisine, kendisine bakan Cihangir Ağa'nın işte olması gerekmiyor muydu? Pazar değildi. Bu adam neden öylece bakıyordu kendisine?
Kaşlarını çatarak baktı.
İkisinin gözlerinin birbiriyle çakışması sonucu çıkan kıvılcımları kendileri bile fark etmiyorlardı.
Üzerinde beyaz gömleğin kolları kıvrılmış, siyah kumaş pantolonla terasın ucunda duran Cihangir, parmakları arasına sıkıştırdığı sigara dalından son bir kez daha nefes çekmek için sigarayı iki dudak arasına doğru kaldırdığında, sabahın erken saatlerinde kalkıp gözetlediği pencerenin önünde gördüğü bedenle eli havada asılı kaldı.
Roya Karadağ kendisine bakıyordu, çatılı kaşlarıyla.
Çatılı kaşlarını düzeltmek isteyen parmak uçları sızladı. Sızlayan parmak uçlarının arasından düşen sigarasıyla iç çekti. "Ax Roya ax..." Ne kadar şikayetçi olsa da olmadığı bir evde yaşamaktan, onu hiç görememek daha beterdi. Ayak ucuna düşen izmariti ayakkabısının ucuyla ezerken kendisine bakan Roya'nın bakışları kendisinden çekilmemiş hatta üstüne 'ne bakıyorsun?' dercesine iki yana sallamıştı.
"Güzelliğine, güneş açtıran güzel gözlerine," diye mırıldandı kendi kendine.
Roya, karşısında birşeyler söylediğini gördüğü Cihangir'le anlamsızca bakışlar atarken pencereyi açıp, 'Duyamadım' dememek için zor tutuyordu kendisini. Öylece kendisine bakıp birşeyler söylemesi ve anlamaması sinirini bozmuştu. Elini havaya kaldırıp elini kafasına işaret parmağını kafasına koydu ardından da elini deli işaretini yapar gibi salladı.
"Yok kızım, yok. Sen bu adamı çözemezsin." Kendi düşündüklerine yüzünü buruşturdu. "Çözmek gibi bir amacım yok zaten, olmamalı." Kendi kendine konuştuğunu fark ettiğinde dişlerini birbirine bastırıp geri çekilerek perdesini sertçe çekti.
Deli diye diye gerçekten delirmiyordu, değil mi?
Cihangir ise onun sinirlenmiş yüz ifadesiyle kahkahasını bastırmak için dudaklarını ısırıyordu. Kendi içinde çatışan Roya'nın en sonunda perdeyi sertçe çekmesiyle omuzları hafifçe çöktü.
"Ulan bu aşk değilde ne be!" Diyerek arkadan ağabeyine bakan Uraz'la yüzündeki ifadeyi silen Cihangir kardeşine ters ters baktı. Uraz'ın gözlerine ölümcül bakışlar atarken, "okula gitmedin mi lan sen?"
"Evde biraz dinleneyim, dedim."
Uraz yüzünde hınzır bir gülüşle ağabeyine doğru yaklaştı. Aklından geçen binbir düşünceyi dökmeye cesareti yoktu yalnızca biraz ağabeyinin siniriyle oynamak istiyordu. Hem fena mı olurdu?
"Gördüğüm kadarıyla ev kuşu olmuşsun sen de ağabey?"
Derin soluklarıyla kendini dizginledi adam. Kardeşinin bir yerlerini kırmak istemiyordu. Tek kaşı sorguyla Uraz'ı buldu. "Sen de dayak yemeyeli bir cesaretlenmişsin?"
Uraz'ın gülen yüzü düşer gibi oldu. "Cesaret kanımızda var Cihangir Ağam."
Cihangir, 'öyle mi?' der gibi ileriye doğru atıldığında Uraz geriye doğru çekilerek yutkundu.
"Ben okula gideyim en iyisi," diyerek kendisine kaçış yolu açtı. "Şu güzel sıfatımın dağınık olmasını istemem." Hızla arkasını dönüp giderken Cihangir başını iki yana olumsuzca salladı. Nasıl güzel R yapıyordu.
"Bir de cesaret diyor," yüzünde gülümsemeyle son kez odağı olan pencereye baktı. Pencereye değen gözlerinin içi parlıyordu. Baktığı bir pencere değil de mücevherdi sanki. Cihangir Atabeyoğlu'nun mücevheri.
"Şu pencereden başını çıkarıp bana gülüşünü göstereceğin zamanlar da gelecek..." diye seslice iç çekti. "Belki çok zor olacak ama... olacak Karadağ kızı."
Roya içinde biriken duygularla pencereye bir bakış attığında esen rüzgâr perdeyi uçurdu hafifçe. Gözlerini aynaya çevirirken bugünün çok güzel geçeceğini kendisine tembih ederek aşağıya inmek için odasından çıktı.
Giydiği bol, rahat takım ile aşağıya inerken bugün yapılacak listesinin epey uzun olduğunu ve bunları bir an önce halletmeye düşünüyordu. Yarası oldukça iyiydi bugün bir kontrole gitmesi gerektiğini de biliyordu ki bilmese de ağabeyleri onu yaka paça götüreceklerdi.
Merdivenlerin sonunda bulunan mutfağa adım atacağı an duyduklarıyla yürümeyi kesti.
"Şimdi ne olacak peki? Dila başkasına verilmeyecek, değil mi?" Diyen yengesiyle dudakları pir parça aralandı. Dila mı? Dila ile Yusuf Agir Bozbey, evlenmeyecler miydi?
"Bilmiyorum şuan hiçbir şey belli değil, delâlamın."
"Roya'yı korumamız lazım." Elindeki çayı sertçe indirdi Rizgâr.
"Roya kendisini koruyacak. Roya'ya bir daha kimse dokunmamaz." Söylediklerinden emindi. Kardeşini az buçuk tanıyorsa geldiği gün geçirdiği krizden sonra toparlanmaya başlamıştı bile.
Gözlerinin önüne gelen görüntülerle derin bir soluk aldı. Asla unutmayacaktı, kardeşinin uykusunda hıçkırıklarla ağlamasını unutmayacaktı.
'Abi sevmek istemiyorum. Ben bir daha sevmek istemiyorum.' deyişini ise hiçbir şey kulağından, hafızasından silemezdi. Kız kardeşi aşka kapatmıştı kalbini.
Roya, aşka olan inancını kaybetmişti.
Aşk, ihanetin bir parçası olmuştu Roya için.
Roya, Rizgâr'ın söyledikleriyle gözlerini kapatıp açtı. Kendisini neden koruyacağını anlamamıştı. Yine ne oluyordu? Bitmiyor muydu bu acılar? Gerçekten yetmedi mi bu kadar göz yaşı? Daha ne kadar sabrı sınanacaktı?
"Ona söyleyecek misin?"
"Elbette."
Gayri ihtiyari güldü Heja. Karşısında oturan kocasına ne kadar tavırlı olsa da onu Hakkari'ye getirdiği için biraz yumuşamıştı. "Sonunda kadınların da birçok şeyi bilmesi gerektiğini anlamışsın Rizgâr Ağa." Hem kocasını affetmek hemde laflarıyla yaptığı hataları yüzüne vurmak istiyor, beceriyordu Heja gelin.
Karısının sesi kulağına dolunca başını önündeki tabaktan kaldırıp istemezsice sırıttı. 'Sana ben de meydan okuyorum' diyen kadının şimdiki tavrına alışmıştı. Böyle yapınca ne kadar öpülesi olduğunun farkında mıydı? Kaldırmaya çalıştığı ancak beceremediği kaşıyla ne kadar güzel gözüktüğünün peki?
"Yaptığım hatayı sürekli yüzüme mi vuracaksın, Karadağ gelini?"
Roya duyduklarıyla sessice güldü. Heja'nın kendine verdiği değeri çok seviyordu. İçinde yatan Hanım Ağa'nın dışarı taşmasına ise hayrandı. Şüphesiz şuan ağabeyi karısını kucaklamak istediğini hissedebiliyordu. Atıştıkları zaman ağabeyinin yengesine olan bakışlarının güzelliğine şahit olmuştu çoğu kez.
Rizgâr Ağa, ne kadar Roya'ya karşı taş kalpli gibi görünse de içinde beslediği duyguları inanılmaz güzel ve özeldi.
"Yüzüne vurulmasından rahatsızsan, hata yapmayacaksın Rizgâr Ağa." Heja yüzüne yerleşen belirsiz ifadeyle kocasını izledi. Yüzünün an beyan düşüşüne şahit oldu. "Bir daha sakın bir şey saklama, sakın."
Gülümsedi Roya. Onca olanlardan sonra yiyorsa bir şey saklasın. Daha fazla durmadan mutfağa girişini gerçekleştirdi. Nelerin döndüğünü anlaması lazımdı. Birkaç adımda içeriye giren genç kıza, dönen Rizgâr Ağa birkaç dakika öylece kardeşine baksa da boğazını temizleyerek kendisine gelerek ihtiyatlı tınısıyla konuştu. "Xuşkamin?"
"Dila'ya ne oldu?" diyerek ağabeyine baktı, Roya
Heja gözlerini kırpıştırdı. "Rizgâr da tam sana açıklayacaktı, biliyor musun?"
Roya yengesinin cümlesiyle tebessüm etti. "Öyle mi?" Gözlerini ağabeyinin üzerine çevirdi. Yengesini ağabeyini herşeye rağmen koruduğuna sevinmişti. Onların arasında sorun olmasını istemiyordu.
"Öyle." Rizgâr karısına kısa bir bakış atarak kardeşinin oturması için sandalyeyi işaret etti.
Roya ayakta fazla durmamak için oturdu. Heja oturduğu yerden kalkarak meyve suyuyla, bisküviyi almak için dolaba doğru yürüdü. Gözlerini yengesinden alıp ağabeyine çevirdiğinde, Rizgâr rahatsızca yerinde kıpırdandı. "Berdel olmayacak," dedi tek seferde.
Roya'nın kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. "Nasıl?" Berdel olmayack mıydı? Buna sevinirdi elbette. Şu verdiği savaş töre kurbanı olmamaktı ve yine kendisi yüzünden olmasa da kendi adının geçtiği töreden kimsenin nasibini almasını istemiyordu.
