Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25. Bölüm

@tanvakti108

Merhaba ^^

 

Bölüme geçmeden önce vote vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

Sizleri bir sürü seviyorum <3

 

Işık Berfin, Brindarim

 

26.Bölüm

 

Roya elindeki zarfa bir de giden arabanın arkasına bakıp dururken, yüzü bembeyaz olmuş bir şekilde sendeledi.

 

Aklından geçenlerin haddi hesabı yoktu. Biri onların geçmişi aradıklarından haberdardı ve onlara yardım ediyordu, fakat kimdi?

 

Bu bir tuzak mıydı yoksa gerçekten yardım etmek isteyen bir el miydi?

 

Geçmişin çok derin olduğunu anlıyordu elindeki zarfla. Parmakları elindeki zarfı buruştururken burnundan soluyor ifadesizleşmiş gözleri etrafında dolanıyordu.

 

"Kim bu?" diye fısıldayan dudakları boş sokakta uğultu oluşturdu.

 

Ak kız, Roya'nın içine sinmiş korkuyu hissetmiş bir şekilde kişneyerek birkaç adım atmasıyla, Roya'nın dikkat kesilmiş başkaları dağıldı. Eliyle önüne gelen saçlarını geriye atarak derin bir nefes alıp verdi.

 

Gözleri kendine yaklaşan atını buldu. Elini uzatıp boynunu severken kafasındaki soru işaretleri çoğalıp duruyordu. Yanında telefonu yoktu. Eğer telefonunu yanına almış olsaydı ilk arayacağı kişi Cihangir'di.

 

Ona güveniyordu.

 

"Nasıl bir oyun içindeyim ben Ak kızım?" Elindeki zarfı tekrar kaldırıp baktı. "Urfa'ya dönmekte ne?"

 

Hızlı bir şekilde zarfı pantolonunun arka cebine sıkıştırıp tek seferde ata bindi. Huzursuzlaşan Ak kız kişneyip duruyordu. Roya eliyle onu okşayıp kulağına güzel şeyler fısıldadı. Sessizliğe gömülen ata "Deh!" diye komut vererek harekete geçirdi.

 

Hızlı giden atın üzerinden düşmemek için zor dayanıyordu. Aldığı mesaj kendisini büyük bir boşluğa düşürmüştü. Konağa yetiştiğinde ise kendisiyle beraber konağın önünde duran arabayla karşılaştı.

 

Giydiği jilet elbiselerle arabadan inen Cihangir, atın üzerinde yüzü düşmüş Roya'yı gördüğünde bir şeyler olduğunu anladı. Yanından geçerken bakışları kesilmeyen Roya atın üzerinden indiği gibi Cihangir'in karışısında durdu. Ne diyecekti?

 

"Roya?"

 

Cihangir'in soru soran sesi Roya'yı kendine getirdi cebine sıkıştırdığı mektubu çıkarıp Cihangir'e uzattı. Tüm bunları yaparken şokta gibiydi. Elindeki zarfı verirken yanağına iri bir yaş esir olmuştu. Cihangir bir aralarında duran kağıda bir de Roya'nın ıslanmış kirpiklerine baktı. Roya'nın göz yaşlarına ömrünü adardı. Onun ağlamasına dayanamıyordu.

 

Elini uzatıp o ıslak yanaklarını kurutmak istedi.

 

Uzattığı zarfı alırken dudaklarını ıslattı. Bir şey demeden zarfı açıp okumaya başladığında Roya'nın gözleri adamın okuduğu satırlarla nasıl alev alev yandığına anbean şahit oldu. Önce gözleri kısıldı, kaşları çatıldı daha sonra da öfke tüm yüzüne ev sahipliği yaptı. Elindeki zarf avcunda toplanırken kaldırdı başını. "Kim verdi sana bunu?" sesi tehditkârdı.

 

"Bilmiyorum," dedi Roya başını iki yana salladı. "Eve dönerken önümü bir araç kesti, far ışığından dolayı görmedim kim olduğunu, yüzünde maske de vardı."

 

Cihangir o an terasta olanları, kapıdaki korumaları unuttu. Elini uzattığı gibi kadını göğüsüne doğru çekti. Bir eli kolunda diğeri sırtında dururken gözlerini kapatıp şalı başından kaymış kızın uzun zamandır koklamayı istediği saçlarına sürttü burnunu. Ona zarar gelmiş olmasından korktu.

 

Kendileriyle uğraşanların ona zarar vermesinden korktu.

 

"İyisin," dedi, sesi boğuk ve anlamsız çıkmıştı.

 

"Cihangir."

 

"Sana bir şey yapsalardı yakardım heryeri!"

 

Roya burnuna dolan kokuyla sustu. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı fakat adamın sözleri üzerine kapanmaya başlamıştı bile. Ah çekerek yüzünü adamın göğüsüne gömdü. Bir an olsun birine yaslanmak olan tüm sıkıntıları unutmak istedi.

 

"İyiyim."

 

"İyi olacaksın tabii Karadağ kızı! İyi olasın ki ben de iyi olayım."

 

Roya dudaklarını büzerek sığındığı göğüsten kendisini geri çekerek Cihangir'e baktı. "Biri geçmişi öğrenmemizi istiyor."

 

"Ya da bizim sayemiz de intikam istiyor."

 

Roya'nın elleri adamın üzerinden çekilirken kaşları bir bilinmezlikle çatılmış dudakları aralanmıştı. Olabilir miydi? Biri geçmişi öğrenmemizi isterken kendisi intikam peşinde olabilir miydi?

 

Yutkundu.

 

"Kim? Neler dönüyor bu geçmişte!" Sesine hakim olmayarak bağırdığında korumaların dikkatini çekmişti.

 

"Urfa'ya gideceğim," dedi emin bir sesle. "Ne dönüyorsa öğrenmeden de dönmeyeceğim."Cihanagir'in elindeki zarfı çekip aldıktan sonra eve doğru gidecekken yüzüne uzanan parmaklarla yerinde durdu.

