Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@tanvakti108

Mr.jade, hasretinle yandı gönlüm

 

Keyifli okumalar <33

 

20.Bölüm

 

Roya'nın anlatımıyla...

 

Kim, koca bir hayal kırıklığı olmayı ister ki?

 

Kimse istemezdi.

 

Ben de istmezdim. Arabadan inen Dilşah'ın ardından kapı koluna uzanan ellerimin titrekliğini gidermek için avucumda sıkarak dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bu kadar zayıflık yetmedi mi?" sessiz fısıltısım kulaklarıma zor ulaştı. Başımı hafifçe salladım, yeterdi ve artardı da.

 

Kendime yaptığım nasihatların hadi hesabı yoktu.

 

Nereden başlasam, pes etmeye kalksam bir şekilde eskiye dönüp duruyordum. Yoruldukça yorulurdum. Dilşah'ın benim tarafımdaki cama vurmasıyla kendime gelerek kapıyı açtım. Ayakta zor duracağını düşündüğüm ayaklarım, yine beni yanıltı.

 

Dönük, kırağıdan farksız gözlerim yeni evimin duvarlarında oyalandı. Beni Urfa'ya küstüren adamın arkasından bu kadar yas tutmam belki de benim aptallığımdı.

 

Ben onu kaybettiğimi düşünürken asıl gerçeğin onun beni kaybettiği olması içimdeki acıyı bir nebze olsa dindirmesi dudaklarımda silik bir tebessüm oluşturdu. Kahkahalarım sebebiyken; silik gülüşlerimin esiri olmuştu.

 

Ne kadar uzak düşmüştük böyle... Aramıza giren mesafeler değildi, bizim aramız artık yoktu. Benim ile onun isminin yan yana gelme gibi bir lüksü yoktu artık.

 

O yoktu.

 

Bende de yoktu.

 

Hiç var olmamış gibi silinecekti; dilimden, düşüncelerimden ve en son da yüreğimden. Ellerimi saçlarıma uzattım. Bu burukluk elbet bitecekti, buna emindim. Ben, Roya Karadağ'dım.

 

Ben acıya alışan, yüreği kanatılandım.

 

"Roya," seslenen Dilşah'a döndürdüm başımı. Gözleri saçlarımdan gözlerime yol aldı. "İçeri girelim."

 

Başımla onu onaylayıp içeri girmek için adımlarken yanımızda olan adamlardan birinin, "Eve geçiyorlar Cihangir Ağa'm," dediğini duyduğum dudaklarımda bir gülüş peyda oldu. Cihangir Ağa hiç pes etmeyecekti. Sürekli onun adamlarıyla gezeceğimi düşünüyorsa çok yanılıyordu.

 

Konağın kapısında bekleyen iki adamın üzerimdeki bakışlarıyla onlara döndüğüm de şaşkınlığını tesiri altındaki gözleri hızla üzerimden uzaklaştı. Adamlara böyle şaşkınlık yarattığıma göre aile diğerlerini düşünmek pek zor olmuyordu.

 

Ben bile kendimi yabancı hissederek onların ne hissedeceğini az çok tahmin edebiliyordum.

 

Avluya attığım adım ve beraberinde gelen kırılma sesiyle Dilşah ile başlarımız merdivenlerin başında cin çarpmış gibi duran Heja'ya çevrildi. Elindeki mama dolu kasenin merdivenlerden yuvarlanıp parçalara ayrılmış haline bakıp tekrar Heja'ya baktığımda kendisine kal geldiğini anladım.

 

Yüzü bembeyaz kesilmişti göz bebekleri büyümüş yüzümden hiç ayrılmıyordu. Ellerini kaldırıp dudaklarına örtü. "Xwedayê min!"(aman Allah'ım) bağırışıyla mutfakta ve kapının önündeki çalışanlar avluya girdiklerini adım seslerinde anladım.

 

Başını iki yana onaylamaz anlamında sallayıp durdu. "Bunu yapmış olamazsın! Sen ne yaptın Roya!" Avluda yankılanan ağlamaklı sesi nefesimi keserken hafifçe omuz silktim. Hızlı adımlarla merdivenleri inip yanıma yetiştiği gibi bedenimi kendisine doğru çekti. Bedenimi saran ince kollarla ağlamamak için dişlerimi birbirine bastırıp gökyüzüne bakarken karabulutların toplandığını gördüm.

 

Gökyüzü bana ağlayacak gibiydi.

 

Geri çekilip yüzümü avuçları arasına alırken yanaklarına düşen göz yaşlarını elimi uzatıp silmeye çalıştım ama sulu gözlü olduğundan dolayı sildiğim gibi tekrar ıslanıyordu yanakları.

