Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@tanvakti108

🤍

 

Melek mosso, kızgınım

 

Umarım seversiniz, vote ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Keyifli okumalar <33

 

 

21.Bölüm

 

Ellerim ve bedenim beden izinsiz bir şekilde Cihangir ağabeye giderken korkum göğüsümde büyük bir oyuk açmıştı. Bedenimi saran kollar ise korkumu fitillemiş, çığlığımı atmama neden olmuştu.

 

"Bir şey oldu mu! Bir yerine bir şey oldu mu!" titreyen sesim, ellerim, bedenimle Cihangir ağabeyin üzerini kontrol ederken kollarımdan tutup beni sarsmasıyla büyümüş gözlerle yüzüne baktım. Kaşları çatılmıştı, iki yanımdan omuzlarımdan tutmuş beni sarsıyordu.

 

"Aptal mısın sen!"

 

Yüzüme karşı kızgınlıkla bağırmasını beklemiyordum. Beklediğim bir durum olmadığından dolayı afallayarak kaşlarımı çattım. "Be-"

 

"Evet sen!" Sessiz bir küfür savurdu. "Siktir!" Gözlerini kapattı ardından bir saniye geçmesine müsade etmeden açtı. "Sakın bir daha önüme atlama! Önce senin canın!"

 

"Benim canımsa eğer bırakta, ben ne yapacağıma karar vereyim Cihangir Ağa!" Kollarının esaretinden kurtulup kafa tutarak ona baktığımda gözlerindeki sinir yerli yerindeydi. Yüz kaslarının titreyişi beni korkutsa da geri adım atmadım. Biraz önce yaşadığım korku, tedirginlik bir buhar olup uçmuştu. Arslan denilen adamın silahı yukarı doğru kaldırıp ateş ettiğini fark edememiştim. O silahın yukarı doğru kaldırılmadan önce Cihangir ağabeye tutulduğundan yaşamıştım bu korkuyu. Kuruyan boğazımı yutkunarak verdiği acıyı yok etmeye çalışırken daha da ağrımasına neden oldum.

 

"Bence de. Kendi kararlarını verecek yaşta görünüyor, karşındaki bayan." Aramıza uğursuzca giren sese döndürdüm bedenimi. Cihangir'in yersiz öfkesi yetmezmiş gibi bir de 'bayan' diye hitap eden adama ters ters baktım.

 

"Bayan değil geri zekalı! Kadın, kadın!"

 

Kolumdan tutulup çekildiğim de önüme geçen bedene ters bir bakış attım. "Seni öldürmem için sebepler mi üretiyorsun Arslan?" Bileğimi elinden kurtarıp karşımızda, yüzünde beliren sırıtışla silahını kemerine sıkıştıran Arslan'a baktım.

 

"Beni öldürmek için sebeplerin yeterli değil mi Cihangir Ağa?"

 

"Fazla bile. Bu yaptığının amacı ne? Babanın boynuna taktığı tasmadan nasıl kurtuldun da karşımda diklenme cesaretini kendinde buldun?" Her kelimesin de Arslan'ın yüz ifadesi yerle bir olurken dik tutmaya çalıştığı omuzları ve bedeni büyük bir karmaşaya ortak olmuş gibiydi.

 

"Ağzından çıkan sözlerin ne anlama geldiğini bil de konuş Cihangir Ağa! Ya kız kardeşini bana verirsin usulünce, ya da..."

 

"Ya da ne?" Öfkeyle Dilşah'ı isteyen adama baktım. Kolay kolay öfkelenmez, öfkeyi yatıştırmayı bilirdim ancak karşımdaki adamın bir kadının rızası olmadan onu elde edebileceğini sanması sabrımı tüketmişti.

 

"Ya da ben bela olurum hepinize!"

 

Cihangir ağabeyin yüzünde oluşan tebessüm beni şaşkınlığa uğrattırken gayet rahat tavrı kendine olan güvenini oldukça belli ediyordu. Yıkılmaz gibi durması göz alıcıyken üstüne dişlerinin görüneceği şekilde gülmesi, duruşuna papatyalar eklemişti. Bir adım öne çıkarak elini havaya doğru kaldırdı. Uzun kemikli parmakları havada raks eder gibi şaklaştığında etrafı saran arabalara şaşkınlıkla baktım. "Sen benim bir aşiret reisi olduğumu bilerek, nasıl beni pusuya düşüreceğini sanırsın?"

 

Arslan, etarfa bakarken ne olduğunu anlayamayan bakışları Cihangir'in sözlerini idrak ettiğinde, gözlerinde şimşekler çaktı. Kontrolünü kaybetmiş göründü ve bir anda silahına tekrar davrandığında, Cihangir ağabey beni tekrar arkasına doğru çekti. Gözlerim beni arkasına çeken Cihangir ağabeyin geniş, kaslı omuzlarına odaklandı. Sürekli beni arkasına almasından gıcık kapmıştım. Ben kimsenin arkasına sığınmazdım.