 

Yine yapıyordu işte.

 

Yüzüne dokunduğunda kendisini bir heykele çevirmeyi başarıyordu.

 

Gözleri birbirine değdiğinde Cihangir istemese de elini çekmek zorunda kaldı. "Seni Urfa'ya tek bırakacağımı sanıyorsan yanılıyorsun Roya. Şimdi git, yarın sabah gitmeye hazır ol."

 

"Senin gelmene gerek yok."

 

"Sana sorduğumu hatırlamıyorum."

 

"Sorman gerekirdi ama!" diye cevapladı adamı. "Benim ile ilgili hususlarda bana sorman gerekir." dedi sona doğru dönen fısıltısıyla.

 

Cihanagir kadının kendisine doğru kızgınlıkla bakmasını es geçerek başını salladı. "Tamam. Git Urfa'ya, tek başına git."

 

Cihangir'in sesiyle kafasını hiddetle kaldıran Roya, iç yanağını dişlerinin gazabından kurtararak onayladı başıyla. "Gideceğim elbet."

 

Arkasını dönüp köşeye çekilmiş atının kendisine dönen başıyla ilerlemeye başladığında Cihangir içinde tutamadığı sözleri etrafa saçarken, Roya'nın da yüreği dağıldı.

 

"Urfa'ya gittiğinde geçmiş ayağına dolanırsa ne yapacaksın? Sen oradan sürgün edildin."

 

İnsanı bu kadar kırmak kolay olmamalıydı. Kırılmış bir insanı daha fazla kırmak ise hiç yapılmamalıydı.

 

Roya duyduğu soruyla bir adım bile atamazken beklemediği sözleri, Cihangir Ağa'dan duymasıyla yüzünde oluşan hayal kırıklığı gözle görülür şekildeydi. Omuzunun üzerinden geriye, Cihangir'e baktı. Sadece baktı tek bir kelime bile söylemeden baktı.

 

Önüne dönüp konağa doğru giderken ardında bıraktığı Cihangir Ağa gözlerini yumarak başını gökyüzüne doğru kaldırdı. "Aferin Cihangir! Aferin sana." Kendi kendine kızarak iç çekti.

 

Saatin kaç olduğunu bilmeksizin elini cebine yerleştirip telefonunu çıkardı. Rehbere girip Urfa'daki dostunu ararken bu işin altından sorunsuz bir şekilde kalkmayı diledi. Sırtı kendisine dönük Roya'ya baktı. Onun zarar görmemesi için her şeyi yapardı. "Aptalsın, Cihangir. Çok aptalsın." Kendi kendine kızan adam kafasını sallayarak ilk aramada açılan telefonla birlikte arabaya doğru ilerledi.

 

Avluya giriş yapan Roya, Ak kızın ahıra götürülmesini isteyerek merdivenleri çıkarken terasta kendisini bekleyen abisinden habersizdi. Şerwan kardeşinin gelmeyişiyle telaşlanmış, uyku bir türlü kendisini bulmamıştı. Birkaç dakika önce Roya'nın gelip gelmediğini öğrenmek için terasa çıktığında ise duyduğu seslerle sokağa bakan kısma gelmiş Cihangir ile Roya'yı karşılıklı bir şeyler konuştuğunu görmüştü. Ne kadar yanlış olsa da Roya'ya karşı geldiğinde inadına daha çok Cihangir'le vakit geçireceğine emindi ve bundandır ki sessiz kalıyordu çoğu zaman.

 

Yüzü dağılmış bir şekilde dalgın dalgın merdivenlerden çıkan kız kardeşine seslenmesiyle Roya korkuyla kendisine döndü.

 

"Roya?"

 

Roya ağabeyinin terasta ki oturakta, oturduğunu gördüğünde derin bir nefes alıp baş parmağını damağına yaslayarak kaldırıp göğsünü tuttu. "Korkuttun beni."

 

"Korkutmak istemedim." Elini uzattı yanına gelmesini isteyerek. Roya ağabeyinin kendisine uzatılan eline bakarak ilerledi.

 

Yanındaki boşluğa bedenini bırakırken ağlamamak için zor tutuyordu kendisini.

 

"Nasılsın Xuşkamin?" Bu soru geneldi. Sağlıklı oluşundan değil ruhen nasıl olduğunu soruyordu Şerwan.

 

"İyiyim bıremin..." Alt dudağı titreyince güçlükle konuştu Roya. Şerwan'a Urfa'ya gideceğini söyleyip söylememek arasında kararsız kalmıştı. Onların başına bela açılsın istemiyordu.

 

"Cihangir Ağa ile ne konuşuyordun?" Bu soruyu sorarken tedirgindi.

 

Roya başını ellerine düşürdü. "Urfa'ya gidiyorum ağabey." dedi hiç düşünmeden. Onların haberi olmadan gidemezdi.

 

Tek bir cümle insanı nasıl sarsardı?

 

Şerwan yanlış duyup duymadığını teyit etmek istercesine kardeşine baktı. "Ne dedin sen?"

 

Roya eğik başını kaldırıp şaşkınlıkla büyümüş göz bebeklere baktı. "Urfa'ya gidiyorum."

 

Kardeşinin söylediklerine daha fazla tahammül edemeyen Şerwan oturduğu yerden hızla kalktı. Dehşetle kız kardeşine bakıyordu. "Ne demek Urfa'ya gidiyorum!" Kükreyen sesiyle kardeşine bağırmıştı. Öyle ki bu bağırışı uyuyan diğer aile üyelerini de sıcak yataklarından etmişti.

 

"Bağırma," diyerek uyardı ağabeyini.

 

"Ne demek bağırma! Sen oradan sürgün edildin! Oraya gitmen demek, herşeyin yerle bir edilmesi demek!"

 

"Herşeyi göze aldım." Sessini sakin tutmaya çalıştı Roya ama içinde kopan fırtınaları bir kendisi biliyordu.

