@tanvakti108
|
2.Bölüm Roya, diz çöktüğü yerde öyle bir karmaşa içine girmişti ki dili damağı ile birlikte yüreği de tutulmuştu. Duyduklarının yalan olması için neler vermezdi ki... Şimdi ise karşısında dikilmiş adamın ismi beyninde yankı yapıyor o yankı ile saç dipleri alev alev yanmaya başlıyordu. 'Yusuf Agir Bozbey' demişti. Duyduklarının yanlış olduğunu haykırırken 'doğru' demişti. Peçesini titreyen elleri ile düzeltme gereği duydu. Yanağına süzülen göz yaşı dağılarak yok oldu. Aldığı nefes zor geliyordu kendisine. Kötü günlerin habercisi olan yağmur damlaları büyük bir gök gürültüsü ile yere kavuşmaya başlamıştı. İçindeki acıyı da siler miydi yağmur damlaları, onu da temizler miydi? Bilemiyordu Roya. Hâlâ durmuş telefonuna basan bir çift ayakkabıya bakmak onun için bir ızdıraptı. O ki bir erkeğin önünde asla diz çökmeyendi lâkin duydukları dizlerinin bağını kesmişti. Elleri sinirle toprağı avuçları arasına almış sıkıyordu. Tüm hıncını, acısını onda yok etmek istiyordu. Yeşil gözlerinde başlayan yangın ela gözleride yakacak derecedeydi.
Yusuf Agir, başında beklediği genç kızın yüzünü görmese bile gözlerini görebilmişti, gördüğünden beri kendinde miydi orası da meçhuldu. Yeşil gözlerin kendine nasıl baktığını görüyor ama yine de duruşunu bozmadan bekliyordu. Şoka girmiş olmalı diye düşünüyordu. Urfa'nın dilinde güzelliği ile anılan Roya Karadağ şuan dizlerinin üstünde, önünde diz çökmüş bir hâldeydi. Derin bir iç çekti. Hiç yapmaması gereken bir şey yapıyordu. Bu durum onu ne kadar kötü biri yapardı bilmiyordu. "Ağaya kalk Karadağ kızı," dedi kendisinden beklenilmeyen bir harekette bulunarak. Uzun dalgalı saçları yüzünün her bir tarafını işgal etmişti. Giydiği siyah kaban ise onu o kadar yıkılmaz gösteriyordu ki başı kalkan genç kız ile yıkılmaz duruşu sarsılır gibi oldu. Yeşil gözleri dolu dizgindi. Öfke ile perçemlenmiş göz bebekleriyle yutkundu. Gerçekten güzeldi diye düşünmeden edemedi Yusuf Agir. Karadağ kızı güzeldi. Roya duyduğu ses ile başını kaldırdı. Sevdiği adamı başkası ile evlendireceklerdi. Bu da yetmezmiş gibi kendisini de Bozbey aşiretine gelin edeceklerdi. İçinden gülmek geldi. Hatta delice haykırmak. Başını kaldırdığı an tekrar karşılaştı tanımadığı gözleri. Uzun ve heybetli olan Yusuf Ağa tam karşısındaydı. "Burada ne arıyorsun?" Diye sordu Roya. Korku bedenini yokluyordu. Korkusunu belli etmemeye çalışıyordu ancak ufak ufak titremesi Yusuf Agir Ağa'nın gözünden kaçmadı. "Ne hakla beni dinler, telefonumu kırarsın!" Roya karşısında ağa olmasına rağmen güçlü durmak istemiş ancak kafasındaki sesten dolayı canı yanıyor ve her an tekrar ağlayacağı için endişeleniyordu. Yüksek çıkan sesi çınar ağacının üzerinde mesken tutan serçeleri birer birer uçurdu. Görünmez bir mızrak gelmişte Roya'yı ikiye bölmüş gibiydi. Avuçlarının arasındaki toprağı yere atarak diz çöktüğü yerden hırsla kalktı. "Sana hangi hakla diye sordum, duymaz mısın?" "Sen önce benimle nasıl konuşacağını öğren Karadağ kızı!" Araziyi inleten gür sesi Roya'yı dize getirecek gibi değildi. Roya'nın kanı deli akardı. Roya sadece güzelliği ile değil cesurluğu ile de anılıyordu Urfa'da. Onun için mertebe pekte önemli değildi. İnsan, insandı onun için. Yüzünü buruşturdu Roya. Karşısında ağa olduğu için kendisine düzgün konuşmasını söyleyen Yusuf Agir'e doğru bir adım attı. "Ben kiminle nasıl konuşacağımı iyi bilirim ağam(!)" Dedi sonda söylediği 'ağam' kelimesini alayla diline dolayarak. Yakınına girdiği için burnuna dolan koku ile nefesini tuttu. Bahar gibi olan bu koku ciğerlerine dolmadan geriye doğru bir adım attı Roya. Yusuf Ağa, karşısında dimdik duran bu kızın aklının yerinde olmadığını düşünürdü yaptığı hareket ile ancak ne kadar akılı olduğunu biliyordu. Omuzlarını silkerek, gür kirpiklerini kırpıştırdı. Elmacık kemiklerine gölge yapan kirpikleri çoğu kızı hayran bırakırdı kendisine. Yiğitliğinin yanında bir de yakışıklılığı ile anılırdı. Ayağının altındaki telefona daha sert basarak geriye doğru adımladı. Roya'nın öfke dolu gözleri Yusuf Agir Ağa'nın gözlerinde bir savaş başlattı. Telefonunu kırmıştı hemde gözlerinin içine baka baka. Nasıl olurda böyle bir şey yapardı. Roya ellerini hiddetle sallayarak arkasını dönüp tekrar ağa olduğunu bildiği adama döndü. İçindeki tufan yetmezmiş gibi bir de bu adam çıkmıştı karşısına, hemde ilk kez. "Senin benimle bir derdin mi var?" Diye bağırdı. Kendisine sesimi yükseltmeye yetinen bu kadının, sesini kesmek istedi Yusuf Ağa. Kimsenin karşısında durmaya cesaret edemediği Ağa'nın karşısında duran kişi Roya Karadağ'dı. Hırçın bakışları, yay gibi gerilmiş kaşları ile onun ne kadar sinirli olduğunu anlıyordu Yusuf Ağa. Diline dolanan cümleler vardı ancak bunları söylemek yerine dişlerini sıkarak başka kelimelerin dudakları arasından sızmasına engel olamadı. "Bu saate bir ağa kızının dışarda tek dolaşması hoş karşılanmaz bilmez misin kadın?" Dedi Yusuf Ağa. Söylemek istediği daha çok şey vardı ancak bunu kendisinden değil ailesinden duyması daha münasipti. Roya 'yok artık' dercesine güldü. Heybetli ağadan bir ümit bu sözleri duymayacağını düşünen aklına lânetler yağdırdı. Gülüşü, güneş ışıkları saçan Roya'nın dudakları birbirine kenetlendi. O güneşi söndürmek isteyen elbette olacaktı fakat Roya güneş gibi yakmazsa iyiydi. Çenesi bir açıldı mı zehirli dili ortaya çıkıyor herkesi puta çeviriyordu. Koskoca Amed Ağa'nın kızıydı nede olsa. Ondan kurtulmak o kadar da kolay değildi. "Yoksa siz bir kadının özgürlük hakı olduğundan bihaber cahillerden misiniz ağam,"diyerek bir elini göğüsünün ortasına doğru koydu. Söyledikleri sözler belki de karşısındaki ağa için söylenmeyecek bir şeydi ancak bu pekte onun hayat kuralları arasına girmiyordu. Söz ağızdan bir kez çıkardı. Roya da bir kez ağzından çıkan sözün arkasında duracak mertlikteydi. "Deyin hele bana ağam?" Yüreğine düşen öfke geçecek gibi değildi Roya'nın. Burun kemerini sıkan genç adam içinden binlerce küfrü savurdu. Yusuf Agir