Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@tanvakti108

Selamm! Diğer bölümlere göre oldukça uzun bir bölümle geldim :) okumaya geçmeden önce vote ve yorum yapmayı unutmayın lütfen sizin her yorumunuz benim daha hızlı yazmam demek <3

 

Hikâyelerim ile ilgili bilgi almak için Instagram gmz_cllk

 

 

Melek mosso, Kirpiklerin

 

Keyifli okumalar <33

 

23.Bölüm

 

"Bir soru sordum ağabey?" Diyen Dilşah, aklında dönüp duran ihtimallerle çığlık atabilirdi o an.

 

Yılan gibi gördüğü Mizgin Şahan ağabeyini arıyordu? Ne münasebet be!

 

Düşündükçe sinirleri tavan yapıyordu.

 

Cihangir kardeşinin sorguya çeken sesiyle kaşlarını derince çattı. Kendisine hesap soran küçük kız kardeşine umursamaz bir bakış atarak önüne dönüp 'Tövbe estağfurullah' çekti. Sıra sıra verin be! Biri vurdu mu diğerleri de ardından sırayla kendisini tekmeliyor gibi hissediyordu.

 

"Aç Dilşah," derken gözleri arkasında kendisine bakmayan Roya'ya döndü. Al işte! Kesin yanlış anlamıştı! Zaten kendisinde şans olsaydı yaşı küçük olurdu biraz!

 

Dilşah, ağabeyinin 'aç' demesine ağzı açık bakarken Cihangir hâlâ çalan telefon sesiyle gözlerini saliselik Dilşah'a çevirip tekrar yola baktı. Parmakları direksiyonda sinirden ritim tutarken Roya da bilinmezlikle dizlerinde olan parmaklarıyla ritim tutmuştu.

 

"Senin telefonunu," işaret parmağını kendisine doğru bastırdı. "Ben mi açayım?"

 

"Kulaklarında sıkıntı mı Xuşkamin? Eve yetişmeden bir doktora mı götürsem seni?"

 

Roya Cihangir'in isyan eden sesiyle dudaklarını birbirine bastırıp Dilşah'a gözleriyle telefonu işaret etti şayet biraz daha arsız bir şekilde çakmaya devam ederse Cihangir telefonu dışarı atacaktı.

 

Dilşah ağabeyine göz devirerek telefonu sonunda açtı. Kulağına dayadığı telefondan gelen,"Sonunda!" Nidası yüzünün buruşmasını sağlarken telefonu kendisinden uzaklaştırıp Roya'ya doğru döndürdü bedenini.

 

"Allah beni arsızlarla sınıyor resmen Roya, görüyorsun?"

 

Roya, Dilşah'ın söyledikleriyle derin bir iç çekti. Gözleri Cihangir'i bulunca biraz önce düşündüklerinin bir toz bulutu misali kaybolduğunu hisseti. Yüreğindeki kadının belki de Mizgin olduğunu düşünmüştü fakat bu tezi an itibariyle yerle bir olmuştu.

 

"Evet ya, sonunda. O kadar arsız bir şekilde çaldırdın ki açmazak bir yerlerin şişerdi büyük bir ihtimalle" Bayık Bayık konuşarak saçlarını düzeltirken yan gözle ağabeyine bakıyordu.

 

Karşı tarafta Cihangir Ağa'nın telefonu açmasını bekleyen Mizgin Şahan duyduğu sesle şaşkınlığa uğradı. Yüzündeki şaşkınlıkla birkaç saniye öylece odasındaki yatakta durduktan sonra hızla ayağa kalktı. "Ben Cihangir'i aramıştım?"

 

"Kimi dedin?" Yüzündeki hainlikle sırttı Dilşah.

 

"Cihangir'i, dedim ya Dilşah? Yanında mı onunla konuşmam lazım, canım benim."

 

Dilşah cümlenin sonundaki hitap şekliyle şekilden şekile girerken Roya gülmeden edemedi. Her an kusacakmış gibi görünen Dilşah elini boğazına sarar bu sefer kendini boğma işlemine geçtiğinde Cihangir kardeşine hayretler içerisinde bakıyordu.

 

Hatta hayret ediyordu.

 

Kız kardeşi delirmiş olmalıydı ya da eskiden deliydi ve Cihangir şuan fark ediyordu.

 

"Ben öyle birini tanımıyorum Mizgin'cim, bilsem inan ki seni onunla konuştururdum." Sahte bir edayla yüzünü astı. "Sen de arama boşuna onu."

 

Telefonun diğer ucundaki Mizgin'in eli yumruk şekilini aldı. Şuan kendisini bir halt sanan Dilşah'ı çekecek hâlde değildi. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Bak seninle gerçekten şuan uğraşamam. Cihangir'e ver telefonu."

 

"Uğraş diyen mi var Mizgin'cim?'

 

"Dilşah, bak gerçekten ağabeyin ile önemli bir konu hakkında konuşmak lazım, mühim."

 

"Ağabeyim şuan müsait değil. Roya'yla birlikte güvercinlerine bakıyorlar." Yalan parayla değildi sonuçta. Hem belki bu yalanıyla birlikte Mizgin Şahan ağabeyine karşı biraz uzak dururdu. Fakat bilmiyordu ki bu yaptığı Mizgin'in Roya'ya karşı istemeden beslemeye başladığı nefretin ön ayağı olmuştu.

 

Roya, Dilşah'ın söyledikleriyle birlikte dudaklarından çıkan itiraz nidası Cihangir'in de kardeşine ellerini uzatıp telefon almasına neden oldu ancak Dilşah telefona sıkıca tutunarak Mizgin'in sessiz kalışına bir darbe daha indirdi. "Abim şuan rahatsız olmak istemez," gözlerinden zaferi okunuyordu. İçindeki kazanmışlık hissi onu daha çok kendine getirirken Mizgin'in sessiz kalışı işine geliyordu.

Ağabeyinden de kendisinden de nefret ediyordu. Şahan ailesinden aslında nefret ediyordu. Kendileriyle uzaktan gelen bir bağ vardı lâkin bu bağ iki ailenin de birbirlerine karşı düşmanlığını bitirmemişti.

 

Mizgin duyduklarıyla alt dudağını ısırırken telefonu Dilşah'ın yüzüne doğru kapatıp sinirle elindeki telefonu yatağa attı. "Geri zekalı!" diyerek derin derin solurken Cihangir'le Roya'yı yan yana düşünmek istemiyordu.

 

Onu gördüğü günden beri aklını kurcalayan kızın şuan Cihangir Ağa ile güvercinlere bakıyor olması nefretini oluşturmuştu.

 

Herkes bilirdi Cihangir Ağa'nın güvercinlerine olan sevdasını. Roya'yı onların yanına götürmüşse bu onların aralarındaki samimiyeti gösterirdi. Yumruk olan elini öfkeyle elbise dolabına vurdu Mizgin. "Cihangir'i kimseye yâr etmem! Hele ki bir Urfa paçozuna asla!"

 

Kafasında çalmaya başlayan çanlar hiç hayra alamet değildi.

 

Dilşah, kapanan telefonla gülümseyerek abisine uzattığında Cihangir sert bir şekilde kardeşinin elinden telefonu çekti. Sakinleşmek adına iç çekti. "Sen ne saçmalıyorsun Dilşah?"

 

"Neden yalan söyledin?" diyen Roya Cihangir'e destek çıktı. Mizgin'in yanlış anlamasından değildi kızgınlığı. Asıl kızgınlığı milletin ağzına laf vermekti. Daha tanımadığı Hakkâri aşiretlerinin ağzında meze olmaya hiç niyeti yoktu.