 

Şerwan kardeşine bakarken başını anlamsızca iki yana sallayıp duruyordu. "Delirmişsin!" derken ellerini gür saçlarından geçirip birkaç adım uzaklaştı. "Bu yaptın delilik! Benim gitmene iznim yok!"

 

"Senden izin isteyen de yok!"

 

"Gitmeyeceksin Roya!"

 

"Gideceğim Şerwan Ağa!"

 

İki kardeş yüz yüze birbirlerine meydan okurken yataktan apar topar kalkan Rizgâr gördüğü manzarayla nefesini tuttu. "Ne oluyor burada!" Sesi bir çığ misali iki kardeşin ortasına düştüğünde ikisinin de bakışları kısa bir anlığına ağabeylerine kaymıştı.

 

"Gel ağabey gel, gel de kız kardeşinin ne yapacağını sen de işit!" Şerwan seğiren çenesiyle birkaç adım uzaklaştı kendisine karşı dimdik duran Roya'ya karşı.

 

"Ne diyorsun sen Şerwan? Ne yapacak Roya?" İki üç adımda Roya'nın yanında durduğunda Roya'ya baktı.

 

Roya kendisine bakan ağabeyine bakmayarak dudaklarını ıslatıp yumruk haline getirdiği avuçlarını sıktı. Kendisine hafi konuş dercesine işaret veren Şerwan'a ters bir bakış atarak ağabeyi Rizgâr'a döndü.

 

"Roya?"

 

"Urfa'ya gidiyorum ağabey." Dişlerinin arasından tıslayarak konuştu Roya. "Bilmediğiniz çok şey var! lütfen bir kez de benim karşıma geçmek yerine yanımda durun!" Çok şey istemiyordu. Yanında olmalarını istiyordu.

 

Rizgâr kardeşinin söyledikleriyle Şerwan'a kısa bir bakış attı. "Urfa'ya neden gitmek istiyorsun? Oraya gittiğinde neler olacağını bilmiyor musun?"

 

"Biliyorum."

 

Rizgâr biraz daha yaklaştı Roya'ya. "Bile bile gitmek istiyorsun?"

 

"Evet," diyerek başını aşağı yukarı salladı Roya. "Neden?" Ses tonu sessiz bir çığdı. Bakışları ateş, sesi çığdı. "Neden Xuşkamin?"

 

Roya duyduğu soruyla Rizgâr'a doğru başını kaldırdı. Babamın neden öldüğünü öğrenmek için, diyemedi.

 

Babamın ölümüne sebep olanlar Araf'ın ailesiymiş, diyemedi.

 

"Hesaplaşmam gereken konular var," dedi sakin çıkmaya gayret ettiği sesiyle. Dudaklarının titreyişi Rizgâr'ın gözünden kaçmamıştı.

 

Rizgâr, Roya'nın neyin peşinde olduğunu bilmese de neler olacağını hissediyordu. Başına buyruk, sakinliği olmayan eski haline döndüğünü görüyordu.

 

Roya, yakmaya gidecekti Rıha'yı.

 

"Tamam," dedi Rizgâr beklenilmeyen bir şekilde. "Şerwan'la berber gidin."

 

"Ne! Bremın sen ne diyorsun! Ne gitmesi?!" Sert çıkan bariton sesiyle Rizgâr'a karşı geldiğinde Roya da itiraz etmek için konuştu: "Ali'yle gidiyorum." dedi ortaya bir bomba daha salarak.

 

Onları izleyen Ali, taşın kendisine gelmesiyle gözlerini yumarak derin bir nefes aldı. Şerwan Ağa kendisini bu gece öldürmezse elbette Roya'yla giderdi.

 

Şuan kendisine dönüp bakan iki adamla hayat güvencesinin olmadığını anlaması uzun sürmedi.

 

"Siktiğimin adamı niye her şeye maydanoz oluyor!" Sinirle konuşan Şerwan'a uyarı Rizgâr'dan geldi. "Düzgün konuş."

 

Şerwan soluk alıp verirken delirmemek için zor dayanıyordu. Kız kardeşinin asi tavrını anlasa da tek başına, daha tam güvenmediği bir adamla sürgün edildiği topraklara gitmesine aklı ermiyordu. Sınanıyordu resmen!

 

Şerwan'ın tavırlarına daha fazla dayanamayan Roya bezgince nefesini verdi. Sadece nereye gideceğini söylemek istemişti. Elbette böyle bir tepki vereceklerini düşünmüştü ama bu pekte onun umrunda değildi. Urfa'ya gitmek istiyorsa gidecekti kimsenin ona engel olmasına izin vermeyecekti. Verdiği kararın arkasında durarak odasına doğru yürümeye başlarken arkasından bağıran abilerini umursamıyordu.

 

Odanın kapısına geldiğinde arkasını dönmeden: "Ben yarın Urfa'ya gidiyorum. Urfa'a yeterince beni yaktı, bundan sonra bir zararı gelmez bana. Eğer yanacak biri varsa da o ben değil Urfa olur. Siz boşuna telaş yapmayın." Sözlerinde ki eksik parçaları içten içe işiten Rizgâr gözlerini yumarak içine acı dolu bir soluk çekti. Öylesine büyük bir vicdan azabına mahkûm bırakılmıştı ki o yükü taşırken çoğu zaman sendelemesi doğaldı.

 

Babasının emanetine sahip çıkmamıştı.

 

Allah kahretsin ki bu gerçek onu yiyip bitiriyordu.

 

Odaya giren Roya, kapattığı kapıya yasladı sırtını. Elleri tahta kapıdan sürtünerek dizlerini bulduğunda kendi bedeni de yere doğru kaymıştı. Titreyen dudaklarını birbirine bastırıp bir an soluklanma ihtiyacı hissetti.

 

"Allah'ım, sen bana dayanma gücü ver."

 

Gözlerini yumdu. "Allah'ım, ne olur sen bana yardım et."