Ağa'nın damarına bastığını biliyordu Roya. Yusuf Ağa sakin olmak için derin nefesler almaya başladı yoksa şuracıkta kendisine karşı çıkan kadını yerle bir edecek haberi verir giderdi. "Sınırını aşma Karadağ kızı." Diyerek bir kez daha uyardı. Dik duruşundan ödün vermeden dilinin ucunda dökülmeye meyilli cümleleri aheste aheste döktü: "Aşarsam ne olur ağam? Öldürür müsünüz?" genç adamın elinde olsa, silahını çeker tam kalbinin ortasından vururdu onu. Başka birine sahip kalbi kendisine alınacak olması zaten yeterince sinirlerini hoplatıyor yüreğini sıkıştırıyordu. Aklına geldikçe yumrukları alev topu misali avucunda toplanı veriyordu. Roya bilse hakkında verilen kararın gerçek olduğunu, yıkılır kalırdı. Şuanda ayakta durması bir ümit yalan olmasındandı. "Yağmur şiddetini artırmadan git Karadağ kızı. Git ki, telefonda duyduğun cümlelerin gerçekliğini öğren." Ela gözlerine yakın olunca müthiş bir acıyı midesinde hissetti. Ela gözlerin içinde gördüğü öfkeyi dibine kadar yaşayan Roya korkusunu belli etmemeye gayret etti. Korkusu bir Ağa'nın bile bildiği konuşmanın doğru olmasıydı. Doğruydu. Sendeledi Roya. Gözlerini sımsıkı kapadı. Gözlerini kapatmış genç kıza usulca yaklaştı Yusuf Agir. "Ben seni öldürmem çünkü duyacakların zaten seni bir ölüden farksız yapmayacak." İşte bu beklenilmeyen bir şeydi. Yusuf Agir gözleri kapalı duran genç kızın yüz ifadesinin an beyan acı ile kasılışına şahit olmamak için dudaklarını birkez daha araladı. "Çok yakında görüşmek dileğiyle." yüzünü peçe ile sarılı Roya'ya son kez bakarak sert ve yıkılmaz bir ifadeyle arabasına ilerledi. Adamlarından Roya Karadağ'ın burada olduğu haberini alır almaz arabasına binmiş gelmişti. Gelirken hiçbir şey düşünmemişti hata inerek konuşacağını bile tahmin etmemişti. Hiçbir resmine bakmayan adam onu canlı görmek istemiş ve olacakları bilmeden arabasına atlayıp gelmişti tepeye. Karşısında dimdik duran bu kadın ile başı fena hâlde ağrıyacaktı. Çok zor olacaktı. İki deli birleşir ise Urfa çınlardı. Tekerleğin toprakta çıkardığı ses ile Roya'nın gözlerine yaşlar akın etti. Titreyen dudaklarını dişleri arasına sıkıştırdı. Avuçları yumruk şeklini almıştı. Sinirle peçesini açarak öfke içinde bağırdı. "Yapmazlar!" Diye feryat etti. Elleri durmadan göğüsüne isabet ediyordu. Göğüsünde duran acıyı söküp almak isteyen parmak uçları alev misali yanıyordu. "Ağabeylerim yapmaz böyle bir şey!" Hırsla çınar ağacını tekmeledi. Sinirden kızaran yüzü ve titteyen elleri ile gökyüzüne baktı. " Ey Urfa bu sefer kurbanın ben olmayacağım! Andım olsun ki bana dokunan elleri yakarım!"
Yakardı.
Roya yapmazdı belki ama Roya Karadağ yapardı.
☀️
Yağmur şiddetini artırmış ev ahalisini telaşlandırıyordu. Kaç saat olmuş Roya eve dönmemişti. Bu yağmurda nasıl geleceğini de bilmiyorlardı. Rizgâr Ağa adamlarını salmıştı sessiz sedasız kardeşini bulabilmeleri için ancak bu onun huzursuzluğunu giderecek gibi değildi. Ayakta volta atan Şerwan sıkıntı ile nefesini verip duruyordu.