 

Kızgındı.

 

Dilşah'ın neden böyle bir yalan söylediğini anlamıyordu.

 

Dilşah yüzünde pişmanlık ifadesiyle Roya'ya bakarken mahcup bir eda ile: "Mizgin ağabeyime takık biraz, ben belki senin adını duyunca..."

 

"Dilşah!" Diye bağırdı Cihangir. Kardeşinin çocukça hâline anlam veremiyordu. Aslında suç kendisindeydi ki açmasına müsaade etmişti ancak kendisi açsaydı da Roya'nın yanlış anlamasından dolayı tedirgin olmuştu. "Ben şimdiye kadar kime güvercinlerimin yanına götürdüm?"

 

Koltuğa sinmiş Dilşah ağabeyine bakarken yüzündeki öfkeden dolayı hemen bakışlarını ellerine indirdi. "Hiç kimseyi."

 

"Aferin! Ve sen bunu bildiğim hâlde rahatça konuşan kadının ağzına laf verdin!"

 

"Merak etme ağabey o bunu kimseye diyecek değil, sana takık olduğu için kimseye söylemez."

 

"O kadar eminsin yani?" Değildi. Dilşah yutkunurken kendisine kırgın bakan Roya'ya dudak büzdü.

 

"Özür dilerim vallahi ağzımdan birden çıktı."

 

"Bir daha benim içinde yer aldığım hiçbir şeyi başkalarına söyleme Dilşah. Kimseyle muhatap olmak istemiyorum onca yaşananlardan sonra." Roya kesin bir şekilde içinden geçenleri dile vurduktan sonra Cihangir'le olan bakışmasını keserek yola odaklandı.

 

Eve vardıktan sonra Dilşah'a bir güzel ders verecekti.

 

Dilşah bozulan yüz ifadesiyle önüne dönerken sıkıntıyla ofladı.

 

Roya, kayıp giden yolu izlerken içten içe kendisine sürekli değen bakışlara karşılık vermemek için direniyordu. Arabanın içindeki atmosfer gerginlikle harmanlanmıştı. Aslında Cihangir'in kendisine olan yaklaşımını kötü bulmuyordu. Şu zamana kadar yanlış bir hareketti ne de sözü olmuştu kendisine. Mert oluşu, ağzından çıkan her sözü yemin bilmesi onu gözlerinde ulaşılmaz biri yaparken hayran kalmamak elde değildi.

 

Sözünün eriydi. Kendisine 'ben senin ağabeyin değilim' derken gerçekten de kurtaracağına ihtimal vermemişti fakat şuan bir nişan için elbise alıyor olması garip ama güzeldi.

 

Dudakları buruk bir tebessümle taçlandığında araba da durmuştu. Dikiz aynasından yakaladığı bakışlarla nefesi kesilirken kaşlarının çatılmasını engelleyemedi. Gözlerinin kendisine bakarken bu kadar ışıl ışıl oluşunu ilk defa fark ediyordu.

 

Böyle bakmaya devam ederse kendisinin nasıl bir delhize sürüklediğinin farkına varmayacaktı.

 

Arabadan ilk inen Dilşah oldu ardından Roya ve Cihangir indiğinde elbisinin içinde olduğu poşeti sımsıkı tutan parmakları terlemişti.

 

"Senin elbiseni görmedim," diyerek yanına gelen Dilşah'ın, elbisenine uzanan elini sert olmayacak bir şekilde vurup geri çekmesini sağladı.

 

"Nişanda görürsün," derken amacı kendisine değilde elindeki poşete meraklı gözlerle bakan adamın ne tepki vereceğini bilmekti.

 

Cihanagir'in çatılan kaşlarını alışmıştı. Cihangir kadının sımsıkı tutarak kendisine çektiği poşette ters bir bakış attı. "Dilşah baksa iyi olurdu aslında," derken bir eliyle ensenini kaşıyordu. Açık olmasında bir sıkıntı yoktu Cihangir için... Aslında büyük sıkıntı vardı. Aç gözlerinin Roya'nın üzerinde gezmesinden rahatsız olurdu. Aşiretlerin Roya'yı merak ettiğini biliyordu. Kadınlar kadar, gençlerinde... Aklından geçen düşüncelerle boğuluyor sandı Cihangir. Genzini temizledi ve düşündükleri yüzünden eliyle yüzünü sıvazladı.

 

"Aynen Roya. Ben de seninle geleyim elbisene bakayım."

 

Roya, eliyle Dilşah'ı durdurdu. "Gerek yok canım arkadaşım, nişan yarın değil mi? O zaman görürsün," bu kendince Dilşah'a verilen cezaydı.

 

Roya'nın ne yaptığının farkına varan Dilşah dudaklarını büzerek, "aşk olsun Roya!" diye isyan ederken arkasında "amin" diyen abisini duymadı.

 

"Hadi canım, sonra gülüm." Arkasını döndüğünde abi kardeş genç kıza ters ters bakıyorlardı. Roya kendisi için açılan kapıdan girerken Cihangir'e son bir bakış attı.

 

Cihangir kendisine bakan kıza göz kırptığında Roya'nın hayretle açılan göz bebeklerine gülerek karşılık verip arabaya bindiğinde Roya da hırsla arkasındaki kapıyı kapattı.

 

"O gözünü oyacağım sen dur!"

 

"Yine kim dellendirdi seni?"

 

Yanından gelen sesle sıçrayan Roya, Heja'yı görünce baş parmağını damağına yaslayarak kaldırıp, göğsünü tuttu. "Korkuttun beni." derken soluk vererek Heja'nın kucağındaki yeğeninin yanağını sulu bir şekilde öptü.

 

"Roya Karadağ'ın korktuğu nerede görülmüş."

 

Roya kafasını hayır anlamında salladı. "Roya Karadağ'da bir insandır Heja."

 

Beraber merdivenleri çıkarken Heja Roya'nın elinde tuttuğu poşete baktı. "O nedir?"

 

Roya elindeki poşeti kaldırıp gülümsedi. "Çevredeki aşiretler beni merak edermiş ben de kendimi göstereyim dedim." Çantasını yatağının üzerine bırakıp poşetten elbisesini çıkardı. Elbiseyi çok beğenerek almıştı. Denemeden aldığı için kafasında bedenine uyup uymayacağının endişesi kendisini rahatsız etse de sorun olmaz umuduyla kendini teskin ediyordu.

 

Çıkan elbisenin güzelliğini gören Heja kucağındaki kızını yatağa bırakıp elbiseyi eline aldı. Sade ama bir o kadar da şık olan elbiseyi Roya'nın üzerinde düşününce gözleri pırıltılarla süslendi. "Çok güzel," sözcükleri döküldü dudaklarından. "Aşiretler kapımıza dayanmasa iyi olur," diyerek güldü. Roya'nın güzelliğini ortaya daha da çıkacağını düşündüğü elbiseyi yerine bırakırken iç çekti.

 

"Herkesin gözü üzerinde olacak, Şerwan ile Rizgâr'ı nasıl tutacağım ben?" Kocasıyla kaynını düşününce yüzü şekilden şekile girdi.

 

Roya elini kaldırıp umursamaz tavıra salladı. "Rizgâr ağabeyimin gözlerinin sende olacağı bir şey giyersin olur biter," dediğinde Heja edepsizleşen görümcesine ters ters baktı. "Ben şimdi gerçekten döveceğim seni göreceksin," yanakları al al olmuştu.