 

"Nasıl kıydın saçlarına?" Sesindeki acı, sahte tebessümüme acı bir tat kattı.

 

Başımı omuzuna doğru eğdim hafifçe, "Töre bana nasıl kıydı Heja?" Titreyen dudaklarımı birbine bastırıp derin bir soluk aldım. "Onu sevmemek, onu unutmak için." Ellerimi kısa saçlarıma uzattım. "Saçlarımda nefesinin, dudaklarının, ellerinin izi varken yapamazdım bunları."

 

"Kalbini de sökebilecek misin? Saçlarındaki geçmişi köreltin de yüreğine ne yapacaksın?" Heja'nın sözleriyle çenem titremeye başladı. Gözümden yaş akmaması için savaşırken kendiliğinden yanaklarıma intihar eden yaşları tutmadım.

 

"Yok edeceğim Heja..." Elimi sol göğüsüme yerleştirdim. "Yüreğim kimseyi kabul etmeyecek artık!" Gözlerim mutfak kapısının önünde duran Emine anaya kaydı Heja'dan uzaklaşıp ona doğru ilerlemeye başladım. Dilşah ile Heja'nın bakışlarının ağırlığı sırtımda hissederken emine ana ile göz göze geldim.

 

Ne yapacağımı anlamış gibi başını iki yana doğru sallarken, ben yapacağım şeyden oldukça emindim.

 

Uzanıp başından aldığım siyah şalla Heja ile Dilşah'ın çığlığı avluyu doldurdu.

 

"Hayır Roya!"

 

"Delâlamın yapma!"

 

Elimdeki şalı yukarı doğru kaldırdım. Konağın kapısından içeriye giren halama değdi gözlerim. Gözleri beni bulduğunda yüzünde inanılmaz bir şaşkınlık oluştu. Yüzümden saçlarıma yol alan gözleri elimdeki siyah şala kayınca derin bir soluk alıp elini göğüsünün ortasına yerleştirdi. Ellerim gevşer gibi olunca gözlerimi halamdan çektim.

 

"Yapma Roya! Keçamin yapma!"

 

Dinlemedim. Elimdeki şalı kaldırdım usulca. "Bu siyah şal; yüreğimin kimseyi sevmeyeceğini, töreye boyun eğmediğimi temsil eder!" Buz gibi sesimle bağırırken gözlerimden boşalan yaşlar ayak ucumda büyük bir yarık oluşturuyordu. "Andım olsun ki, benim çektiğim acılara sebep olan o geçmişi bulacağım! Herkesten tek tek hesap soracağım! Benim yüreğime ateş düşürenlerin yüreklerini sökmeden durmayacağım! Bu şal benim yasımdır! Bu şal benim yüreğimin kapısıdır! Bu şal... Benim!" Durduramadığım hıçkırıklarımla bereber yere dizlerimin üzerine düştüm.

 

Düştüğümde beni saran kollar yoktu artık. Yalan kollar yoktu...

 

Şimdi ben neye yanayım? Ya da artık yanacak neyim kaldı?

 

Titreyen ellerimle şalı başıma geçirdiğim de hıçkırıklarım konağın içinde bir ritim oluşturmuştu. Sarmaşık misali bedenimi ele geçiren bu acıyı ben bugün yok sayıyordum.

 

Sen gittin.

 

Saçlarım gitti.

 

Sevdaya olan inancım bitti.

 

Ben bittim.

 

Sen bittin.

 

Araf... Biz bittik.

 

Kalbimde kül olma vaktin geldi. Zamanla uçuşarak yok olacak küllerin, bunu biliyorum ama... Ama çok acıttıyor be.

 

"Keçamin," halamın elleri yüzümdeki yaşları silerken titreyen sesimle son kez döktüm içimdekileri. "Acımayacağım kimseye hala. Kimseye acımayacağım."

 

"Acıma kurban olduğum."

 

"Bana acımadıkları gibi ben de acımayacağım." Burnumu çekerek gülümsemeye zorladım kendimi. Başımı geriye çekerek halama baktım. "Bitecek değil mi hala? Bugünler bitecek."

 

Dudaklarını birbine bastırıp aşağı yukarı salladı başını. "Bitecek elbet. Güzel günler gelecek," gözleri kısa saçlarıma değdi. Elini uzatıp kısa ve rengi değişmiş saçımı okşadı. "Tekrar uzayacak saçların, gözlerin gülecek, mutluluktan akacak göz yaşların."

 

İnanmak istesem de, inanmaya dair hiç umudum yoktu.

 

"Artık başka acı istemiyorum hala. Bana yapılanları ortaya çıkardıktan sonra gideceğim buralardan. Babamın neden intihar ettiğini öğrenmeden durmayacağım. Annemin, Yâde Rozan'nın, amcamın beni neden bu hâle getirdiklerini öğrenmeden durmayacağım."