 

*

 

Öldürmeyen Allah öldürmüyordu.

 

Bunca yaşadıklarının üstesinden gelip hâlâ ayakta durduğuna kendisi bile inanmıyordu.

 

Elleri, giydiği mavi, siyah takım uyumlu kumaşın üzerinde kayarken aralık dudaklarından sıkınlık ile bir nefes döküldü. Aynadaki görüntüsüne bakarken oldukça kendinden emin bir Roya görmek kendisini uzun zamandan sonra iyi hissettirmişti. Başına taktığı şalı omuzlarına bırakmıştı şimdilik. Makyaj masasının üzerinden eline aldığı kırmızı ruju büyük bir sakinlikle açarak dudaklarına yaklaştırdı. Kırmızı ruju dudaklarına yakışırken oldukça dikkat çekici olması çoğu kişinin gözünü boyayacaktı. Elinde sürdüğü ruju masaya bırakıp çantasına uzandı. Yanına birkaç parça aldığı elbiselerle odadan çıkarken topuklu ayakkabılarının çıkardığı sesle avluda onu bekleyen herkesin yukarı, merdivenlere bakmasına yol açmıştı bu ses.

 

 

Roya derin bir soluk çekerek içini ferah tutmaya çalıştı. Yavaş ve bir o kadar sakin bir şekilde merdivenlerden inerken avluda bulunanların herkesin gözleri korkuyla büyümüştü.

 

Attığı her adımda saçları uçuşuyor, gözlerinin değdiği yerler cayır cayır yanıyordu.

 

Roya yanmaya değil yakmaya gidiyordu.

 

Sessizliği aslında büyük depremlere gebeydi. Bu kadının yüreğinin ahı tüm Urfa'yı yakacaktı!

 

Rizgâr Şerwan'a, Şerwan ağabeyine baktı. İkisinin de aklından aynı şeyler geçiyordu. İkisi de Roya'nın gazabından korkmaya başlamışlardı.

 

Merdivenlerin sonunda kendisini bekleyen küçük yeğeninin başına dudaklarını dokundurup tek kelime etmeden ağabeyi Rizgâr'ın yanına yanaştı. Elini öne doğru uzattığında Rizgâr büyük bir kararsızlıkla gözlerini Roya'ya çevirdi.

 

"Delilik yapacaksın değil mi?" diye sorarken uzattığı elini tutarak kendisine doğru çekti.

 

Roya kendisine sarılan ağabeyiyle iç çekti. "Adımı yaşatacağım sadece."

 

Ağır ağır başını salladı Rizgâr Ağa. "Babasının deli rüzgârı."

 

Tebessüm etti Roya ağabeyinin sözleriyle.

 

"Adamların çoğunu seninle gönderiyorum, Antep girişinde de birkaç araba seni bekleyecek." Dün uyumamış kardeşine zarar gelmemesi için tüm önemleri almıştı. "Cihangir Ağa da geliyormuş zaten seninle."

 

Şerwan homurdanırken Roya kaş çatmıştı. "O neden geliyor?"

 

"Seni tek gönderir miyim ben kurtların arasına keçamin?" Roya duyduğu sesle bedenini konağın kapısına döndürdü. Hazal Atabeyoğlu tüm ihtişamıyla kapıda duruyordu. Roya'nın aldığı her karara saygı duyuyordu. Attığı her adımda yanında olacağına söz vermişti. Şimdi olduğu gibi. Şimdi de doğru olanı yaptığını bildiğinden elinden geleni ardına koymayarak onu korumak adına tüm aşiretini seferber ediyordu.

 

"Hala," diyen Roya memnuniyetle kendisine açılan kolların arasına girdi. "Hala kurban olsun sana. Doğru olduğunu bildiğin yoldan sakın şaşma! Urfa'dan intikamını al gel!"

 

Gülümsedi.

 

"Bir Karadağ kızına, bir Hazal Atabeyoğlu yeğenine yakışır bir şekilde intikamını al!"

 

Uzanıp o güzel elleri öptü Roya. "Bu sefer yanan Urfa olacak hala."

 

"Öyle olacak kurban."

 

Cihangir annesiyle Roya'nın konuşmalarına şahit olurken kendini kasmaktan çenesi seğiriyordu.

 

"Dâye, sanki savaşa katılacak gibi konuşursun," diyen Uraz'la herkesin yüzünde küçük bir gülüş peyda olmuştu.

 

"Zaten bu bir savaş oğlum. Bu töreye kurban edilmek için oyun kuranlara açılmış savaş."

 

Öyleydi. Bu savaş sadece Roya'nın değil kurban edilmek istenilen genç yüreklerin de savaşıydı.

 

Herkesle kısa bir vedalaşmadan sonra Cihangir'le birlikte arabaya bindiler. Ali bir arkadaki araçtaydı. Arkasında en az on beş arabayla yola çıktıklarında arkalarından su atan Yâde Dilşah'tı.

 

Yâde Dilşah geleceği görür bir şekilde güldü. Gülüşü güzeldi. Gülüşü, güzel günlere güneşti.

 

Cihangir, asil güzelliğiyle yanında oturan kadına bakmadan yapamıyordu. İsteyerek veya istemeyerek bakışları Roya'ya kayıp duruyordu. Dudaklarına sürdüğü ruj ise beynini sulandırıyordu. O güzel yüzüne süs niyetinde konmuş ruju, kalp ritimlerini bozmaya yemini vardı sanki!

 

Hem bu kadar güzel olup hem bu kadar yaralı olması kaderdi.

 

Dikkatini çekip durduğu için konsantre olamıyordu yola.

 

Roya ise kendisine dönüp duran, üzerinde gezinen gözlerin ağırlığını hissediyor ve ona dönüp ne bakıyorsun dememek için zor tutuyordu kendisini. Ellerini önünde birleştirmiş uğraşırken yüzüne doğru düşen saçını kulağın arkasına sıkıştırdı.