 

Evli olsa da konu Rizgâr ile kendisi olunca utanıyordu.

 

Roya yengesinin kızaran yanaklarını elini uzatıp sıktı. "Oyşş sen utandın mı?"

 

"Bak ya! Çek elini," diyerek Roya'dan kaçsa da Roya üzerine üzerine gitmeye devam etti.

 

"Ağabeyim gönlünü mü aldı senin ha? Gözlerinin içi gülüyor baksana," diye konuşurken gülüyordu.

 

Kaşlarını çatmaya çalışarak Roya'ya bakıp yataktan kızını aldı usulca. "Halan delirmiş delâlamın, gel biz gidelim yemek vereyim sana." Kendince kaçma yolu bulmuştu.

 

"Gerçeklerden kaçıyorum demiyor da," diyerek yanından geçen yengesinin kalçasına hafifçe vurdu.

 

"Ah!" İnleyen kadın Roya'ya gözlerini büyüterek baktı. "Vallahi delirmiş!"

 

"Delirdim yavrum!" kalın çıkartmaya çalıştığı sesiyne göz devirdi Heja.

 

Odadan çıkan yengesiyle birlikte derin bir nefes alıp yatağın üzerine bıraktığı elbiseye baktı. Onu denemeyi sonraya bırakıp üzerini değiştirirken aklından geçenleri hayata geçirmek için hızla üzerini değiştirip telefonunu aldığı gibi terasa çıktı. Kimsenin olmadığı terasın köşesine gittiğinde aklında olan numarayı çevirip beklemeye başladı.

 

Çalan telefonun açılmasıyla ahizeden gelen sesin tonu, Roya'nın göz kapaklarını örtü.

 

"Alo?"

 

....

 

"Alo kimsiniz?"

 

 

"Gülistan..."

İki genç kızda telefonun ucunda birkaç saniye durdular. Gülistan duyduğu ses yüzünden titrerken Roya da ondan farksız değildi.

 

Uzun zaman olmuştu konuşmayalı. İki dostunu öylesine özlemişti ki... Şuan yanlarında olmak, onlara sarılmak adına herşeyi yapardı.

 

"Roya... Kurban, sensin!"

 

"Benim tabii kere!"

 

Roya, akan göz yaşını elinin tersiyle silerken Gülistan mutfakta elindeki işi yarım bırakıp koşarak çıkmış odasına çıkarken arkasından bağıranları umursamıyordu.

 

"Çok özledim seni! Aramaya çekindim, korktum Roya."

 

Roya onun korkması, çekinmesini doğru bulmadı. Koskoca ağabeyleri bir şey yapmamışken onların bir şey yapmamaları üzmezdi kendisini.

 

"Saçmalama Gülistan! Ne çekinmesi? N'apıyorsun? Nasılsınız? Dilberay nasıl?"

 

"Sen iyiysen, biz de iyiyiz. Dilberay da iyi bana kilo alıp duruyorsun diyor ben de, salata yapıyordum," derken güldü.

 

Roya dostunun değişmeyen huyuna güldü. Eskilerden konuşmamak Roya'yı memnun etmişti. Canını sürekli yakmaktan hoşlanmıyordu. Havadan sudan konuşurken yeri geldi güldüler yeri geldi ağladılar. Roya'ya Gülistan'la konuşmak nasıl iyi geldiyse Gülistan'a da iyi gelmişti.

 

Urfa'da olan biteni Araf'ı katmadan anlatan Gülistan'ı dinlerken orayı ne kadar çok özlediğini anladı.

 

Bir kez daha töre'ye lanet etti.

 

"Gülistan, ben senden bir şey isteyeceğim," derken parmaklarını duvara bastırdı.

 

"Tabii, elimden ne gelirse..."

 

"Yâde Rozan'nın neden bunu yaptığını amcamdan öğrenir misin? Yapabilir misin?"

 

Gülistan, Roya'nın isteğiyle yataktan kalkarak pencereye doğru adımladı. Babasından bunun hakkında öğrenmek için çok uğraş vermişti ancak tek bir kelime bile alamamıştı.

 

"Babamla konuştum ben Roya ancak geçmişe dair hiçbir şey çıkmadı ağzından. Konuyu açtığım gibi kapattıyordu."

 

"Babam hakkında peki?"

 

Gülistan sadece bildiği bir detayı söyleyip söylememek arasında kararsız kalmıştı. Roya sessiz kalan kızla boğazını temizledi.

 

"Gülistan?"

 

Gülistan sıkıntıyla bir nefes alıp verdi.

 

"Aslında bildiğim bir detay var ama ne kadar doğru bilmiyorum."

 

Roya dostunun söyledikleriyle yaslandığı yerden bedenini dikleştirerek heyecanla yutkundu.

 

"Ne? O detay ne?'

 

"Ne kadar doğru bil-"

 

"Tamam Gülistan! Anladım doğru olup olmadığını bilmiyoruz ama öğrenmek istiyorum."

 

"Babamla annem konuşurken duydum. Babam anneme 'Roya sözlenmiş olsa dahi bu evliliğin oluru yoktu. Ağabeyimin ölümüne sebep olduğunu öğrenseydiler evlenmek yerine kan akardı, dâye Rozan kan dökülmeden Roya'yı kurtarmak istedi ama herşey daha beter oldu, dedi.'"

 

Roya duyduklarıyla sarsılırken nefesi kesildi. Yanlış duymak istedi.

 

Bu nasıl bir şeydi?

 

Ne demek sebep? Ne demek kan? Babasının ölümü nasıl onlarla bağlantılıydı?

 

"Sen ne diyorsun Gülistan?"

 

"Bilmiyorum Roya, babamın söylemek istediği..." Dili varmadı cümleyi tamamlamaya.

 

Yutkuna yutkuna bir hal olmuştu Roya. Ağlamamak için direndi. Roya nasıl bir şey yapacağını, ne diyeceğini kestirmedi. 'Agabeyimin ölümüne sebep oldular' diyen amcasının ne demek istediğini anlıyordu ama anlamak istemiyordu. Bir kez daha yutkundu.

 

"Roya?"

 

"Seni sonra arayacağım," dedi Roya, sesini iyi bir tonda ayarlamaya çalışarak.

 

Kapanan telefonla düşmemek adına terasın taş duvarına tutundu ancak olmadı. Kayarak yere oturduğunda gözlerinden akan bir damla göz yaşı dudaklarını besledi. Art arda nefesler alıp yüzünü sildi. Şuan ağlamanın sırası değildi.

 

Babasının ölüm sebebiyle, Araf'ın ailesi arasında nasıl bir bağ vardı?

 

Ayağa kalkıp Heja'nın yanına inerken aklından geçenleri ağabeyiyle konuşmadan nasıl halledeceğini düşünüyordu. Ne Rizgâr'dan ne de Şerwan'dan yardım alacaktı. Kafasına eseni, kendisine doğru geleni yapacaktı.

 

Geçmişi deşerek geleceğini kurtaracak, kalbini ferahlatacaktı.

 

Kendine güveniyordu.

 

Bu işin sonunda mutluluk vardı.

 

Emindi.

 

Bu sefer kimsenin ne kendisi hakkında ne de yapacakları hakkında söz sahibi olmalarına izin verecekti.

 

*

 

Akşam olmuş Roya ile Heja tüm yemekleri hazırlamışlardı. Rizgâr ağabeyi gelmiş üzerini değiştirirken karşısında oturup kendisine bakan Şerwan ağabeyiyle gözlerini devirdi.