"Nerede bu kız! Nerede!" Diyerek tısladı. Elleri saçlarına karışıp durdu. Giydiği takım elbisenin siyah gömleğini dirseklerine kadar katlamış önden birkaç düğmesini açmıştı.
"Sakin ol Şerwan! Roya bu, başına bir şey gelmez." Kardeşinin ne kadar yaman olduğunu biliyordu Rizgâr. İkisi kardeş çalışma odasında Roya'nın yolunu gözlüyorlardı. Gök gürültülü, sağanak yağmur çalışma odasının ortasında bulunan dev cama vurup aşağıya doğru yol alıyordu. Konakta duyulan kişneme sesiyle herkesin yüreğine salan korku yok olmuş, derin bir nefes almışlardı. İdo Ağa pencereden gördüğü yeğeni ile yere hızla otururken eliyle yüzünü kapatmıştı. Korktuğu başına gelmişti. Roya öğrenmiş ve hesap sormak için gelmişti. Elini yüzünden çektiğinde annesi, konağın değil; Karadağ'ın en yaşlısı Yâde Rozan ile göz göze geldi.
"Roya kabul edecek gibi değildir Yâde," dedi. "Bize hesap soracak, Rizgâr ile Şerwan da asla kabul etmeyecek." Yaşlı kadın da oğlu ile aynı fikirdeydi. Kimseye demeden kararı vermiş aşirette de haber salmıştı. Yade Rozan kafasını salladı. "Etmek zorunda kurêmin."(oğlum) "Ağabey!" Diyerek feryat eden Roya sırılsıklam olmuş bir hâlde atın üzerinde o yana bu yana gidip geliyordu. Pencereden bakan ev ahalisi ise Roya'nın bu hâlinden korkmuş bir hâlde dışarı akın etmeye başlamışlardı bile. Çalışma odasından öfkeyle çıkan Şerwan ile Rizgâr merdivenlere yöneldiler. Basamakları hızlı hızlı inerken kalabalık ev ahalisinde gözlerini gezdiriyorlardı. Sonunda kardeşi gelmişti. Roya, öfkeli hâlde Ak kızı şaha kaldırdı. Öfkesi bitmek bilmiyordu. Acı içine işlenmiş gibiydi. Tam herşey yoluna girerken sevdiği adam ile söz kesileceği zaman Emine Hanım'ın vefatı ile ertelenmişti. İçinde günlerdir süren sıkıntıyı buna yormuştu ancak şimdi anlıyordu o sıkıntıların nedenini. Sözünden dönmüş o da yetmezmiş gibi başkası ile evlendirme kararı almışlardı. Uzun dalgalı saçlarından akan damlalar yeri yarıyordu. Gözleri hınçla dolmuş bir şekilde dışarı çıkan ağabeylerine baktı. Ağlamak istiyordu. Gözlerine bakan ağabeylerinin yüz ifadeleri onu ağlatacak derecedeydi. Şerwan, atın üstünde sırılsıklam olmuş kız kardeşini gördüğü an beyninden vurulmuşa döndü. Ne olmuştu güzeller güzeline? Bu hâli de neydi? Gözleri kızarmış, yüzü sapsarı olmuştu. Bir şey olmuş düşüncesi sarmıştı onu. Hızlı adımlarla kızkardeşine doğru yürüdü. "Xwişka min! (Kız kardeşim) Duyduğu sesin içinden cımbız misali aldığı korku Roya'yı daha da beter bir hâle soktu. Ona doğru gelen ağabeyine doğru atını sürerek öfke ile konuştu: "Sakın ağabey! Sakın yaklaşma bana!" Şerwan'ın adımları sendeledi. Ona bağıran kız kardeşi miydi, şüphe ediyordu. Uzaktan izleyen Mevsim hanım kızının bu hâline acımak yerine mutluluk duyuyordu. İçindeki nefreti Roya'ya acı çektirerek yok ediyordu. Roya'nın acısıyla beslenen bir kadındı Mevsim hanım. Gözlerindeki mutluluğu gören Rizgâr annesine doğru adımladı. Ona