 

Halamın ardından gelen Dilşah'ın yanıma çökmesiyle Heja da göz yaşlı bir şekilde yanımıza geldi. "Bul kurban! Bul ki ruhun rahata erişsin. Ben yanındayım, kimseden korkma, çekinme!"

 

Buruk bir şekilde gülümsedim.

 

"Beni artık kimse durduramaz hala. Benim pimim çekildi, durmam."

 

Durmayacaktım. Sonucu ne olursa olsun "neden?" Sorularımın cevabını almadan durmayacağım. Derin bir nefes alıp verirken boğazıma takılan hıçkırıklarım öylece kaldı, sindi yüreğimin acıyla pençeleşen köşesine.

 

"Hadi kalk, güzelce yıkan, akşam bizdesiniz," dedi halam beni de berberin de kaldırarak.

 

"Zahmet vermeyelim hala," diyen Heja'ya gülümsedi halam.

 

"O iki adamı almazdım da konağıma sana Roya'ya birde güzeller güzeli Neva'ya dua etsinler."

 

İç çektim. Neva'yı görsem bir nebze iyileşirdim. "Neva oda da mı?" Diye sordum hâlâ titreyen sesimle.

 

Heja başını salladı usulca. "Yemek verecektim. Oda da."

 

Başımı sallayarak hepsini geride bırakıp merdivenlere adımladım.

 

"Elbet bir gün..." Diye fısıldadım. Elbet bir gün...

 

*

 

Yazarın anlatımıyla...

 

"Neyi merak ediyorum biliyor musun? Aldığı nefes canını yakıyor mu acaba? Biz onunla aynı savaşa girdik o pes etti, ben ise darmadağın kaldım." Yüzünde buruk bir tebessümle mırıldandı kucağında tuttuğu yeğeninin güzel gözlerine bakarak.

 

"Sence toparlanabilir miyim? Yapabilir miyim?" Küçük Neva kendisine doğru gülümsediğin de Roya, yanağına süzülen göz yaşını omuzuyla sildi. "Artık üzülmek yok." Başını eğerek küçük yeğeninin alnına, yanaklarına ve saçına birkaç buse kondurdu. "Sen şahitsin bir daha onun adını ağzıma alırsam dilim lal, gönlüm köz, ruhum tutsak olsun!"

 

"Peki şimdi gel dese?" Kapının girişinde, kızıyla konuşan genç kıza bakan Heja, tutamamıştı kendisini.

 

Bakmadı Roya.

 

Gözlerini Neva'dan ayırmadı. Heja'nın sorduğu soruyla 'Rojin ölmesin diye Roya'dan vazgeçtim' sözleri keskin bir çınlamayla yankılandı kulağında. Yüzü öfkeyle harlandı.

 

"Bana cenneti vaat etse dönmem! Yüreğini sökmek isteyen avuçlarım sızlar Heja." Bulanmış yüzüyle Heja'ya baktı. "Benim acım sevdama! Ben bana 'kuma ol' diyen bir adama gidecek kadar gurursuz değilim!"

 

Yutkundu Heja. Üst üste yutkundu. Siyah şalın sakladığı saçları omuzlarında mesken olmuş kadının sözleri yüreğini dağladı. Roya Karadağ bu sabah söylediklerimi harfi harfine uygulayacaktı. Başındaki siyah şal yasını temsil etmiş aynı zamanda asaletine asalet katmıştı. Yeşil gözlerine çektiği ince sürme gözlerinin güzelliğini daha belirgin kılarken giydiği siyah elbiseyle tam bir matem havasındaydı.

 

Roya Karadağ gözünün önüne nefret perdesini indirmişti. Yüreğinden hâlen atamadığı sevgisinin gün geçtikçe biteceğine inanarak kendine gelmişti. Ne çok isterdi şimdi, şu saniye yüreğindeki sevgiyi atmayı, yüreğindeki sevginin yerine nefretin almasını, ne çok isterdi.

 

Roya'nın yanı başında duran Heja Roya'nın başının tepesine dudaklarını bastırdı. "O sızlayan avuçlarına kurban olsunlar. Sana bu acıyı reva gören herkesin ciğeri yansın."

 

Saliselik kapanan gözleri aralandı Roya'nın. Dudaklarında konan tebessüm acıydı. "Rizgâr'ın ciğeri yansın ister misin Heja?"

 

Gelen soruyla dona kalan Heja ne diyeceğini bilemedi. "Çabaladı Roya. Sen ne kadar inanmak istemesen de çabaladı." Çabalamış ama önüne çıkan engelleri aşmayı başaramamıştı.