 

İkisi karşılıklı sandalyelerde oturmuş bir şekilde birbirine dik dik bakarken çalan ve sonradan açılan avlu kapısıyla ikisinin de başı o tarafa döndü.

 

Kapıdan giren Dilşah elinde bir kazanla kendilerine doğru gelirken Roya ağabeyiyle olan bakışmanın kesilmesiyle derin bir soluk verdi.

 

"Şewbaş," diyerek yürüyen Dilşah, masada gördüğü Roya'yla yüzü gülerken kendisine dönen adamla yüzü düştü.

 

Yüzünün aniden düşüşünü iki kardeş fark etmişti. Hele bir de Dilşah'ın Şerwan'a bakıp yüzünü buruşturması yok muydu...

 

"Tü xerhati," diyerek kalkan Roya arkadaşının elinden yemek olduğunu düşündüğü tencereyi alıp masaya koydu. Şerwan çatık kaşlarla kendisine bakan kıza baktı. Bir elini masanın üzerinde bir tanesi sandalyeye yaslı bir şekilde otururken ne kadar yakışıklı göründüğünün farkında değildi. Karışısında kuzeni olup ama kendisini öldürecekmiş gibi bakan kızı anlamaya çalışıyordu.

 

"Ne bakıyorsun?" diye soran Dilşah karışısında ki adamı hedef tahtası olarak seçmişti. Bu geceyi düşünmek istemiyordu.

 

"Bana bakan sensin. Asıl sen ne bakıyorsun?"

 

Dilşah başını eğip gülümserken Şerwan'nın gözleri beklemediği bu mimik yüzünden sarsıldı. Esmer güzeli olan Dilşah Atabeyoğlu'nun dudaklarının kıyısında bir gamzesi vardı ve bunu genç adam fark etmişti.

 

İnci gibi dişleri dudaklarını süslerken dudağının kıyısındaki gamzesi nazar boncuğu misali yerleşmişti yüzüne. Şerwan'ın gözleri o gamzeden Dilşah'ın gözlerine doğru yol aldığında göğüsünde oluşan rahatsızlığa anlam veremedi.

 

"Düzelmiş misin diye bakıyorum ben, malûm bir kadının kalbini kurmakta on numarasın." Söyledikleri Şerwan'nın, Roya'ya olan tavrından dolayıydı. O gün adamın söyledikleri kendisine söylenmiş gibi ezilmiş, üzülmüştü. Söylediklerine bir tepki bekleyen yüzü alamadığı karşılıkla ifadesizleşirken kendisine, yüzüne odaklanmış adamın bakışlarından rahatsız oldu.

 

Öyle dikkatli bakıyordu ki maske taktığı gülüşünün arkasına gizlenmiş acılarını görecek gibiydi...

 

Roya karışısındaki ikiliye anlamsız bakışlar attı. Dakika bir gol bir miydi şimdi? Ağabeyinin değişen yüz ifadesini gözlemlerken gözlerinden geçen duygu değişimlerini yakalayamadı.

 

Dilşah adamın gözlerine bakarken çok farklı bir yere çekiliyor gibi hisseti. Yapmak istediğiyle şuan olan durum kendisini sarsarken o, kendisine bakan gözlere bakıyordu.

 

Roya bir arkadaşına bir ağabeyine bakarken aklına gelen Dilberay'la gözlerini sımsıkı yumdu. Sesli bir şekilde boğazını temizleyerek oluşan atmosferi bozduğunda kendisine gelen Şerwan oturduğu sandalyeyi geriye doğru çekerek kalkmaya çalıştı ancak kalkarken düşen sandalyeyle ne olduğunu anlamadı.

 

"Siktir!" dudaklarından sessiz dökülen küfürü duyan Dilşah'ın göz bebekleri büyüdü.

 

Sayısız küfür duymasına, bölmesine rağmen karışısındaki adamın söylemesi ona yabancı geldi.

 

"Terbiyesiz!" diyen Dilşah kendi içinden dile getirdiğini sanarken Şerwan'nın düzelttiği sandalyeden sonra kendisine anlamsız bakışlar atmasıyla iki eliyle dudaklarını örttü.

 

"Ne dedin sen?"

 

Roya şuan bir filim izler gibi uzaktan şahit olduğu bu kısa olaya ne tepki vereceğini bilemden bakıyordu.

 

Ağabeyinin sebepsiz yere sandalye düşürüşüne mi yoksa Dilşah'ın ağabeyine sataşmasına mi gülse bilmiyordu. Her iki durumda komikti aslında.

 

Dilşah ellerini dudaklarından çekerek küçük burnunu havaya dikti. "Duyduğun hâlde tekrar mı işitmek istersin?"

 

Genç adam kendisine meydan okuyan kadına bir adım yaklaştı. Kendisinin yaklaşmasıyla gerileyen kadın ondan korktuğundan değil araya mesafenin girmesinden çekilmişti.

 

"Evet, bir kere daha duymak istiyor kulaklarım güzel iltifatını?" derken alay ediyordu.

 

Dilşah kendisine alay eden adama karşı yüzüne kondurduğu sırıtışıyla: "Terbiyesiz," dedi bir kez daha.

 

Adam söyleyeceğini düşünmediği kelimeyi bir kez daha duyunca yüzü sinirle kızardı. "Fesuphanallah,"diyerek arkada duran kız kardeşine bakarek söylemek için aralanan dudaklarını birbine bastırdı. Çene kasları gerilmiş bir şekilde sahte bir edayla tebessüm ederek konuşmaya başladı. "Sonra görüşelim, Dilşah Atabeyoğlu."

 

"Hay hay, Şerwan Karadağ."

 

Sertçe attığı bakışlarla arkasına dönüp giden adamın arkasından dilini çıkaran Dilşah'a güldü Roya.

 

"Şu ağabeyinin benim elimden çekeceği var Roya." Roya'ya dönerek saçlarını geriye tarayıp masadaki su dolu bardağı eline aldı.

 

Dilşah'ın yanına gelip omuzuyla dürten Roya, içten bir şekilde gülümsedi. "Eti senin, kemiği de senin!"

 

***

 

Üzerine geçirdiği elbisenin hakkını veriyordu Roya Karadağ. Üzerine tam oturan elbisenin çok abartılı olmaması elbiseye olan aşkını daha da fazlalaştırıyor istemeden gülümsüyordu. İçindeki amansız heyecana ise diyecek hiçbir sözü yoktu. Çocukken alınan bayramlık elbise gibi hissetmesi ise içindeki boynu bükük kızın hüznündendi.

 

(Elbise dizlerinin bir tık aşağısında bitiyor.)

Aynadan kendisini saran elbiseye bakarken iç çekti sızlayan göğsüne. İnce tül gibi olan siyah şalı saçlarının üzerine örterken iki yanından bıraktığı dalgalı perçemleri yüzüne değiyordu.

 

Kendi güzel, kaderi hüzün olan kadındı Roya Karadağ.

 

"Gülüm hazırsan..."

 

"Hazırım." Yengesinin cümlesini tamamlamasına izin vermeden konuştu. Odadan çıkarken yengesinin kendisine olan bakışlarına doğru gülümsedi.

 

"Maşallahın var Roya," elini uzatıp genç kızı etrafında döndürürken giydiği elbisenin ayrı güzelliği, Roya'nın ayrı güzelliği kendisini hayran bırakmıştı. Bir kadın olarak bu kadar hayran kalmış olduğuna göre diğerlerini düşünemiyordu.

 

 

"Senin de benden geri kalır yanı yok Heja," kadının üzerine giydiği kahverengi elbisenin ona yakıştığını dile döktü. "Ağabeyimi tekrar kendine aşık etme derdinde misin?"