 

"Sürekli beni arkana çekmekten vazgeç!" Sessiz tıslamam belki şuan için çok saçmaydı ancak ben böyle görmemiştim. Birinin arkasına sığınmak yerine yanında durmayı tercih ederdim.

 

"Sen arkamda olunca sırtımı sağlama alıyorum Karadağ kızı," omuzlarını hareket ettirerek başı ile etrafı saran adamlara işaret verdi.

 

"Nasıl?"

 

"Arkamda koskocaman Roya Karadağ var, demek için." Sesinde gizlenmiş nameleri bilmemek can sıkıcıydı.

 

"O silahı indir Arslan yoksa sonuçları hiç hoş olmayacak!" Biraz önce sessizce benimle konuşan adamın şuan kükreyen sesiyle yerimde sıçradım. Bir insanın sesi bu kadar güzel olup aynı zamanda korkutucu olabir miydi? Cihangir Atabeyoğlu tanıdığım erkeklere göre çok farklıydı.

 

Adam değişikti.

 

Arslan'ın düzgün kaşları bir hizada çatıldı. Etrafa iyice bakarken gözlerinin sabitlendiği yerle silah tutan elinin titreyişine şahit oldum. "Bunu ağır ödeyeceksin Cihangir Ağa!" Elindeki silahı yere atarken gözlerim beyaz arabanın üzerindeydi. O araba nasıl olurda onun silahı atmasına neden olabilirdi?

 

"Asıl sen bana bulaştığın için pişmanlıktan gebereceksin! Alın bunu!" Cihangir'in yanına geçmek için adım attığım an Arslan'ın bakışları bana döndü. Yüzündeki tüm damarlar seçilebilir olmuş, teni öfkeden kırmızıya dönmüştü. Resmen gözleri dönmüştü. "Yara açtığın yerden yara alacaksın Cihangir Ağa!"

 

"Çek len o gözlerini!" Cihangir ağabeyin dudaklarından kopan kükreyiş yüreğimi ağzıma getirdi ve bakışlarım korku ile ona dokundu. Arslan'a gitmek için attığı adımlarını koluna tutunarak engel oldum. Kolunu çekmek için bana baktığında, "Yapma," dedim. Bilmediğim bir mevzudan dolayı Cihangir ağabeyinin Arslan'a kullandığı bir koz olduğunu tahmin etmemek aptallıktı. Arabanın içinde her ne veye her kim varsa Arslan'ı çileden çıkarmıştı. "Seni parçalara ayırıp köpeklere yem etmemi istemiyorsan çek o gözlerini!"

 

İki adam, Arslan'ı kollarından tuttuğunda, ileriye doğru atıldı ancak iki kolundan tutulduğu için bu çabası boşa oldu. "Bu yaptığın yanına kalmayacak! 'Aşiretlere bildirseydim de bunu yapmasaydım' diye pişman olacaksın! Beni ona verdiğin için pişman olacaksın!" Onu tutan adamlara karşı karşı çıktı. "Mutluluğu sana haram kılacağım Cihangir Atabeyoğlu! Mutluluğu haram kılacağım!" Kükreyerek kollarındaki elleri savurdu.

 

Buz kestim.

 

Mutluluğu haram kılmak kolay mıydı?

 

Kolunu tuttuğum Cihangir ağabeyin omuzlarının, sırtının nasıl kasıldığını görüyordum. Arslan'ı tutan adamları onu beyaz arabaya atarken hala bağırıp duruyordu. Cihangir ağabeyin gitmemek için kendini kastığını kolunu tutan elimin altındaki zonklayan damarlardan anlıyordum. Bir kalp misali atan damarları avucuma korlar salıyordu.

 

"Elin olmasa," hızlı hızlı soluyordu. "Elinden kolumu çekerken, canının acıyacağını bilmesem o adamı diri diri toprağa gömerdim." Kendisine ve insanlara zarar verilmesinden hoşlanmayan ben, Cihangir ağabeyin o adamı susturmasını isteyebilirdim.

 

Derin bir nefesi ciğerlerime çekerken ürkek adımlarla kolunu bırakıp önüne geçtim. "Ben..." Tüm kelimelerim sustu. Sadece ona baktım.

 

Korna sesiyle başımı giden arabalara doğru çevirdiğim de, beyaz arabanın içinden bir el pencereden göründü. Elinde tespih olan elin selam verir gibi aşağı yukarı hareket etmesiyle Cihangir ağabeye baktım. O el kimin eliydi?

 

"Onu kime verdin?"

 

Sertçe yutkunduğunda koyulaşan kahve gözleri yeşil gözlerime diklendi. "Bilmemen daha sağlıklı."