Hele ki Dilan'ın asla. Ne kadar araları iyi olmasa da Dilan'ın sessizliğini ve asla yalana tahammülü olmayan yanını çok seviyordu.
Gök gözlü gözlerinin umut verişini seviyordu.
"Yusuf Agir Bozbey, berdel olmaması için dün ortadan kaybolmuş geride bir mesaj bırakarak."
Herkese iyi örnek mi olmuştu Roya'nın kaçışı?
Yusuf Agir Ağa bile arkasında not bırakarak gitmişti.
"Ne mesajı?" diye sordu Roya. Koskoca Bozbey ağası ortadan kaybolmuştu ve Rıha, oldukça sessiz miydi yani?
Rizgâr burnundan nefesini vererek kız kardeşine bedenini döndürdü. Cebinden telefonunu çıkarırken okuyacağı mesaj için tekrar öfkeleniyordu. Adamı Halil'in kendisine attığı mesaja tıkladı. Tüm ağaların siniriyle oynayan Yusuf Ağa belki de ilk kez doğru bir şey yapmıştı. "Törenin hükmü Roya Karadağ gelinim olmadığı zaman bitmiştir benim için. Töreniz de Ağalıkta sizin olsun, ben yokum. Dila Bozbey kimseye gelin edilmeyecek. Kurduğunuz dümen işe yaramadı. Beni de alet ettiğiniz dümeniniz yıkıldı. Artık bir durulun. Sadece bir kez töre diye diye diretip can yakmayın."
Her duyduğu cümleyle ne kadar yıkılabilirdi ki?
Bunca çektiği acı boşuna mıydı?
Yusuf Agir Bozbey, en başından beri bunları dile getirseydi ne olacaktı?
Şimdi bu hikâyede yanan kim oldu?
Ben?
Araf?
Kim yandı! Kim kahroldu! Kim kaybetti?
Kardeşinin değişen yüzüyle elindeki telefonu masaya bırakıp ayağa kalktı. Düz bir ifadeyle masaya odaklanmış genç kızın ne düşündüğünü bilmiyordu. Psikolojisinin yerinde olmadığına emindi. Ulan kim dayanırdı ki bu kadar acıya? Ax ulan! Ax! Ne vardı da çekip alamadı kardeşini kurulan sonu acı oyundan.
Aklı almıyordu. Yâde Rozan, kardeşine geçmişin kirli gölgelerini nasıl yüklemişti? Peki ya Roya olup biteni öğrenirse ne olacaktı? Bunca yaşananların sebebini öğrense ne yapacaktı? Çene kaslarına kramp gireceği şekilde dişlerini birbirine bastırdı. Babasının emanet ettiği kardeşini bu hallere düşürmek kabul edilir değildi. Hayatları gittikçe çıkmaza giriyordu.
"Roya..." diyerek elini kardeşinin omuza uzattığı vakit, genç kız yerinden kalkarak buna engel oldu.
Yaşadıkları yeterince kendisini çıldırtırken, sevdiği adamla kavuşmamalarının acısı her defa yüreğini daha beter hâle getiriyordu.
Unutmak için çabalarken attığı her adımla başa saran duygularından nefret ediyordu artık. Ne gözü yaşlı yengesinin ona uzanan elini tuttu ne de arkasında 'nereye?' diyen ağabeyini. Odasına doğru çıkıp çantasını ve ince bir trençkot alıp aşağı inerken merdivenlerin başında onu bekleyen ağabeyine sadece: "Dilşah'la dışarda işim var akşama doğru gelirim," dedi.
Giden kız kardeşinin ardından sıkıntılı nefesini koyverdi Rizgâr. "Biz Roya'yı ne hâle getirdik Heja..."
"Eseriniz ile gurur duyun Rizgâr Ağa. Bu kıza bu kadar acı yüklediğiniz için gurur duyun," dilinden dökülenlerle kocasını ardında bırakıp uyuyan kızı, Neva'ya bakmak için odasına gitti.
Tek başına kalan Rizgâr Ağa çöken omuzlarıyla derin bir of çekti. Ne yapacağını artık bilmiyordu.
*
Avludan içi kan ağlayarak konakta çıkan Roya, birkaç dakika nefes almak için öylece durdu yolun ortasında. Dışarda bekleyen iki adamın bakışlarını umursamadan derin derin soluklarıyla gökyüzüne kaldırdı başını. Nefes almak ilk kez bu kadar zor geliyordu kendisine.
İçi paramparça bir şekilde hala sapasağlam durduğuna inanmıyordu. Bedel olmamıştı. Bunca savaştan sonra kazanmış mıydı şimdi?
Bu muydu kazanmak?
O zaman kazandığı için birazcık değişmesi gerekiyordu değil mi? Bunu kutlamalıydı.
Çaprazında bulunan konağa doğru yürümeye başladı. İşe Dilşah'ı almakla başlayacaktı. Kapıdaki adamların baş selamını alıp kapıyı açtığında burun buruna geldiği adamla korku dolu bir nida dudaklarının arasından koptu.