 

"Yok," dedi Heja cilveli bir tonla. "Rizgâr'ın gözlerinin senin üzerinden çekilmesi için giydim," diyerek atıfta bulundu dün söylenen görümcesine karşı.

 

Roya aklına gelen konuşmayla güldü.

 

"Desene rahattım." Avluya doğru giderek yaklaşırken gelen seslerle sesini alçak tutmaya özen gösterdi Roya. "Halamlarla beraber mi gideceğiz?"

 

"Evet," diyen Heja önden merdivenleri inmeye başladığında avluda bulunan herkesin bakışları kendilerine doğru döndü.

 

Roya heyecandan terleyen avuç içlerini elbiseye sürterken merdivenlerden dikkatlice iniyordu.

 

Avluda bulunan herkesin gözleri önce Heja'ya daha sonra Roya'ya kaydığında hepsinin yüreğine bir köz kondu. Dilşah Xanım, yeğenini görünce içten bir 'maşallah' diyerek gururlanan bir ifadeyle omuzlarını oynattı. Rizgâr kucağındaki kızının boynunu öperken Roya'nın bu güzelliğine nasıl kıydığını bir kez daha düşündü. Şerwan ise kardeşinin güzel saçlarını saklayan şala bakıyordu. Elleri yumruk şeklini aldı. Başını önüne eğip sabır çekerek derin bir nefes alıp verdi.

 

"Çok güzel olmuşsun keçamin," derken içinden birkaç kez daha maşallah demeyi ihmal etmedi Dilşah Xanım.

 

"Senin kadar olamadık ama," dedi gülerek.

 

Kendisine yapılan iltifatlarla utanan biriydi Roya. Kendisine bakan Dilşah'a bakıp göz kırptı. Dilşah yüzünde gizlmeyi becerdiği acısıyla gülümsüyordu ancak içindeki yangın çok büyüktü.

 

Suskunluğu dikkat çeksede kimse sevdiği adamın evlendiğini düşünecek değildi. Elini uzatıp Dilşah'ın kolunu okşadı. Acısına acı katacağını bile bile o düğüne giden bir kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyordu.

 

"De xayde gidelim," diyen ağabeyiyle hepsi konaktan çıkınca Atabeyoğlu erkeklerinin ve gelinlerinin önceden gittiğini anladı Roya. Sadece gitmeyen halası Hazal ile Dilşah'tı. Yâde Dilşah ise nişanda değil düğünde gidecekti. Hep beraber arabalara bindiler. Dilşah, Hazal Hanım, Roya aynı araca bindiler. Sürücü koltuğundaki Şerwan Ağa yanına oturan halasına kısa bir bakış attı.

 

"Bana kızgın mısın hâlâ Hazal Xanım?"

 

Hazal Hanım yeğenine ters bir ifadeyle baktı. "Kızgın olsam yanına mı binerdim Şerwan."

 

"Hiç yüz vermezsin, konuşmazsın benimle hala?"

 

"Konuşmaya gerek duymam Şerwan, kız kardeşini dinlemeyen adamı ben saymam." Hazal Hanım'ın yürek yarasıydı bu. Kendisini dinlemeyen ağabeylerine kızgındı. Töreyi dinleyip kendisine söz verilmemesine kızgındı.

 

Şerwan anladı, anlayacağını. Halasına bir kez daha bakarak iç çekti. "Gönlünü alırım ben senin Hazal Xanım." Hem halasının hem de kardeşinin gönlünü çok güzel alacaktı.

 

Dilşah geçip giden yolu izlerken acıyla yutkunup duruyordu. Eli göğüsünde dolan gözlerini sımsıkı yumdu. "Yapma Dilşah, ağlama." diye fısıldadı kendine. " Fakat bu kadar zor olmamalıydı. Bu kadar acılı olmamalıydı. Roya'ya baktığında kendisine bakıyor oluşuyla gülmeye çalıştı.

 

İki kadın birbirlerine acıyla gülümsediler.

 

Aşacaktı bu günleri Dilşah. Roya buna emindi.

 

"Bu günler geçecek, Dilşah." Elinin üzerini okşadı. "Emin ol geçecek, kendimden biliyorum."

 

Dilşah duyduğu cümleyle kendisine mi yoksa kuzenine mi üzülse bilemedi. İçi acıdı. Roya'nın elinin üzerindeki parmaklarını sıktı usulca. Ağabeyinin Roya'yı mutlu edeceğine emindi. Roya'yı seven, yüreği güzel Cihangir Atabeyoğlu acılarını silip süpürecekti.

 

"Geçecek," dedi içi yana yana. "Senden biliyorum."

 

Roya, Dilşah'ın cümlesine buruk bir tebessümle karşılık verdi. Başka söylenecek sözü yoktu. Bu durum genç kızın ruhunu sökse de, öldürülmekten beter olsa da yapacak hiçbir şey yoktu.

 

Duran arabayla kulağına gelen müzik sesi, zılgıt sesleri kırmızı boyanmış dudaklarına silinmeyecek bir gülüş kondurdu.

 

Roya Dilşah'ın elini sımsıkı tutup bıraktıktan sonra arabadan dikkatlice indiğinde büyük yeşil bir alanla karşılaştı. Düğün değil sadece nişan olup olmadığına emin olamadı o an. Tüm Türkiye burada herhalde diye düşündü.

 

Sıra sıra dizilen arabaların ortasından geçerken başını dimdik tutmaya çalışıyordu. Büyük oynama alanının etrafına dizilmiş masaların sağında erkekler bulunurken solunda da kadınlar bulunuyordu. İki sandalyenin birleşim yerinde ise gösterişli gelin damat masası vardı.

 

Yengesi Heja istemsizce koluna dokunduğunda ona baktı. Gözleri kocaman açılmış nişan alanına bakarken, " bir de aşiret düğünü biz de deriz," dedi şaşkınlıkla. Urfa'daki kalabalığı birkaç katıydı gördüğü. Kendilerinki az değildi ancak bu kadar da fazla değillerdi.

 

"Bizimki olsa olsa Aşiretcik olur bunun yanında," diyen Heja'ya herkes gülerek baktı.

 

"Ayıp ediyorsun Urfa düğünlerimize," diyen Rizgâr Ağa, karısının başına dudaklarını batırdı. Heja utangaç bir edayla gülümsedi.

 

Nişan alanına doğru tüm aile giderken kendilerine doğru gelen ağlarla derince yutkundu Roya. Adımları dikkatliydi. Kendilerine doğru gelen insanların arasında gördüğü Cihangir Atabeyoğlu'yla kalp ritminin hızlandığını hisseti. Giydiği siyah takım elbise içinde öyle bir azametle görünüyordu ki... Attığı her adımda asalat vardı. Tüm genç kızların bakışları adamın üzerindeydi. Nereye gitse gözleri o tarafa kayıyor bekar olan Cihangir Ağa'nın gözlerinin kendilerine dönmeleri için büyük bir çaba gösteriyorlardı ancak bilmedikleri bir şey vardı.

 

Genç adam nişan alanına geldiğinden beri gelecek kadını merakla ve heyecanla bekliyordu. Birkaç dakika önce de gözleri avcı misali nişan alanına giriş yapan kadına çevrilmişti.

 

"SüphanAllah!" dedi kirpiklerinin altında usulca süzdüğü kadını.