 

"Urfa'ya gitmeden önce Antep'te birkaç işim var." diyen Cihangir'e baktı Roya.

 

"Bir şey mi buldun?" diyerek hevesle konuştu.

 

Cihangir büyük bir gaflette düşerek tekrar Roya'ya baktığında nefesi kesildi. Dağılmış ritimleriyle önüne döndü fakat görmediği bir taşa çarpmaktan kurtulmamıştı. Araba tökezlediğinde aniden bastığı fren sayesinde ikisine de bir şey olmazken Roya korkuyla yerine sindi.

 

Arkalarından gelen araçların da ani fren yapması sonucu bir kaza gerçekleşmediği için mutluydu Cihangir. Elini direksiyona geçirip derin bir soluk alıp fesupanallah çekti.

 

"Ne oldu? Bir şey mi vardı yolda?"

 

"Dikkatim dağıldı," diyerek telaşına engel oldu Cihangir. Başını direksiyondan kaldırıp Roya'nın önündeki torpido gözüne eğildiğinde Roya adeta koltukla bir bütün haline gelmişti. Cihangir fazla oyalanmadan eline aldığı peçeteyle tekrar yerine geçerken yutkunmaktan alamamıştı kendisini.

 

Elindeki peçeteyi Roya'ya uzattığında ise Roya'nın kaşları şaşkınlıkla yukarı doğru çatıldı. Kendisine uzattılan peçeteye anlamsız bakışlar atarken Cihangir'in gözleri Roya'nın güzel yüzünü buldu.

 

Allah'ım ölmemi mi istiyorsun? Diyerek içinden isyan etti.

 

"Al," dedi uzattığı peçeteyle Roya'ya.

 

"Ne yapacağım bunu?"

 

Roya'nın sorusuyla gözleri kırmızı dudaklara düştü. Kıpırdanıp duran bir çift dudak kendisini kalpten götürecek cinstendi. "Dikkatimi dağıtıyor," derken sesi bir fısıltıdan farksız değildi.

 

Roya neyden bahsettiğini anlamasa da yüzüne, gözlerine bu kadar derin bakan adam yüzünden kızarmıştı. Cihanagir'in bakışları altında kendisini farklı hissediyordu.

 

Başını salladı Roya. "Ne dağıtıyor?"

 

"Rujun."

 

Roya beklemediği cevapla birlikte kalakalırken Cihangir'in gözleri neşeyle parıldadı.

 

"S-sen... Ne!" Yüzü yavaş yavaş yanmaya, kızarmaya başlamıştı. Kendisine rujunun dikatini dağıttığını söylüyordu. Israrla peçeteyi kendisine uzatan adamın elinden hırsla peçeteyi aldı. "Sapık!" diyerek dişlerinin arasından tısladı.

 

Rujunu silmesini bekleyen Cihangir'e inat elindeki peçeteyi atmayı düşünse de sürekli kendisine bakacak olması nedeniyle hırsla bir peçeteyi çıkarıp dudaklarında ki rujun birazını aldı. Bu arada Cihangir kendisine sapık dediğini duymuş olsa da gülerek arabayı çalıştırmış rujunu silen Roya'ya çaktırmadan bakıyordu.

 

Rujunu silerek kollarını göğsünde bağlayarak Cihangir'e bakmamaya çalıştı.

 

Roya'nın homurdanmaları Cihanagir'in ise kendisini izleyişiyle Van'a yetiştiklerin de havalimanına oyalanmadan giderken uçağa binmişlerdi bile.

 

Roya'nın yükseklik korkusunun olduğunu bilen Cihangir pencere tarafına otururken Roya da hemen yanında oturuyor ve durmadan söyleniyordu.

 

"Bu nasıl kader! Allah'ım umarım Urfa'ya varmadan ölmem."

 

"Korkuyorsan elimi tutabilirsin," diyen Cihangir elini Roya'ya uzattı. Kendisine uzatılan ele bakarken nevri şaşsa da gözlerini devirmekten başka bir tepki vermemişti.

 

"Senin elini tutmayacağım."

 

"Emin misin?"

 

"Roya'yım." Kararlıydı. Ne kadar korksa da o eli tutmayacaktı.

 

Uçak anos ederken Roya gözlerini kapatıp açıyor, dua edip korkuyla koltuğa tutulmuştu. Allah kahretsin bu kadar zor olmamalıydı! Hayır yani yükseklik korkusunun olduğunu bildiği hâlde falan mı getirmişti kendisini anlamıyordu.

 

Uçak kalkışa geçtiği vakit çığlık atmamak için kendisini zor tutarken Cihanagir'in kendisine uzatılmış eline yapışmış ve bedenini göğüsüne yaslamıştı. "Yemin ederim seni öldüreceğim Cihangir Ağa!"

 

Bilerek yaptığına yemin edebilirdi.

 

Öyle de olmuştu.

 

Cihangir Ağa bilerek uçakla gitmek istemişti.

 

Gülümsemesi büyüdü Cihanagir'in. Kendisine yaslanmış elini sımsıkı tutan kadınla bir umudunun olduğunun farkındaydı. Hafifçe kadının kulağına eğilerek fısıldadı. "Sen, ne kadar kaçarsan kaç benden, ben yine senin bir nefes uzağında olacağım Karadağ kızı. Sen ne kadar kendini uzak tutmaya çalışsan da kader bizi yan yana tutacak." Derken yakaları açık beyaz gömleği ve siyah takım elbisesiyle fazlasıyla asi duruyordu.

 

"Bu kadar emin konuşmaktan ne zaman vazgeçeceksin?" Diye sorarken umursamaz olmaya çalışmıştı şüphesiz burnuna çalınan koku ve hissettiği sıcaklıkla nefesi kesilmiş, yüreğinde sızlamalar oluşturmuştu.

 

"Bana güvenerek elimi tutuyorsun ya hani Karadağ kızı, benim senden yana umudum var. Bir umutla tutunduğum yüreğine güvenim tam benim."