Cihangir işe gitmek için avlu kapısını açarken kendisine çarpan narin bedenle gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Elleri telaşla Roya'nın büktüğü bedenine gitti. "İyi misin? Bir şey oldu mu?" Cihangir sabır çekti. "Bu hızının sebebi ne? Daha yeni ameliyat olmadın mı sen Roya Xanım?" Tek kaşını hesap sorarcasına kaldırdı.
"Hızlı değildim ben bir kere," dedi Roya, hemen ardından bedenini doğrultarak Cihangir'in geniş omuzlarından giydiği gömleğin altından beli olan kaslarında gezdirdi gözlerini. "Beton gibi olan sensin, az biraz spora ara verde sana çarpan sakat kalmasın." Sesi biraz önceye göre sakin ve yalındı. Söylediklerinin adama nasıl şok etkisi yarattığını görmüyordu. Öfkeyle konuşmasını sevmemişti Roya.
"Görünmeyecek gibi miyim ki bana çarpacaklar?" diyen adam, hemen ardından kafasını söylediklerini destekler nitelikte salladı.
Roya alt dudağını ısırdı. Kendi söylediklerinin saçmalığına karşısındaki adam da katılmıştı.
"Keçamin?" Seslenen Hazal Hanımla ikisinin bakışları seslenen kadına çevrildi.
İçten içte lanet okuyan Cihangir, biraz daha geç gelmesini diledi annesinin. Sorduğu sorunun cevabını merak etmişti. Gözlerini kendisine çevirip hemen kaçıran kızdan bakışlarını ayırmadı. Elinde çantası vardı. Kaşları çatıldı. Bu halde nereye gidecekti? Daha tam iyileşmemişti bile.
"Ne beklersin kapıda, gelsene?" diyerek oğluna baktı. Gözlerini yeğeninden ayırmayan oğluna. "Oğlum sen işe gitmedin mi daha?"
Roya Cihangir'in sağına doğru geçerek halasına doğru gitti. Ona kucak açan halasının kanatları altına girerken Cihangir'in mest olmuş gözleri bu görüntü karşısında birkaç kez kapanıp açıldı.
"Tam gidiyordum ben de dâye," gözlerini Roya'dan ayırmakta zorluk çekiyordu. İşe gitmese olmaz mıydı? Hem bu halde nereye gideceğini de merak ediyordu. Allah aşkına Rizgâr bu hâlde nasıl dışarı çıkmasına izin vermişlerdi?
"Sen nereye keçamin?"
Eli öpülesi Hazal Atabeyoğlu! Aklını mı okumuştu?
Roya halasının kolları arasından çıkarken hafifçe tebessüm etti. "Dilşah ile hasteneye uğrayacağız oradan sonra da birkaç işimiz var."
"Dilşah izin almadı," dedi Cihangir kendisine engel olamayarak. Kız kardeşinin birkaç hafta dışarda öylece gezmesi uyugun değildi. Şahan aşiretinin, kız kardeşi için kendisiyle konuşmaları aklına gelince şimdilik dışarı da pek görünmemesi kararına varmıştı.
Annesiyle göz göze gelince derin bir iç çekti.
"Ne? İzin mi?" Halasına döndü Roya. "Cihangir ağabeyin gerçekten evladın olduğuna emin miyiz halâ?" Sessiz dile getirmemiş, Cihangir'in duyacağı yüksek seste konuşmuştu.
Hazal Hanım gülümsedi. "Bazen ben de şüphe ediyorum."
Cihangir kafasını geriye atıp gözlerini kapattı. "Dâye," sitemli sesiyle Roya'ya ve annesine baktı. "Şu küçük kızına uyma."
Küçük mü?
Kendisine küçük diyen adama baktı Roya bezgin yüz ifadesiyle. "Küçük mü? Küçük görüyorsan neden "ağabey deme" diyorsun?" Sessiz fısıltısıyla yüzünü buruşturdu.
Cihangir yüzünü buruşturan Roya'nın yüzüyle derin bir iç çekti. Kıpırdanan dudakları kim bilir kendisine ne hakaretler söylüyordu. Onunla uğraşma amacı eski haline getirmekti.
İçinde sızlayan yer ile uzun bacakları annesiyle Roya'ya doğru ilerledi. Yapacağından pişman olmayacaktı. Kendisine şaşkınlıkla bakan iki güzel kadına eğildi. Annesinin başının tepesine dudaklarını bastırıp çekildiğin de Roya'nın çekingen bakışlarıyla kesişti. Onun hatta kendisinin de beklemediği bir hareketle Roya'ya doğru bir adım attı.
Gözleri şaşkınlıkla büyüyen Roya'nın daha da şaşırmasına yol açacak bir şekilde başını eğdiğinde annesinin uzanıp kolunu tutmasıyla dudakları sızım sızım sızladı.
Hazal Hanım oğlunun yapacağı hareketi anladığı an koluna yapışmıştı. Koskoca Cihangir Atabeyoğlu kendine hâkim olmakta zorlanıyordu. Amacı başının tepesine dudaklarını bastırıp o güzle kokusunu hiçbir kötü amaç gütmeden içine çekmekti ancak unuttuğu bir şey vardı; yasaklı bölgeydi Roya'sı.
Yeşil gözleri iri iri açılmış kendine bakan Roya'dan gözlerini alarak arkasına bakmadan yürümeye başladı. Lanet olsun! Kendine hâkim olmalı, onu korkutmamalıydı!