 

Giydiği elbise tüm bedenin en ücra köşesinde saklanmış güzelliğini bir kez daha ortaya sermişti. Giydiği koyu renkteki elbise güzel endamını göz önüne sunarken iç çekti. Annesinin yanında kendilerine doğru gelen kadını izlemekten alıkoyamıyordu kendisini. Sanki adım atmıyor da süzülüyor gibiydi tıpkı o gece onu gördüğü gibi. O geceden nazaran onu ayıran tek husus bakışlarındaki kırgınlık, dudaklarındaki yorgun emaresiydi.

 

O gece, o düğün gecesinde hayran kaldığı gibi tekrar hayran kaldı kendisine bakan kadına. Yeşillerinin kendi üzerinde oluşuna hayran kaldı. Parmaklarının elbisenin ucunda titreyişine ölür gibi oldu.

 

Yaklaştıkça bir kez daha aşık oldu.

 

Bir kez daha o gözlerde yok oldu.

 

Adım attıkça heyecanın verdi hisle eli yumruk oldu. Dudağına konan titrek kıvrılmayla kendi kendine mırıldandı. "Beli etme oğlum! Onu çok sevdiğini belli etme."

 

Kendisine doğru gelen adamın bakışları altında kavrulan teniyle bozguna uğradı Roya. Bu kadar derin bakmasana be adam! Kendisinde olan bakışların derinliği altında göğüsünü döven ritimlerinin sarsaklığıyla yutkundu.

 

Karşı karşıya durduklarında herkesle tokalaşan Cihangir'in gözü sürekli Roya'ya kayıp duruyordu.

 

Başını eğen Roya önünde duran siyah ayakkabıları görünce derin bir nefes alıp bir anlık gafletle başını kaldırdı. Ve kaldırdığı an karşılaştığı kahveler onu bilemem kaçıncı kez bozguna uğrattı.

 

Kendisine tanıdık olan bu kahvelere hapsoldu. Kendisine şaşıyordu bu akşam. Elini göğsüne yaslayıp bakma böyle içten içten dememek için zor tutuyordu kendisini.

 

"Hoş geldin Karadağ kızı," derken o geceyi hatırladı. Kendisine çarpan ve sonrasında özür dilemek yerine kendisine kızan küçük kıza... Gözlerini kadından çekmesi lazımdı ancak gözleri Roya'ya ait olduğunu bilir gibi sürekli üzerindeydi.

 

Roya bu bakışlarla yutkundu. "Hoşbuldum Cihangir Ağa."

 

İkisi karşılıklı dururken tüm kalabalığın bakışları üzerlerindeydi. Hazal Hanım, yeğeni ile oğlunun üzerinde olan bakışları görüyordu. Kimi güzelliğine maşallah diyor kimisi kıskançlıkla yüz buruşturuyor kimisi de yüzünün güzelliğiyle kaderinin çirkinliğine üzülüyordu.

 

Hele de başına taktığı şalı gören, yaşı geçmiş, geçmişi bilir yâdeler genç kız için hüzünle bir 'ah' çektiler.

 

Hazal Hanım, kendilerine hoş geldin diyen hanım ağayla birlikte yerlerine geçmek için hareket edince Roya da Cihangir'in bakışları altında halasını takip etmeye başladı. Masaların önünden geçerken genç erkeklerin hayran bakışlarını genç kızlarında hasetlik bakışlarına maruz kalıyorlardı.

 

Orta yaştaki kadınlar ise kulaktan kulağa konuşmaya başlamışlardı bile. Hazal Hanım başı dimdik iki kızı yanında gelinleri arkasında yıkılmaz duruşuyla yürürken bir kez daha Atabeyoğlu hanım ağası olduğunu haykırıyordu.

 

Kendilerine ayrılan masaya geçerken yan masada oturan Saliha Güneş kalkarak Hazal hanıma yaklaştı. "Hoş gelmişsiniz hanım ağam," derken yüzündeki tebessümün gerçek olmadığını biliyordu, Hazal Hanım.

 

Saliha hanım aşiretleri birbirine düşürecek kadar dedikoducu bir kadındı. Bir oğlu hapiste iki genç kızı da dul bir şekilde evdeydi. Kızlarının dul kalmasına sebep olmuş bir kadından herşey beklenirdi.

 

Yüzünü buruşturmamak için kendisini zor tutan Hazal Hanım, "hoş bulduk Saliha," dedi.

 

Kendisine soğuk bir şekilde cevap veren Hazal Hanım'ı es geçip Roya'ya doğru elini uzattı. "Sen Roya olmasın kızım," dediğinde Roya uzatılan eli sıkarak bıraktı. Tanımadığı kadının yüzündeki ifadeyi anlamıyordu.

 

"Evet, Roya Karadağ."

 

Saliha Hanım başını salladı hızlı hızlı, "bilirim kızım, seni adın ta buralara kadar geldi. " Dediğinde Roya'nın gülen yüzü anlık bir düşüşe sebep olsa da yengesi Heja'nın elini masanın altından tutmasıyla tekrar gülümsedi. Gözlerini halasına doğru çevirdi izin ister gibi. Hazal Hanım gözlerini yumarak yeğeninin kendisini savunmasına olumlu baktı. Yanlış kelimeler dönmeyeceğini iyi biliyordu.

 

"Öyle mi?".

 

"Öyle ya," eliyle eşarbını düzeltti. "Çok üzüldüm adına kızım. Sevdan tarafından terk edilip başka bir adama vermelerine çok üzüldüm."

 

Yeşil gözlerine düşen kederin bakışlarına bulandı. Kendisinin karışısında daha oturması bir dakikayı geçmemişken söylenen sözlere karşı acı acı güldü. Hazal Hanım elini kaldırıp Saliha kadına ağzının payını vereceken konuşan Roya engel oldu.

 

"Üzüldüğünüz o kadar çok belli ki daha kıçım sandalyeye buluşmadan ağzınızdan çıkan sözler geçmişimi deşiyor. Bence siz," Sinirli çıkan sesi Saliha kadının yüzünün bozulmasını sağladı. "Şimdi gidin yerinize oturun biraz da öyle üzülün." diyen Roya'nın ses tonu alaylıydı bu sefer.

 

Saliha kadın kıpkırmızı olmuş yüzüyle geri geri gidip masasına otururken kendisine ne olduğunu soran kadınlara hiçbir şey demeden halaya başlayan kadınlarla odaklandı.

 

"Haysiyetsiz!" diyen Dilşah'a katılan Heja ile Aysel başını olumlar anlamda salladılar.

 

"Şu tür insanlardan nefret ediyorum," diyen Dilşah Roya'nın omuzuna hafifçe vurdu omuzunu. "Ama ne güzel dedin ya" diyerek kıkırdadı.

 

"Kıçım dedi," diyen Dilşah'a ters bir bakış attı Roya.

 

"Ne deseydim Dilşah?"

 

"Popişim daha nazik sanki?"

 

"Tamam, sessiz olun biri duyacak şimdi." Hazal Hanım'ın uyarısıyla herkes sustuğunda. Gözlerini nişan alanında gezdirmeye başladı Roya ancak her nereye bakmaya çalışsa kendi üzerinde olan gözlerd

en dolayı rahatsızca yerinde kıpırdandı.

 

"Kendimi ünlü gibi hissediyorum," derken güldü.

 

"O da nereden çıktı?" Diyen Aysel'e omuz silkti.

Masum masum "Herkesin bakışları üzerimde." dediğinde masadaki kadınlardan öyle güzel bir kahkaha sesi yükseldi ki kendilerine bakan insanların içine daha çok merak tohumu ektiler.