 

"O adamı bir anda yerle bir eden neydi Cihangir Ağa? Neden onu aşiret üyelerine bildirmek yerine böyle bir şey yaptın?"

 

Kafasını iki yana salladı. "Zaaflar önemli Karadağ kızı." Gözlerimden ayrılmayan kahveler, saçlarıma kaydı. "Aşiret üyeleri sence adaletli mi? Sen aşirete, töreye karşı gelirken onu onların karşısına çıkarmamı mı istiyorsun?" Nefesi, yüzüme kelimeleri gibi sertçe iniyordu.

 

Üşüdüm. Gerçekleri her duyduğum da bu kadar üşüyecek miydim?

 

"Ben değil ama siz hâlâ töre dersiniz? Benim törem yoktur ama sizin var, senin var, değil mi?" Söylediğim cümleler ağzımı yakıyormuş gibi hızla konuştum. "Siz töreye uyarısınız."

 

İyice yaklaştı. Ayakkabıları ayakkabıma değdi. Yüzü kızgınlıkla kasıldı ve gözleri inanmamışçasına kısıldı. "Töreye uyarzsınız derken birkaç defa düşün. Ben töreye uymam, töre bana uyar."

 

Bana sırtını çevirip arabaya doğru sert adımlarla yürümeye başladığında, gerçekten de ona haksızlık ettiğim kafama dank etti. Sırtına bakarken boğazıma bir yumru oturdu ve burnum sızlamaya başladı. Ah, gözlerimi yaşartan bu duygu da neydi? Gerçekler, diyerek teselli ettim kendimi. Hepsi geçecek, hepsi.

 

Arabaya binerek çalıştırdığın da bende ardından giderek arabaya bindim. Bana bakmadan kucağıma bir pike bıraktığında şaşkınlıkla yüzüne baktım.

 

"Sen arabada mı uyuyorsun?" Hastaneden çıktıktan sonra da pikeyi bacaklarıma örtmüştü. Sürekli karşıma çıkan bu pikenin bir açıklaması olmalıydı.

 

Bana bakmadan, "Bu da nereden çıktı?" diye sordu.

 

"Pikeden."

 

Cihangir genzini temizledi ve eliyle bir ritim oluşturdu direksiyon da. "Yok," dedi dudaklarını sahte bir şekil yukarı doğru kıvırarak. "Töre arabanızda pike bulunsun dedi, kuralara uyuyoruz."

 

Verdiği cevaba karşı yüzümde beliren tebessümle başımı yola doğru çevirdim. "Desene törenin yararlı kuralları da varmış."

 

Güldü. Başını iki yana doğru sallayarak güldü ancak bu gülüş keyiften yoksun bir gülüştü. Töreye uyduğunu vurguladığımdan dolayı kırılmış olmalıydı. "Töremiz insanları düşünür tabii." Alaylı sesiyle bir süre töre üzerinden sürekli bana sataşacağını anladım.

 

Nazikçe gülümseye çalıştım düşen yüzümü toparlamak adına. "Elbette düşünür baksana," dedim onun bana bakmasına teşvik ederek. "Kırıklarımın geldiğini anlayan töre saçlarımı kesmem için nedenler yarattı." Gülen yüzünün düşüşü bu gibi benim de gülen yüzüm yok oldu.

 

Akıp giden yola bakarken ikimiz de sessizliğe büründük. Konağa yetiştiğimiz de arabayı konağın önünde durdu. İnemden önce dizlerimin üzerindeki pikeyi katlayarak ona uzattım. Bana derin derin bakıp pikeyi arkaya attığında bir şey söyleyecek gibi olan yüzüne karşı tek kaşımı kaldırdım.

 

"Ne oldu?"

 

Dışarıya baktı. "Biraz önce olanları kimse bilmemeli."

 

"Bu olanlar başına belalar getirecek Cihangir ağabey." Gözleri kapandı. Güler gibi bir ses çıkarıp başını eğdi.

 

"Ağabey deme, demiştim sana."

 

Elimi yok artık dercesine havaya kaldırdım. "Tüm konumuz bu mu?"

 

"Benim tüm konum bu." Sessiz bir şekilde bana doğru eğilip söyledikten sonra geri çekilip bir şey dememi beklemeden inmesinin ardından arkasından sessizce "siktir!" dedim.

 

Bu adam gerçekten tuhaflığını nirvana ya taşımıştı.

 

*

 

Yazar anlatımıyla...

 

Kapının önünde bekleyen adamların baş selamlarıyla birlikte içeri giren ikilinin biri kırgın diğeri ise tedirgindi. Roya, ağabeylerine olan kızgınlığının kabarmaması için kendine telkinler veriyordu. Gergindi. Tekrar aynı tepkiyi alacağı endişesi sarmıştı bedenini. Elini ensesine götürdü, tüylerinin ürperdiğini hissederken kandillerini gören evin emektarı, elindeki yemek tabaklarını kızının eline tutuşturarak ikiliye doğru yürüdü.