Onu gördüğü için şükretmeliydi. Bugün cuma namazında onun yanında olan varlığı için namaz kılmayı aklında bulundururken yanına gelen adamına arabaya binmeden önce döndü. "Roya ile Dilşah dışarıya çıkacak, gözünüz üzerinde, eliniz tetikte olsun. Eğer onlara bir daha zarar gelirse yapacaklarımdan kurtulamazsınız, anlaşıldı mı?"
Takım elbisenin önünü ilikleyen Hasan Rizgâr Ağa'nın sözlerine karşı başını eğerek cevabını verdi: "Merak etmeyin Ağam, gözümüzü asla onlardan ayırmayacağız."
Tebessüm eden Cihangir Ağa arabaya binmeden önce adamı Hasan'ın omuzuna vurdu iki kere. "Merak ederim Hasan, eğer canımdan çok kıymet veriyorsam merak ederim."
*
Giden adamın ardından halasının Dilşah'ı yataktan sökercesine kaldırdırmasıyla nihayet hastaneye uğramış daha sonra arabaya binerek Dilşah'ın iyi bildiği, güvenilir bir kuaföre gidiyorlardı. Kuaför demek az kaldırdı gittikleri yer büyük bir güzellik merkeziydi.
"Emin misin saçını keseceğine?" Diye soran Dilşah'ın gözleri Roya'nın uzun, dalgalı saçlarında gezindi.
Genç kadın başını 'evet' anlamında salladı. "Yeterince uzadılar ağırlık veriyor," derken aslında verdiği ağırlığın bedenine değil yüreğine olduğunu biliyordu.
Yeni bir hayata başlıyorsa ona eskiyi hatırlatan çoğu şeyden vazgeçmeliydi tıpkı her aynaya baktığında saçlarını onu geçmişe sürüklediği gibi.
Dilşah dudak büzerek, "Sen saçlarını çok seversin," dedi. Küçüklük anılarında gezinen hatıralar canlandı gözünün önünde. "Hatırlamıyor musun, bir keresinde saçını çektiğim için bir hafta boyunca benimle konuşmamıştın," hafifçe tebessüm etti gözlerinin önünde canlanan anılarla. "Ne kadar peşinde dolansam da pas vermiyordun."
Roya, Dilşah'ın bahsettiği anıyı hatırlıyordu. "En son Hazer baba bizi barıştırmak için kirazlı taç almıştı," kıkırdadı.
Dilşah'ta güldü. "Tabii sen yine barışmak istemediğin için tüm aile fertleri seferberlik ilan etmişti."
Dilşah ile göz göze gelince güldü. "Rizgâr ağabeyim en son sana daha farklı bir toka aldığında barışmıştık,"dedi başını gülerek salarken.
Roya, eliyle önüne gelen saçlarını arkaya doğru tarayarak bir gerçeği arkadaşına itiraf etti: "O zamanlarda aslında seninle barışmak için ben teklif etmiştim toka almalarını."
Dilşah hayrete arkadaşına baktı. "İnanmıyorum! Ondan mı babam artık her gelişinde toka getiriyordu?"
Roya yüzündeki gülümsemeyi yok etmiyordu. "Evet," diyerek dudaklarını oynatırken aynı zamanda arkadaşına göz kırpmıştı.
Kaşları yukarı doğru kalkan kadın, iflah olmaz bakışlarını Roya'ya atarak güldü. Geçmişin küçük anılarıyla anılarıyla arkadaşını mutlu görmüşken eski kadına çevirmemek için elinden ne geliyorsa yapacaktı.
Eski anılarla geçen yolculuk sonunda kuaförün önünde duran araçla beraber inerken Roya'nın gülen yüzü düştü. Yapacağından emindi. Altı üstü bir saçtı, değil mi?
Gönülsüzce yanında duran Dilşah'a baktı. Dilşah soru dolu bakışlarıyla arkadaşının koluna girdi. "Emin misin? Bak hemen geri dönebiliriz?"
Başını aşağı yukarı sallayarak olayladı yüzündeki buruk gülümsemeyle. "Eminim Dilşah."
Beraber girdikleri kuaför salonunda gördüğü birkaç yüzle yüzüne sahte bir tebessüm konduran Dilşah, memnuniyetsiz bakışlarla siyah koltukta oturan Mizgin'e baktı. Şahan aşiretinin biricik kızlarıydı kendisi. Esmer teni, uzun boyu ve herkesin dönüp bakacağı fiziğiyle Hakkâri'de önde gelen kızlardan biriydi. Herkesin gelin almak için sıraya girdiği Mizgin Şahan.
Bozbey gelini olmak için elinden geleni ardına koymayan, Mizgin Şahan.
Genç kadın kapıdan giren iki kızla yüzünde Dilşah'ınkiyle yarışacak derecedeki zoraki gülüşünü kırmızı boyalı dudaklarına kondurdu. "Aaa! Bu ne tesadüf Dilşah'cım."
"Aaa!" Diyerek karşısında ayağa kalkmış genç kızın sesini taklit etti Dilşah. "Bu ne samimiyet?"