 

Yavaş yavaş kalkmaya başlayan insanların oynayışını izlerken Roya'nın gözü Dilşah'a kayıp duruyordu ancak Dilşah öyle güzel acısını kamuflaj etmişti ki ne hissettiğini ne düşündüğünü anlamıyordu.

 

Çalan müzik ritmiyle bir sağa bir sola salınan Roya Karadağ'ın izleyen Cihangir Atabeyoğlu'nun dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

 

Kendisi hariç birçok erkeğin bakışlarını gördüğü için sinirleri zıplasa da sakin kalmak için kendisiyle büyük bir uğraş içine girmişti. Yanına gelen arkadaşı Serhat'la kafasını ne var anlamında salladı.

 

Serhat arkadaşının ketumluğuna derin bir of çekti. Elindeki kırmızı mendili sallayıp omuzlarını oynattı.

 

Cihangir karışısında oynayan adama ters ters baktı. "Ne diyorsun oğlum?"

 

Serhat elindeki mendili salladı tekrar, "mendil diyorum," Dedikten sonra omuzlarını oynattı. "Halay diyorum?" Başını geriye doğru yaslayıp zılgıt çektiğinde Cihangir gözlerini sımsıkı yumdu. Kadın gibi zılgıt çeken arkadaşına bakarken elinden bir kaza çıkmaması için çok sabırlı davranıyordu. "Aşk diyorum, Cihangir Ağa! Halay aşktır gerisi yalandır diyorum," dedikten sonra kahkaha attı.

 

Cihangir yüzünü sıvazladı. "Git o zaman aşkını yaşa oğlum! Ne istiyorsun benden?"

 

Serhat kırılmış bir şekilde başını iki yana olumsuzca salladı. "koskoca Atabeyoğlu Ağası, halay çekmeyecek mi?" Tessüf eder gibi 'cık'ladı. "En yakın arkadaşının nişanında hem de?"

 

"Aynen ağam, ayıp olur," diyen ağabeyine sen bari yapma der gibi baktı.

 

Arif ise kardeşine güldü sadece.

 

Cihangir sonunda iki adamın kendisini zorlamalarına dayanamayıp kırmızı mendili Serhat'ın elinden çekerek," şerefsiz," diyerek söylendi.

 

Serhat kendisine küfür eden adama karşı güldü. Odun olan arkadaşı elbet düzelecekti.

 

Cihangir Ağa gitmeden önce arkasını dönerek ağabeyiyle kuzenlerine baktı. "Karadağ, Atabeyoğlu halayı yapalım da milletin susmayan ağızları bir miktar kapansın," dedi kendimden emin bir sesle.

 

"Ağızlarını kapatalım derken daha çok düşman edinmeyelim sonra?" diyen Şerwan, geniş omuzlarını arkaya doğru hareket ettirerek ayağa kalktı.

 

Arif, kuzeninin dediğine gülerek hemen ardında ayağa kalktı. "O zaman kısaca yapacağımız halay, düşman çatlatma mı oluyor?" diyerek elindeki tesbihi cebine koydu.

 

Rizgâr Ağa da ayağa kalktığında derin bir iç çekti. "Yok bremın düşman çoğaltma oluyor."

 

Doğruydu.

 

Düşman çatlatacakları kadar düşman edineceklerdi de.

 

"E bensiz hiç olur mu?" diyen amca oğulları Aziz ile arkadaşlarını bırakıp kalkan Uraz da şekilli saçını havaya eliyle dikerek yanlarına geldi. "Sensiz olur da bensiz hiç olmaz Aziz ağabey."

 

Aziz, Uraz'ın sözüyle gülerek başını salladı.

 

Arkadan kalkan Aziz'in kardeşi Mehmet'te Uraz'ın yanında durup ceketinin önünü açtı. "Şimdi bensiz çekmekte olmaz."

 

Uraz, Mehmet'in yüzüne doğru güldü. "Oğlum sen ne zaman büyüdün lan?"

 

Mehmet on sekiz yaşındaydı ancak bedeni iriydi. "Sen ne zaman büyüdüysen o zaman Uraz."

 

Herkes Uraz'ın düşen yüzüne gülerek ilerlemeye başladıklarında herkesin bakışlar birbirlerinden yakışıklı Atabeyoğlu gençleriyle Karadağ gençlerine bakıyorlardı. Çoğu Ağa sohbetini keserek meydana çıkan aslanlara bakmaya başlamışlardı. Her adımları kendilerini izleyen düşmanların yüreğine korku salıyordu.

 

Halay başına doğru giden ağalarla geriye çekilen gençler heyecanla gelenleri izliyorlardı.

 

Cihangir Ağa eline aldığı kırmızı mendille başa geçerken gözlerini kısa bir an için Roya'ya çevirdi.

 

Attığı bakış Roya'nın yüreğini nefessiz bıraktı. Kahve gözlerinin içine yerleşmiş pırıltılar yeşillerine mutluluk dalmıştı.

 

Hazal Xanım hayal meydanına çıkan yeğenleri ile oğullarına bakarken göğüsü kabarıyordu. İçindeki mutluluk dışardan görünür cinstendi. 'allah ayağınıza taş değdirmesin, kem gözlerden uzak olun' diyerek içten içe dua ederken gözlerini gelinleriyle kızlarına çevirdi.

 

"De xayde, siz de gidin halaya."

 

Roya halasının sözleriyle başını iki yana salladı. "Ben böyle iyiyim hala."

 

"Vallahi ben gidiyorum," diyen Aysel'e katılan Heja ayağa kalkarken sevdiğinin nişanında halay çekerek acısını içine gömmek isteyen Dilşah'ta ayağa kalktı.

 

Roya şaşkınlıkla Dilşah'a bakarken, Dilşah kararlı bakışlarıyla Roya'ya döndürdü başını. "Kalk Roya kuzuları kurtlara bırakmayalım."

 

Roya istemden güldü Dilşah'ın sözlerine.

 

Cihangir onlar mı kuzuydu?

 

"Kalk keçamin, xayde."

 

Halasının sözleriyle bir de Dilşah'ın dürtüklemesiyle ayağa kalkarken elbiseni düzeltip şalın tuttu. Kadınların kendilerine bakmasıyla gözlerini kaldıran Roya gördüğü tanıdık simayla gözlerini kıstı.

 

Bu Mizgin'di.

 

Kendisine tanımlamayacağı bir ifadeyle bakıyordu. Dilşah'ın elini tutmasıyla gözlerini Mizgin'den çekerek dikkatli bir şekilde halaya doğru ilerlediler.

 

Her erkeğin arasına giden kadınlarla tüm aşiret üyeleri daha da bir coşkuyla oynuyorlardı. Roya nereye gideceğini bilmeden dururken bileğinden tutulup çekilmesiyle ne olduğunu anlamadan kendisini Şerwan ağabeyiyle Cihangir'in arasında buldu.

 

Kendisini çeken Cihangir Atabeyoğlu'ydu.

 

Cihangir elleri birbirine kenetlenmesiyle Roya'ya çarpık bir bakışa atarak kırmızı mendili yavaşça kaldırdı.

 

Kaldırdığı mendille atılan zılgıtlara silah sesleri de eşlik etti.

 

Her zılgıt bir umut yeşertti iki gencin yüreğine.