doğru yaklaştığında kafasını eğerek sıcak nefesini annesinin ensesine doğru bıraktı. "Yapma dâye! Bari bizim yanımızda yapma!" Annesini kardeşine olan nefretini anlayamıyordu. Mevsim hanım duyduğu kelimeler ile titredi. Büyük oğluna bakarak gözlerini kıstı. "Sen karışma Rizgâr," diye sessizce tısladı. Rizgâr dişlerini sıkarak koluna dokunan narin ellere tutundu. Heja bir eli karnında bir eli kocasının kolunda dolu gözler ile Roya'ya bakınıp duruyordu. Olmayan kız kardeşiydi Roya. Onun canının acısını ta içinde hissediyordu. "Sen ne dersin evinâmın?" Gözleri yaşların süzüldüğü yanağında duramayıp gökyüzüne kaydı Şerwan Ağa'nın. Kardeşine kıyamıyordu. Onun gözlerinden akan yaşlar yüreğine damlıyor, orada bir ateş başlatıyordu. "Evinin değilim ben! Değilim!" Yularını çektiği Ak kız ön bacaklarını kaldırarak şaha kalktı bir kez daha. "Şşhh! Sakin ol Roya!" Diye bağıran Rizgâr'dı. Karısını amca kızı Dila'ya bırakıp kardeşinin yanına doğru yürüdü. Ayaklarının altındaki yer titriyordu adımları ile. Roya, ona sakin ol diyen ağabeyine inanmayarak baktı. Sakin ol mu? Kendisi ile dalga mı geçiyordu? Hıçkırığını tutamadı. Atın üzerinde durmakta zorlanıyordu artık. Soğuktan üşüyen bedeni zangır zangır titriyordu. Yusuf Agir Ağa'nın gidişinden sonra boylu boyunca uzanmış sadece düşünmüştü, düşündükçe kafasını yiyecek gibi olsa da düşünmüştü. "Sakin mi!" Ayağını güç bela atın üzerinden kendisine doğru çekip indiğinde sendeledi. Ak kız, Roya'nın üzerinden inmesi ile yolunu bildiği ahıra doğru gitmeye başlamıştı. Yâde Rozan, torununu böyle görmeye dayanmıyordu. Yaptığı şeyin neye mal olacağını bilmiyordu. Aklında kurduğu oyunun onu ve sevdiklerini ne kadar çok yaralayacağının farkında değildi, farkında olduğunda ise; iş, işten geçmiş olacaktı. İşlemeli bastonunu yere bastırarak sessizce odasına yol alacakken onu gören Roya önüne gelen saçlarını geriye doğru attı. "Nereye Yâde?" Yâde Rozan yerinde durdu. Torununun gözlerindeki ifadeyi iyi bilirdi. Zehirli dili herkesi yakacaktı. Kendisi de nasibini alacaktı elbet. "Güzelim, nedir bu hâlin, başına bir şey mi geldi, de hele ağabeyine?" Dedi iyice meraklanan Rizgâr ağa. Roya, burukça tebessüm etti. "Bilmez gibi davranmakda nedir Rizgâr Ağa?" Rizgâr kardeşinin sözlerinden bir şey anlamamıştı. Yan yana durmuş iki kardeşe yaklaşan Roya'nın ayakları titriyordu. Aralarında az bir mesafe bıraktığında ise dudaklarını dişledi. "Ne dersin anlamam Xwişka min ?" "Yapma Rizgâr Ağa, Yapma bunu!" Başını iki yana sallarken yanaklarına süzülen göz yaşların haddi hesabı yoktu. Kardeşine uzanan eli Roya'nın geriye doğru çekilmesi ile havada asılı kaldı. "Neyi evinamın? Neyi? De hele ağabeyine." Şerwan kendini tutamayarak kardeşinin kolundan tuttuğu gibi kendisine çekti. Ağabeyinin göğüs kafesine doğru yaslanan Roya hissettiği sıcaklık ile dayanamadı. Üzerlerine yağan yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuşlardı. Ağabeyinin