 

Roya duyduklarıyla başını küçük bir açıyla yukarı doğru kaldırdığın da yüz yüze geldiği Cihangir'le sesli bir şekilde yutkundu. O gözlerin kendisine en değerli bir mücevher gibi bakmasına alışmıştı.

 

Kendisi ona alışıyordu ve bunu yeni fark ediyordu.

 

*

 

Havalimanına ayak bastıkları an Antep'te bulunan Karadağ adamları tarafından karşılanan Roya huzursuzca yüzünü buruştururken Cihangir'in yanında oluşunu bilmesi kendisini o kasvetli matemden kaçırıyordu.

 

Cihangir yanına gelen adamına emirler verirken Ali Roya'nın yanında durmuş ona herşeyin iyi geçeceğini söylüyordu.

 

Cihangir'in gözleri kendisini izleyen gözlere değdiğin de göz kırpmadan edemedi. Sorun yok diyordu.

 

Sorun gerçekten yok muydu?

 

Bir ah çekti. Bir ahı, bin ahtı.

 

Urfa'ya yakın olduğunu bildiğinden kuru sıkı bir düğüm bırakıyordu boğazında bu gerçeklik.

 

Uzakta adamlarıyla konuşan adama bakarken bir bilinmezliğe sürüklendiği için kendisini anlamıyordu. Ne ona umut vermek ne de heveslendirmek istemiyordu. Kendisini kandırmaya çalışıyordu aslında. Kendisini de Cihangir'i de kandırmaya çalışıyordu.

 

Gülümsedi.

 

Gülüşünden yakaladı Cihangir.

 

Kendisine bakarak gülen kadınla nefesi kesildi. Bir gülüşe ömrünü verirdi.

 

"Çok mert biri,"dedi Ali, Roya'nın bakışlarından Cihangir'i yakalayınca.

 

"Cihangir mi?" Derken şaşkın şaşkın bakıyordu kardeşi dediği adamın suratına.

 

"Evet..." Derken bakışlarını Cihangir Ağa'ya çevirdi. "Seni koruyacağına söz verdi, tuttuyorda."

 

"Fazlasıyla iyi biri..."

 

"Sadece iyi mi?" diye sordu Ali Roya'ya eğilerek. "Onun sana olan bakışlarını bir görsen..."

 

Roya utanarak bakışlarını Ali'den kaçırdığı vakit göz göze geldiği kahve hareler ile yutkunamadı.

 

Adı bile tüylerini diken diken ederken, gözleri ruhunun çekilmesine sebep oluyor gibiydi. Fazlasıyla can yakıcı duruşu kendisine hiç yardımcı olmuyordu. Yakışıklı adamdı. Kendinden emin, koruyucu, merhametili bir adamdı Cihangir Atabeyoğlu. İlk defa görüyor gibi baştan aşağı süzdüğü adamla bir gerçeğe daha tanık etti kendisini. Böylesine yakışıklı bir adama karşı etkilenmemeye çalışmak fazlasıyla zordu.

 

İç çekeceği an Cihanagir'in kendisine bakıp iç çekmesi üst dudağının kıvrılmasına sebep oldu.

 

Karekteri gibi kendisi de güzeldi.

 

Ama büyük bir engel vardı aralarında. "O benden daha iyilerine layık Ali. Benim yaralarım onu da kanatır. O yara olmaya değil, yâr olmayı hak ediyor..." derken dudakları düz bir çizgi halini aldı.

 

"Bırakta buna o karar versin, olmaz mı Xuşkamin?" Dedi kadının gözlerine bakarak. Kendilerine meraklı biraz da öfkeli olduğunu gördüğü adamı işaret etti. "Bunu söylemek çok zor Roya. Benim kardeşimle mutlu olmanı isterdim fakat yapılan onca şeylerden sonra," başını eğdi. "Bunu istemeyi bırak, adınız yan yana olması bile büyük bir haksızlık." Elini uzatıp Roya'nın omuzuna koydu. "Seni mutlu edecek tek biri var o da bizi kıskanıp öfkeyle buraya gelen Cihangir Atabeyoğlu'dur."

 

Bu son vuruş Roya'nın gözlerini yaşarttı. Başını iki yana sallarken, "Ali..." Dedi fakat devamı gelmedi.

 

Ali içindeki kırgınlıkla omuzlarını aşağı yukarı kaldırarak silkti. "Akışına bırak Roya. Bırak sen değil, hayat sürüklesin seni doğruya."

 

Kolay mıydı ki... Hayat beni sürükler miydi doğruya, mutluluğa?

 

Adım seslerini duyunca başımı kendinden emin adımlarla bana gelen adama baktım. Yüzü düşündüğü bir şey nedeniyle kasılmış, saçları dağılmıştı. Elleri kapanıp açılıyor bakışları bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu.

 

Yüzüne değil ruhuna bakıyordu sanki Cihangir.

 

"Güzelim," diye seslenip yanağımı avuçlarının arasına almasıyla şaşkınlıkla ona bakıyordu. "İyi misin?"

 

Nasıl olmazdı?

 

Bu da soru mu Cihangir Ağa! Arabadayken sen, şimdi de Ali kafamın içine etti!

 

Düşmemem gereken bir geçmiş varken seni düşünmem normal mi?

 

Değil.

 

Konuşmak için dudaklarını aralasa da konuşamadı o an. Ne diyeceğini öylesine bilmiyordu ki... Sadece başını salladı.

 

Cihangir güzel gözlerin de gördüğü bilinmezliğe kaş çatarak elini o yumuşak yanaklarından çekti. Urfa'ya gitmeden önce bir otele gidip birkaç saat dinlenmesi için Roya'yı bırakmak üzere yola koyuldular.

 

Araba yolculuğun da elinden gelenin fazlasını yaparak Cihangir'e bakmamaya çalışan Roya'yı Cihangir fark etmişti. Ne zaman göz göze gelecekleri an Roya kendisini kasarak önüne dönüyor mırıldanıp duruyordu.