 

Kucağındaki Neva'yı dikkatle Heja'ya verdi Roya. Çabaladı diyordu... "Koskocaman Rizgâr Karadağ, kız kardeşini iki üç adamın elinden alamadı Heja. Nerede bunun çabası? Bir yeri kanadı mı? Yara aldı mı? Canı benim gibi yandı mı? Sürgün edildi mi?" Hiç düşünmeden soğuk sesiyle konuşması bittiğinde Neva'yı son kez yanağından öptü.

 

Heja cümlelerin ağırlığına dayanamamıştı. Kendisini beklemeden giden kızın ardından koltuğa oturarak derin bir nefes aldı. Titreyen dudaklarını bebeğinin henüz tam çıkmamış saçlarına bastırdı. "Halan babana çok çektirecek keçamin."

 

Roya merdivenleri inerken ağabeylerinin de geldiğini görünce merdivenlerin sonunda durup derin bir nefes aldı. Rizgâr ve Şerwan'nın bakışları nihayet kendisine değdiğin de ise gülmemek için zor tuttu kendisini. Rizgâr kardeşinin yeni hâlini görünce sendeledi. Düşmemek için Şerwan'a tutunduğunda onun kendisinden daha beter bir hâlde olduğunu fark etti.

 

"Sen," diyen Şerwan başını gördüğünün yanlış olduğunu ister gibi salladı. "Yok canım! Sen kıymazsın saçlarına, değil mi?"

 

Roya tek kaşını kaldırarak ağabeyini süzdü. "Niye? Siz bana kıydınız," tek kaşı sorgular bir şekilde havalandı. "Ben saçıma mı kıymayacağım?"

 

Şerwan içine oturan acıyla Rizgâr'a baktı. "Siyah takmış," diye mırıldandı. Kardeşi siyah takmış, yasını dile getirmişti. Gözleri büyüyen genç adam kız kardeşinin başındaki siyah şalla şaşkınlıkla baktı.

 

"Sen saçlarını seversin."

 

"Siz de güya beni seversiniz."

 

"İndir o şalı!" Diyen Şerwan'dı. Kardeşiyle baba kız gibiyken şimdi böyle ayrı düşmeleri herkesi üzüyordu. Şerwan da bu durumdan memnun değildi ancak Roya'yı kendisine getirmek için üzerine gitmesi gerekiyordu hele ki başına taktığı şala anlam veremiyordu.

 

"İndirmiyorum!"

 

"Şerwan," diye kardeşini uyaran Rizgâr'ın gözleri bir Roya da bir de yanındaki adama kayıp duruyordu. Uo uzun saçlarını omuzlarına kadar kesen kardeşinin acısını artık daha fazla hissediyordu. Kıyamadığı saçlarını kesmişti.

 

Şerwan Roya'ya doğru ilerledi. "O şalı indir dedim sana Roya!"

 

"Ben de sana indirmiyorum dedim Şerwan Ağa!" Yüksek sesleri avlunun dışına taşıyordu. Kendisine indirmesini söyleyen Şerwan'a inat öne doğru yürüdü. "Bu şalı sen takmıyorsun neyin siniri, öfkesi bu!"

 

Şerwan burun kemerini sıktı. "O şalın anlamını bilmiyor musun sen! Nasıl takarsın! Herkesin duymasını mı istersin! Ne edersin sen Roya!" Öfke yüzünden tüm bedeni titriyordu. Aklı almıyordu! Kız kardeşinin böyle bir şey yapacağını tahmin edilir değildi.

 

"Şerwan yeter," diyerek uyardı Rizgâr. "Roya ne yapacağını bilecek yaşta."

 

Roya, Rizgâr'ın sözleri üzerine ağız dolusu bir kahkaha attı. "Ne kadar da beni düşünürsün Rizgâr Ağa! Gözlerim yaşardı!" Kızgınlık dolu tınısı sert çıkmıştı. Alaylı yüz ifadesiyle iki ağabeyine baktı. "Ne taktığım, ne yaptığım sizi ilgilendirmez! Siz bana abilik vazifenizi bu olaylar olmadan önce yapacaktınız şimdi değil?"

 

"Beni delirtecek!" Diyerek yumruklarını sıkan Şerwan kimseye zarar vermemek için yumruk atacağı bir duvar aradı.

 

"Delir, Şerwan Ağa! Ben delirdim siz de delirin!"

 

Rizgâr sadece izledi. Yaşadığı acıyı kendilerinden çıkarmasına ses etmeyecekti. Her şeyi söylemesine izin verdi. Belki böylelikle kendilerine olan öfkesi dinerdi.

 

"Ulan herkesin 'Roya Karadağ evli bir adamın yasını tutuyor' demesini mi istiyorsun!"