 

"Ax yeman yeman," diye başlayan halayla bir iki adım öne giderek tekrar yerine gelip üç kere yerinde çömelip kalktılar. Kolları birbirine sürtünen Cihangir'le Roya halaya devam ederken nefeslerini tutmuşlardı. Tekrar bir adım ileri gidip birleşen ellerini öne savurup yan döndüler. Sıra sıra yan dönmeleriyle de dörtler adım gidip tekrar önlerine döndüklerinde en başta halay çeken Cihangir Ağa ile Roya'nın, halayda ki uyumu tüm genç kızları, Cihangir'i damat yapmak isteyen ağaları öfkeyle yerlerinden kıpırdanmalarını sağladı.

 

Cihangir Ağa her saladığı mendille Roya'ya bakıp gülümsüyordu.

 

Kendisinin iri olmasının yanında tüm zarifliğiyle, inceliğiyle oynayan Roya'da tüm dertlerini salır gibi oynuyordu.

 

Beraber uyumlu bir şekilde sallanan omuzları, elleri, atılan adımları herkesi kendilerine hayran bıraktıklarının farkında değillerdi.

 

Halayın ritimi şarkıcının bağırışıyla daha da güzel olurken çekilen zılgıtlar Roya'yı daha da heyecanlandırıyor oynamasını daha da zevkli hale getiriyordu.

 

Çömelip kalkarken Cihangir'in kendisine bakması üstüne bir de göz kırpmasıyla başını eğerek omuzlarını oynattığında onları izleyen Mizgin Şahan nefretle yumruklarını sıktı.

 

Birbirine gülerek eşlik edip aniden hızlanmaları, yavaşlamalarıyla muazzam bir görüntü oluşturuyorlardı.

 

Öne doğru giderken zıplamalarıyla Roya'nın başından kayan şalı özgür kalmak istercesine omuzlarına doğru düştü. Uzaktan gelen Hazar Ağa elindeki bir deste parayı oğulları, yeğenleri üzerine atarken onları takip eden diğer ağalar da gelip atamaya başladılar.

 

Cihangir Ağa mendili ustalıkla sallayarak şarkıcıya eşlik eder bir şekilde bağırdığında kendisini takip eden seslerle daha da coştu halay. Herkes gördüğü görüntünün gerçek olup olmadığına inanmıyordu. Cihangir Atabeyoğlu ilk defa bu kadar coşkuyla halay çekiyordu. Halay çektiği görülmemişti ağabeyinin düğünü haricinde.

 

Arka arkaya dizilip adım adım giderken Cihanagir'in kendisine baktığını gören Roya gözlerini kaçırdı. O kadar çok halaya odaklanmıştıki başından düşen şalın farkında değildi.

 

Cihangir'in bakışları Roya'nın kayan şalına düştüğünde yavaşça halayı bıraktı. Ağabeyine de göz yaptığında durulmuştu halay. Roya duran halayla derin derin solurken Cihangir'in kendine eğilmesiyle nefes alması daha da zorlaştı.

 

Kendini anlamıyordu.

 

"O güzel saçlarını ört Karadağ kızı. Hiçbir erkeğin saçlarının teline gözü değsin istemem."

 

Yine yapmıştı yapacağını Cihangir Atabeyoğlu.

 

Kadını öyle bırakıp keyifli bir şekilde yerine giderken kolundan tutulan Roya Dilşah'a bakarak hızla şalını saçlarına örttü. Yaşadığı anın verdiği enerji ve heyecanla Cihangir'in tarafına baktığında, kendisine durmadan göz kırpan Cihangir Ağa, bir kez daha göz kırptı.

 

"O gözleri bir gün oyacağım, yemin ederim oyacağım!"

 

Dilşah arkadaşının kime söylendiğini anladığında içten bir şekilde gülümsedi. Kendisine gülen Dilşah'ı fark edince hırsla ilerlemeye başladı.

 

Yerine oturduğunda masaya getiren hazır sulardan bir tanesini alarak birkaç yudum içti. Kuruyan boğazıyla terleyen ensesini ovuşturarak Dilşah'a baktı. Anos edilene göre nişanlanacak çift gelecekti.

 

"Eve gitmek istiyorum," diyen Dilşah yanlış bir hareket yapmaktan korkuyordu.

 

"Ne?" diye sordu Dilşah'ın ağlamaklı yüz ifadesiyle.

 

Gözleri bulanmış bir şekilde Roya'ya yaklaştı. "Lütfen Roya, yanlış bir şey yapmaktan korkuyorum. Eve gidelim."

 

Hazal Hanım yeğeninin değişen yüz ifadesini gördüğünde ona doğru endişeyle eğildi. "Keçamin sorun vardır?"

 

Kendisine gelen soruyla ne yapacağını bilemeyen Roya karnını tuttu. "Yaram acıdı hala, eve gitsem ayıp olur mu?"

 

Endişelenen Hazal Hanım telaşla telefonuna sarıldı ancak Roya buna engel oldu. "Dur keçamin Cihangir'i arayayım hasteneye götür

sün."

 

"Yok halam, az acıdı hastenelik değil. Eve gitsem dinlensem geçer."

Yalan söylediği için kendisini kötü hissetse de elinden başka bir şey gelmiyordu.

 

"Şerwan'a diyeyim hastaneye gidin Roya."

 

"Gerçekten gerek yok Heja," gülümsemeye çalıştı. "Halay çekerken zorlanmış olmalı."

 

İçi rahat etmeyen Hazal Hanım birkaç şey daha söylese de Roya kendisini ikna etmişti. Gitmeleri için birini çağıracakları zaman buna tekrar engel olmuş kimsenin eğlencesini bozmak istememişti Roya.

 

İçi rahat etmese de tamam diyen Hazal Hanımla birlikte Dilşah ile kalkan Roya kimseye görünmemek için arkadan giderek Atabeyoğlu arabalarından birini alıp bindiklerinde onlarla gelmek isteyen adama engel olmuşlardı.

 

Dilşah arabaya girdiği gibi göz yaşını dökerken sessiz kalmanın daha iyi olduğunu bilen Roya tüm acılara rağmen acı acı güldü.

 

"Zor..." Dedi sadece Roya.

 

Zor bir durumdu.

 

Acı dolu bir durumdu.

 

Arabayı sakin sakin sürerek konağa vardıklarında Dilşah'ı yalnız bırakmamak için kendi konağın önüne arabayı park edip indiğinde görmeyi beklemediği manzarayla karşılaştığında gözleri korkuyla büyüdü.

 

Konağın kapısında bekleyen iki adamı yerde boylu boyunca uzanıyorlardı. Yüzleri kan içindeydi.

 

Dilşah Roya'nın yanına gelirken koktu dou bir nida firar etti dudaklarının arasından.

 

Açık kapıdan içeri girmek için adım atan Roya'nın koluna asıldı Dilşah. "Hemen ağabeyimi aramalıyız!"

 

Roya kolunu çekip içeri girmek istediğinde Dilşah tekrar çekti onu. "N'apıyorsun sen Roya! Görmüyor musun adamları!"

 

Dinlemedi Roya içeri girmek için adım atmasıyla dışarı çıkan adamla burun buruna gelmesi saniyeler içerisinde gerçekleşti.

 

Roya gördüğü yüzle geri adım atarken dudakları ne diyeceğini bilemez bir şekilde aralandı. "Sen?"

 

Bölüm sonu 🥀

 

Bölüm sonuna geldik! Nasıldı bölüm? Sevdik mi?

 

Cihangir?

 

Roya?

 

Peki halay kısmı?

 

Sizce sonda gelen kimdi?

 

Bölümde, şöyle olsaydı dediğiniz bir yer var mı?

 

Soruları yanıtlarsanız ne mutlu bizlere :) düşünceleriniz benim için çok önemli.

 

Sizleri gerçekten çok seviyorum <33

 

Loading...
0%