 

"Bir şey olmadığına emin misin?"

 

Kendisine sorulan soruya kafasını salladı. "Evet."

 

"Bakışlarını kaçırıyorsun."

 

Öyle mi yapıyordu? Bunu nasıl anlamıştı oysa çaktırmamak için büyük bir uğraş veriyordu.

 

"Farkında değilim."

 

"İyi," diyen adam daha fazla üzerine gitmedi. Otele vardıkları an Roya'yı bir oraya yerleştirip giderken Roya'nın sorularına yanıtsız bırakarak kadını büyük bir öfke içinde bırakmıştı. Onun iyiliği için söz etmemişti gideceği yerden. Eğer gideceği yeri bilseydi ardından gelirdi şüphesiz.

 

Otelin restorant kısmına geçerek köşede oturan adama doğru ilerledi.

 

Attığı her adım ses çıkarıyor orada bulunan adamları gerim gerim geriyordu.

 

Sırtı kendisine dönük adamın önüne geçtiğinde yüzüne sert bir ifade yerleşmişti. Geçmişi öğrenmek karşısındaki adamın yardımına ihtiyaç duyduğu için kendine kızsa da herşeyi bildiği için o duygusunu es geçerek sakin kalmaya çalışıyordu.

 

Oturan adamın ela gözleri yavaş yavaş kendisine doğru yükseldiğin de çenesini kasmaktan kemikleri sızlamaya başlamıştı.

 

Ağır ağır sandalyeyi iterek kalkan adam yaşanmış herşeyi bir kenara bırakarak büyük bir pişmanlıkla elini öne doğru uzattı. "Tü xerhati Cihangir Atabeyoğlu."

 

Cihangir bir kendisine uzatılmış el bir de adama baktı. Roya için diyerek elini uzattı. "ez bi xêr hatîm Yusuf Agir Bozbey!"

 

İki adamı bir araya getiren geçmiş, kimbilir neler yaptıracaktı daha.

 

İki adam da çok tehlikeliydi.

 

İki adam da çok güçlüydü.

 

Bir adamın hatası vardı diğerinin ise yarası.

 

Bu birliğe de kader mi denilirdi?

 

*

 

Geçen birkaç saatin ardından dinlenmiş ve büyük gün için hazırdı Roya. Üzerine geçirdi siyah takımı ile öyle asil görünüyordu ki... Sırtına yüklenmiş derterli omuzlanmış herşeye rağmen yaşamayı beceren bir kadındı Roya Karadağ.

 

Vücudunu saran takım elbisesi kendisine ayrı bir hava katmıştı. Makyaj için hafif tonda bir makyaj yaparken bugün Cihangir'in sildirdiği kırmızı rujuna göz kırptı. Sürüp sürmemek arasında kararsız kalsa da eline alıp dolgun dudaklarına sürdü ve yedirdi. Ardından saçlarına hafif dalga vererek sırtına doğru saldığında hazırdı.

 

Ayağa kalkıp çantasını ve gözlüğünü alırken heyecanlıydı. Odadan çıkmak için kapının kulpunu tutmuş tam çekecekken aniden açılması ile şokla kalakaldı.

 

Korku ile geriye sıçramış ve şaşkınlıkla kapıda kendisine bakan adama bakakalmıştı.

 

Bir an ne nefes alabildi ne de yutkunabildi. İkisi de kendinde değildi. İkisi de uyumlu giyinmiş ve bu uyumun onları daha çok birbirine çektiğinin farkında değillerdi.

 

Hayranlık dolu bakışları Roya'nın her zerresinde dolandı, Cihangir'in. Gördüklerini hazmede bilmesi için birkaç dakika gerekti. Hatta birkaç dakikayı da uzatarak alık alık baktı Roya'ya.

 

Roya da, Cihangir'in kravat takmamış kavruk tenini açık bırakan düğmelerde oyalandı. Parmakları o düğmeleri birbirine tutuşturmak için sızlarken içine çektiği solukla, "Cihangir." diye mırıldandı.

 

Gözlerinin bedenini talan etmesi kızarmasına neden olmuştu. Öyle güzel bakıyordu ki kendisini çıplak hissediyordu. Gözleri yüzünde oyalandığında ise boynuna kadar morardı.

 

Dudaklarına bakıyordu.

 

Can yakan dudaklarına.

 

"Çok güzel olmuşsun," dedi kendinden geçmiş bir şekilde. "Beni sarhoş edecek kadar güzel olmuşsun."

 

Nefessiz kaldı Roya. Beklemediği sözlerle ne diyeceğini bilmez bir şekilde Cihangir'e bakakalmıştı. İlk defa, ilk defa Ali'yi dinlemek istedi. Akışına bırakmak istedi. "Sen de iyi görünüyorsun."

 

Şaşkınlıkla Roya'ya dönen bakışların da geçen duygular Roya'nın da gözünden kaçmamıştı.

 

"Kalbim dayanmayacak Karadağ kızı." Kendini sakin olmaya zorlarken Roya'dan beklenmeyen iltifatı duymasıyla işler daha da zorlaştı Cihangir için. Konuşurken büzülen ateş parçası dudaklar, geriye savrulmuş omuzlarında duran şalı onu kendinden etmişti.

 

Aklını almıştı!

 

Kolunu öne doğru uzattığında hiç itiraz etmeksizin elini uzatıp koluna tutundu Roya.

 

Urfa bugün hiç olmayacağı kadar yanacaktı.

 

Urfa yanmaya başlamıştı bile.

 

Herkese yavaş yavaş duyurulmaya başlamıştı Roya Karadağ'ın gelişi.

 

"Urfa meydanına gideceğiz," dedi Cihangir asansöre binerken. "Sürgün edilişine laf edilmeden senin geçmişi ortaya atman lazım ki gelişinin haklılığı olsun."

 

"Ben zaten haklıyım." derken sesinde alaylı bir tını vardı.