 

"Hoş geldiniz Ağa'm." Cihangir ile Roya baş selamı verediler karşılarındaki kadına.

 

"Annemler nerede?" diye sordu Cihangir, avluda gezinen gözleriyle.

 

"Terasta kuruldu sofra, tam zamanında geldiniz, ben haber edeyim."

 

"Gerek yok Halide abla, sen işine dön." Başını Roya'ya çevirdiğinde onun da kendisine bakıyor oluşu kalp ritimleriyle oynadı. İkili beraber merdivenleri çıkarken gelen uğultularla ikisi de derin bir soluk aldılar.

 

"Oğlum," diyen Hazal Hanım oğlu ile Roya'yı yan yana görünce yüzünde tebessüm oluştu. Bu tablo o kadar can yakıyordu ki... Oğlunun gözlerinden okunan sevdası ve yaralı olduğu uzaktan belirgin olan kızı... "Hoş geldiniz," derken eliyle sofrayı işaret etti. Cihangir sofradakilere karşı başı ile selam verip annesine yaklaştı. Başının tepesine dudaklarını bastırdı. "Üzerimi değiştirip geliyorum."

 

"Acele et, oğul."

 

Başını sallayarak odasına doğru giden Cihangir'in ardından Hazal Hanım, Roya'nın yanına yaklaşıp eliyle sırtına destek verdi. Gözleriyle 'hadi' dercesine işaret verdiğinde Roya'nın gözleri, sofranın en başında tüm kudreti ile oturan Yâde Dilşah'a kaydı.

 

Yaşlı kadın gördüğü genç kızla elini havaya doğru kaldırdı usulca. İçi öyle bir kaynıyordu ki Roya'ya, sanki kaybetmiş kızıydı.

 

Roya ona doğru uzatılan ele yürüdü. Tuttuğu deqli eli önce dudaklarına daha sonra alnına dokunduğunda geri çekilecekken yaşlı kadının bir eli, saçlarını yarı örten şala dokundu. "Porê kurt li gor canê te ye," (kısa saç ruhuna yakışmış.)

 

"Spas dikim, Yâde." (Teşekkür ederim.) Ruhuma yakıştırılan saçlarının dipleri alev alev yandı. Geri çekildiğinde Yâde Dilşah'ın dudakların da buruk bir gülüş bırakıldı. "Nasılsın, yavrum?

 

Şefkati sesinden alan Roya'nın yüzü güldü. Tedirgin olan her yanı huzura erdi tam o an da. "İyiyim, yâde. Sen nasılsın?"

 

"İyi iyi, biraz rahmetliyi özlemiş, değil mi yâde?" Uraz'ın nenesine takılan sesiyle ona baktı.

 

Yaşlı kadın kendisine sataşan torununa kaş çattı. Kendisiyle alay eden bu çocuktan bir türlü kurtulamıyordu. "Sen de dedeni özlemişsen göndereyim seni?"

 

Uraz elindeki çatalı bıraktı masaya. "Yok yâde ben kendim için değil senin için diyorum. Birkaç gündür odamdan çıkmazsın eğer özlemi-"

 

"Ezê te bixim lawo!" (Seni döverim çocuk) diyen yaşlı kadın bastonunu kaldırdığı an Hazal Hanım devreye girdi.

 

"Yemeğini ye Uraz!"

 

"Aman yâde! Senle de şaka edilmiyor ha! I Love you!"

 

Yaşlı kadın, kaş çatarak oğluna baktı. "Hazar bu sıpa bana küfür eder?"

 

Roya ve masadakiler duyduğuyla gülüşlerini tutamadılar. Hazar Ağa oğluna kaş çatarak bakarken Uraz'ın yanındaki Arif, kardeşinin ensesine bir tane yapıştırdı. "Uslu ol oğlum!"

 

Uraz, babaannesinin söylediği ile gülmekten az kalsın sandalyeden düşüyordu. "Kurban olduğum seni seviyorum, diyorum yâde."

 

Burnunu kırıştırarak yüzünü yemeğe doğru çevirdi Dilşah Xanım. "Gavur gavur konuşuyor, diyor Seviyorum!"

 

"Ayakta kaldın Roya otur hadi." Dilşah'ın gösterdiği boş sandalyeye geçerken, Hazar Ağa'nın bakışlarına göz kırptı Roya. Bu kendince iyiyim demekti.

 

"Huri gibi olmuşsun, dotmam." (Dotmam genellikle amca çocukları için kullanılan tabir ancak kuzen anlamında.) Uraz'ın sesiyle Roya ona döndüğün de Şerwan'ın homurtusu doldurdu kulağını.

 

Tek kaşımı kaldırıp bu sefer de kendisine sataşan kuzenine baktı, Roya. "Önceden güzel değil miydim, Uraz Ağa?"