ona sarılması ile hıçkırıklarını serbest bıraktı Roya. Hıçkırık sesiyle ev ahalisi dilinde dullar ile iki kardeşe bakıyorlardı. Olayı bilen yoktu; İdo Ağa ile Yâde Rozan'dan başka. "Kurban olduğum söyle ağabeyine, ne oldu sana?" Dedi Şerwan delirmenin eşiğinde. Nasırlı elleri kardeşinin ıslak saçlarında gezinip duruyordu. Yaşadığı acıyı çekip almak için yapmayacağı şey yoktu. Roya kendisini geriye çekerek sağ elini yumruk yaptı. Gözlerinden durmak bilmeyen göz yaşları yanaklarında yol çizmişti. Yumruk yaptığı elini kaldırıp ağabeyinin sol tarafına doğru sert olmayacak bir şekilde vurdu. "Neden ağabey?" Diye sordu ritmik bir şekilde vurduğu yumruklar ile. "Sol tarafımdaki sevdamı bile bile beni nasıl başkasına verirsiniz?" İşte bu cümleler konağın ortasına bomba misli düşmüş duyan herkesi alev topuna döndürmüştü. Dilinden dökülenle gözlerinin kararması bir olmuştu. Daha fazla dayanamamıştı. Bayılmadan önce iki ağabeyi kardeşini tutmayı başarmıştı. Şerwan şoka girmiş bir vaziyetteydi. Kardeşi ne demişti öyle? Sol tarafına vurulan yumrukların ağırlığı ile gözlerini ağabeyi Rizgâr'a çevirdi. Kollarında baygın bir şekilde duran kardeşi ile Rizgâr Ağa gözlerini sımsıkı kapamıştı. Duydukları kulağında çınlıyordu. Şimdi anlamıştı işte Roya'nın neden böyle darmadağın olmuş bir hâlde eve geldiğini. Herkesin bakışları biran da Yâde Rozan ile İdo Ağa'ya çevrildi. Bugün aşiret toplantısına giden bu ikilinin bir işler çevirdiğini düşünen ahali böyle bir şey olacağını tahmin etmemişlerdi. Akıllarının ucundan bile geçmezdi ki. "Yâde, Yâde!" Diyerek omuzları üzerinden Yâde Rozan'a baktı Rizgâr. Yine yapmıştı yapacağını yaşlı kurt. "Ben kardeşimi sana yem etmem Yâde! Etmem!" Gür sesi konağı esiri altına aldı. Yâde Rozan çenesini dikleştirerek dimdik bir şekilde durdu. "Benim de kurban edeceğim bir kardeşim yoktur Yâde!" Diyerek ağabeyine destek çıktı Şerwan kız kardeşini kucağına alıp ayağa kalkarken. Kollarının arasında titreyen kız kardeşini sıkıca kucakladı. Babasının emanetiydi. Canıydı. Canını kurban etmezdi. "Ne iş çevirdiğini derhâl bize anlatıyorsunuz Yâde!" İşler karışacaktı. Roya bir uyansa taş üstünde taş bırakmazdı. Allah'ım diye dua etti hamile olan Heja gelin. 'Allah'ım sen kardeşimi Urfa'yı kirleten insanlardan uzak tut.' Herkesten uzak tutulsa da Yusuf Ağa Roya'dan uzak duracak gibi değildi bugünden sonra.
*Bölüm sonu *
Kısa olduğunun farkındayım ancak ilk kez üçüncü ağızdan anlatım yapıyorum bir bölümü. Böyle olması gerekiyor nedeni ise kafanızda karakterlerin düşünceleri veya kişiliklerinin oluşması içindi ki umarım öyle olmuştur. Gelecek bölüm dolu dolu olacak bunun garantisini verebilirim.
Bölüm nasıldı?
Sizce neler olacak?
(Yusuf Agir ağamızın tam adı. Bazı yerlerde iki ismi bazı yerlerde ise tek ismi kullandım, aklınız karışmasın.)
Gelecek bölümü beklemede kalın, sizleri seviyorum. <3
|
0% |