 

"Şerwan!" dedi Rizgâr kardeşine ilerleyerek. Ağır konuştuğunun farkında değildi! Lanet olsun ki sonradan köpekler gibi pişman olacağı cümleler kuruyordu.

 

Roya'nın gözleri Şerwan ile bütünleşti. Şerwan kız kardeşinin yeşil irislerine gözlerini dikti. Evli bir adamın yassı? Öyle demişti ağabeyi değil mi?

 

"Evlendi Roya, evlendi! Geçmişe kaçıp durma! Kendini daha fazla küçük düşürme! Sen bu kadar al-" ağabeyine doğru yürüyen kadın, Şerwan'ın cümlesini tamamlamasına izin vermeden ağabeyinin belindeki silahı çekti. Emniyet kilidini açarak namluyu Şerwan'ın kalbine tuttu. Eli tetikte duran kadın kararmış göz bebekleriyle ağabeyine baktı.

 

Kendisine söylenenlerle dehşete düşmüştü.

 

"Öldürürüm seni. İlk senden başlarım! Yemin ederim önce seni sonra da töre diye tutturan herkesin kalbine sıkarım!"

 

"İndir o silahı Roya!"

 

"Roya!"

 

"çavên min çi dibînin!" (Gözlerim ne görüyor) diyerek avluya giriş yapan Hazer Atabeyoğlu gerisinde tüm ailesiyle Karadağ konağındaydılar.

 

"Bırak o silahı keçamin!" diyen Hazal Hanım genç kızın büyümüş, dehşete düşmüş yüzünü gördüğünde içine korku sinmişti.

 

Roya sakin kalmaya çalışsa da fayda etmiyordu. "Bana küçük düşürüyorsun derken ne kadar küçüldüğünün farkında mısın sen Şerwan Ağa!" Elleri titriyordu. Emniyet kilidini açtığı için en ufak bir harekette Şerwan'ın bedenin de bir delik açılırdı.

 

"Benim yasım kendime! Kimseye değil! Benim başımın üzerindeki şal yüreğimin yasıdır!" Dilinden dökülen sözlerin Cihangir Atabeyoğlu'nun kalbini delik deşik ettiğinden bir haberdi.

 

Genç adamın omuzları düştü. Yüzü öyle bir ifadeye büründü ki kelimeler ilk defa bir konuda sustu.

 

Kelimeler bile üzüldü, Cihangir Ağa'nın çöken omuzlarına.

 

Kelimler kırıldı Roya'nın yasına.

 

Yanındaki Uraz'ın kolunu tutmasıyla gözlerini sımsıkı kapadı. Boğazına dizilen yumrular geçmek bilmiyordu. Kaç defa yutkundu bilmiyordu. Gözlerini açtığında, gözlerinin pınarlarını doldurmuş yaşlarla Şerwan'a bakan Roya'a baktı kırgınlıkla.

 

Gözleri dolu dolu, kendisini sus pus izleyen Şerwan'a daha da yaklaştı. "Beni her daim savunan ağabeyim nerede? Bana o Şerwan'ı bul yoksa bir daha değil seninle konuşmak, gözüm gözüne değmez." Silahın emniyettini kapatıp Şerwan'ın eline tutuşturduğunda avluda bulunan herkes derin bir nefes aldı.

 

Herkesi görmezden gelerek yürüdü. Dışarı atacağı adımdan önce omuzunu üzerinden Cihangir'e baktı. "Benimle gelir misin?"

 

Genç adam karşısında, kendisiyle birlikte gelmesini isteyen kadına baktı. Gözleri babasını bulduğunda Hazar Ağa'dan aldığı izin ile başını aşağı yukarı sallayarak eliyle dışarıyı gösterdi.

 

"Nereye gidiyor bu?" Diyen Şerwan'a Rizgâr'ın göğüsüne koyduğu eli durdurdu. Ters ters kardeşine baktı. "Yetti Şerwan, tamam. Şimdi sakinleş!"

 

Roya nereye gideceğini bilmez bir şekilde öylece dururken sadece nefes almaktı niyeti. Yarasından dolayı araba süremezdi bunun için en mantıklısı Cihangir'di.

 

Neden sadece Cihangir'in olduğunu da anlamıyordu aslında sadece onu kendisine birazcıkta olsa yakın hissetmiş olabilirdi.

 

"Arabam bu tarafta," diyen Cihangir'in arkasından ilerlemeye başladı. Hafif esen rüzgârdan dolayı kayan şalını düzeltirken Cihangir'in bakışları üzerindeydi.

 

Kestirmişti kıyamadığı saçlarını. Daha kendisi dokunamadan yok olmuşlardı. Uzardı ama değil mi? Rengi de eski hâline gelirdi...

 

Ofladı.