 

Elindeki su dolu bardağı masaya bıraktı, Uraz. "Estağfurullah Roya Xanım, sizin güzelliğiniz dilden dile dolaşan bir destan gibi çirkin demek ne haddime." Aysel, kaynına bakarken kocası Arif'e de kaş göz yaparak gülüyordu.

 

"Şimdi çakacağım o ağzına," diyen Şerwan'a baktı göz ucuyla Roya. Aralarında Heja'nın varlığı sayesinde uzak olsa dahi sesini net bir şekilde duymuştu. Küçükken olduğu gibi kardeşini kimse ile paylaşmak istemediğini beli ediyordu ama geç kalmıştı.

 

"Roya," derken iki elini önünde birleştirmiş çok mühim bir soru soracak gibi öne doğru eğilmişti. "Atabeyoğlu erkeklerinin en yakışıklısı benim, değil mi?"

 

"Dayak yemek ister misin?" Şerwan kendini tutamayarak söyledikleriyle Hazar Ağa kardeşini kıskanan adama tebessümle baktı. "Yumruğum ile güzelleştireyim seni olmaz mı?"

 

Rizgâr kardeşine bakıp başını sallarken Arif ise Uraz'a bakıp 'hadi' cevap ver tarzında başını salladı.

 

Roya midesinin gördüğü yemekler ile kazınması sonucunda Uraz'a kısaca bakarak başını salladı. "En yakışıklısı sensin Uraz Ağa." dedi. Elini ekmeğe uzatıp Dilşah'tan bir bardak ayran isterken Uraz karışısındq göğüsünü havaya kaldırıp böbürlenerek Şerwan'a başını salladı.

 

Heja Şerwan'ın koluna elini uzatarak kaş göz işareti yaparak Roya'yı gösterdiğin de Şerwan diyeceklerini yuttu.

 

Sorunun cevabını merakla uzaktan bekleyen Cihangir, kardeşine kızgınlıkla bakarken Roya'ya da inanmıyormuşçasına baktı. Allah aşkına Uraz'ın neresi yakışıklıydı? Kendisi varken Roya nasıl onu seçerdi? Uraz'ın yüzünde biraz çalışsa çok sağlıklı bir bünyeye sahip olmadığı ortaya çıkar mıydı? Kafasından geçen düşüncelerle gözlerini sımsıkı yumarak sofraya geçti.

 

Roya'nın çaprazına denk gelen yere geçerken kardeşinin ayağına vurmadan edemedi.

 

"Ah!" İnleyen Uraz'a karşılık yüzünde sahte bir tebessümle kardeşine eğildi Cihangir.

 

"Ne oldu koçum?"

 

Uraz, Cihangir'in onu öldürecekmiş gibi bakan gözlerine karşılık, "Ayağımı masaya çarptım," diyerek yemeğine döndüğünde Cihangir de elini Uraz'ın ensesinden çekerek önüne döndüğü an Roya'nın kendisine bakan yeşil harleri ile karşı karşıya kaldı.

 

Elinde kaşığı ile kendisine bakan Roya'nın dudakları hafifçe titrediğin de Cihangir'in nefesi kesildi. Yeşil hareleri öyle güzel bir şekilde bakıyordu ki kendisine acaba arkasında bir şey mi vardı da ona mı bakıyor diye şüpheye bile girmişti.

 

Rizgâr, kardeşiyle Cihangir'in bakışlarını gördüğünde yerinde huzursuzca kıpırdandı. Karısına gözleriyle Roya'yı işaret ettiğinde Heja boğazını temizleyerek görümcesine eğildi. "Yemeğini yesene güzelim."

 

Roya kulağına fısıldayan Heja'yla bakışlarını utanarak Cihangir'den çekip yemeğine odaklandı. Neden ona güldüğünü anlamamıştı.

 

Cihangir, bakışlarını kendisinden kaçıran kıza bakarken 'Bismillah' çekti. Bir bakışıyla yüreğini yangına çeviren, yeşillendiren o bakışa kurban olurdu. Çok şükür, dedi. Çok şükür ki mutluluğa adım atacak kadar güçlü Roya Karadağ.

 

Yemek, Hazar Ağa'nın, Rizgâr ile şirketleri hakkında konuşmalarıyla geçerken, Şerwan sessiz Cihangir ise durgundu. Rizgâr şirketlerini uzaktan idare edecekken Hakkari'de ve Van da kuracağı yerlerden bahsediyordu. Şerwan ise tayinini buradaki hastaneye almak için uğraşıyordu. Kendisi bir doktordu ancak ara vermiş şimdi de tekrar dönmek için işe koyulmuştu.

 

Roya buradayken ne yapacağını bilmeden durmanın fayda etmeyeceğini bildiği için aklından geçenleri dile dökmekten korkmuyor değildi çünkü bu sefer kimsenin yanında olacağına emin olamıyordu.