 

"Öylesin."

 

Beraber arabaya bindikleri an arkalarından da hareket eden otuza yakın araba büyük bir konvoy oluşturmuştu. Sürgün edilen, töreye meydan okuyan kadının geliş sesi Urfa'yı ayağa kaldırırken orada oluşu yakardı.

 

Geçtikleri yolda Roya'nın yer yer yüzü güldü yer yer yüzü düştü.

 

Parmaklarıyla oynayarak korkusunu, endişesini, heyecanını yok etmeye çalışıp duruyordu. Kolay değildi sürgün edilmek. Kolay değildi yandığı şehire geri dönmek.

 

Acısıyla boyanmış Fırat köprüsünden geçerken Birecik kalesine baktı uzun uzun.

 

Her karışını özlediği memleketinin en sevdiği ilçesi şüphesiz birecikti. (İlçe mi de az öveyim.)

 

Araba sessiz bir şekilde ilerlerken Cihangir'in kendisine destek olan eli koluna dokunup geri çekildi. Urfa'ya giriş yaptıkları an ise birçok insanın meraklı bakışları bize çevriliyordu.

 

"Sakin ol," diye konuştu Cihangir, Roya'nın nefes alıp verirken zorlandığını görünce.

 

"Canımın tekrar yanmasından korkuyorum."

 

Elini uzattığında sımsıkı tuttu Roya kendisine uzatılan eli.

 

"Ben hep bir adım öten de değil, tam yanında olacağım. Sakin ol."

 

Nasıl sakin olsundu.

 

İçi içini kemiriyor boğazı düğümlerden geçilmiyordu. Taşlarla bezenmiş sokaklardan geçerken çoğu kişi selam verirken çoğu kişi sırtını dönüyordu.

 

Urfa bugün Roya'nın gelişiyle çalkalanıyordu.

 

Roya'nın gelişini duyan herkes onu görmek için nereye gideceklerini bilir bir şekilde meydanda toplanmışlardı.

 

Aslında meydana gidileceğini Cihangir yaymıştı.

 

Herkesin Roya'nın ayakları üzerinde duruşunu görmesini istemişti.

 

Araba meydanda durduğunda Roya'nın bakışları arabalara merakla bakan insanların üzerinde gezindi. Elini göğsüne koyarak soluklar alırken kendi kendine teskinler veriyordu.

 

"İyi misin?" diye soran Cihangir'e bakarak elini elinden ayırdı. "İyi olacağım."

 

Arabadan önce adamları indi. Ali indi.

 

Ali'yi görenler dumara uğramış bir şekilde ağızları açılırken Roya'nın kapısı Hüseyin tarafından açıldı.

 

Cihangir de kapısını açıp indiğinde herkesin gözü bu sefer Atabeyoğlu adamına kaymıştı.

 

"Atabeyoğlu değil mi bu!"

 

"Ohaa yoksa Roya ile evlendi mi?"

 

"İkisini çok merak ediyorum."

 

"Araf'tan daha yakışıklı."

 

"Neden geldiler ki?"

 

Söylentiler çoğaldı, uğultular oluştu. Yüreğini avuçlarına almış Roya Karadağ gözüne taktığı gözlüğü, başına geçirdiği siyah şalıyla arabadan indiğinde herkes nefesini tutmuştu.

 

İşte Roya Karadağ günler sonra yine Urfa'daydı.

 

İnen kadını görenlerin yüreği acıyla sızladı. Şaşkınlık dolu nidaları yankılandı sokaklarda. Uzun saçları omuzunda, başında bir yas matemini andıran şalı yürekleri dağladı.

 

Tek kaybetmediği bir şey vardı o da her zamanki gibi asil ve başı eğilmez duruşu.

 

Cihangir, Roya'nın yanına gelerek durduğunda ikisi de ortada yan yana dizilmiş ağaların karşılarına doğru yürümeye başladılar.

 

 

Roya etrafa bakmamak için zor tutuyordu kendisini. İçten içe bas bas bağırmak gelse de yapmadı. Sadece kısa bir an... Kısa bir an yaşlı bir kadınla göz göze geldiğinde yaşlı kadın gözlüğün ardındaki burhanlı hareleri hisseder bir şekilde sağ elini dudaklarının üstüne götürerek zılgıt çekti.

 

Bu zılgıt bir kutlayış, bir zaferdi.

 

Ardı ardına zılgıtlar çalınmaya başladığında Roya kendisini daha iyi hisseti. Dudakları gerileyerek tebessüm oluşturdu.

 

Yaşlı ağalardan, öncülük eden öne çıkarak sert yüzüyle öfkeyle bağırdı. "Urfa'ya dönmen ne demek bilir misin Roya Karadağ!"

 

Cihangir başını iki yana salladı.

 

"Bilirim de, siz geçmişi bilir misiniz deyin hele bana ağalar?"

 

Zılgıtlar susmuş herkes pür dikkat kesilmişti.

 

"Sen ne dersin?"

 

Öne doğru yürüdü Roya. Gözündeki gözlüğü çıkarırken derin bir nefes aldı. "Ben derim ki üstünü örttüğünüz geçmişi! Babamın ölümüne sebep olmuş kişileri kana boyamaya geldim!"

 

Uzaktan gelen Araf'ın babası, Mehmet Ağa duyduğu sözlerle yerinde çakılı kaldı.

 

Yüzünden geçen korku geçmişin açığa çıkmasındandı.

 

Kurulan oyunlar bozuluyordu.

 

Bölüm sonu 🥀

 

Bölüm bitti! Lütfen bölüm için düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim<3

 

Cihangir, Roya yaklaşımları başladı.

 

Yusuf Agir Bozbey ile Cihangir ne çeviriyor olabilirler?

 

Roya Karadağ?

 

Şerwan bir düzeliyor bir geriliyor sizce?

 

Sevdiysek bölümü bir kalp bırakırsanız çok mutluyum olurum.

Loading...
0%