 

Arabanın kapısını açıp binen Roya'dan sonra kendisi de binerek arabayı çalıştırdı. İkisi de sessizdi. Cihangir yandan bir bakış attığında başındaki şalın gül yanaklarını sakladığını gördü. Geçmişe çizik atmış olsa dahi saçlarını feda etmesi bir enkazdı.

 

Peki ya çocuğunun olmayacağını duyarsa?

 

Nefesi kesildi. Eli gömleğinin düğmelerine gitti, ilk üç düğmesini açarken içine yerleşen korkuyla dudaklarını ısırmaya başladı. Deli gibi korkuyordu Roya'nın duymasından. Her hasteneye gidiyoruz dediğinde adamın yüreğinde bir yangın başlıyordu.

 

Öğrendiğinde neler olacağını düşünmek bile istemiyordu.

 

Akıp giden yolu izleyen Roya'ya baktı. Kahverengi gözlerinde özlem vardı. Hasreti kadına. Kahverengi gözleriyle hasretini nakşederken Roya'nın başını kendisine doğru çevirmesiyle yola odaklandı.

 

Gözlerini usulca çevirdi Mizgin adama. Cama yansıyan yüzünden kendisine baktığını görmüştü. Kirli sakallı yüzüne bakarken ara ara değişen yüz ifadesine kaş çattı. "Bir sorun mu var?" Dayanamamış sormuştu ama anında pişman yelleri esmişti içinde.

 

Sorunun olmadığını bir gün mü vardı? "Yok..." diyerek geçiştirdi.

 

Cevabı Roya'yı tatmin etmemiş, üzerine açıklama yapma gereği hissetmişti. "Nereye gidelim diye düşünüyordum."

 

Roya pek inanmasa da önüne döndü. Silah çekeceği kadar delirmiş miydi? Abisinin söylediği sözler ne kadar da dokunmuştu içine.

 

Araba küçük bir tepenin üzerinde durduğunda derin bir iç çekti Roya. Sürekli gittiği çınar ağacı yerine benziyordu. Arabadan inip tepenin üzerindeki banka doğru ilerledi. Silahı tutmuş olan eli yumruk şeklinde banka oturduğun da arkasından inen Cihangir başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Güneşin batarken oluşturduğu kızıllık gökyüzünü kaplamıştı.

 

Gökyüzünü kaplayan kızıllığı genç kadına benzetti. Gökyüzü yüreğiydi, Roya ise yüreğini kaplayan kızıllık.

 

Kafasına koyduğunu yapan her darbede daha da kendinden emin bir ifadeye bürünen kadının öfkesi ona hiç yabancı gelmiyordu. Roya kendisinin kopyasıydı.

 

Büyük adımlarla bankın boş ucuna oturup geriye yaslandı. Elleri ayrık duran bacaklarının üzerinde öylece yeşil alanı seyreden kadına baktı. Kendi saçlarının rengine yakın bir şekilde boyamıştı. 'Siyah şal yüreğimin yasıdır' demişti.

 

Peki kendi yüreği?

 

Kadının o sözleri soluğunu kesmişti.

 

"İyi misin?"

 

Roya, yüzüne bakmadı. Başıyla onaylamakla yetindi sadece. İyi hissediyordu, kendine, özüne dönmüş hissediyordu.

 

"Dindi mi öfken?"

 

"Dinmedi, dinmeyecekte." Anında ret cevabı verdi kadın.

 

Biliyordu adam. Kadının öfkesinin taze olduğunu ve hemen dinmeyeceğini böyle kesin konuşması dudaklarının kıvrılmasına neden oldu.

 

"Yarı yolda bırakılan benim Cihangir Ağa ama ben hariç, herkes benim üzerimde söz hakkı varmış gibi hareket eder." İstihza dolu ifadesine gülüşü eklendi Roya'nın. "Benim öfkem artık onlara bile değil, kendime. Ben, belki de yeterince savaşamadım."

 

"Sen gördüğüm en güçlü kadınsın." Adamın sözleriyle ona doğru çevirdi başını, Roya. Yeşil gözleri kırgınlıkla parlıyordu.

 

Kırgınlıkla parlayan bir çift göz daha vardı. Cihangir'in kırgınlıkla titreşen gözleri içine dokundu. Neden kırgınlık vardı gözlerinde? Sen neye kırıldın Cihangir Ağa? Nedir kırgınlığının sebebi?

 

"Bazen güçlü olmak yetmiyor."

 

Cihangir tek kaşını kaldırdı. "Bunu saçlarımın rengini kıskanan kadın mı söylüyor?"

 

"Ne?"

 

Saçlarını işaret etti Cihangir. "Saçlarımın renginde boyamışsın."

 

Gözlerindeki kırgınlık yok oldu anında. Adamın ona söylediğiyle güldü. Şimdi baktığında gerçekten de adamın saçları ile kendi saçlarının aynı olduğunu fark etti. "Bu saç rengi senden çok bana yakıştı."