 

"Ben de boş durmak istemiyorum," diyerek masadakilerin tüm bakışlarını üzerine aldı. "Dışardan okumanın yanında sadece kadınların bulunacağı işleteceği bir yer açmak istiyorum."

 

"Gerçekten fazla oluyor," diyen Rizgâr'a bakan Roya, onu dinlemek yerine kendisine dikkatle bakan Hazar Ağa'ya baktı. "Hazar baba, ben evde öylece duramam. Bir kafe, restorant veya tekstil işletmek istiyorum."

 

"Yaa ne güzel olurdu ama! Kadınların hâkim olduğu bir iş yeri," diyerek kendisine destek çıkan Dilşah'a doğru gülümsedi.

 

"Daha tam iyileşmedin," diyen Şerwan'a burun kıvırdı.

 

"Ölüm döşeğinde değilim," dediğinde Hazal Hanım elini masaya vurarak yeğenine baktı. "O nasıl laftır keçamin, tövbe estağfurullah."

 

"Hemen şuan istemiyorum zatan. Herşeyin kolay olmadığını biliyorum biraz zaman alacak ve ben o güne kadar sapasağlam olurum, olmaz mı?"

 

"Kadın başımızın tacı lâkin tuhaf karşılanır keçamin." Hazar babasının sözleriyle umudu yere çakılacağı zaman Cihangir boğazını temizleyerek kendisine baktı.

 

"Bence küçük bir restoran hiçte fena değil baba. Bizim işlettiğimiz bir yerde yapması gayet makul."

 

"Sizin işlettiğiniz değil Cihangir ağabey, benim işlettiğim bir yer."

 

Cihangir kendisine karşı çıkan kıza doğru kaşlarını çattı. "Kimse çalışmaz yanında Roya. Kadın kısmı ya okur ya da evinde oturur ama çalışmaz."

 

Elini yumruk yapan Roya, Yâde Dilşah'ın bastonunu yere bastırarak yerinden kalkmasıyla dilinin ucuna gelen sözleri bir küle dönüştü. Yaşlı kadın genç kızın halini anlardı ancak istediği olmayacak kadar umutsuzdu.

 

"Olmayacak duaya amin denilmez kızım. Her yerin kendine göre bir adabı vardır biz de kadın kısmının çalışması hoş karşılanmaz." Boğazına düğümlenen yumruyu yutkunarak geçirdikten sonra ağabeyi Rizgâr'a baktı.

 

Rizgâr kardeşinin kendisine bakan dolu gözlerinden ne demek istediğini anlıyordu. Bir kez olsun, sadece bir kez olsun o kuralları çiğnemek istedi. Başını aşağı yukarı salladığında kardeşinin yüzünde oluşan muazzam tebessüme iç çekti.

 

"Ağabey," diyerek başını sallayan Şerwan'a uyarı dolu bir bakış attı.

 

"Evde ne kuracağını konuşalım," dediğinde Yâde Dilşah başını iki yana sallayarak arkasını dönerken. "Kure kere (eşeğin oğlu) bir kere de beni dinleyin." Hazal Hanım, giden kaynanasının ardından yeğenlerine bakarken güldü.

 

"Vallahi ben de isterim! Bir ilk olsun ne olacak yani?" Hazar Ağa karısına baktı. Dik başlılığını, istediğini elde etme huyunu yeğenine verdiği ortadaydı.

 

"Ne kuracaksın peki? Aklında bir şey var mı?" Soru soran Arif'le, Roya dudaklarını büzdü. Gözleri Arif ağabeyinin yanında oturan Aysel'e kaydığında gözleri ışıl ışıl oldu.

 

"Buldum!" dedi gülerek.

 

"Hayvancılık de, de bayılayım şuraya dotmam," diyen Uraz'a burun kıvırdı.

 

"Kuyumcu dükkanı alacağım!"

 

"Ne?"

 

"Ne?"

 

"Ne?"

 

Hem Dilşah'tan hem de ağabeylerinden gelen şaşırma nidasıyla Cihangir'e baktı. "Cihangir Ağa'nın alacağı bir kuyumcu dükkanın sahibi olacağım."

 

Cihangir kendisi hakkında verdiği kararı duyunca dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "Her defasında beni yenmene akıl sır erdiremiyorum, Karadağ kızı." Sessiz fısıltısını duyan Uraz kıkırdadı.

 

"Ulan niye o? Biz neciyiz Roya?" Oturduğu yerden kalkan Şerwan sinirlerine hâkim olmak istiyordu. Bugün kırdığı kız kardeşinin kalbine bir yara daha açmamak için çabalarken zorlanırken onun yaptığı da neydi? Paraları olmasa tamam derdi ancak bir kuyumcu dükkanı almayacak kadar gelirleri az değildi.