Roya elini dudağına götürdü. Karşısındaki kıza karşı laf çarpıtan Dilşah'la hüznü kısa bir anlığına kaybolmuştu. Karşısındaki kadına baktı süzerek Roya. Oldukça güzel bir kadındı. Dilşah ile tanışıklıkları olduğuna göre aşiret kızı olmalıydı. Kim olduğunu epey merak etmişti.
Yüzünü buruşturmamak için dişlerini sıktı, Mizgin. Karşısındaki kızı hiç sevmese de onunla iyi geçinmesi gerektiğini kendine hatırlattı. Elbette sakinliğini koruyacaktı. Dilşah'ın çocukluğunu bugünlük umursmama kararı almıştı, gördüğü andan itibaren. "Aşk olsun Dilşah, arkadaş değil miyiz biz?" Değillerdi.
Arkadaş mı? Diye kendi kendine tekrarlayan Dilşah yüzünü buruşturdu. Şu esmer çiyanla arkadaş olacağına ölmeyi yeğlerdi. Dışardan muhteşem, içi ise kömür karası olan Mizgin'den hiç haz etmiyordu.
"Denize düşsem bile sana sarılmam Mizgin," dedi sert çıkan sesiyle. Mizgin Şahan, ağabeyi Arslan'a Dilşah'ı almak için büyük bir uğrasa girmiş ve sonunda Arslan'ı Dilşah'a aşık etmeyi başarmış bir kadındı. Kurduğu planın şuanda oldukça iyi gitmesinin keyfini, sevdiği adamın kardeşi dahi olsa bozamazdı.
"Allah'tan Hakkâri de deniz yok ki düşmüyorsun."
Roya karşısında arkadaşı ile çatışan kadının pekte iyi biri olmadığını anladı. Derin bir nefes alıp verirken pür dikkat birbirlerine laf atan ikiliyi izliyordu.
"Deniz yok ama yılanlar oldukça fazla Mizgin," küçük kalkık burnunu havaya dikti. "Hele bir tanesi varki zorla bir yerlere girme peşinde." Mizgin'i tiksinerek izledi. "Sağolsun Cihangir ağabeyim evin etrafını iyice ilaçladı da bize yaklaşamıyorlar." Kadın demeye bin şahidin istediği bu mahlûk, ar damarından yoksundu. Olur olmadık yerlerde milletin ağzın malzeme vermekte üstüne yoktu.
Ortanın iyice kızıştığını fark eden Roya, Dilşah'ın kolunu tuttu.
"İlacın tesiri çok sürmez Dilşah," derken göz kırptı. Daha fazla sinirlerinin bozulmaması için çantasını alarak ücret ödemek için kasaya ilerledi. Arkasından birşeyler söyleyen Dilşah'a kulaklarını tıkadı. Arslan ile bir evlense o zaman yılanın nasıl olduğunu gösterecekti ona. Ücreti ödeyip çıkmadan önce Dilşah'ın yanında duran Roya ile göz göze geldi.
Hakkâri'yi gelişi ile çalkalanan kadının gözlerine bakarken kıskanmadan edemedi Mizgin. Karşısında dimdik duran Roya Karadağ'ın bakışları, güzelliği imrenecek kadar güzeldi.
Kapıdan çıkmadan önce tek istediği karşısında kendisine bakan Roya Karadağ'ın, bir tehdit oluşturmamasıydı.
Roya kendisine çatık kaşlarıyla bakan kadının gidişi ardından Dilşah'a döndü. "Bu neydi şimdi? Kimdi o kız?"
Roya'nın sesini duymasıyla kendine geldi Dilşah. Bezgince nefesini bırakırken, "Şahan aşiretinin biricik kızları Mizgin. Namı diğer kara yılan."
"Nasıl?" dedi merakla söyleyeceklerini beklerken.
"Şöyle bebekamın; Google amcada Mizgin Şahan yaz karşına direkt yılan çıkıyor," diyerek gülümsedi.
Roya da kendini tutamayarak güldü. Bu kadar mı nefret ediyordu bu kızdan diye düşündü. "Önce işimizi bitirelim sonra olanları anlatırım sana."
"Anlatacakların birikiyor Dilşah Atabeyoğlu." Geçen hastanede de anlatacağı şeylerin olduğunu sezmiş ve sonraya atılmıştı lâkin birgününü Dilşah'a ayıracağını aklına not etti.
Daha fazla ayakta durmayıp oturan ikiliyi kuaförün arka odasından çıkan Zerrin Hanım karşıladı. Birkaç dakika sohbet ettikten sonra Roya'nın uzun saçlarını kesmek için koltuğa alırken Dilşah üzgün yüz ifadesiyle izlemekten başka bir şey yapmadı.
Cihangir Ağa'ya kuaföre gittikleri haberi gelince kardeşini aramamak için zor durmuş ancak becerememişti. Telefonu çalan Dilşah ağabeyinin aradığını görünce açarak kulağına dayadı.
"Ağabey?"
"İyi misiniz diye arardım," yalan değildi hem iyi olup olmadıklarını kontrol etmek için hem de deli gibi ne yaptıklarını bilmek için aramıştı.