 

'Senin de bana yakışacağın gibi.' demek istedi ama bu sözleri bir yumru gibi takıldı yüreğine.

 

"Kabul ediyorsun yani? Saçlarımı kıskandığını?"

 

Sımsıcak gülümsedi Roya. Afallayan Cihangir, kaş çattı bu gülüşe. Dudaklarında varlığını sürdüren bu gülüşün kendisine kastı olduğunu anladı. Gülmek bir insan bu kadar mı yakışırdı?

 

Gülüşü güzel olan insanlar çok mu ağlardı?

 

Cihangir'in bakışlarından utanan Roya önüne dönerek alt dudağını dişleriyle ezdi. "Koskoca Cihangir Atabeyoğlu'yla konuştuğumuz konuya bak. Şimdi söyle Ağam, bana mı yakışmış yoksa sana mı?" diye sordu meraklı tınısıyla kadın.

 

Saçlarını okşamak, dokunmak iteyen parmaklarını avucunda topladı. "Sana yakışmamış, çirkin olmuşsun."

 

Yüzü gölgelendi Roya'nın. "Kaderim gibi."

 

Bunları duymak istemiyordu Cihangir. "Neden hep karamsarlığa bağlıyorsun?"

 

Gözlerini kapattıp gülümsedi Roya. "Çünkü mutluluğa bağladığım her şey yerle bir oldu."

 

Cihangir kafasını salladı. Oturuşunu değiştirip iç çekerken ikisinin de bakışları birbiriyle kesişti. "Sen de pek mutlu gözükmeszin?" diye sordu Roya.

 

Burun kemerini sıkarak sessizce güldü. "Belki benim de yerle bir olmuş mutluluklarım vardır?"

 

"Bana söylemez misin? Çok iyi sır saklarım."

 

Biliyordu adam. Küçükken en ufak bir şeyi bile söylemezdi. Meraklı gözlerle kendisine bakan kadına biraz daha yaklaştı. Roya karşısında yıkılmaz duran adamın yerle bir olmuş mutluluklarını merak etmişti. Cihangir işaret parmağıyla yaklaşmasını istediğinde eğilerek Cihanagir'in yüzüne doğru yaklaştı. Arada kalan az mesafe bile Cihangir'in ciğerlerine bayram ettirmişti. Aldığı derin soluklarla kendisine doğru eğilmiş kadının yüzüne baktı. Roya da adamdan az kalır yanı yoktu. Cihangir'in ona yaklaşması ve onunda yaklaşması sonucu arada kalan kısa mesafe yutkunmasına neden oldu. Kısa saçı yüzüne düştüğünde eliyle kulağının arkasına sıkıştıracakken havaya kalkan başka el buna engel oldu.

 

Bir bankta, birbirine eğilmiş şekilde duran bu manzaranın açıklanır durumu yoktu. Dışardan bile aralarındaki çekim belli olurken Roya'nın bir şey hissetmemesi yüreğinin dolu olduğundandı.

 

Cihangir parmaklarının arasındaki saç tutamını kadının kulağının arkasına sıkıştırırken gözleri kapanmış Roya'nın yüzünde gezindi, kahve irisleri. Böyle bir anın içine nasıl düştüğünü bilmiyordu.

 

"Söyleyecek misin?" Fısıldayan kadınla dudakları yukarıya doğru titredi.

 

Dudakları iyice kadının yüzüne yaklaştığında sıcak nefesi Roya'nın açık boynuna vuruyordu. Roya hissettiği ılık nefeslerle birkez daha yutkundu. Dudakları hissettiği duygulardan ötürü aralanmıştı.

 

"Benim mutluluğum, gökyüzü." iyice yaklaştırdı dudaklarını Roya'nın kulağına. "Gökyüzü yağmur yağdırınca yüreğime korlar düşüyor." Kıpırdanan dudakları tene sürtündüğünde adam yandığını hissetti. "Gökyüzü güneş açınca da kalbim göğüsüme sığmıyor." Sona doğru fısıltı çıkan sesi büyük bir eziyetti iki kalbe.

 

Roya'nın suskun olan kalbi hissettiği yakınlıkla teklerken adam olduğu yakınlıktan, kokusunu aldığı kandından dolayı sertçe yutkundu. Allah'ım, bu nasıl bir kokuydu? Onu kollarına alıp sarmak isteyen bedenine bundan sonra nasıl sahip çıkacaktı.

 

"Gökyüzün umarım çok sever seni," dedi Roya. Gökyüzü diye hitap ettiğinin bir kadın olduğundan emindi. Bedeninden bir ürperti geçti. Bu kadar yakın olması yanlıştı.