 

"Atabeyoğlu'nun aldığı bir kuyumcuya kimse laf söz etmez, değil mi hala?"

 

Şaşkın olan Hazal Hanım yeğeninin sorusuna karşılık kafasını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı.

 

"Ben oranın patronu olacağım için laf söz etmeye kimsenin cesareti yetmez," diyerek gülümsedi. "Cihangir ağabey göz önündeki sahibi olurken ben aslında gerçek sahibi olacağım." sinsi bir sırıtışla sanki bugün o hiç üzülmemiş kırılmamış gibi Cihangir'e bakarken, masadakilerin kendisine olan hayran bakışlarını fark etmiyordu.

 

Bugün saçını kesen o değilmiş gibi ayakları üzerinde durmak için çabalayan kadına bakarken sandalyesini geriye çekerek ayağa kalktı Cihangir. "Kabul. Kuyumcu dükkanı açıyoruz," elini uzattığında Roya'nın heyecanlanan kalbi Cihangir'in uzattığı ele sığındı o an. Ortada buluşan ellerin birbirine kenetlenmesi güzel günlerin habercisiydi.

 

Cihangir Ağa farkında olmadan sızıyordu Roya'nın hayatına.

 

Karadağ kızı açacağı kuyumcu dükkanıyla Hakkari'de ses yaratacak ve bu ses hem iyi hem de kötü günlere gebe edecekti.

 

*

 

"Töre kuyumcu dükkanı açın da demişti, değil mi Cihangir Ağa?" Cihangir terasın en uç kısmında elinde sıcak çayla Hakkâri'yi izlerken duyduğu sesle yanına gelmiş olan kıza baktı.

 

Kendisine bakmıyor biraz önce yaptığı gibi evlerin yanıp sönen ışıklarını izliyordu. Yandan görünen yüzü şalın saklamaya çalıştığı saçlarıyla kapanmıştı. Onu ilk gördüğü zaman uzun, ince beline kadar inen saçları şuan omuzlarındaydı.

 

Aniden aklına gelenle telefonunu cebinden çıkarıp güvendiği adamı, Ahmet'in ismini bularak mesaj kısmına girdi. Roya kaşlarını çatarak adama bakarken onun telefonla uğraştığını görünce tekrar önüne döndü.

 

Gönderilen: Ahmet

 

Bugün Roya'nın saçını kestirdiği kuaförü bul ve bana onun kesilen saçlarını getir. Eğer getirmezsen sen de gelme Ahmet.

 

Kıyamazdı, o güzel saçlarının bir çöpü bulmasına dayanamazdı. Acılarla uzamış olsa dahi onun o saçlarında kendi hayalleri vardı. Daha dokunmamıştı doya doya.

 

"Herhalde mühim?" diyerek parmaklarıyla oynayan Roya göz ucuyla kendisine bakan adama baktı.

 

Ne dediğini anlamayan adamın kaşları çatıldı. "Mühim olan ne?"

 

Roya gözleriyle telefonu işaret etti. "Mesajlaştığın kişi, önemli olmalı." Önüne döndü. "Sorduğum soruyu duymamış olmana göre..."

 

"Önemli," dedi muzipçe gülerken.

 

Roya'nın bakışları gülen adamın dudaklarına düştü. Bembeyaz dişleri gözlerini kamaştırırken dudaklarının bir kızı kıskandıracak derecede dolgun olmasına şaşırmadan edemedi. İlk defa bu kadar dikkatli inceliyordu adamı. Gözlerinin kahveleri ise köyü değildi. Açık kahve, çikolataya benzer bir kahveydi, güzeldi.

 

Cihangir karışısındaki kızın gözlerinin değdiği yeri görünce dudaklarına dişlerini geçirmemek için zor dayandı. İçinde kaynayan kanının kalbine doğru hücum etmesiyle ritimleri düzensizleşirken Roya'nın kendi canıyla bir derdinin olup olmadığını anlamak istiyordu. Tek bakışta kendisinde bırakan etki adaletsizlikti. Kendisi cayır cayır yanarken Roya'nın bunları hissetmemesi sol göğüsüne ağırlık çöktürürken gelecek günlerde onunda bunları hissedeceğini bildiğinden kafasını çevirdi. Daha fazla bu bakışlara mahsur kalırsa içindeki yangın dışarı çıkacaktı.

 

"Eve gitmeden önce ne zaman işleme geçiriyoruz, demek için geldim."

 

"Bir iyileş sen, ben hallederim." dediğinde aklında olan yerleri kontrol için uğraması gerektiğini kendisine hatırlattı.

 

"Sen değil, biz halledeceğiz Cihangir."

 

Cihangir duyduğu son isimle, ağabey sıfatını kullanmadan kullanan kızla beraber ağzındaki çayı püskürtü. Roya şaşkınlıkla çayı püskürten adama bakarken ne yapacağını bilmez bir hâlde adama bakakaldı.