Dilşah'ın gözü yaşlı kendisini aynadan izleyen Roya'ya kaydı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Alt dudağını dişleriyle ezerken, "İyiyiz ağabey," dedi gönlünü ferah tutmasını istediği Cihangir'e.
Cihangir elini saçlarının arasında gezdirip oturduğu yerden kalkarken derin bir soluk verdi. 'kuaförde ne yapıyorsunuz?' soru çok saçma olurdu değil mi? Olurdu tabii!
"İyi iyi," dedi Cihangir saçma bir şekilde.
"Başka sorun yoksa kapatıyorum ağabey," derken Cihangir'in sinirini nasıl bozduğundan bihaberdi Dilşah.
Neden Roya'nın ne yaptığından bahsetmiyordu? Onu sevdiğini bildiği halde hemen kapatmak istemesi de neydi! Burun kemerini sıktı. "Kapat Dilşah, kapat!"
Gözlerini kapatıp telefonu masanın üzerine attı sinirle. Bu nasıl özlemekti! Bunca yıl yanı başında yokken, nasıl dayanmıştı?
Odasının kapısı iki kere tıklatılınca boğazını temizleyerek kendine gelmek adına boynunu kütletti. "Gel!"
Komutu alan adam kapıyı açıp içeriye girdiğinde Cihangir ruhsuzca güldü. "Ulan sayıyla mı veriyorlar anlamıyorum!"
"Konuşmamız lazım Cihangir Ağa," diyen kişi, Arslan Şahan'dı.
Başını sallayarak güldü Cihangir. "Konuşalım tabii konuşmak doğal bir yol zaten. Evet, evet konuşalım," derken adım adım kız kardeşine göz koyan adama yaklaşıyordu. Yüzünde oluşan ifade inanılmaz korkutucuydu. Dilşah'ın gerdiği siniri yerli yerindeyken üstüne Arslan Şahan'nın gelmesi ona verilen ceza mıydı yoksa ödül mü bilmiyordu. Şimdi güzelce konuşacaktı onunla.
"Ama önce kardeşime göz koyduğun ve rahatız ettiğin için," der demez yumruğunu kaldırıp Arslan'ın esmer yüzüne geçirdi. Gelen kırılma sesiyle yalpalanan Arslan Ağa acıyla inledi. "Ulan sen kimsin de kız kardeşimi rahatsız edersin, şerefsiz!"
Burnunu tutarak, başını kaldıran Arslan Ağa nefretle baktı karşısındaki adama. "Buruya düzgünce konuşmak için geldim ama anladım ki sen konuşulacak adam değilsin Cihangir Ağa!" Yüzünü acıyla buruşturdu. Sesi boğuk çıksa da sertliği oldukça hissediliyordu.
Girişi iyi olmayabilirdi. Lakin Cihangir Ağa lafı uzatmayı sevmeyen bir adamdı. "Ulan sen adam mısın!" Konuşan adamın üzerine atlayarak bir yumruk daha attığında çıkan seslere gelen Atabeyoğlu erkekleri gördükleriyle kısa bir şok yaşasalarda hızla Cihangir'i Arslan'ın üzerinden almak için uzandılar.
Kendisini geri çeken ağabeyinin kolları arasında, karşısında pişkince ona bakan adamın yüzüne tehlikeli gözlerini dikti. "Seni yakarım ulan! Allah şahidimdir, eğer bir daha kız kardeşimin adını ağzına alırsan seni de, soyunu da yok ederim!"
Kızkardeşini korumaya kalkarken birçok olayın ateşini fittilediğinin farkında değildi Cihangir Atabeyoğlu.
Olacaklara zemin hazırladığının farkında değildi.
🥀
Urfa/ bir yıl önce
Oturduğu ağacın dibinde Urfa'yı izleyen genç kız, duyduğu sesle korkuyla yerinden kalkarken burnuna dolan kokuyla, "Araf," diye soludu.
Arkasında duran adamın kokusunu nerede olsa tanırdı.
Araf, sarıldığı bedeni sımsıkı tutarak saçlarını uzaktan koklamıştı. Gözleri kendiliğinden kapanmış, özlediği kıza hasretini gidermeye çalışmıştı. Nasıl bir sevmekti bu? Nasıl bir kokuydu bu? Bu nasıl bir özlemekti? "Geldim sana Roya'm." Burnunu yaklaştırdı usulca. Burnu genç kızın saç diplerinde dolanırken heyecandan ne yapacağını bilememişti adam. Derin derin soldu sevdiğinin saçlarını.
"Sen hep bana gelirsin, Araf." Roya dudaklarını ısırdı. Araf'ın yanında olduğu her saniye iyi hatta mükemmel ötesiydi. Keşke hep yan yana olsalardı. Keşke hiç gizli kaçak görüşmeden yan yana durabilselerdi. Adamın bedeninden kendi bedenine sızan sıcaklığı seviyordu. Kokusunu seviyordu. Yüzünü, saçlarını en çokta kirli sakallarının teninde bıraktığı hissi seviyordu.
"Gelirim ya, nasıl gelmem. İyisin değil mi?"
"İyiyim, annemin sözlerine üzülüyorum sadece." Yüz hatları soldu. Annesinin kendisine olan tavrına artık dayanamıyordu.