 

Gökyüzüm sensin diyemdi adam. Sen sever misin beni? diyemedi. Çekilmeden önce tekrar fısıldar gibi konuştu Cihangir: "Umarım... Çok sever beni."

 

İkisinin de beklemediği bir şey gerçekleşti o an da. Üzerlerine bir araba ışığı vuruldu, ardından da bir korna sesi.

 

Alnı kırışmış, bakışları gölgelenmiş bir şekilde kendini geri çekerek hızla ayağa kalktı Roya. Ellerini yüzüne siper ederek arabaya bakmaya çalıştı ancak gözlerine vurulan far ışıkları yüzünden bir şey göremez bir haldeydi.

 

Cihangir üzerlerine vurulan araba ışığıyla birlikte ayağa kalktığı gibi sertçe arabaya baktı. "Kapat ışıkları!" Sinirlenen Cihangir öfkesine hâkim olmaya çalıştı. Hangi densiz böyle bir şeye kalkışırdı!

 

Arabanın ışıkları kapandığında önce Roya'ya sonra tekrar arabaya baktı. Siyah filmlerden dolayı bir şey görünmüyordu. Öne doğru birkaç adım ilerlediğinde ise direksiyonun başında kendilerine bakan Arslan'la göz göze geldi. İki eli de yumruk şekilini aldı.

 

Belli ki attığı dayaklar az gelmişti Arslan Ağa'ya.

 

Geride kalan Roya, Cihangir'in yanında durduğunda kendilerine öfke ile bakan adamla karşılaştı. Tanımadığı adamın bakışlarından hoşlanmamıştı.

 

"İn lan aşağı!" Kükreyen Cihangir arabaya doğru adımladığı an etrafı saran adamlarla birlikte durmak zorunda kaldı. Roya şaşkınlıkla her taraftan çıkan adamlara daha sonra da Cihangir'e baktı.

 

Sessizce küfür etti Cihangir. Kendisi için değil ancak Roya için endişelenmeye başlamıştı. Elini arkaya doğru uzattı, "Gel buraya Roya."

 

Roya önce adamlara daha sonra Cihangir'in ona uzattığı eline baktı. Tutması için uzatılan ellerin ona bıraktığı acıları bilerek Cihangir'e doğru yürüdü ancak tutmadı o eli.

 

"O elin bana acı verip vermeyeceğini bilmem ben, Cihangir Ağa."

 

"O el sana acıdan başka bir şey vermez Roya Xanım."

 

Roya yüzünü buruşturup kendisine cevap veren adama baktı ters ters. "Yüzüne bakılırsa acı verdiği bir gerçek."

 

Cihangir'in yüzünde bir gülümseme oluştu.

 

Arslan Roya'nın sözlerine sinirlensede güldü sahte bir edayla.

 

Cihangir arabadan inerek yüzsüz bir şekilde karşısındaki adama baktı. Yüzündeki kaslar dalgalandı. Karşısında nasıl böyle durduğunu anlamıyordu. Ölmeyi bu kadar sevdiğini ise yeni öğreniyordu. "O çeneni kırmadan siktir git Arslan!" Gür sesi orada bulunan adamların ellerini titretti. Hepsinin gözleri adamın üzerindeydi ve elleri de tetikte bekliyorlardı. Arslan Ağa'nın nelere mal olacağını bilmeden hepsi arkasına takılmıştı.

 

"Önce bir söyleyeceklerimi dinleseydin Ağa'm (!)" Ağa kelimesi dudaklarında eğrelti duruyordu.

 

"İt sesini sevmem ben Arslan."

 

"İt dediğin adama," tek kaşını kaldırdı. "Kız kardeşini vereceksin ama."

 

İşte bu söylenmeyecek bir cümleydi. Cihangir belinden çıkardığı silahı Arslan'a doğru tuttu. "Ulan it! Ben sana kız kardeşimin adını anmayacaksın demedim mi!" Korkuyla ikiliyi izleyen Roya, Cihangir'in öfkeyle kıpkırmızı olmuş gözlerine baktı.

 

Cihangir bu adamı öldürürdü.

 

"İlerdeki karım-" cümlesini tamamlamasına iki el silah sesi böldü.

 

İki el silah sesi belki de yazgıyı değiştirdi.

 

Roya korkuyla Cihangir'e bakarken çığlığını fütursuzca dışarıya saldı. Korku tüm bedenini sararken elleri de Cihangir'i sarmıştı.

 

Bölüm sonu 🥀

 

Bitti bölüm! Nasıldı? Sevdik mi bölümü?

Roya mı yoksa Şerwan mı haklı?

 

Cihangir?

 

Peki Arslan sizce neden geldi?

 

Sizleri seviyorum<3

Loading...
0%