 

"Sıcak mı? Şekersiz mi?"

 

Cihangir ağzını koluyla silerek Roya'ya döndü. Şaşkındı, biraz önce kendisine ağabey diyen kızın şimdi sadece Cihangir demesine şaşkındı. "Sen bana, Cihangir mi dedin?"

 

Cihangir'in sorusuyla kasıldığını hissetti. "Sen demiyor muydun, 'ağabey' deme diye?"

 

"Sen ne yaptığının farkında değilsin Roya." Roya'nın kaşları çatıldı, şimdi ne yapmıştı ki? Allah aşkına gerçekten bir gün Cihangir sayesinde kriz geçirecekti. Bu adam düzgünce anlaşılır bir şekilde konuşsa ne olacaktı?

 

"Asıl sen nasıl konuşacağının farkında değilsin. Söylediğin her cümleyi yüz kere düşünmek zorunda mıyım ben?" İçinde tutamadığı sözleri sarf ederken yanlarına gelen Dilşah'la Cihangir sustu.

 

Roya, onun baktığı yere bakmak için arkasına döndüğünde kendilerine doğru gelen Dilşah'la sustu. Dilşah'ın yüzü bembeyaz kesilmişti. Elinde tuttuğu telefonu sıkarken gülümsemeye çalışarak Roya'ya baktı. "Roya bir gelir misin Aysel yengem bir şey danışacak sana," derken sesinin titrek çıkmaması için çabaladı.

 

Cihangir kardeşinin soluk yüzünü gördüğün de elindeki çayı taş duvara bıraktı. "İyi misin sen?"

 

Dilşah başını aşağı yukarı salladı. "İyiyim ağabey."

 

Roya, Cihangir'e bakarak başını salladı. Karışısında beti benzi atmış Dilşah'a doğru yürüdü. Dilşah'ın koluna girerek yürüyen Roya, Dilşah'ın onu kendi odasına çekmesine sessiz kalırken odaya girdikleri an Dilşah'ın ağlamasına kaş çattı.

 

"Dilşah?" Uzanıp Dilşah'ın yüzünü avuçları arasına aldı. "Neden ağlıyorsun sen?" Yüreği korkuyla atmaya başladı.

 

Göz yaşları sicim sicim boşalan Dilşah dizleri üzerine düşerken, "Başkasıyla evlenecek Roya. Sevdiğim adam başkasıyla evleniyor." Ellerini dudaklarına bastırdı. Bedeni titriyordu.

 

Roya'nın kulakları çınladı. Karşısında kendisini görür gibi olunca gözünden yanağına akan göz yaşını tutamadı. Dilşah'ın önüne dizleri üzerinde oturdu. Titreyen elleriyle yüzünü kavrayıp kaldırırken seslerinin duyulmaması için sessiz olamaya çalıştı.

 

"Kim, kim senin sevdiğin Dilşah?"

 

"Azad... Azad Atmaca."

 

Hıçkırdı. "Ben onu severken o başkasını seviyor, başkasına bakıyor, başkasına gülüyor." Roya'ya sarıldı sımsıkı, içi acıyordu. "Sen nasıl... Sen nasıl dayandın Roya."

 

Nasıl mı dayanmıştı?

 

İçi kan ağlaya ağlaya...

 

Dilşah'ın kafasını göğüsüne yasladı. "Bazen sevmek yetmez Dilşah. Sana ağlama diyemem ama geçecek derim."

 

Gözlerinden boşalan yaşlarla birlikte kahve saçlarındaki şal usulca kayarak omuzlarına dolandığında gözleri şala kaydı. "İmtihan, Dilşah. Ne kadar ağlasan da gelmeyecek ve sen o, her gelmeyişinde hayatındaki ışıkları söndüreceksin."

 

Başını salladı Dilşah. Yaşlı gözleriyle Roya'ya baktı. Gülümsedi, neşeden yoksun bir şekilde. " Olacak gibi değildi," dedi alt dudağını ısırarak. "Olmadı da zaten…"

 

Bölüm sonu🥀

 

Umarım sevdiniz :* nasıldı bölüm?

 

Bazı kısımları Roya'nın ağzından yazıyorum çünkü birkaç şeyi bilmemeniz gerekiyor ki yakında onlarda ortaya çıkar.

 

Roya ile Cihangir'i hemen hop aşkım, canım vs. Olmasını beklemeyin çünkü Roya gerçekten sevdi ve sevgi hemen yok olan bir şey değil maalesef.

 

Roya'nın kuyumcu dükkanı kurmasına ne diyorsunuz?

 

Öyle güzel şeyler var ki aklımda...

 

Dilşah'ındurumu peki?

 

Uraz?

 

Roya Cihangir uyumu?

 

Her yorumunuz benim için çok değerli sizleri çok çok seviyorum ❤️

Loading...
0%