Araf kızı bırakıp karşısına geçmişti. Solan yüzüne ellerini uzatıp yanaklarını avuçladı. Güzel yeşil gözlerinin değdiği her yeri kıskanıyordu. Sadece kendisine baksın isteyen yanına anlam veremiyordu. Sevdiğini kimseyle paylaşmak istemiyordu.
"Geçecek bunlar, hebunamın."
Ellerini uzamış saçlarına götürdü genç kızın. Her teli için dünyayı yakacağı saçlarını çok seviyordu Araf. Ucu kıvır kıvır, sırtına salınan saçlarına ölünürdü.
Roya gözlerini saçlarına diken adama baktı. "Uzamışlar değil mi?"
Araf çenesini hafifçe salladı. "Uzamışlar. Sevgin ile birlikte uzuyor gibiler."
Kesinlikle öyleydi.
Araf'ın sevgisi kendine iyi geliyordu ve bundan saçları da nasibini alıyordu.
"Her teli için ölünür, her dokunduğumda içime işlenen duyguları bir bilsen, görsen..."
"Ya bir gün kesmeye mecbur kalırsam?" Diye sordu hüzünle Roya.
Araf'ın kaşları çatıldı. Elini indirip Roya'yı göğüsüne doğru çekti hafifçe. "Bu da nereden çıktı?"
Omuz silkti Roya. "Kaderin bize ne biçeceğini bilmeyiz sonuçta. Ya bir gün kaderimiz bize acının kapılarını aralarsa?"
Dudaklarını ıslattı Araf. "Allah büyük. Mutluluğu yaşattığı gibi acıları da yaşayacağız elbet ama bu seni saçından etmemeli." Düşüncesi bile içini titretirken gerçeği nasıl olurdu kim bilir.
Roya başını eğdi hafifçe. Diline düğümlenen sözleri ilerde yaşayacağını bilseydi kesinlikle dile getirmeyi bırak aklının ucundan bile geçirmezdi. Yeşil gözleri sevdiğinin kara gözlerine çevrildi. Aralarındaki mesafeyi daha da yok ederek iyice yaklaştığında dudaklarını araladı: "Peki ya bir gün, senin yüzünden saçlarımdan vazgeçersem?"
Araf dehşetle irkildi. "Asla öyle bir şey olamayacak!" Gözleri saçlarına değdi sonra tekrar yeşil gözlere. "Saçlarından vazgeçeceğin kadar üzmem ki ben seni." Kollarını sardı Roya'sına.
"Ben sana acı vermem, ben sana mutluluk veririm. Hadi diyelim acı versem de bizim acımız mutluluktan olur."
Tebessüm etti Roya, sevdiği adamın göğüsüne dokunduğu dudaklarıyla. "Sakın beni saçlarımdan vazgeçeceğim kadar üzme Araf Ağa çünkü saçlarım benim en büyük zaafım."
"Ben değil miyim?"
Güldü Roya. "Sende öylesin." Araf'ın gözlerinin içine baktı. "Ne senden ne de saçlarımdan vazgeçerim."
Çünkü babasının ve Araf'ın saçlarını örmesine bayılırdı; tıpkı babasının da saçlarını örmeyi çok sevdiği gibi.
Kim bilebilirdi ki iki sevdanın uzak düşeceği.
Kim bilebilirdi ki saçlarından vazgeçeceği kadar acı çekeceğini...
Kim bilebilir di ki hem saçlarından hem de sevdiği adamdan vazgeçeceğini.
🥀
Şimdiki Zaman
An olur sadece susarsın...
Roya da sustu.
Beline, kalçalarına yakın inen saçlarının omuzlarına kadar kesildiğini ve renginin siyaha yakın kahve rengiyle boyadığını gördüğünde susmuştu.
Gözyaşları konuşuyor, dudakları ebedi sessizliğe gömülmüştü. Aynadaki yansımasına bakarken hıçkırdı.
Elini uzattı.
Elini uzattığı an eline gelen saç tutamlarını, tutamadı.
"Örgü de olmaz şimdi, değil mi Dilşah?"
Hıçkırdı.
"Babam çok severdi saçlarımı." Gülmeyle karışık hıçkırıkları salonun içini dolduruyordu. "Hiç büyümemişim gibi severdi, dokunurdu, tarardı çoğu zaman." Yanağını ıslatan göz yaşlarını ellerinin tersiyle sildi.
"Roya..."
Titreyen ellerini kısalmış, değişmiş saçlarına uzattı. "Sevdiğim iki adamı da kaybettim, saçlarımı kaybetmem için hiçbir neden kalmadı değil mi, Dilşah?" Titreyen dudaklarını birbirine bastırdı. Omuzlarını hafifçe silkti. "Saçlarımı sevecek kimse kalmadı ki..."
Gerçekten kalmamış mıydı?
Bölüm sonu 🥀
ölüm bitti! Nasıldı, sevdik mi?
Sonu üzdü değil mi?
Olaylara zemin hazırlayan bir bölümdü.
Mizgin'i sevdiniz mi? Kshwjsjs
Roya'nın saçını kesmesi?
Dilşah peki?
Bölümü sevdiyseniz ne mutlu bana. İyi ki varsınız <3 |
0% |